GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımları ulaştırmak, dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tarafından talep edilmiş olan ve bilahare kurulan Millî Birlik Hükûmetinin de gerek duyduğunu bildirdiği desteği sürdürmek, bu süreç sonrasında meydana gelebilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde,
Yasama Yılı:2
Birleşim:28
Tarih:30.11.2023

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimize getirilen Libya tezkeresi hakkında söz almış bulunuyorum.

Öncelikle söyleyeyim: Biz bu tezkereye "hayır" oyu vereceğiz, haklı gerekçelerimiz var. Öncelikle, Libya'da ne gibi kazanımlar elde edileceğine dair partimize Meclisteki Genel Kurul görüşmelerinden önce ya da Komisyondan önce herhangi bir bilgi verilmedi, bilgilendirme yapılmadı çünkü iktidar Türkiye'yi sadece kendisinden ibaret zannediyor; daha da beteri, iktidar Türkiye'yi sadece Sayın Cumhurbaşkanının maddi ve manevi şahsiyetinden ibaret zannediyor. Değerli arkadaşlar, bize göre diplomasi iç kamuoyunun bütün hâlinde dışarıya yansımasıdır oysa sizin için diplomasi içeriyi manipüle etmek için dışarıyı kullanmanın bir aparatıdır. Biz bu yaklaşımı ısrarla reddediyoruz çünkü koskoca Türkiye'nin Tayyip Erdoğan'ın siyasi ömrünü aşan uzunlukta bir dış politika stratejisi olmadığını görüyoruz. Geçmişte sarayın keyfine ve ruh hâline göre alınan kararların bedeli ağır oldu, bu yol sizi hep U dönüşlerine mecbur bıraktı. Doğu Akdeniz'de çıkarlarımız zedelendi, birbirine en uzun kıyı sınırı olan iki ülkenin, Türkiye ile Mısır'ın ilişkileri bozuldu ve bizim yalnızlaşmamıza yol açtı. Erdoğan'ın dün "katil" dediği Sisi'nin ülkesi bir anda dost ve kardeş oluverdi. 15 Temmuzun finansörü denilen Birleşik Arap Emirlikleri'yle anlaşmalar imzalandı. Millete enayi muamelesi yaptığı söylenen Suudi Arabistan'la sarmaş dolaş olundu ve bunların hiçbiri ama hiçbiri, küsmek de barışmak da Türkiye'nin menfaatlerine göre değil dar bakışlı, miyop, kısa vadeli çıkarlar esas alınarak yapıldı. Bugün geldiğimiz noktada "Türkiye ekseni" diye bir kampanya yürütülüyor, bu kampanyanın özü Türkiye'nin Recep Tayyip Erdoğan'a indirgenmesidir. Koskoca Türkiye'nin bir kişinin siyasi ömrünü aşan uzunlukta bir dış politika stratejisi maalesef yoktur çünkü sarayın milletin üzerinde uzlaştığı bir dış politikası yoktur.

Ben size Türkiye eksenini anlatayım: Türkiye ekseni "sonuçlarını hesap etmeden her meseleye dalmak" demek yani "hiperaktivite, hiperaktiflik" demek, "kısa vadeli çıkarlar peşinde koşmak" demek, "istikrarsızlık" demek, "kimseye güven verememek" demek, "öngörülemezlik" demek. Türkiye ekseninde, saray, önce nerede bir kriz var diye bakıyor, sonra kendi kendine "Bana buradan ne fırsat çıkar?" diye soruyor, sonra dönüyor ve diyor ki: "Bunun adı dış politikadır." Bu millî dış politikadan muhalefetin haberi var mı? Yok. Toplumun haberi var mı? Yok. Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşların haberi var mı? Onların da yok. Bu nasıl bir millîlik? "Millî" kelimesi öyle bir noktaya geldi ki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, arkadaşlar ne zaman "millî" kelimesini söyleseler "Eyvah, bunun altından kesin bir şey çıkacak." diyoruz, "Kesin bir yanlış var, bir hata var, bunu örtmek için kamuflaj amacıyla kullanılıyor." demek noktasına geldik.

Arkadaşlar, millî olan hangisi? "Darbeci Sisi" derken mi millîydi bizim dış politikamız, "dostum Sisi" derken mi millî? "Kardeşim Esad" derken mi millîydi bizim dış politikamız, "katil Esed" derken mi bizim dış politikamız millîdir? Sizin dış politika Birleşik Arap Emirlikleri'ne "darbeci" derken mi millîydi, yoksa onlarla anlaşmalar yapıp kucaklaşırken mi millîdir?

Şimdi size bir filozofun sözünü hatırlatmak istiyorum; Nietzsche'nin güzel bir sözü var, diyor ki: "Sen uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar." Siz krizlerden fırsat kollamaya çalışırken krizin esiri oluyorsunuz, krizin bir parçası oluyorsunuz. Uzun vadeli strateji olmayınca başarı tesadüflere kalıyor çünkü ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. A planınız var, A planının birinci adımı var, ikinci adım yok. B planı zaten yok. B planı olmayan strateji bir süre sonra sizi U dönüşlerine mecbur bırakır hâle geliyor.

Değerli arkadaşlar, böyle yaparak Türkiye'nin kimsenin güvenini kazanması maalesef mümkün olmuyor. Böyle yaparak dünyayla istikrarlı bağlar kurulamıyor. Örneğin, Amerika Biden'dan, Almanya Scholz'dan, Fransa Macron'dan daha güçlü çünkü güçlü devletlerde millî dış politika akşamdan sabaha değişmiyor. Türkiye, bir an evvel, ulusal çıkarlara dayalı, uzun vadeli bir dış politika stratejisi geliştirmek durumundadır.

Şimdi size dış politikada "millî" sıfatını hak eden birkaç örnek vereceğim: Birincisi, İkinci Dünya Savaşı'na girmememizdir. İsmet İnönü bizi savaşa sokmamakla hata yapmadı. İkincisi, Kıbrıs Barış Harekâtı'mız. "Bülent Ecevit Kıbrıs Barış Harekâtı'yla hata yaptı." diyemeyiz. Üçüncüsü, Avrupa Birliği sürecimiz. "Geçmiş hükûmetlerin Avrupa Birliğine üyelik için attığı adımlarda hata vardı." demek çok mümkün değildir çünkü bunlar mutabakatla belirlenmiş uzun erimli politikalardır ve o günkü aktörler bu politikaları uygulamışlardır.

Değerli arkadaşlar, bugün, milletimizin faydası, demokratik devletlerle kurulacak olan iyi ilişkilerdedir. Bugün, Rusya dostumuz, Sisi dostumuz, Suud kraliyet ailesi dostumuz; böyle gidiyor, listeyi uzatmak mümkün. Bu dostların ekseriyeti demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerden seçiliyor. Bizim neden demokrasiyle yönetilen ülkelerden pek dostumuz kalmadı, esas sormamız gereken soru budur. Demokratik dünyayla niçin sıkı ve uzun vadeli dostluklar kuramıyoruz? Hani bir zamanlar "değerlere dayalı dış politika"dan bahsediyordunuz ya, "değerli yalnızlık"tan bahsediyordunuz; bu saydığım ülkelerle bizim hangi değerlerimiz ortak, birisinin bunun cevabını vermesi gerekiyor. Ekonomik sıkıntı yaşadığımızda kendi ülkesinde diktatörlük kuranların kapısını çalmak dışında, değerler açısından bu ülkelerle ne ortaklığımız var, bunu sormamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu sözlerden kimse "Küslükler sonsuza kadar devam etsin, hatalar onarılmasın." anlamı çıkarmasın. Dış politikada oturulur konuşulur, sorun çözersiniz. Örneğin, Suriye'de Birleşmiş Milletler nezdinde tanınan meşru bir hükûmet var, o hükûmetin başında da Beşşar Esad var. Onunla niye oturmuyorsunuz, niçin onunla konuşmuyorsunuz? Ülkemizdeki sığınmacıların dönüş takvimi için niçin bir planlama yapmıyorsunuz?

Şimdi, bugün Libya'yı konuşuyoruz. Biz, Libya'da Birleşmiş Milletlerin tanıdığı Trablus Hükûmetine verilen desteğin anlamlı olduğuna inanıyoruz. Suriye'de ise Birleşmiş Milletlerin tanıdığı Şam Hükûmeti yerine ÖSO unsurlarının muhatap alınmasını sorguluyoruz.

Değerli arkadaşlar, ilk Libya tezkeresini konuşmaya nasıl başladık, hafızamızı biraz tazeleyelim. 27 Kasım 2019'da, iktidar, Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle 2 mutabakat muhtırası imzaladı; biri deniz yetki alanlarına dairdi, diğeri de güvenlik ve askerî iş birliğiydi. Deniz yetki alanlarına dair yapılan mutabakat muhtırasına ilişkin eleştirilerimiz oldu, itirazımız olmadı fakat kendimizi iki hafta içinde bir tezkereyle karşı karşıya bulduk. Gazi Meclisin iradesi baypas edildi, tezkere pat diye önümüze getirildi. Siz değerli milletvekillerinin de bu süreçten haberi yoktu. Muhalefetin -olağan üzere- zaten haberi yoktu. Sizin "millî" dediğiniz yaklaşımın bir örneğini işin başında da görmüştük. Hafıza tazelemeye devam edelim. 3 Mayıs 2021'de iki ülkenin Dışişleri Bakanları ortak toplantı yaptı, basın toplantısı yaptı. Dönemin Libya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun yanında ne dedi? "Artık ülkemizde barış sağlandı ve biz ülkemizdeki tüm yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının ve bunun yanında, paralı savaşçıların kendi topraklarına dönmesini istiyor, bu konuda da Türkiye'den yardım bekliyoruz." dedi. "Barış sağlandı." dedi Sayın Dışişleri Bakanı, tamam. "Yabancı silahlı kuvvetler dönsün." dedi, bu da tamam. Peki, bunlar bizi ilgilendiren şeyler. Peki, Libya Dışişleri Bakanının bahsettiği paralı savaşçılar kimdi arkadaşlar? SADAT mıydı? Yoksa başka birileri mi vardı? Bu soruların cevabını biz sizden bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Libya'daki misyonunun başında bir büyükelçimiz var, büyükelçimizi tanıyan yok; meslekten mi gelmiş, hariciyeden mi gelmiş, buna dair bir bilgi yok. Adı "Kenan Yılmaz" fakat Bakanlığımız, sayfasına Libya Büyükelçimizin öz geçmişini koymaya tenezzül dahi etmemiş, Bakanlığımızın sayfasında öz geçmişi yok Sayın Büyükelçinin. Geçmişte ayıba bulaşmış eski bakan yeni büyükelçilerin öz geçmişleri bile o siteye yükleniyor. Kenan Yılmaz'ın öz geçmişi niye yok arkadaşlar? Biz, bunu merak ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi tezkerelerin kronik muhalifi değil; Birleşmiş Milletler kararlarına dayanan barış gücü operasyonları için desteğimizi esirgemediğimize herkes şahittir, Lübnan'da ve Kosova'da olduğu gibi. Anayasa'nın 92'nci maddesine göre yurt dışına asker gönderebiliriz fakat bunun milletlerarası hukukun meşru saydığı hâlleri karşılaması gerekir. Bu tezkereye onay veren bir Birleşmiş Milletler kararı var mıdır? Bu tezkerede ne vardır, ben size söyleyeyim: Bu tezkerede çıkarlarımızın gerektirdiğinden daha fazla bir hareketlilik vardır. Bu tezkerede, attığı adımların başarısı tesadüflere kalmış bir hesapsızlık vardır. Bu tezkerede, ordumuzu kendi güvenliğimizin dışında diplomatik kaldıraç olarak kullanma hedefi vardır ve emin olun, sokaktaki yurttaşımız "Çocuklarımızın geleceği için en iyi seçenek askerlerimizi Libya'ya göndermektir." dememektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen sözlerinizi tamamlayın.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sizden bu sağduyuya kulak vermenizi bekliyoruz. Gördüğümüz her krizde kendimize bir yer arayamayız. Bizler elimizdeki askerî, diplomatik ve insani müdahale araçlarını doğru kullanmakla sorumlu olan insanlarız. Bir bıçakla cinayet de işlenebilir, elma da soyulabilir. Sizden ricamız, o bıçağı elma soymak için kullanın arkadaşlar.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)