GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İslam İşbirliği Teşkilatı Çalışma Merkezi Tüzüğünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:25
Tarih:23.11.2023

HEDEP GRUBU ADINA DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Değerli milletvekilleri, sevgili kadınlar; bu hafta 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bu vesileyle yüz yıldır eşitlik, özgürlük talepleri için mücadele eden, haklarını aramaktan vazgeçmeyen, şiddetin tüm çeşitlerine ve boyutlarına karşı dayanışma gösteren milyonlarca kadını ve cezaevinde direnen kadın yoldaşlarımızı saygı, sevgi ve minnetle selamlıyorum.

Bugün Genel Kurulda uluslararası bir sözleşmeyi konuşmak üzere bir aradayız. Ben size başka bir uluslararası sözleşmeden bahsetmek istiyorum. Günün anlam ve önemine binaen hangi sözleşme olduğunu eminim ki hepiniz çok iyi anladınız. Hani o neredeyse davullarla, zurnalarla ilan ettikleri, basın açıklamaları yapıp duyurdukları, ilk imzacısı olmakla övündükleri İstanbul Sözleşmesi. Hep birlikte hatırlayalım, dönemin Dışişleri Bakanı ne demişti? "Kadına karşı şiddet alanında ilk uluslararası belge olan söz konusu sözleşmenin müzakere sürecinde ülkemiz tarafından öncü bir rol oynanmıştır." demişti. Yine, Cumhurbaşkanı bununla ilgili ne demişti? Meclise yollanan tasarının gerekçesinde sözleşmenin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında Türkiye'nin öncü rol oynadığının altını defaatle çizmişti. Yine, sözleşmeye taraf olmasının ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağını defalarca söylemiş, 2015'te ise "Turuncu" adlı dergide Dünya Kadınlar Günü'nde bir başmakale yayımlamıştı. Peki, geldiğimiz aşamada ne oldu? Tek gecede bu sözleşmeden çekilindi. Yine, Türkiye'nin sözleşmeye çekincesiz imza koyduğunu, birçok ülkede ekonomik kriz nedeniyle çıkmayan uyum yasalarının Türkiye'de 6284 sayılı Koruma Kanunu'yla çıkarıldığını belirtmemişler miydi? Belirtmişlerdi. Yine, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin çıkıp ne demişti sözleşmeye dair? "Önemli bir iradedir, gereğini yapmak ve hepsi, hepimizin tek tek, ayrı ayrı görevidir." demişti açıklamasında.

Fakat ne oldu? Bu ülkede her şey çok hızlı bir şekilde unutuluyor, unutulmakla da yetinilmiyor, aynı şekilde unutturulmaya da devam ediliyor. Ancak bizler, biz kadınlar tüm bu süreçleri unutmadığımız gibi kimsenin kadınlara bir şey bahşetmediğini, Türkiye'deki ve dünyadaki kadınların yüzlerce yıllık mücadelesiyle bu kazanımları elde ettiğimizi belirtelim. Gerek burada, az önce sayın iktidar grubundaki hatipler gerekse dün Aile Bakanlığı bütçesindeki hatipler defaatle "6284 sayılı Yasayı getirdik." diye övündüler. Biz buradan ifade edelim: Aynı akıbet... Yani nasıl ki İstanbul Sözleşmesi'yle övünen zihniyet aynı saldırıyı şu an 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'a yapıyorlar. Bunu yeni kabinenin kurulmasıyla hepimiz gördük. Kabine kurulur kurulmaz Aile Bakanı bununla ilgili açıklamasını yaptı, ne dedi: "Erkekler mağdur ediliyor." Yani bu ülkede her gün 1 kadın öldürülüyorken Aile Bakanı çıkıp "Erkekler mağdur edilebiliyor." dedi. Yani tıpkı İstanbul Sözleşmesi'nde altyapısını oluşturan zihniyet, aynısını şuan 6284 sayılı Yasa'da yapılıyor.

Peki, bu 6284 sayılı Yasa -şu an övündükleri için söylüyorum- sizce hakkıyla uygulanıyor mu? Kesinlikle ve kesinlikle hakkıyla uygulanan bir yasa değil. Yasada her şey çok açık bir şekilde yazıyor aslında yani kadınların korunması için yapılması gereken adımlar bilfiil yazıyor fakat ne yapılıyor? Ben size bir örnekle bunu açıklayayım: Kadın küçük devletten kurtuluyor. Kim? Erkek yani eş, koca. Küçük devlet tarafından şiddete maruz kalıyor ve kurtulmaya çalışıyor. Gittiği yer neresi? Kolluk, büyük devlet. Büyük devletin kadına verdiği cevap şu -yani sahadan aldığımız deneyimlerle bunu size ifade ediyorum- "Bu, senin kocan; döver de sever de. Sen geri dön, bu devirde koca bulmak zor, aileni kurtarmaya bak." Bu, efsane değil, bu, bizzat almış olduğumuz başvurularda bize gelen söylemler. Ne oldu peki bu kadına? Bu kadın, küçük devletten kurtulmaya çalışıp büyük devletin eline sığındı. Büyük devlet de ikincil bir şiddeti bu kadına uyguladı ve hâlen de bunu yapmaya devam ediyor.

Peki, ben şunu sormak istiyorum: Sizce bu kolluk, bunu söylerken kendiliğinden mi söyleyebiliyor, nereden gücünü alıyor? İktidarın böylesi bir şekilde kadına yönelik şiddetle ilgili politikasından bu gücü alıyor. İktidar her gün oturduğu yerden, buralardan, Meclisten, kürsüden kadına yönelik şiddetle mücadele kanununa böyle saldırı yaparsa elbette ki kolluk da kendinde bu cüreti bulur ve böylesi bir söylemle ortaya çıkar. Peki, bu kanunun uygulanmaması bir yana bir de ne yapılıyor? Aynı zamanda, bu kanunun uygulanması için mücadele eden kadınlar neyle karşılaşıyor? Yargı taciziyle. Ne oluyor? 25 Kasımda, 8 Martta alanlara inen kadınlara gösterilen şey ne? Tabii ki orada da bir devlet şiddeti; ya gözaltına alınıyorlar ya darbediliyorlar, bu da yetmiyor, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefetten dava açılıyor.

Peki, burada yine bir ayrım olacak, tabii ki eminim, yine ses çıkaracaksınız; burada bir de Kürt kadınlarına ayrı bir ayrım var. Yani Kürt kadınları, evet, 25 Kasıma, 8 Marta gider, 2911'le karşı karşıya kalır fakat bununla biter mi? Asla bitmez. Bir de bu kadınlara yani Kürt kadınlarına, mücadele eden Kürt kadınlarına TCK 314/(2)'den dava açılır. Nedir yani? Örgüt üyeliğinden. "Sen 25 Kasıma katılmışsın, sen 8 Marta katılmışsın, sen bunların hepsini 'örgüt' adı altında yapmışsın." diye bir de bu kadınlar böylesi bir yargı taciziyle karşılaşıyor.

Peki, bunun bir serüveni de var. DÖKH'ten bu yana yani Demokratik Özgür Kadın Hareketi'nden bu yana DÖKH, TJA, KJA şu an bilfiil bu yargılamalarla karşı karşıya. Biz buradan ifade edelim; Kürt kadınlarının tek amacı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, her gün bir kadının katledilmesinin engellenmesi, aynı zamanda kadınların siyasette, alanda, sahada varlığını sürdürmesinden ibarettir ve bu mücadelesi de devam edecek yani Kürt kadınlarına bu yönlü yapılan hiçbir baskı bu kadınları mücadelesinden vazgeçiremeyecek. Bunların canlı örneği de bizim kürsülerimizde oturan kadınlardır ve -bu mücadele de devam edecek- sadece bu kürsüde oturan kadın vekillerimiz değil, sahada, alanda bilfiil çalışan kadın yoldaşlarımızdır.

Peki, yargı bunu hangi elle yapıyor? Nasıl ki biz HEDEP olarak kadına özgün toplantılar yapıyorsak, yargı da galiba bizden özenmiş olacak ki kadına özgün operasyonlar gerçekleştiriyor. 25 Kasım öncesi kadına özgün bir operasyon... Çünkü tehlike geliyor onlar için. Ne yapacak? Elbette ki sahadan bu kadınları çekmeye çalışacak fakat bizim bu mücadelemiz bitmeyecek.

Bu mücadelenin öncüsü olanlardan bir örnek vermek istiyorum: Sayın Ayşe Gökkan; Nusaybin Belediye Başkanıydı kendisi, Demokratik Özgür Kadın Hareketi DÖKH'ün aktivisti, aynı zamanda da TJA'nın dönem sözcüsüydü. Ne oldu Ayşe Gökkan'a? Otuz yıl hapis cezası verildi. Fakat Ayşe Gökkan bu mücadelesinden vaz mı geçecek? Vazgeçmeyecek. Ona otuz yıl ceza verildi diye biz bundan korkup, ürküp vaz mı geçeceğiz? Biz vazgeçmeyeceğiz.

Bakın Ayşe Gökkan'a, kendi ülkesinde otuz yıl ceza veren zihniyetin karşılığında, İsviçre'de Paul Grüninger Vakfı tarafından İnsanlık ve Cesaret Ödülü verildi. İnsan oturur şunu düşünür yani: Ben bu kadar mücadele eden, kadının güçlenmesi için sahada bu kadar emek veren kadınları bir yandan hapsetmeye çalışıyorum ve bitmiyorlar -ve bitmeyecekler de- bir yandan da İsviçre'de kadın cesaret ödülleri veriliyor. Dönüp bunu tekrardan bir sorgulamak gerekiyor.

Burada kalkıp "Biz şunu da yaptık, bunu da yaptık, şu kanunu getirdik, KADES'i getirdik..." Bunların hiçbiri uygulanmıyor. Eğer bunların hepsi uygulanmış olsaydı bu ülkede her gün bir kadın öldürülmezdi. O yüzden biz iktidara diyoruz ki: Kadınların bu yönlü öldürülmesini dert edinin. "Biz onu yaptık, biz bunu yaptık, biz şunu getirdik, biz şunu ne kadar da iyi..." Böyle bir şey yok, bunların hiçbiri yok, uygulamada da yok. Bilfiil her gün bu ülkede kadınlar öldürülüyor ve buna karşı duran her kadın da hapsediliyor fakat mücadelemiz bitmeyecek, en üst seviyeden bu mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğimizi belirtmek istiyorum.

Sayın Genel Kurul, yine, var olan sorunları çözmeyi değil... Derinleştirilen tüm bu anlattıklarımız bir zihniyet sorunu. Kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmek için ilk önce bu zihniyetten vazgeçilmelidir. Maalesef bu iktidarda da bu Meclisin tamamında da bu zihniyete sahip olan aktörleri görebiliyoruz, bunu ifade edelim. Ama bugün, hâlâ direnen milyonlarca kadın ve tarih bize gösteriyor ki tarih direnen kadınların tarihidir. Bu tarihi biz yazacağız ve biz değiştireceğiz. Bu Meclisin de kadın meclisinin de karşısında değil, yanında olmaya bir kez daha sizleri davet ediyorum.

Genel Kurulu ve cezaevinde ekranları başında bizi izleyen kadın yoldaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)