| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 05.12.2023 |
HEDEP GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime tabii ki öncelikle Filistin'le başlamak istiyorum. İnsanlık dramı çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda; her gün onlarca insan, çocuk, sivil katledilmeye devam ediliyor. Buna karşılık maalesef yaşanan bu olaylar normalleşiyor. Gazze saldırısı başladığı zamanki tepkilerden bugüne dönüp baktığımızda bunun nasıl bir normalleşme olduğunu hepimiz görüyoruz. Elimizde ne var? Elimizde oldukça fazla sayıda hamaset var; sabah akşam Filistin üzerine, bu katliam üzerine, bu vahşet üzerine hamaset yapıyoruz ya da işte bildiğiniz gibi bazı tüketim maddelerini -kahveyi, kolayı- yasaklayarak sözüm ona protesto eylemlerinde bulunuyoruz. Tabii, bütün bunların, yol açılan insanlık dramının üzerinde hiçbir etkisinin olmadığını da çok iyi biliyoruz aslında. Bir şey yapamamamızın nedeni, bir adım atamamamızın nedeni sadece ticaret değil. Evet, ticaretten vazgeçmiyoruz, İsrail'le sürdürülen ekonomik ilişkilerin ne kadar önemli olduğu belli, belli olduğu için de hiçbir yaptırım zaten iktidar partisi tarafından gündeme gelmiyor. Ama bunun arkasında başka bir neden daha var, ticaretten belki de çok daha önemli bir neden: Aslında Filistin sorununun bir Orta Doğu sorunu olması.
Ve "Orta Doğu" sorunu diyorsanız aslında başat sorun kuşkusuz Kürt sorunudur. Kürt sorununu çözememiş bir ülke, hatta çözümsüz kılmak için gece gündüz çabalayan bir iktidar, savaşla, şiddetle Kürt sorununu yok sayan bir iktidar, Filistin meselesinde de işte böyle sahici olmayan protestolarla ya da hamaset edebiyatıyla günü kurtarmaya çalışır. Oysa Orta Doğu'nun sorununu çözmek Kürt sorununu çözmekten, Orta Doğu'daki bütün dinamikleri dikkate almaktan geçiyor. Şengal'den Afrin'e, Rojava'dan Gazze'ye kadar bütün Orta Doğu meselesini bütünlüklü ele alıp savaşa karşı barışçıl bir politikayı üretmek aslında bizim elimizde. Oysa bu Meclis ne yapıyor? Bu Meclis ha bire tezkere çıkarıyor; Suriye tezkeresi, Irak tezkeresi, Libya tezkeresi, elinden gelse dünyada 172 ülkeye tezkere çıkaracak. Bu kadar militarist bir akılla hareket ettiğiniz sürece hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz, zaten söylediğiniz lafları da dünyada hiç kimse ciddiye almaz, almıyor da zaten.
Dolayısıyla bu ikiyüzlülüğün bedelini, maalesef, çocuklar ödüyor, kadınlar ödüyor, sivil halklar ödüyor, Kürt halkı ödüyor, Filistin halkı ödüyor. Orta Doğu'ya bir çözüm üretmek lazım, Filistin meselesine de Kürt meselesine de çözüm üretmek lazım. Bunun yolu, özellikle Kürt meselesinin çözümünde Kürtlerin statüsünün tanınmasından geçiyor ama bu konuda bırakın statüyü tanımak, ciddi bir inkâr, yok sayma politikası hâlâ gündemde yerini koruyor. Dolayısıyla zaten karşı karşıya kaldığımız sorunların hepsinin bu kavşaktan geçmesinin en temel nedeni de bu. Bu sorunu çözemediğimiz için zaten burada bu yasaları konuşuyoruz.
Neyi konuşuyoruz? Torba yasa. Şimdi Komisyonda kanun teklifi sunulurken kanun teklifi sözcüsü bize dedi ki: "Buna 'torba yasa' demeyin." Ne diyelim dedik, "Buna 'uyarlama' deyin." dedi. Biz de dedik ki: Bu, uyarlama değil çuvallama çünkü çuvalladınız, çuvalladığınız için artık çuvallara sığmayan böyle torba yasalar yapıp karşımıza getiriyorsunuz. 2018'den bugüne kadar çıkan yasaların neredeyse yüzde 75'i torba yasa şeklinde çıkmış yani başka bir yasa yapma tekniği ortada kalmamış. Bu da zaten neden torbalardan çuvallara evrildiğimizi çok net bize gösteriyor.
Bakın, bu torba yasaya gelmeden önce uzunca süre Plan ve Bütçe Komisyonunda,, sonra Genel Kurulda neler görüştük? Önce kalkınma planını görüştük. Kalkınma planı... Gerçi orta vadeli program ondan önce görüşüldü, orada da anlamsız bir ilişki vardı ama kalkınma planını görüştük. Kalkınma planında bize söylenen, bize anlatılan hikâye o kadar geleceği güzelliyordu ki 2028'de neredeyse bütün sorunlarını çözmüş, bütün sıkıntılarını aşmış bir ülkeyi bize tasvir ediyordu. Şimdi kalkınma planı bir kere plan değil, uydurma olduğu ortaya çıktı. Orta vadeli program da program değil, onun da nasıl bir uydurma program olduğu ortaya çıktı. Peki, bütçe nasıl bir bütçe? Plan ve Bütçe Komisyondan geçti, işte haftaya Genel Kurula gelecek; göreceksiniz ki o bütçe de bütçe değil. Zaten bütçenin neredeyse yüzde 25'i açık yani açığa satış yapıyorsunuz, hiçbir karşılığı yok bütçenin. Şimdi, böyle bir durumda biz bunu ne kadar anlatırsak anlatalım... Tabii, kalkınma planını savunanlar, orta vadeli programı savunanlar, bütçeyi savunanlar aslında bizim yıkıcı muhalefet yaptığımızı, gerçekleri görmediğimizi söylüyorlardı.
Peki, biz gerçekleri görmüyoruz ama siz gerçekleri çok iyi görmüşsünüz, işte bu çuval yasayı getirmişsiniz. Bu 86 maddenin 85 maddesi -1 madde hariç- aslında -içinde yok yok tabii bu torba yasanın- durumu en iyi izah eden maddelerdir. Yani bütçenin sürdürülemez olduğunu, 2024 yılı bütçesinin belki de haziranı göremeyecek olduğunu anlatıyor bu torba yasa bize. 2024, 2025, 2026 yıllarını kapsayan orta vadeli programın aslında ne kadar tutarsız bir program olduğunu bize gösteriyor bu torba yasa. Ve 2028 hedefleriyle uyuşmayan... Kaldı ki o kalkınma planında 2053'e kadar bir planlama söz konusuydu, dolayısıyla o planlamanın da bir karşılığının olmadığını biz bu torba yasada görüyoruz.
Peki, neden böyle oluyor? Çünkü bu sistem ne kalkınma planı yapabilir ne program hazırlayabilir ne de bütçe hazırlayabilir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi uydurma bir sistem olduğu için hazırladığı her şey uydurma, hiçbir tutarlılığı yok; biz orada rakamları çok net bir şekilde dile getirdik, dedik ki: Bunlar tutarsız rakamlar, bu hesap tutmuyor. Bu hesap tutmuyor, dedikçe hesap makinesini ellerini aldılar, yeniden hesapladılar; baktılar tutmuyor, yeni şeyler uydurdular, dediler ki: "Biz, yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm; şunu yapacağız, bunu yapacağız, ihracatta inanılmaz dramatik gelişmeler sağlayacağız; 2028'e geldiğimizde bu cari işlem açığı bitecek, bütçe açığı bitecek, tasarruf açığı bitecek, ülke refaha kavuşacak." Bunu söyledikten birkaç hafta sonra, işte bu "yasama kurnazlığı" dediğimiz 86 maddelik teklif önümüze geldi ve bu teklifin içine baktığımızda, ne kadar acze düşmüş bir yönetimin olduğunu hep beraber görüyoruz. Neden görüyoruz? Çünkü bu teklifin maddelerine tek tek baktığınızda, bu açıkları bir nebze kapatabilmek adına artık her şeye saldırıldığını görüyoruz. Şimdi, böyle devasa planlar yapıp burada derede boğulmanın anlamı, işte bu gördüğümüz maddelerdir.
Ortada tabii sadece yasama kurnazlığı yok, bir de -ilginç bir şey- bürokrasi kurnazlığı var. Yani bürokrasi de bu çarkın içine girmiş artık; o da günü kurtarmak adına, AKP iktidarının karşımıza çıkarmış olduğu bu yasama kurnazlığının içine -her türlü kurnaz aklıyla- bazı maddeleri yerleştirmeye, o da kendini kurtarmaya çalışıyor. Dolayısıyla baktığımızda, burada, bir yasama faaliyetinin olduğunu söylemek çok güç. Şu anda yaptığımız, tabii ki muhalefet olarak bizim yaptığımız, bu eleştirilerle bu gerçekliği açığa çıkarmak, bunun üzerinden aslında toplumu bu konuda uyarmak, duyarlı hâle gelmesini sağlamak. Neden? Çünkü toplumun ihtiyaçlarını gidermek gibi bir derdi yok, tam tersine günü kurtarmak dedik.
Şimdi, bunların içinde bazı maddelere baktığımızda neyi anlatmaya çalıştığımız daha iyi anlaşılacak. Madde 15; bu torba yasada en ilginç maddelerden biri madde 15. Rahmetli Süleyman Demirel'i hatırlarsınız; tarihe geçtiği en önemli anlardan biri ülkenin 70 sente muhtaç kaldığını söylediği andır. Bunu yaşı yetmeyenler de hatırlar çünkü bu, öyle bir tarihe geçmiştir ki kuşaktan kuşağa anlatılır. Şimdi, bu madde 15'e baktığınızda, bu madde 15 de sizi tarihe geçiriyor; 25 kuruşa muhtaç bir ekonomi yarattığınızın belgesi madde 15'tir. 70 sente muhtaç ekonomiden, 25 kuruşa muhtaç ekonomiye kadar aradan tam kırk beş yıl geçmiştir ve dolayısıyla kırk beş yıl sonunda geldiğimiz nokta budur. Bu da işte sizin yaratmış olduğunuz yıkımın en temel göstergesidir.
Bu madde 15 gibi diğer maddelere de baktığımızda, aslında ekonomideki bu felakete sürüklenişin en temel nedenlerinden biri, tek tek maddelerdeki bu olumsuzluklardan öte yaşanan siyasi krizdir çünkü bu ülke çok ciddi bir siyasi krizin içindedir. Siyasi kriz ve ekonomik krizin birlikte hareket ettiğini bilmemiz gerekiyor; bunlar ayrı ayrı hareket etmez, birlikte hareket eder, birbirini besler. Dolayısıyla, siz siyasi krizleri çözmediğiniz sürece ne yaparsanız yapın iktisadi krizleri çözme şansınız yok.
Peki, bu ülkede nasıl bir siyasi kriz var? Bu ülkede demokrasiden kaçan bir iktidar var, otoriter rejimi pekiştirmeye çalışan bir iktidar var, faşizmin ekonomisini dayatan bir iktidar var. Dolayısıyla, bu anlayışla yol almaya çalışan bu iktidar tabii ki siyasi krizi de derinleştiriyor. Bugün bu ülkedeki siyasi krizin geldiği en temel meseleyi görmek istiyorsanız hukuka bakacaksınız, ülkedeki adaletsizliğe bakacaksınız. Siyaset ve hukuk arasındaki ilişkiyi, ilintiyi, rabıtayı iyi kuramadığınız bir ülkede zaten demokratikleşme mümkün değil; olmadığı da ortada. Dolayısıyla, hukuk devletinden bahsetmek mümkün değil. "Adalet" dediğiniz mesele artık sizin tabelanızda kalmış bir meseleye dönüşmüş durumda. Bunu nereden mi anlıyoruz? Cezaevlerine bakın, bugün cezaevlerinde açlık grevi var, belki çoğu insan farkında bile değil. Neden cezaevlerinde açlık grevi var? Çünkü bu ülkede tecrit olduğu için açlık grevi var. Bu ülkede tecrit olduğu sürece sizin bu ülkeyi bir hukuk devletine çevirmeniz mümkün değil, hukuk devletine çeviremediğiniz bir ülkede de siyasi krizi sonlandırmanız mümkün değil. Siyasi krizin bu denli derinleştiği bir yerde, tecritleşmiş bir ülkede açlık greviyle siyasi mahpuslar aslında sizi uyarıyorlar, bunu dikkate almanızı istiyorlar. Bu ülkenin özgürleşmesi için, bu ülkenin demokratikleşmesi için; bu ülkenin Kürt meselesinin, bu ülkenin barış meselesinin çözümü için yeniden bir uyarı eylemine başlamış durumdalar. Bunu görmezden gelemezsiniz. Bunu görmezden gelmek bu ülkeyi tecride mahkûm etmektir ki çözümsüzlüğe mahkûm etmektir ki eğer buna devam ederseniz siz daha çok torba yasa getirirsiniz; bu felaketi de bu ülkenin insanlarına dayatmaya, bu ülkenin insanlarına bu zulmü yaşatmaya devam edersiniz.
Baktığımız zaman, işte, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin aslında ortaya koymuş olduğu bu yapı, bu hukuksuzluk, ekonomide yaratmış olduğu bu tahribat öyle bir hâle gelmiştir ki Anayasa'yı ihlal ede ede yoluna devam etmek istiyor. Bu teklifin içinde de geçmişteki Anayasa ihlallerini telafi edecek maddeler var ama diğer maddeler de Anayasa'yı ihlal etmeye devam ediyor. Dolayısıyla "Anayasa yapalım, yeni bir anayasa yapalım." teziyle bugünlerde ortaya çıkmanız hiçbir samimiyete karşılık gelmiyor, samimi değil. Neden değil? 12 Eylül anayasası bile ihlal edilebilecek bir hâle gelmiş. Evet, militarist bir anayasa. Meclis Başkanı "Bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz?" dedi. Ya, biz ne içimize sindireceğiz, esas siz yirmi yıldır bunu nasıl içinize sindirdiniz? Biz 12 Eylülden beri faşizmle mücadele ediyoruz, bu Anayasa'ya karşı "Hayır." demiş insanlarız biz ama siz yirmi yıldır bunu içinize sindirdiniz, şimdi geldiniz bize Anayasa üzerinden demokrasicilik oynuyorsunuz. Eğer siz anayasa yapma konusunda samimiyseniz önce bu zihniyetten kendinizi kurtarın, önce bu ülkedeki hukuksuzluklara son verin; önce bugün Edirne'de, Kandıra'da, Sincan'da mahpus olan siyasiler özgürlüğüne kavuşsun çünkü anayasa yapacaksak siyasetin içinde yapacağız. Siyasileri tutsak ederek anayasa yapamazsınız ama sizin anayasadan anladığınız, aslında bu düzeni sürdürecek yeni bir formülasyon üretmek.
Bakın, bunun nasıl bir sistem olduğunu anlamak için maddelerden oluşan birkaç tane başlık: Bir tanesi şu BDDK tartışması... İşte "İnsanlar nasıl geçinecek; biz BDDK'yi İstanbul'a taşıdık, finans kent yaptık." Niye yaptınız? Bir kere bu finans kent yapma fikri nereden kaynaklandı bilmiyoruz. Finansı bu kadar kötü durumda olanın beton bir şehirle finansını kurtardığı dünyanın hiçbir yerinde görüşmemiştir. Önce o kent finans kent olur, sonra gider binalarını yapar, insanları taşırsınız. Ama Türkiye'nin bir finans kent yaratma kapasitesi yok ki; gırtlağına kadar borca batmış, varını yoğunu özelleştirmiş bir ekonomiden bahsediyorsunuz. Sorun, burada BDKK'lilerin alacağı maaş değil aslında; sorun, burada kamu emekçilerinin durumu. Öyle bir kamu personel rejimi var ki kamuda öyle bir ücret adaletsizliği var ki en düşük memur maaşını asgari ücretle kıyaslıyorsunuz. Asgari ücret zaten sefalet ücreti, bununla bir şeyi kıyaslamak bile büyük bir utançken siz memurlarla, kamu emekçileriyle âdeta dalga geçer gibi, bakın, asgari ücretten daha iyi bir gelir elde ettiğini söylüyorsunuz. Peki, asgari ücretten daha iyi geliri elde ediyor; yoksulluk sınırına göre nerede, açlık sınırına göre nerede? Bugün bunlarla ilgili bir kıyas yapmak yerine, genellikle aslında o asgari ücreti referans olarak kullanarak topyekûn yoksullaşmanın bir aracı hâline getiriyorsunuz.
Bir başka madde, kur korumalı mevduat... Şimdi, kur korumalı mevduatla ilgili aslında muafiyetin uzatıldığını görüyoruz. Evet, çünkü neden? Kur korumalı mevduat zaten başlı başına bir kâbustu; şimdi bunu sonlandırmak istiyorsunuz, bu sönümlensin istiyorsunuz. Peki, bu kur korumalı mevduattan çıkanlar nereye gidecekler? Böyle bir yüksek enflasyon... Her ne kadar siz bunu saklasanız da piyasalar bunu çok iyi bildiği sürece eğer siz kur korumalı mevduatla bunu desteklemezseniz kendini korumaya alacak. Nerede korumaya alacak? Yine döviz piyasalarında alacak, yine altın piyasasında alacak ya da başka, yurt dışı finansal araçlarda alacak. Bunu önlemenin yolu, her şeyden önce kur korumalı mevduat gibi aslında yeni saçmalıklara yol verecek bir ekonomi anlayışı değil, bir istikrar politikası yaratmaktan geçiyor. Hazine ve Maliye Bakanı sürekli dilinden düşürmüyor: "Makroekonomik istikrar, makroekonomik istikrar..." Fakat onun niyeti de şu: Aslında bu, neoliberal okulların, neoklasik okulların değişmez varsayımıdır; kendisi de Londra merkezli bir iktisatçı olduğu için makroekonomik istikrardan anladığı şey düşük ücrettir yani çalışanları yoksulluğa mahkûm etmektir yani kemer sıkmadır. O yüzden de çıkıyor diyor ki: "Aslında bu ülkede ücretlerin bu ülkede ücretlerin bu kadar artması enflasyonun nedenidir." "Böyle dedin." diyoruz. "Yok, ben öyle demedim." diyor. İngilizce konuş o zaman; madem bunu, Türkçe anlatamıyorsun meramını İngilizce anlat, oradan anlayalım ne demek istediğini.
Sayın Cevdet Yılmaz da çıktı yine bu ücretler üzerinden dedi ki: "Enflasyonla mücadele etmek için hep birlikte fedakârlık yapacağız." Fedakârlığı yapacak kesim emekçiler değil, fedakârlığı yapacak kesim burjuvazidir, sermayedir, zenginlerdir yani servet sahipleridir. Bunun yolu da onları vergilemekten geçer, iş gücünü vergilemekten değil, emekçileri vergilemekten değil; muafiyet ve istisnalarla besleyip büyüttüğünüz sermayeyi vergilemek zorundasınız. Sermayeyi vergilemediğiniz sürece, sermaye servetine servet kattığı sürece o servetlerden borç alarak bütçe açığını da kapatamazsınız, ekonomideki hiçbir açığı da kapatamazsınız. Dolayısıyla, bu kısır döngünün içinde kaybolur gidersiniz. Nitekim öyle oldu. Türkiye, ekonomisiyle siyasetiyle çoklu krizin içinde tükenmeye devam ediyor.
Bir başka madde, yine ilginç bir şey: Bugünün Türkiye ekonomisini belki de bir başka yönüyle anlatan bize bu şans oyunları meselesi. Yüzde 85 ayrılıyormuş da yüzde 93'e çıksın. Şimdi, biliyorsunuz, bu ülkede bir Millî Piyango vardı. Millî Piyango masum bir şeydi, insanlara güzel umutlar veren bir şeydi; gittiniz, onu da özelleştirdiniz, onu da bir kumar çarkına çevirdiniz; yok Şans Topu, yok şans bilmem nesi diye acayip bir işe döndü. Bu yetmedi, bir de İddaa koydunuz yanına. Herkesi kumarbaz yapacaksınız. Yani insanların tek umudu emekleriyle çalışarak ayakta durmak değil, insanca yaşamanın yolu burada değil, kumar oynamakta. Bahis siteleri öyle bir hâl aldı ki yasa dışı bahis artık neredeyse ülkenin en belirli ekonomik sektörü oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Temelli.
SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Şimdi, böyle bir kara ekonominin içinden suç ekonomisi çıkar. Suç ekonomisinin farklı farklı yansımalarını izliyoruz; işte, foncular türedi, şimdi foncuları görüyoruz. Bahis sitelerinin meselesini Kıbrıs'ta yaşıyoruz. Hani hep diyorsunuz ya "yavru vatan, yavru vatan..." "Yavru vatan" dediğiniz şey kumarhane merkezi, övünülecek bir şey midir yavru vatan? Eğer Kıbrıs halkını düşünüyorsanız orayı bu bataklıktan kurtarmanız gerekirken neredeyse bu bataklığı besleyen bir politika izliyorsunuz.
Tabii, şimdi, bu bütçeye de baktığınızda, bu torba yasaya da baktığınızda şunu görüyorsunuz: Önümüzde seçimler var, esas arkasında yatan dert bu. Kaynağa ihtiyaç var çünkü o kaynakları kullanarak yerel seçimlerden bir performans, bir başarı bekliyorsunuz. Ama bir madde var dedim; o bir madde, işte, çalışan emeklilere 5 bin lira vermek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Ama -çalışan emeklisiyle, çalışmayan emeklisiyle, bütün emekçileriyle- hangi torba yasayı getirirseniz getirin, 31 Martta bu sadaka anlayışınıza, bu zulüm anlayışına en güzel cevabı yine halkımız verecektir. Nasıl ki mayıs seçimlerinde sizi yüzde 34'e indirdi, 31 Mart seçimlerinde çok daha aşağı indirecektir.
Sizleri saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)