Konu: | On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 14 |
Tarih: | 30.10.2023 |
HEDEP GRUBU ADINA OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığına bağlı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından oluşturulan 2024-2028 yıllarını kapsayacak On İkinci Kalkınma Planı üzerine söz almış bulunuyorum.
En sonda söylenmesi uygun olabilecek bir şeyi en başta söyleyeyim: Söz konusu planın önce namaz kılıp sonra abdest almaktan farkı yoktur. Bakınız, beş yıllık kalkınma planları, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na göre bütçeleme sürecinin başlangıcını oluştururlar. Öncelikle beş yıllık plan hazırlanır, sonra bu plana uyumlu olarak orta vadeli program hazırlanır, sonrasında ise bu programa uyumlu bir şekilde bütçe oluşturulur fakat buna riayet edilmemiş, orta vadeli programdan önce hazırlanması gereken On İkinci Kalkınma Planı daha sonra hazırlanmıştır. Orta vadeli program 6 Eylülde, On İkinci Kalkınma Planı ise 16 Ekimde açıklanmıştır. Namazdan sonra abdest alınmış, araba atın önüne koşulmuştur. Bu, iktidarın "ben yaptım oldu" anlayışının bir başka tezahürüdür yani keyfiliğin, hak, hukuk tanımamanın, kurala uymamanın, kurala uymama hâlinin bir başka örneğidir. Yani On İkinci Kalkınma Planı baştan ve yapısal olarak sakatlanmıştır.
Bakın, On İkinci Kalkınma Planı'ndaki hedefler şöyle sıralanmış: Hukukun üstünlüğü, demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin güçlendirilmesi, iyi yönetişim anlayışının pekiştirilmesi ve kurumsallaştırılması... Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz, büyük bir iyi niyetin eseri olduğundan kuşku duymadığım konuşmasında -buradan yola çıkarak- ailenin, beşerî ve sosyal yapının güçlendirilmesi, afetlere dirençli yaşam alanları ve medeniyet temelli, akıllı, sürdürülebilir şehirler, makroekonomide istikrar ve sürdürülebilirlik; bütün bunları sıraladı. Sonra enerji ve gıdada arz güvenliği ve kendine yeterlilik, uluslararası iş birliklerinin ve stratejik ortaklıkların güçlendirilmesi; bütün bunlardan söz etti ama pek çoğu ne yazık ki kâğıt üzerinde kalacak hedefler gibi görünüyor zira bunların gerçekleşebileceğinin imkânı mevcut değil. Hukukun üstünlüğü yoksa; hak, hukuk, adalet yoksa; yargı perişan bir hâlde yürütmenin bir aracı, kendisini yasama üzerine çıkaran bir role sokmuş ise bu hedefler gerçekleşemez. Kalkınmayla, hukukun üstünlüğü ve ekonomik gelişmeyle -dikkat edin "ekonomik büyüme" demiyorum- demokrasi arasında şaşmaz bir ilişki var. Gidin, Mehmet Şimşek'e sorun, Cumhurbaşkanının baş aşağıya çevirdiği ekonomiyi düzeltmek için aldığı 180 derece aksi yöndeki tedbirlerden sonra Amerika'da temas ettiği dış mali kuruluşlarda yaptığı temaslardan sonra ne kadar doğrudan yatırım çekebildi? Ne için âlâyıvalayla ilan edilen Türkiye Yüzyılı'na bütün bu kuruluşlar, bu çevreler yatırım yapmaktan kaçınıyorlar? Körfez'den, Birleşik Arap Emirlikleri'nden, Suudi Arabistan'dan gelmesi beklenen birtakım muhayyel rakamlardan başka bir şey ortada yok. Cari açıktan, dış ödemeler dengesi açığından ve bütçe açığından ziyade, demokrasi açığından, en önemli açığın bu olduğundan söz ediyorlar mı, etmiyorlar mı, Mehmet Şimşek'e bir sorun.
Ayrıca, daha "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." ilkesine uyulmuyor. Millî irade sadece bu koltuklardan, bu koltuklarda oturanlardan ibaret değil, vekili olmaktan onur duyduğum Diyarbakır'ı Diyarbakır halkı değil atanmış kayyumlar yönetiyor. Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı tüm kentler için bir kayyum rejimi hukuka tamamen aykırı, tamamen defakto biçimde hâkim kılınmış durumda. Kürtlere alenen "Siz sandığa gidin, istediğinizi seçin, zaten kimi seçseniz biz seçilmişi alır, yerine kayyumu atarız." deniyor. Seçme ve seçilme hakkının gerçek anlamda varlığından bu koşullarda söz etmek mümkün değilken kalkınma planında demokrasi ve hukukun üstünlüğünü hedef olarak belirtmek, en basit tabiriyle, hepimizin aklıyla alay etmektir. Bugün en temel haklardan olan barışçıl gösteri ve protesto hakkı Anayasa'ya rağmen kullanılamaz hâle gelmiş durumda. İnsanlar ellerinde karanfiller ve kaybettikleri canlarının fotoğraflarıyla her cumartesi günü, dokuz yüz yetmiş haftadır Taksim'de gözaltına alınıyor. Üstelik bu, Anayasa Mahkemesi kararı çiğnenerek bir kaymakamın keyfî ve hukuk tanımazlığı sonucu oluyor.
Hukukun üstünlüğü, demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin güçlendirilmesi, iyi yönetişim anlayışının pekiştirilmesi ve kurumsallaştırılması; bunlar, On İkinci Kalkınma Planı'nın açıkladığı hedefleri. Peki, böyle mi gerçekleşecek? Hukuk tanımazlık sınır tanımıyor. Milletvekilliği yapmış, bu kürsüde sizlere, halka defalarca seslenmiş, Diyarbakır Belediye Başkanı seçilmiş değerli bir siyasetçi Gültan Kışanak, yedi yıllık uzun tutukluluk süresi 25 Ekimde dolmasına ve tahliyesi için yapılan başvuruya rağmen cezaevinde tutuluyor.
Demokratik değerleri vazgeçilmez gören bir hukuk devleti olmak kalkınma, gelişme ve refah sağlamanın varlık koşuludur. Ne var ki Türkiye'de yürütmenin bir aracı hâline gelmiş, dahası ve en vahimi kendisini yasamanın yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine yerleştirmiş bir yargı var. "Gazi Meclis" sıfatını kullanmaktan keyif duyuyorsunuz ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi kendisini "Gazi Meclis"in üzerine koyuyor, hiç rahatsızlık duymuyorsunuz. Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi kararı çıkalı altı gün oldu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi oralı değil, Adalet Bakanı "Gerekçeli kararı bekliyorum." diyor. Peki, mahkeme ne bekliyor? Bir türlü gerekçeli kararı yazamadı. Hatay Milletvekili Can Atalay'ın durumu ibret vericidir. Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş şöyle dedi: "Türkiye Büyük Millet Meclisinin tavrı açıktır, Can Atalay hakkında Yargıtayın kararı Meclise geldi ancak Genel Kurula sevk etmedim. Anayasa Mahkemesi kararı ortadadır, Meclis gereğini yerine getirecektir." Bu ne demek? Can Atalay'ı yakında aramızda, burada Meclis sıralarında göreceğiz demektir muhtemelen. Aslında Can Atalay çoktan burada olmalıydı. Peki, eğer Sayın Meclis Başkanı Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamakta titiz ise -ki bundan doğal ve normal bir şey olamaz- o zaman Anayasa'nın 90'ıncı maddesi kararlarını uygulamak gerekiyor. Anayasa'nın 90'ıncı maddesinde milletlerarası anlaşmaların çelişmesi hâlinde millî hukukun üzerinde olduğu, uygulanması gerektiği ve bu konuda Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ibaresi bu iktidar döneminde, Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde, 2004 yılında eklenmişti. Kendi yaptığınız Anayasa hükümlerine bari kendiniz uyun.
Daha önce bu kürsüden söyledim ve Anayasa ihlali devam ettiği sürece her seferinde tekrar tekrar söyleyeceğiz. Nedir o? Bu durumda Selahattin Demirtaş'ın ve Osman Kavala'nın bir gün geciktirilmeden serbest bırakılmaları gerekiyor. Bunlar yapılmazsa yeni anayasa yapmak teklifiyle bu Meclisin karşısına hiç gelmeyin; ne "On İkinci Kalkınma Planı" adını verdiğiniz metinle ne yeni anayasa teklifiyle. Önce hukuka uyun, önce Anayasa'yı ihlalden vazgeçin.
Türkiye'nin uluslararası endekslerde, Demokrasi Endeksi'nde, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde durduğu yer ortadadır ve çok düşüktür. Hâl böyleyken, hepimiz kendimize ve asıl olarak Hükûmete sormak durumundayız: Demokrasi, hukuk devleti ve barışın hâkim kılındığı bir ülke olmadan kalkınmak ve müspet yönde gelişmek mümkün müdür? Peki, böyle bir Türkiye'nin dünyada, dış politikada ağırlığı olabilir mi? Türkiye'nin dünyada geldiği yer neresidir? Cumhurbaşkanı önceki gün İstanbul'da büyük Filistin mitinginde haykırıyordu, şöyle dedi: "İsrail yirmi iki gündür savaş suçu işliyor. Biz de seni dünyaya savaş suçlusu olarak ilan edeceğiz, bunun hazırlığı içindeyiz. Daha ne kadar kadın ve çocuk ölmesi gerekiyor? Her ülkenin kendini savunma hakkı vardır ama adalet nerede? Gazze'de katliam yürütülmektedir; Gazze halkını açlıkla, susuzlukla, yakıtsızlıkla, topluca yok etme peşindeler. Bu gece Gazze'nin hâli neydi gördünüz değil mi? Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri haykırıyor, duymuyorsunuz." Cumhurbaşkanı böyle haykırdı. Doğru mu söylüyor Cumhurbaşkanı? Evet, doğru söylüyor, yerden göğe doğru söylüyor. Peki, biz Türkiye olarak kimi nasıl etkileyeceğiz, bu dünyada da İsrail'i savaş suçlusu olarak ilan ettirebileceğiz? Cumhurbaşkanı Gazze'de işin başında taraflara itidal tavsiye etti, dinleyen oldu mu, etkili oldu mu? Dışişleri Bakanı günlerdir bölgede mekik dokuyor, Türkiye'nin ara buluculuğunu öneriyor; böyle bir rol görebiliyor musunuz, Türkiye bu role ne kadar yakın? Göremezsiniz çünkü dış politika öncelikle tutarlılık talep eder. Daha bir ay önce, 28 Eylül günü Cumhurbaşkanı, Netanyahu'yla New York'ta görüştü, sonra bize ilan etti "Ekim, kasımda bekleniyor, geliyor." dedi. Zaten 28 Temmuzda gelecekti; kırmızı halıyla Külliye'de, sarayda karşılanacaktı. Bu nasıl bir öngörüsüzlüktür? Şimdi, buralardan kalkıp az önceki konuşmadaki hitabet noktasına geldik. Peki, şimdi, savaş suçlusu olarak ilan edilmesi için Türkiye kimi arkasına alacak, kimi arkasına alabilecek? Burada, kuzey ve kuzeydoğu Suriye'nin adı geçince bazılarımız sinirleniyor. Şayet Gazze'ye insanlık dışı vahşi saldırılar olmasa kuzey ve kuzeydoğu Suriye'de Rojava, uluslararası gündemle öne çıkacaktı; yine de gündemde. 2023 yılında altı ay içinde 665 hava saldırısı yapılmış; sadece 5 ve 9 Ekim arasında 580 hava ve kara saldırısı. Bu operasyonlarda 17 saha ve tesisin hedef alınmasıyla 5 milyon insan etkilenmiş durumda. Söz konusu 5 milyon insan, terörist değil. Sizlerin bazıları orayı terör yuvası sanıyorsunuz ama geçenlerde Saruhan Oluç, burada ayrıntılı bilgi verdi, orada milyonlarca insan yaşıyor. Askerî harekât sonucu 11 elektrik santrali hedef alınmış durumda, 2 milyon insan elektriksiz kaldı. 2 milyon kişi demek Gazze nüfusu kadar insan demek; Gazze'nin nüfusu da 2 milyon. Bu rakamları "Human Rights Watch" İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarından edinebilirsiniz. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin -bütün Suriye'yle ilgili sadece Türkiye için değil- yaptığı çalışma da 25 Ekimde yayımlandı, bütün bunlardan söz ediyor. Orada yaşayan insanlar, elektriksiz, susuz kalan, hayatları etkilenen, açlık sınırında yaşamaya itilen insanlar bizim vatandaşlarımızın soydaşları, bizim eski vatandaşlarımız; onlar terörist değil, sözünü ettiğimiz. Hatta o "terörist" denilenlerin bazıları birkaç yıl önce Ankara ve İstanbul'da devlet yetkililerimiz tarafından ağırlanıyordu, Süleyman Şah Türbesi'nin nakledilmesinde onlarla iş birliği yapıldı. Şimdi, bütün bunları muazzam bir dış politika sapması olduğunu ve dış politikanın zikzaklarla dolu olduğunu ve dış politikamızın tutarsız olduğunu belirtmek için söylüyorum; tutarsız, güvenlikçi dış politika. Bu militarist dış politikanın, bu güvenlikçi dış politikanın, barışçı olmayan bir dış politikanın Türkiye'ye maliyeti nedir, biliyor musunuz? Bu rakamlar -şimdi vereceğim- On İkinci Kalkınma Planı'nın serencamını da aydınlatabilir. Recep Tayyip Erdoğan Başbakan iken 2013'te çözüm süreciyle ilgili açıklamaları kapsamında 300 milyar dolar düzeyinde bir rakam telaffuz etmişti. Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş 2018'de bu rakamın 1,5 trilyon dolar, 2019'da da 2 trilyon olarak güncelleneceğini Hükûmet Sözcüsü iken işaret etmişti. Benim de Uzmanlar Kurulu üyesi bulunduğum "Demokratik İlerleme Enstitüsü" adlı, çok sayıda milletvekilinin -AK PARTİ'li milletvekilleri de dâhil olmak üzere- on senedir çalışmalarına katıldığı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Devamla) - Sadece bir dakikanızı rica ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Çandar, lütfen tamamlayalım.
Buyurun.
OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Devamla) - Tamamlıyorum.
Demokratik İlerleme Enstitüsünün bilimsel ve ayrıntılı bir raporu var, kırk yıllık çatışmanın Türkiye'ye ekonomik maliyeti üzerine 2021 Haziranında yayınladığı şu rapor. Yapılan hesaplara göre -tamamlıyorum- yıllık millî gelirin yüzde 1'i kadarına tekabül eden bir kaynak direkt olarak ve dolaylı olarak buharlaşmakta ve yıllara yayılınca 3 trilyon doları aşkın muazzam bir olağanüstü servet Türkiye'nin avuçlarından kayıp gitmektedir. Aynı çalışmanın bulgularına göre, reel kur düzeltmesi yapılmış millî gelir rakamlarını, mesela, 2020 değerlerine dönüştürerek en sağlam rakamlara ulaştırırsak bu düzeltmeler yapıldığında, barış içindeki Türkiye ile bugünkü -tırnak içinde- çatışan Türkiye arasındaki ekonomik büyüklük farkı 2020 değerleriyle neredeyse 4 trilyon 200 milyar dolar rakamına baliğ oluyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Devamla) - Konuya kişi başına düşen millî gelir açısından yaklaşırsak, geri kalan her şey aynı kalmak kaydıyla, barışçı çalışmaların olmadığı bir Türkiye'de kişi başına mevcut millî gelir mevcut rakamdan neredeyse yüzde 35, barış içindeki Türkiye'de, sadece var olan...
BAŞKAN - Sayın Çandar, lütfen tamamlayalım.
OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkan.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı On İkinci Kalkınma Planı'nı dersine iyi çalışmadan hazırlamış. Bütün bunları dikkate alın, barışsever, hukukun üstünlüğüne inanan, hukuk devletinin gereklerini yerine getiren bir On İkinci Kalkınma Planı hazırlayın ve onunla gelin.
Teşekkür ediyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)