GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımları ulaştırmak, dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tarafından talep edilmiş olan ve bilahare kurulan Millî Birlik Hükûmetinin de gerek duyduğunu bildirdiği desteği sürdürmek, bu süreç sonrasında meydana gelebilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde,
Yasama Yılı:2
Birleşim:28
Tarih:30.11.2023

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ŞAHİN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Gazi Meclisimizin değerli üyeleri; Libya'ya asker gönderilmesi için verilen izin süresinin 2 Ocak 2024 tarihinden itibaren yirmi dört ay daha uzatılması hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi selamlıyorum efendim.

Sözlerimin başında, ülkemizin bağımsızlığı, vatanımızın müdafaası ve aziz milletimizin istiklali için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum, kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere "Arap Baharı" diye bilinen fakat gerçekte Arap halk hareketlerinin Libya'ya sıçraması sonrasında Libya bir kaosa doğru sürüklendi. Kırk bir yıldır iktidar olan Muammer Kaddafi yönetimi son buldu. Fakat giden yönetimin yerine işleyen bir düzen maalesef kurulamadı. Libya'da istikrarsızlığın ve kaosun iyice derinleşmesi üzerine, gecikmeli de olsa Birleşmiş Milletler öncülüğünde 17 Aralık 2015 tarihinde Fas'ın Suheyrat kentinde Libya Siyasi Anlaşması imzalandı. Söz konusu anlaşma kapsamında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2259 sayılı Kararı ile Libya'da Ulusal Mutabakat Hükûmeti kuruldu. Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ve Libya'da tek meşru otorite olarak kurulan Ulusal Mutabakat Hükûmeti Türkiye'den yardım talebinde bulundu. Söz konusu talebe Türkiye Cumhuriyeti devleti olumlu yaklaştı. Bu çerçevede Libya konusunda ilk Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 2 Ocak 2020 tarihinde kabul edildi. Daha sonra 21 Haziran 2022 tarihinde tezkerenin süresi tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından on sekiz ay süre için uzatıldı. Bugün yüce Meclisimizden mezkûr tezkerenin süresinin 2 Ocak 2024 tarihinden itibaren yirmi dört ay daha uzatılması istenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletlerin tanıdığı ve Libya'daki tek meşru otorite olan Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 2 önemli mutabakat metni imzalandı. Bunlardan birincisi, hatırlayacağınız gibi, Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası; ikincisi ise Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası.

Şimdi, gelelim esas soruya: Niye Libya'yla söz konusu 2 önemli mutabakat muhtırası imzalandı? Buna birkaç açıdan bakabiliriz; Libya açısından değerlendirebiliriz, bölge açısından değerlendirebiliriz ve Türkiye açısından değerlendirebiliriz; 3 açıdan da buna bakmak istiyorum.

Libya açısından: Arap Baharı'yla kaosa sürüklenen Libya'da siyasi birliğin, bütünlüğün korunması ve işleyen bir siyasi düzenin yeniden tesis edilmesi, Akdeniz'in ve Afrika'nın özellikle Kuzey Afrika'nın önemli bir ülkesinin emperyalist iştahları kabartacak şekilde, kurtlar sofrasına düşmemesi, Libya'da başka devletlerin vekâlet aracı olarak hareket edenlerin önüne set çekmek amaçlanmıştır, Hafter örneğinde olduğu gibi.

Değerli milletvekilleri, siyasi türbülansın yoğun olduğu yerlerde tribünde oturarak ulusal çıkarlar korunamaz. Maalesef Türkiye, son on yıldan fazladır siyasi türbülansın en yoğun olduğu bir coğrafyanın yanı başındadır. Şöyle bir göz atacak olursak; Afganistan, Pakistan'dan Fas'a kadar olan coğrafyayı gözünüzün önüne bir getirin; demokratik coğrafyada olduğu gibi, dört başı mamur bir şekilde işleyen devlet sayısının 3'ten fazla olmadığını görürsünüz. Şimdi, bunlar ortadayken hiçbir şey yokmuş gibi gözümüzü kapatıp Habur Sınır Kapısı'ndan Ankara'ya bakmanın hiçbir anlamı yoktur. Yeni emperyalist süreç devreye sokulmuştur. Söz konusu süreç "devlet dışı aktörler" diye adlandırılan, bunların çoğu da terör örgütü olan yapılar eliyle sürdürülmektedir. Bu süreçte tribünde bekleyerek yakın çevredeki haklarımızı korumamızı herhâlde kimse beklemiyordur diye düşünüyorum; hem masada hem de sahada olmak gerekir. Bu coğrafyada sahada olmayanı masaya oturtmazlar, bunun onlarca örneği vardır; sadece 1 metre ilerideki sınıra bakmanız bile bunu görmeniz için yeterlidir. Bölgeyle, Orta Doğu'yla ilgili çok ünlü bir söz vardır: "Davet edildiğiniz masada size yer ayrılmamışsa bilin ki yeriniz menüdedir. Menüde olmamak için masada, masada olmak için de sahada olmak gerekir." Türkiye'nin yıllardır yaptığı da budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi gelelim esas soruya: Libya meşru Hükûmetiyle niye Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin ve Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakatı imzaladık? 2010 yılının sonundan itibaren giderek bozulan bölgesel istikrar ve güvenliğin inşasına ve işletmesine katkı sağlamak için. Kısaca -anlamayanlar için bunu söylüyorum- bölgesel barış ve istikrarın inşa edilmesi için çünkü içinde bulunduğunuz coğrafyada güvenlik ve istikrar yoksa siz ne kadar da gözünüzü kapatırsanız kapatın oradaki ateş sizi bulur.

Şimdi, Türkiye açısından nasıl bakmamız gerekiyor? Değerli milletvekilleri, bu kısmı biraz daha detaylı inceleyeceğim. Niye biz bu tezkereye "Evet." dedik ve şimdi niye "Evet." denilmesini istiyoruz?

Bir; -madde madde açıklayacağım- biliyorsunuz Türkiye, Doğu Akdeniz'den dışlanmak istendi, Antalya sahillerine hapsedilmek istendi, Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarından uzak tutulmak istendi, bir Avrupa ülkesinin üniversitesinde hazırlatılan bir haritaya mahkûm edilmek istendi. "Avrupa'daki bir üniversitede" derken haritanın ismini Türkiye Büyük Millet Meclisinin kaydına geçmesin diye anmak istemiyorum, herhâlde takip edenler bunu biliyorlar. 1920'de dönemin emperyalist ülkeleri tarafından nasıl yanı başımızdaki Musul'dan ve Kerkük'ten Türkiye uzak tutuldu ise Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yatakları ortaya çıktığı andan itibaren, tam yüz yıl sonra bu defa farklı bahanelerle Türkiye Akdeniz'den öte tutulmak istenmekte. Musul'da ve Kerkük'te elimizden alınan, çalınan hidrokarbon yataklarının aynısı Doğu Akdeniz'de de çalınmak istenmektedir. Kimler tarafından? Türkiye'nin hasımları tarafından. Peki, ne yaptılar bunu ele geçirmek, bu politikayı gerçekleştirmek için? Şunları yaptılar: Terör örgütlerini desteklediler ki Türkiye başını kaşımaktan Akdeniz'le ilgilenmesin. Sadece bir terör örgütünü de değil, bunu bazen PKK'yı destekleyerek yaparken, bazen farklı terör örgütlerini de destekleyerek yaptılar.

İki; Yunanistan, Avrupa Birliği ve Avrupa'dan destek alarak Türkiye'ye karşı maksimalist taleplerini sürekli dile getirdi hatta Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini gördükçe Türkiye'ye karşı maksimalist taleplerini dikkate getirerek kârlı çıkacağını ve emellerini gerçekleştirebileceğini düşündü. AB'den zaman zaman yaptırım tehditleri geldi, zaman zaman örtülü ve açık ambargolar uygulanmaya çalışıldı "Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'nin denize kıyısı olsun ama münhasır ekonomik bölgesi olmasın" yaklaşımıyla hareket ettiler, üç tarafımız denizlerle çevrili olsa da -"landlocked" derler- karayla çevrili ülke muamelesi yapmaya kalktılar. Hafter gibi aktörlere destek vererek Türkiye'nin Akdeniz'den ve Kuzey Afrika'dan tamamen dışlanmasını istediler. Akdeniz'de Türkiye karşıtı ve Türkiye'nin içinde olmadığı oluşumlar, yapılar ve forumlar oluşturmaya çalıştılar; East-Med Boru Hatları Projesi, gaz forumu ve buna benzer girişimler gibi. Tüm bu yapılanlar karşısında Türkiye, içerden ve dışarıdan tüm karşı çıkışlara rağmen Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da oyun değiştirici bir işe imza attı. İşte, ilk imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, ikincisi, bunu tahkim eden Güvenlik ve Askerî İş Birliği Anlaşması aslında neydi biliyor musunuz? Akdeniz'de -herkes Libya diye bakıyor, Akdeniz'i konuşmak istemiyor ama- Türkiye aleyhine oynanan oyunun bozulduğu yerdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye ne yaptı? Türkiye şunu yaptı: Libya'yla deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat metnini imzaladı. Böylece, Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı oluşumları akamete uğrattı. Bir üniversitede çizilen haritayı yırttı attı, artık kimse konuşmuyor. Doğu Akdeniz'deki haklarını korumak için ne gerekiyorsa onu yapmaktan geri durmayacağını dosta da düşmana da gösterdi. Mavi vatan kavramıyla münhasır ekonomik bölgesinin sınırlarının neresi olduğunu herkese göstermiş oldu. Birilerinin desteğine güvenerek Türkiye'nin mavi vatanına göz diken Yunanistan'a oldubittilere müsaade etmeyeceğini net bir şekilde gösterdi. Mavi vatandan asla taviz verilmeyeceğini, bunun için Türkiye'nin sağlam bir iradeye... Bunun altını özellikle çiziyorum, sağlam bir irade koymak her babayiğidin harcı değildir; sağlam irade Tayyip Erdoğan'dadır, Devlet Bahçeli'dedir. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Sağlam iradeyi İsveç'te göreceğiz.

MEHMET ŞAHİN (Devamla) - Güçlü bir diplomatik deneyime ve bunu destekleyecek teknik ve askerî kapasiteye sahip olduğunu gösterdi. Ne yaptı? Siz "Bu gemilere para harcıyorsunuz." derken araştırma ve sondaj gemilerini aldı çünkü kendi müttefiki bile gözükse kâğıt üzerinde, Türkiye'yi yalnız bırakacaklarını gördüğü için, Yunanistan'ın arkasında sıralanacaklarını gördükleri için, Türkiye kendi göbeğini kendi kesmek için elinden ne geliyorsa onu yaptı. Bu sürede donanmasını güçlendirdi, TCG ANADOLU gibi göz bebeğimiz olan bir gemiyi donanmaya kattı. Bunu görmek istemeyenlere bir hatırlatma yapmak isterim: Cumhuriyetin 100'üncü yılında 100 gemiyle Çanakkale Boğazı'ndaki geçişi izleyenler ne demek istediğimi anlarlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik mutabakatın ardından, zaman kaybetmeden onu tahkim edecek olan güvenlik ve iş birliği mutabakatı imzalandı, söz konusu ikinci mutabakatla Türkiye, mavi vatan konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösterdi.

Değerli milletvekilleri, tüm bu gelişmeler, tüm bu anlattıklarım "Trablusgarp düşüyor, bitti bu iş. Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması da işe yaramayacak, boşuna bu anlaşmayı imzaladınız; nasıl uygulayacaksınız bunları? Siz kim, Libya'yla ilişki kim? Büyük güçler sizi buralara sokmaz. Tehlikeli sularda yüzüyorsunuz, Akdeniz'de gerginlik oluşturuyorsunuz; müttefiklerimizi, Avrupa Birliği ortaklarımızı rahatsız ediyorsunuz. Ne işimiz var Libya çöllerinde?" denildiği bir zamanda bu karar alındı, ikinci mutabakatla birinci mutabakat tahkim edildi. Libya, Hafter eliyle Kuzey Afrika'da ve Akdeniz'de -bunu özellikle vurgulamak istiyorum- Türkiye karşıtı önemli bir merkez hâline getirilmek istendi. Türkiye tam bu sırada aldığı kararla oyunu tersine çevirdi.

Değerli milletvekilleri, kısaca tezkereyle şunlar amaçlanıyor: Mavi vatanın korunması, Doğu Akdeniz'deki hakların savunulması, uzun süredir sürdürülmeye çalışılan Türkiye karşıtı çevrelemenin akamete uğratılması, bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması, Türkiye'nin bölgesel etkinliğinin korunması ve güçlendirilmesi, Türkiye'nin Afrika'da artan etkinliğinin devam ettirilmesi, Libya'da siyasi istikrarın sağlanması ve bu uğurda atılacak adımların desteklenmesi. Şimdi, Libya konusundaki tezkereye bakarken sadece Libya ve çöllerine bakarsanız bu tezkerenin mahiyetini anlayamazsınız ama Yunanistan'ı ve onları destekleyen devletlerin rahatsızlığına bakarsanız, Türkiye'nin Afrika'daki artan etkisinden rahatsız olan Fransa'nın tepkisine bakarsanız tezkerenin mahiyetini net bir şekilde anlarsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Birilerinin dediği gibi, bu bir savaş tezkeresi değildir.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Yaptığınız ne?

MEHMET ŞAHİN (Devamla) - Türkiye, sadece Libya konusunda değil, hiçbir zaman için savaş tezkeresiyle uğraşmaz; Türkler barış tezkeresiyle uğraşır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hem Libya'da hem bölgede barışın ve istikrarın sağlanması için bu tezkere çıkarılmıştır. Libya'yla ilişkileri iyi tutmak, hem ikili ilişkiler hem bölgesel barış ve istikrarın hem de Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'daki haklarının ve çıkarlarının korunması açısından hayati önem taşımaktadır. Tüm bunların sağlanması için Libya'nın toprak bütünlüğünün, meşru kurumlarının, siyasi bağımsızlığının korunması önemlidir.

Değerli milletvekilleri, birkaç soruyla konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz diye düşünüyorum. Libya'da Türkiye karşıtı güçlerin vekili olan Hafter ve destekçileri kazansaydı neler olurdu acaba hiç düşündünüz mü? İki, tezkereden sonra Libya ve Doğu Akdeniz'de neler oldu? Türkiye tezkereyi nasıl kullandı? Birilerinin dediği gibi maceraya mı girdi yoksa tezkereyi ulusal çıkarının korunması ve bölgesel barış ve istikrar için bir zemin oluşturmak için mi kullandı? 2020'den bu yana Türkiye'nin tavrına bakarsanız bunu net bir şekilde görürsünüz. Birilerinin sürekli tekrarladığı gibi Neoosmanlıcı bir tavır mı sergiledi yoksa Türkiye'nin haklarına çökmek isteyen emperyalist güçlere ve onların bölgedeki ortaklarına "Dur!" mu dedi? Bu açıdan bakmanızda fayda vardır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, geçmişte ne söylendiyse söylensin tamamını bir tarafa bırakalım, yüce Meclisimize gelen tezkereye "evet" diyerek dosta düşmana güçlü bir ses verelim. Aldığımız tavırla Yunanistan gazetelerinden ve siyasetçilerinden "aferin" almayalım, Türkiye'nin Afrika'daki etkinliğinden rahatsız olan Fransa tarafından övgüye mazhar olmayalım. Millî çıkarlarımızın korunmasında bir ve beraber hareket edelim. Mevzu millî çıkarlarımız olduğunda görüşümüz ve rengimiz ne olursa olsun birleşebileceğimizi tüm dünyaya gösterelim. Bir olalım, iri olalım, diri olalım; Akdeniz'de güçlü olalım.

Saygıyla efendim. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)