GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Aile ve Gençlik Fonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:20
Tarih:14.11.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Aile ve Gençlik Fonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi'nin geneline dair görüşlerimizi paylaşmak üzere Saadet ve Gelecek Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Gelecek Partisi Gençlik Politikaları Başkanlığının 26 Ekim 2022 tarihinde kamuoyuyla paylaştığı "Gençlikte Gelecek Modeli" kapsamında politika önerileri dâhilinde olan gençlik bankasına iktidar partisi tarafından önce seçim beyannamesinde, ardından da Meclis gündeminde yer verilmesinden duyduğumuz memnuniyeti ifade ediyorum. "Gençlik bankası" diyorum, çünkü AK PARTİ'nin seçim beyannamesinde bu isimle yer aldı. Daha bir buçuk ay önce, yani 26 Eylülde, Sayın Cumhurbaşkanımız bu isimle "aile ve gençlik bankası" olarak ifade etti. Daha yakına gelelim, 1 Kasımda Sayın Aile Bakanımız yine aile ve gençlik bankasının kurulmasına dair kamuoyuyla birtakım açıklamalarını paylaştı. Ancak bir hafta sonrasında, 9 Kasımda, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonumuza teklif "banka" olarak değil, "fon" olarak getirildi.

Gelecek Partisi olarak önerimiz, Gençlik Bakanlığına bağlı, gençleri ilgilendiren tüm başlıkları içeren, kriterleri şeffaf, kaynağı mali disipline uygun, tüm çıktıları denetlenebilir bir gençlik bankası kurulmasıydı. Bugün hakkında konuştuğumuz Fon için aynı şeffaflığın sağlanamayacağına dair endişemizin nedeni; adil dağıtım, denetlenebilirlik, şeffaflık, kaynakları doğru kullanma, kayırmacı anlayış, keyfiyetli yönetim, fonların amaç dışı kullanımı konularında iktidarın son yıllarda karnesinin kırıklarla dolu olmasıdır.

Neden "banka" değil "fon" diyorsunuz? Bankacılık mevzuatına tabi işlemlerden kaçınmak istiyorsunuz. Alıştığınız keyfiyetli düzenin sorgulanmasını istemiyorsunuz. "Fon" diyerek serveti belli bir zümre arasında dolaştırmak istiyorsunuz. İstediğiniz zaman, istediğiniz kişiye, istediğiniz kuruma keyfiyetle beytülmalden ulufe dağıtmak istiyorsunuz.

KYK yurdunda asansör faciasında ölen gencimizin olduğu, barınma sorunu diye bir sorunun gençlik literatürüne geçtiği, 2016 yılında üniversite öğrencilerine verilen bursların dolar bazında bugün yarısını bile veremediğiniz bir dönemde, sistematik bir gençlik politikası olmayan yönetimin böyle güzel fikirleri tek başına uygulaması bir anlam ifade etmiyor. İçerisi belirsizliklerle dolu ve kanunlaştıktan sonra keyfîliğe son derece açık, kurgulanmış bir fonun ne şekilde ve ne yönde kullanılacağına dair endişelerimiz suizanımızdan değil uygulamalarınızla tecrübe ettirdiğiniz hakikatlerdendir. Bu tecrübeyle kanun metninde yer almasa da kamuoyunda dillendirdiğiniz açıklığa kavuşturulması gereken birkaç hususa değinmek istiyorum.

Seçim beyannamenizde yer alan bir vaatle umutlanmış gençlerin umutlarını söndürmemek adına ödemelerin seçimin kazanıldığı gün itibarıyla yapılması gerekir. 29 Mayıs 2023 tarihi itibarıyla evlenmiş olan tüm gençlere bu ödemeyi yapma borcunuz var. Pilot bölge uygulaması olarak deprem bölgesinden başlamasını elbette değerli buluyoruz ama süresi belirsiz pilot bölge uygulamasını, diğer bölgelerdeki gençlerin bilinmezlik içinde kalmasını kabul etmiyoruz. Bugün, evlenecek çiftlere verilmek üzere 150 bin Türk Lirası olarak açıklamalarınızda belirttiğiniz rakam enflasyon öngörülerinize de bakılarak önümüzdeki yıl neredeyse yarı yarıya değer kaybına uğrayacak. Teklifimizde asgari ücreti esas alan güncellenebilir bir bedelle oranlanmasını, 20 asgari ücret bedelinin verilmesini yetersiz olmakla birlikte kabul edilebilir olarak öneriyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı sizlerin "yönetmelik konusu" diyerek belirtmekten imtina ettiğiniz kriterlerin Meclisin tasarrufunda olacağını söylemişti. Bu açıklamalarını da mülakat konusunda olduğu gibi yine Cumhurbaşkanının beyanına zıt bir iş yaparak örtmeye çalışıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de genç olmak nasıl bir şey, müsaadenizle biraz konuşalım. Yarış içinde geçen çocukluk ve erken gençlik döneminden sonra hayatınızı birkaç saatlik bir sınava bağlayan o gün geliyor. Öz farkındalığın oluşması gereken, kimliğin, benliğin oturması gereken, sosyal çevreyle uyumun inşa edilmesi gereken, kendini kabiliyetine, niteliklerine, isteklerine göre konumlandırması gereken dönemde bütün bunları bir tarafa bırakıp girdikleri o sınav geliyor. Ardından bu sınava giren genç nispeten iyi sayılabilecek bir puan alıyor. Burada bir parantez açalım. Başarılı olmanın kriteri yüksek puan ve bazı bölümlere yerleşebilmek. O bölümlerin kriteri de iş garantili bölümler olması yani hangi mesleği yapmak istediğiniz, hayatınızı neyle geçirmek istediğiniz hangi bölümün puanının yüksek olduğuna, hangi bölümün iş garantisinin olduğuna yönelik kriterlerle ilişkili sadece ve böyle, bu kriterlerle yola çıkıyoruz, gençlerin hayatının geri kalanını etkileyen bu kriterle. Nispeten bu kritere göre başarı sağlayan bir gence, üniversiteyi kazandığında esas mücadelenin şimdi başladığı söyleniyor, ailesinden ayrılıp başka bir şehre okumaya gideceği söyleniyor. Bütün şartlar değişecek, gittiği şehirde bir yurt bulması gerekecek. Yurt bulamadığı şu günlerde, enflasyon oranlarının artık TÜİK'e göre yüzde 100'lerin üzerinde olduğu, kira artışlarının yüzde 100'lerin üzerine çıktığı bir dönemde de öğrencilerden bir eve çıkmasını, kira ödemesini bekliyoruz. Eğer aileden destek görecek bir imkânı yoksa, devletin şefkatini de omzunda hissetmediyse iş araması gerekiyor bu gencin; bir tarafta yoğun bir üniversite eğitimini sürdürürken diğer tarafta hiç ilgilenmemesi gereken ekonomik zorluklarla baş etmesi gerekiyor. Üniversite sonrası ise ulaştığı her şeyin yeniden başladığı yer. Bölümden mezun olduktan sonra genç düşünüyor: "Diplomayı alsam bütün sıkıntılardan kurtuluyorum, nitelikli bir işe girip hayatımı kurup ardından ailemi kurarım." sizlerin hedeflediği gibi. Ama diyorlar ki: "Dur bakalım, seni işe alacağız ama sınavlara girmen lazım." Bu saatten sonra nedir ki o sınav? Evet, KPSS. Bu sınava da giriyor "Ama senin alanında şu kadar kontenjan açılıyor, dolayısıyla başarılı olman lazım." deniliyor. Gençlerin sınav serüveni yeniden başlıyor. Tekrar başa sarıyor, o tempoya giriyor, yüksek puanını alıyor. Öyle gençler var ki tamamına yakınını doğru cevaplamış. Alıyor eline gururla o puanını kurumlara başvuruyor. Bu sefer de diyorlar ki: "Puanın iyi ama bir de mülakat var, bir de onu geçmen lazım." Genç arkadaş diyor ki: "Tamam, nedir ki mülakat, ben zaten yüksek puan almışım, mülakattan da geçerim." Ama işin rengi öyle olmuyor. O "mülakat sistemi" adı altında Türkiye'de maalesef yıllarca objektif olmayan, mesleki kriterlere dayanmayan, itiraz edilebilir olmayan apaçık bir torpil, apaçık bir adam kayırmacılığı uygulanmakta. Senden çok daha düşük puan almış olanlar oralara yerleşirken sen "atanamayan" parantezinde bir genç olarak işsizler ordusuna katılıyorsun. Alanında çalışma imkânı bulamayan gençler becerileriyle, eğitimleriyle uyumsuz olan o işleri aramaya koyuluyorlar, yıllarca iş bulamıyorlar. Sonra, umutlarını yitiriyor bu gençler ne işte ne okulda durabiliyorlar. Neredeler? Evdeler, "ev genci" tabiriyle hicap duymamız gereken bir hitabın muhatabı oluyorlar ve Türkiye için gerçek beka sorunu kendini gösteriyor.

Ülkemiz ne kadar genç, hiç düşündük mü? Nüfus artış hızımızda 40-60 yaş arası nüfus yüzde 21; 65 yaş üzeri nüfus yüzde 29'larda artış gösterirken 15-30 yaş arası genç nüfusumuzdaki artış sadece yüzde 1,2. 2019-2021 yılları arasındaki 1 milyon 525 bin olan nüfus artışından 0-14 yaş arası nüfusa düşen pay eksi 236 bin. Nüfusumuz kendini yenileme potansiyelini kaybetti. Yıllarca övündüğümüz "Türkiye genç nüfusuyla güçlü" mottomuz artık geçerli değil. Yaşlı nüfusumuzu karşılayacak bir artış dinamiğini maalesef kaybetmiş durumdayız. Sosyoekonomik yapı çökünce demografik yapı da çöküyor, genç nüfusumuz tehlikeli bir şekilde gerileme yaşıyor ve buna karşılık genç işsizliğimiz yükseliyor.

Gençlerimizin en önemli iki sorununa değinmek istiyorum. Gençlerimiz neredeler? Gençlerimiz ne işteler ne eğitimdeler; gençlerimiz evdeler. Türkiye yüzde 28'e varan genç işsizliğiyle OECD ülkeleri arasında maalesef 1'inci sırada yani yüzde 12 olan OECD ortalamasının 2 katından daha fazla. Kapsayıcı bir istihdam politikamız olmadığı için ülkenin ihtiyaç duyduğu insan kaynağına yönelik bir eğitim politikamız da maalesef yok. Hâlâ işsizler ordusu yaratan bölümlerin açılmasına, formasyonların verilmesine devam ediliyor. Analizlerin ortaya koyduğu belirgin gerçek yükseköğrenimden mezun olanların kazandığı beceriler ile iş gücü piyasasının talep ettiği beceriler arasındaki uyumsuzluk işsizlik oranlarının aşırı yüksekliğine ve işsizliğin yapısal bir sorun hâline gelmesine neden oluyor.

Eğitimli genç işsizliği devasa bir sorun. İstediği alanda eğitim alamayan genç, bu sefer de eğitim aldığı alanda çalışma imkânına sahip olamıyor. Genç işsizliğinin üstüne gençlerin bir de iş-eğitim, iş-beceri uyuşmazlığı sorunu yaşamaları gençlerin ülkesiyle olan duygusal bağını koparıyor. "Yüksek genç işsizliği" demek "beyin göçü" demek, "yüksek genç işsizliği" demek "sosyal huzursuzluk" demek, "yüksek genç işsizliği" demek "madde bağımlılığının pençesinde kıvranan gençler" demek, "yüksek genç işsizliği" demek "suç örgütlerinin ağına düşen gençler" demek, "yüksek genç işsizliği" demek "psikiyatri kliniği kapılarında oluşan ilaç yazdırma sıraları" demek.

Bir ülke yapısal olarak çöktüğünde asıl büyük faturayı yaşlı kuşaklar değil genç nesiller ödüyor. Ekonomik krizler gelir geçer ama yapısal çöküşlerden çıkmak on yıllar alıyor. Mesele herkesin üniversite mezunu olması değil, mesele onurlu bir yaşam standardına sahip mutlu gençlerimiz olması.

"Mutlu gençler" demişken ülkemiz maalesef son yıllarda yüksek eğitimlilerin mutluluk seviyesinin hızla düştüğü bir ülke hâline geldi. 2004 yılında yükseköğretim mezunlarının yüzde 66,8'i kendini mutlu ifade ederken 2020 yılında bu oran 46,1'e geriledi. Gençlerden "Mutluyum." diyenler yüzde 60,9'dan yüzde 47'e geriledi.

Genç beyinlerimiz nerede peki? Bilimselliği yok edilen, liyakat ve ehliyeti kaybedilen bir ülke içten içe çürütülüyor demektir. 2022 yılında Türkiye'den yurt dışına göç bir önceki yıla göre yüzde 62,3 arttı, 466.914'e yükseldi. Peki, bu göçte başı çeken yaş grubu hangisi? 25-29 yaş arası gençlerimiz. Yani yükseköğrenimini tamamlamış gençlerimiz, en nitelikli gençlerimiz. Önceleri göç işçi sınıfına has bir durumken şimdi, göçün en tehlikeli olanına, beyin göçüne has bir durum var ve bu, telafisi çok güç olan bir yıkım demek ülkemiz için. Bundan altı yedi yıl öncesine kadar Türkiye beyin göçü alan bir ülkeyken bu denklem artık tersine döndü ve Türkiye hızla kaçılan, uzaklaşılan bir ülke oldu. En nitelikli insan kaynağımızı en dinamik, en verimli olduğu yaşlarda kaybediyoruz. Türkiye'de çalışmak zorunda olan gençlerimiz dışında olan gençlerin çoğu Türkiye'de çalışmıyor. Nitelikli gençlerimiz başka ülkelerin teknolojilerine katkı sağlıyor, nitelikli gençlerimiz başka ülkelerin hastalarına bakıyor, nitelikli gençlerimiz başka ülkelerin nesillerini yetiştiriyor. Bazen de daha acısı nitelikli gençlerimiz başka ülkelerde niteliksiz işlerde çalışıyor. O niteliksiz işlerde çalışırken dahi kendi ülkesinden daha yüksek standartlarda bir yaşam sürdürüyor. Oysa hiçbirimiz böyle bir Türkiye hayal etmemiştik gençlerimiz için. Gençlerimiz pasaportlarıyla ve ceplerindeki Türk lirasıyla dünyayı dolaşabildikleri; gençlerimizi umutsuzluğa düçar eden kayırmacı mülakat sisteminin olmadığı; gençlerimizin nitelikli eğitim alabildikleri, aldıkları eğitimle uyumlu işlerde çalışabildikleri; gençlerimizin bu işlerden elde ettikleri kazançla onurlu bir yaşam sürdürebildikleri; ev, araba sahibi olmanın karşılıksız bir hayal olmadığı; genç kız ve erkeklerimiz arasındaki her türlü ayrımcılığın sonlandığı; millî ve evrensellik arasında sağlıklı bir değerler bağının kurulmasını sağlayacak zihniyet devrimini inşa ettiğimiz; gençlerimize gömlek biçilen değil, onları şekillendiren değil, onlarla yeni bir hikâye yazdığımız bir Türkiye hayal etmiştik. Elbette bu Türkiye hayalini gerçekleştirmenin yolu, adının başına "aile ve gençlik" koyarak oluşturulan belirsiz ve denetimsiz fonlar oluşturmaktan değil; kapsamlı, bütüncül politikalarla bir gençlik stratejisi oluşturarak gençlerin sorunlarına samimiyetle ve ciddiyetle eğilmekten geçer.

Sözlerime son verirken sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, kanun teklifinin mali disipline bağlı aile ve gençlik bankası olarak revize edilmesini öneriyor, Genel Kurulu saygıyla muhabbetle selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)