| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 15.12.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYKUT KAYA (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar; Genel Kurulumuzu ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Dün kaybettiğimiz Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez'e Yüce Allah'tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve Saadet Partisi camiasına da başsağlığı diliyorum.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının bağlı ve ilgili kuruluşlarından Türk Standardları Enstitüsü, Türk Patent ve Marka Kurumu, TÜBİTAK, Türkiye Bilimler Akademisi ve Türkiye Uzay Ajansının 2024 bütçeleri hakkında görüş beyan etmek üzere partim adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, bu kurumların ülkemizde bilim ve teknoloji ekosisteminin gelişmesine katkı sağlaması beklenen güzide kurumlarımız olduğunu belirtmek isterim. İçinde bulunduğumuz bilgi ve iletişim teknolojileri çağına uyum sağlamamızı ve teknoloji yarışında geri kalmamamızı sağlayacak olan kurumlar da bunlardır.
Değerli milletvekilleri, On İkinci Kalkınma Planı'ndaki 260 sayfanın 146'sında "teknoloji" 51'inde "AR-GE" 36'sında "bilim" kelimesi geçmekte. Yine, On Birinci Kalkınma Planı'nda 195 sayfanın 94'ünde "teknoloji" 42'sinde "AR-GE" ve 26'sında "bilim" kelimesi geçiyor. Hatta Onuncu Kalkınma Planı'nda 207 sayfanın 94'ünde "teknoloji" 40'ında "AR-GE" ve 24'ünde "bilim" kelimelerine yer verilmişti. Yani 2013 yılından beri hazırlanan planların neredeyse her iki sayfasının birinde teknoloji, bilim ve AR-GE vurgusu yapılmış. Bilimde, teknolojide, araştırmada, araştırma ve geliştirmede öne çıkmak için sadece konuşmak ve hedef koymak yeterli midir? OECD verilerine göre 2021 yılında hükûmetlerin AR-GE harcamalarının millî gelire oranı OECD ortalamasında yüzde 0,63; Avrupa Birliği ülkelerinde 0,66; ülkemizde ise 0,39 olmuş. Üstelik teknoloji vizyonunu çizdiğimiz On Birinci Kalkınma Planı'nın başında ise bu oran yüzde 0,41 olmuş yani 2018'den 2021'e Avrupa Birliği ülkeleri ve OECD ülkelerinde AR-GE harcamaları artarken biz AR-GE harcamalarını azaltmışız gibi bir durum ortaya çıkıyor. Peki, 2024 bütçesi AR-GE'de bize ne vadediyor? Kamu harcamaları içinde AR-GE'nin 2022 yılındaki payı yüzde 0,77'ydi ama gelecek sene bunun yüzde 0,45'e indirildiğini görmekteyiz. Hâlbuki sizler de iyi biliyorsunuz, teknolojiye, araştırmaya bütçe ayırmadan konan hedeflerin gerçekleşmesi mümkün değildir yani ne kadar ekmek o kadar köfte. O zaman şunu sormak lazım: Biz gerçekten teknoloji alanında öncü bir ülke mi olmak istiyoruz yoksa dostlar bizi alışverişte görsün telaşında mıyız?
Konuşmamın odağındaki kurumlardan bir tanesi Türkiye Uzay Ajansı. Uzay Ajansının bütçe dinamiklerine baktığımızda görüyoruz ki 2023'te kendisine 1,62 milyar TL'lik bir ödenek tahsis edilmiş ama yılın ilk yarısında bu ödeneğin sadece yüzde 12'sini kullanmış, hatta yılın ilk 10 ayında sadece yüzde 23'ünü harcayabilmiş. Sonra biz bu duruma baktığımız zaman, 2024 içinde Ajansın bütçe ödeneğinin bir yıl önceye kıyasla sadece 5,2 artırılacağını görüyoruz yani gelecek sene en iyimser tahminle enflasyonun yüzde 36 olduğunu varsayarsak aslında bu Ajansın bütçesini reel olarak yüzde 23 azaltma gibi bir durumun olduğunu görüyoruz. Bu Ajansın bütçesini reel olarak kısıyoruz ama 2024 bütçesinin de pek de kalkınma odaklı olmadığı defalarca bu kürsüden dile getirildi. Ajansla ilgili asıl mesele ise Ajansın çok iddialı olması; uzay havasındaki değişimlerin etkilerini izlemek ve modellemek üzere Uzay Havası Uygulama Merkezi'ni 2025'te faaliyete başlatacağını söylemekte, yine 2026'da da Ay'a Sert İniş Projesi'ni tamamlayacağını hedeflemekte. Bakınız, kendine ayrılan bütçeyi bile tam olarak harcayamayan güzide bir kurumumuzdan bahsediyoruz.
Uzay ve havacılık sektörü hem üretime yönelik bilgi birikimi hem de teknoloji yarışında öne çıkmak için şüphesiz önemli ancak bizi uzaya çıkaracak kurumun bütçesini tartışırken yerde ise bu vizyonla pek bağdaşmayan işler görmekteyiz. "Uzaya çıkacağız." diyoruz ama Türk sivil havacılık faaliyetlerinin gelişimine tanıklık eden Atatürk Havalimanı'nı kapattık; millet bahçesi yapılacağı söylendi, en sonunda ise pistlerin kırılıp buralara tenis kortlarının ve basketbol sahalarının yapıldığını öğrendik. Planlar ve icraatlar uyumlu olmadığı zaman söylenenlerin, çizilenlerin pek de inandırıcılığı kalmıyor sayın milletvekilleri.
Gelelim patent meselesine. Evet, patent açısından da durumumuz AR-GE harcamalarındaki durumumuzdan pek de farklı değil. 2018'de dünyada verilen toplam patentlerin yüzde 0,2'si ülkemizdeyken 2022'deki bu oran yüzde 0,19 olmuş. Hep konuşuruz ya, Kore'yle zamanında aynı gelir düzeyindeydik ama onlar farkı 80'lerden sonra açtı diye. Bunun en güzel nedenlerinden birini patent verisi bize sunuyor. 1985'te yerleşiklere verilen küresel patent sayısının yüzde 0,03'ü Türkiye'de, yüzde 0,16'sı Kore'deydi oysa son beş yıla baktığımızda, Türkiye'nin ortalama payının yüzde 0,24'e, Kore'nin aldığı payın ise yüzde 9,7'ye çıktığını görüyoruz. Bilimsel araştırmaya, AR-GE'ye yeterli önemin gösterilmediği bir ülkede AR-GE çıktılarının ticarileşmemesi de gayet doğal değil mi? İnsan kaynağına yeterince yatırım yapmadan, AR-GE'ye yönelik teknolojik altyapısını geliştirmeden ülkemizden daha çok patent çıkmasını nasıl bekleyebiliriz?
İnsan kaynağı deyince TÜBİTAK'tan da bahsetmemek olmaz elbette. Hafızalarımızı tazelemek adına, kısaca TÜBİTAK'ın insan kaynağı problemlerini size hatırlatmaya çalışacağım. TÜBİTAK'ın Ulusal Ağ ve Bilgi Merkezinin yani ULAKBİM'in Müdür Yardımcılığına Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürü Mustafa Sancar atanmıştı. Aslında ilahiyatçı olan Sancar'ın hayvanat bahçesi müdürlüğü bile tartışma konusu olmalıyken bir anda Türkiye'de bilim ve teknolojiye yön vermesi beklenen kuruma atanması şokunu yaşamıştık. Sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Ağaç AŞ'de insan kaynakları çalışanı olan Muhammed Ali Peru TÜBİTAK'ın İnsan Kaynakları Müdürlüğüne atanmıştı, en azından insan kaynakları kısmı tuttuğu için bunu daha uygun bir atama diye karşılayabilirsiniz ama mevzu TÜBİTAK'ın İnsan Kaynakları Müdürü olmaksa işin rengi değişiyor. Sonuçta park bahçe işleriyle uğraşacak personelin yönetimi ile Türkiye'de bilim ve teknoloji politikalarına yön veren kurumun personelini yönetmek aynı olmamalı. Aslında epeydir "Bu iki iş arasında pek bir fark yok." noktasına geldiysek de "Vah düştüğümüz duruma!" demeliyiz. İçinde olduğumuz bilgi ve teknoloji çağında ülkemizi öne çıkarma hususunda en yetkili kurumlardan biri olan TÜBİTAK'ın kendi ücret düzeylerini belirlemesi elbette doğru olandır. TÜBİTAK'ın daha yüksek teşvikler ve ücretler vermesini de konuşabiliriz hatta İYİ Partimizin 2023 Seçim Beyannamesi'nde de yer aldığı üzere TÜBA, TÜBİTAK ve yükseköğrenim kurumlarını siyasi müdahaleden uzak ve özerk bir şekilde Türkiye'nin bilimsel, teknolojik ve kalkınma önceliklerini belirleyecek, bunun için gerekli stratejileri ortaya koyacak ve özel sektörün gelişimini destekleyecek reformcu bir yaklaşımla yeniden yapılandırmayı da konuşmalıyız. Yine, seçim beyannamemizde yer aldığı üzere, kamunun AR-GE ve dijital dönüşüm yapılanmasını yalın ve etkin hâle getirmek amacıyla TÜBİTAK'ı araştırma enstitüleri vasıtasıyla kritik alanlarda ileri araştırmalar yapan bir kurum hâline getirmeyi de konuşabiliriz. Ancak tüm bunları konuşmadan önce gündemimizdeki teklifin 19'uncu maddesinde de yer alan performans değerlendirme kriterleri ve bunun işaret ettiği liyakat sorununu çözmemiz gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyuru, toparlayın.
AYKUT KAYA (Devamla) - Yani siz park bahçe alanındaki insan kaynakları çalışanını TÜBİTAK'ın İnsan Kaynakları Müdürü yaparak hem TÜBİTAK'ta hem de Türkiye'nin bilim ve teknoloji ekosisteminde nitelikli iş gücünü tutamazsınız. Tüm bu kurumsal problemleri çözmeden, teknolojiye yön verecek kuruluşlara istediğiniz bütçeyi verseniz de bir netice elde edemezsiniz.
Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)