| Konu: | GÜMRÜK KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN (S.S.:437) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 82 |
| Tarih: | 26.03.2013 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 437 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Partim ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir torba tasarının görüşmelerine başlıyoruz. AKP, ne zaman kamuoyunda ve Mecliste yeterince tartışılmadan bir düzenleme yapmak istese bu yönteme başvurmaktadır.
Tasarıda, uçak şirketlerinin uçak ithalinde gümrük birliği dışında da gümrük vergisi muafiyetinden oda ve borsaların siyasi baskı ve kontrol altına alınmak istenmesine, semt pazarlarının özelleştirilmesinden tarım kooperatif ve birlik yönetimlerinin bürokrasiye bağlanmasına, Odalar ve Borsalar Birliği personelinin iktidar tarafından görevden alınması yetkisinden yurt dışına çıkış harcına kadar geniş bir alanda düzenlemeler yapılmaktadır.
Torba tasarı niteliği ile görüşmeye başladığımız bu tasarıda getirilen yasal düzenlemelerin yeterince tartışılmaması, yasama faaliyetlerinin kalitesini bozmaktadır.
Tasarıda, krediler için eş rızasının kaldırılması ve diğer bazı maddelerde uygun gördüğümüz olumlu düzenlemeler de vardır ancak tasarının geneline hâkim olan olumsuz hava, bu olumlu düzenlemeleri gölgede bırakmaktadır.
Tasarıdaki bazı düzenlemelerde AKP'nin demokrasi anlayışının yansımalarını görmekteyiz. AKP iktidarının izin verdiği ölçüde faaliyette bulunma ve söz söyleme hakkı tanıyan bu anlayış, demokrasiden geriye gidiştir.
Tasarıyla, Hükûmetin sosyoekonomik politikalarının en büyük mağdurlarından olan esnaf ve tüccarlarımızın üzerinde otorite kurmak suretiyle, iktidara yönelik eleştiriler ve hak arama talepleri kısıtlanmak istenmektedir.
Odalar ve Borsalar Birliği ile tarım satış kooperatifleri kanunlarında yapılan değişikliklerle sivil düşünce sindirilmek istenmektedir. Örneğin, tasarının 48'inci maddesinde yapılan düzenlemeyle, yapılan denetim üzerine görevi başında kalması sakıncalı görülen oda, borsa ve birlik personelinin Gümrük ve Ticaret Bakanının tasarrufuyla görevden uzaklaştırılması düzenlenmektedir.
Hâlihazırda, yasalar ve uygulamalar gereği oda ve borsa birliklerine merkezî yönetimlerin zaten denetim yetkisi bulunmaktadır. Bu düzenlemeyle, Hükûmetin, denetim yetkisiyle yetinmediği, bu kuruluşları tahakküm altında tutma gayreti içerisinde olduğu görülmektedir.
Tasarı, Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu'nda öngördüğü değişikliklerle de benzer düzenlemeler getirmektedir. Bu düzenlemeler bir bütün olarak ele alındığında, tarım satış kooperatif ve birliklerinin ruhuna uygun olmayan dış müdahalelere neden olacak düzenlemeleri içermektedir.
Tasarıdaki örtülü amaç, birliklerin ve kooperatiflerin kendi kendini yönetmesine ve bağımsızlığına karşı siyasi müdahalelerin önünü açmaktır.
Hiçbir demokratik hedefin gerekçe gösterilemeyeceği bu düzenlemelerle AKP, siyasette, sivil toplumda, toplumsal yapılanmada tek parti hegemonyasını tesis etme gayreti içerisindedir.
Tasarıda çiftçinin sorunlarına dair hiçbir düzenleme yoktur. Tarımsal girdi maliyetlerinin yüksekliği, destek primlerinin düşüklüğü, üretim ve pazarlama sorunları, ithal edilen tarım ürünlerinin her geçen yıl artması, tarımsal birlik ve kooperatif borçlarının tarım gerçeklerine uygun olarak yapılandırılması ve tarımda etkinlik ve verimliliğin sağlanması gibi yapısal sorunlara çözüm yoktur. Anlaşılan o ki, Hükûmetin tarım sektörüne dair hedefleri, çiftçimizin ve tarım sektörünün varlığını devam ettirmesini değil, tarım birliklerinin de siyasi tahakküm altına alınmasını içermektedir.
Tasarıda Hükûmetin dış politikada içine düştüğü çıkmazları neredeyse bir kapitülasyon niteliğindeki ekonomik tavizlerle aşmaya çalıştığını da görüyoruz. Gümrük Kanunu'nun 167'nci maddesine eklenen bir hükümle hava yolu şirketlerinin ithal edeceği hava taşıtları motorları ve bunların aksam ve parçaları katma değer vergisi ve ÖTV dâhil gümrük vergilerinden muaf tutulmaktadır. Uçak şirketlerinin uçak alımlarında gümrük birliği üyesi olmayan ülkelerdeki firmalardan uçak alımına gidecek olması, bazı şirketlerin Airbus uçaklara yönelerek gümrük birliği dışındaki ülke firmalarıyla ticaret yapmasını avantajlı hâle getirmektedir. Uçak şirketlerine gümrük vergisinden muafiyet tanınarak ciddi miktarda bir bütçe gelirinden mahrum kalınmaktadır. Hiçbir ekonomik ve teknik gerekçesi olmayan bu düzenlemeyi, Sayın Başbakanın, mayıs ayında gerçekleştireceğini söylediği ABD gezisi öncesinde bir jest olarak görmek de mümkündür.
Değerli milletvekilleri, aynı zamanda bu uçak alımlarında, ithalinde gümrük vergisi muafiyeti getirilmesi vesilesiyle bu uçakların da on yıllık bir kiralamayla Türk Hava Yolları tarafından edinildiğini ve gümrük vergisi alınması hâlinde de şirketlerin zarar edeceği itiraf edilmiştir Komisyonda verilen bilgiler dâhilinde. Bu bile özelleştirme anlayışının getirdiği noktayı göstermesi bakımından da manidardır.
Tasarıda en olumsuz gördüğümüz düzenlemelerden bir kısmı da Sebze ve Meyvelerin Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun'a dair hükümlerdir. Özellikle 70'inci maddeyle belediyelerin mutlak hâkimiyetinde olan pazar yeri kurma yetkisinin özel kişilere bırakılacak olması, sosyal ve ekonomik boyutları çok olumsuz bir durum ortaya çıkaracaktır. Türk milleti için sosyal bütünleşme ve ekonomik faaliyetlerin merkezi olan pazar alanları için öngörülen bu düzenlemeyle pazar alanlarının geleneksel rollerinden uzaklaşmasına yol açacak bir uygulama maalesef getirilmektedir. Bu madde hükmüyle pazar yerlerinin özelleştirilmesinin yolu açılırken, Adalet ve Kalkınma Partisi özelleştirmeyi mahalle ve sokaklara kadar indirmektedir. Bu özelleştirme sevdasının Türk ekonomisine ve Türk milletinin sosyal dokusuna yönelik olumsuz etkilerine bir ek daha yapılmaktadır.
Pazar yerlerine ilişkin bu hükümler tarımsal üretimi de tehdit etmektedir. Pazar alanlarında kendi ürününü satan üretici, tasarının bu hükmüyle rekabet gücünü kaybedecek, üretim sürecinden uzaklaşacak, neticede tarımsal üretim de azalacaktır. Daha açık bir ifadeyle, Hükûmetin ilmek ilmek ördüğü çiftçinin bitirilme projesine bu tasarıyla bir tuğla daha konulmaktadır.
Değerli milletvekilleri, tasarının Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen ilk hâlinde, Lisanslı Harita Kadastro Mühendisleri ve Büroları Hakkında Kanun'a geçici bir madde eklenmek suretiyle lisanslı harita kadastro mühendislerinin 2009'da yapılan sınavla aldıkları lisans belgelerinden kaynaklanan tüm haklarının saklı olduğunu belirten bir madde vardı. Düzenleme, bu hâliyle doğru olduğunu düşündüğümüz hükümler içermekteydi ancak komisyon çalışmaları sırasında Hükûmetin ve bazı AKP milletvekillerinin girişimleriyle bu hüküm, bu madde, tasarı metninden çıkarılmıştır. Bununla 2 bin çalışanın işinden ve ekmeğinden olmasına ve en az 10 bin kişinin mağduriyetine yol açılmaktadır. Yüz altmış beş yıllık köklü bir geçmişi olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün güvenilirliği zedelenmektedir. 246 lisanslı büroda 300 bini bulan tescil işlemi, bu işlemi yapan büroların yetkisiz olarak nitelendirilmesiyle büyük bir hukuki sorunla karşı karşıya kalacaktır. Neticede, hak sahibinin hakkı teslim edilmemekte fakat bu arada adalet kavramı da zedelenmektedir.
Tasarının 85'inci maddesi bir diğer sorunlu alanı ifade etmektedir. 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de değişiklik yapmak suretiyle, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı personeli için bir düzenleme öngörmektedir. Bu düzenleme nimet-külfet dengesinin olumsuz olduğu gümrük muayene memurları için beklenen düzenlemeleri gerçekleştirmekten uzaktır. Sayıları 1.700'ü bulan gümrük muayene memurlarının görev, yetki ve sorumluluklarına uygun düşen denetmenlik kadrolarında değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 52 ile 64'üncü maddeleri arasında, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda değişiklikler öngören düzenlemeler bulunmaktadır. Bugün ülkemizde kaçakçılık meselesi güvenlik, terör, toplumsal birlik, maliye, ekonomi ve kültür gibi alanlarla ilgili çok önemli bir konudur. Hükûmet, ülkemizde kaçakçılığın nedenlerinden birisinin yüksek vergi oranları olduğunu itiraf ederken kaçakçılığa rağbet ortamını yok edecek düzenlemeleri de bir türlü yapmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, Hükûmet bu yapmadıklarıyla kaçakçılığı âdeta teşvik eder bir pozisyondadır. Tasarıdaki düzenlemeler kaçakçılıkla mücadelede etkin bir model sunmaktan uzaktır.
Kaçakçılıkla mücadele, sadece ekonomik boyutuyla değerlendirilemez. Ülkemizde kaçakçılık, millî güvenliğimizi de tehdit eden bir unsurdur. Kaçakçılıkla mücadele, terörle mücadelenin şartlarından birisidir. Hükûmet, terörle mücadele sürecini sosyal, ekonomik ve güvenlik eksenli bir yaklaşımdan öte, siyasi bir proje olarak değerlendirmekte, terör örgütüyle çeşitli vasıtalarla pazarlıklar gerçekleştirmektedir. Bu yöntemle terörün sona ereceğini zannetmek abesle iştigaldir. Terör ancak terörü ve teröristi besleyen kaynakların bertaraf edilmesiyle sona erer. Hükûmetin pazarlık yöntemi tam tersi bir netice doğurmakta, terör örgütü, finansal varlığını güçlendirerek devam ettiği gibi, daha farklı siyasi ve sosyal kazanımlar elde etmektedir.
Terör örgütü bir narko örgüttür ve yasa dışı kazançtan oluşan bir holdingleşme içindedir. Terör örgütü PKK, uyuşturucu, akaryakıt, sigara, alkol, canlı hayvan, elektronik eşya gibi mali değeri fazla ürünler ve hatta insan kaçakçılığı faaliyetleriyle -uzmanlar tarafından ifade edildiğine göre- 60 milyar doları bulan bir parasal kaynağı kontrol etmektedir.
Terör örgütü, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içerisinde sözde birtakım gümrük örgütleri kurarak, Türk devletine ve Türk milletine meydan okumakta, Hükûmet ise terörle müzakere sürecini bahane ederek acz içinde PKK'nın kaçakçılık faaliyetlerine göz yummaktadır. Bilinmelidir ki, kaçakçılıkla mücadele, aynı zamanda terörle mücadeledir. PKK'nın kaçakçılık faaliyetlerine yapılacak operasyonlar ve alınacak diğer önlemler hem terör örgütünün mali kaynaklarını kesecek hem de örgütün zemin bulduğu toplumsal kesimlerde sorgulanmaya başlanacaktır. Kaçakçılıkla mücadele, terör örgütüne her anlamda ciddi bir darbe vuracaktır. Oysa Hükûmet bu adımları atmaktan itinayla kaçınmaktadır.
Terör örgütü, kaçakçılık faaliyetleriyle milyarlarca dolar gelir elde ederken, terörle mücadelenin birtakım tavizler verilerek sağlanabileceğinin düşünülmesi tarihî ve vahim bir hatadır. AKP Hükûmeti terörü ricayla, pazarlıkla, Türk kimliğini ve Türk milliyetçiliğini ezme çabalarıyla, terör örgütüyle birlikte anayasa yapma gayretiyle önleme hayalindedir, söylemi budur. Bu süreç, terörle mücadeleyi değil, terörün taleplerine boyun eğmeyi ifade etmektedir. Hükûmet terör örgütü ile yürüttüğü pazarlık ve hatta iş birliği ile terörün parasal kaynaklarını ve silahlı unsurlarını içeren bir mücadele iradesini ortaya koyma anlayışından çok uzaktır.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin terör ile müzakere yöntemi, Türk milletinin birlik ve bütünlüğüne yönelik bir manevranın hayata geçirilmesidir. Türkiye'nin, sözde barış ve bir türlü resmen açıklayamadıkları çözüm söylemleri içerisinde millî bütünlüğü dağıtılmaya çalışılmaktadır. 21 Mart 2013 tarihinde sahnelenen oyun, AKP'nin marifetlerinin bir neticesidir. Türk milleti teröristbaşının kuru tehditleri ile karşı karşıya bırakılırken, Sayın Başbakan "Mesajlar büyük ölçüde bizim söylediğimiz mesajlarla örtüşüyor." diyebilmiştir. Sayın Başbakan Erdoğan ile Öcalan âdeta birlikte el ele, kol kola yürümektedir. Buna göre, sözde barış süreci ile PKK terör örgütünün silahla başaramadığı, saldırı ve şiddetle yapamadığı ne varsa Hükûmet tarafından bir bir verilmektedir.
Türkiye bir kader çizgisi üzerindedir. Türkiye Cumhuriyeti etnik kökenlere göre sınıflandırılmaktadır. Bin yıllık kardeşliğimiz tehdit altındadır. Toplum içerisinde özel imtiyazlarla donatılmış âdeta feodal ve terörize olmuş örgütsel bir yapı ortaya çıkarılmakta ve daha da güçlendirilmektedir. Taleplerin ve tavizlerin ardının arkasının kesilmeyeceği görülmelidir. Daha dün mahkemelerin dahi terör örgütü elebaşısı olarak nitelediği birisinin, yasa dışı örgüt lideri olmaktan çıkarılması istenmektedir.
Süreç artık bireysel temel hak ve özgürlükler çizgisinden çıktığı noktada, Türkiye'yi bir etnik topluluklar olarak görenler, "Bu toprakların adı neden hâlâ herhangi bir etnik unsura vurgu yapıyor?" diyenler ortaya çıkacaktır ve maalesef de çıkmaktadır. Türk Bayrağı'na saygısı olmayanlar, taşımayanlar, artık ülkemize "Türkiye" denilmemesini de isteyeceklerdir. Emperyal mahfillerde tasarlanmış olan bu manevrayla gitgide astarı yüzünden pahalı bir durum ortaya çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, konuşmama burada son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)