GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:14
Tarih:30.10.2023

HEDEP GRUBU ADINA MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sözlerimin başında Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bir selamı da her zaman olduğu gibi cezaevlerinde tutsak olan arkadaşlarıma, sürgünde yaşamak zorunda bırakılan siyasetçi arkadaşlarıma göndermek isterim.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısını Plan ve Bütçe Komisyonunda dinledik, bugün burada dinledik. Bize tozpembe bir tablo çizdi. Sanırsınız kişi başı millî gelirimiz 60 bin dolar civarında, eğitim sorunu yok, bütün uluslararası sınavlarda en iyi ülkeler arasındayız. Sağlık sorunumuz yok, doktorların ve mühendislerin ekonomik durumu o kadar iyi ki herkes doktor, mühendis olmak istiyor. Bu ülkede yaşama koşulları çok güzel, hiçbir mühendis, hiçbir doktor başka ülkelere kaçmak istemiyor. Sanırsınız bir öğretmen, bir uzman aldığı ücretle en geç iki yılda yeni bir araba alabiliyor, üç-beş yıl içerisinde bir ev alabiliyor, çocukların geleceğiyle ilgili hiçbir kaygı hissetmiyor. Sanırsınız Adalet ve Kalkınma Partisi yıllık 2 trilyon olan hedefinden yarı yarıya sapmamış, yine, kişi başına düşen millî gelir hedefini tutturmuş, neredeyse ülkenin yüzde 60'ı açlık ve yoksullukla savaşmıyor. Oturup saatlerce ülkenin ekonomik durumunu anlatın, saatlerce sağlık, eğitim, sanayi, üretim sorunlarını anlatın, Adalet ve Kalkınma Partili hiçbir vekil, hiçbir bakan, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı üstüne alınmıyor. Sanırsınız biz Patagonya Cumhuriyeti'nden bahsediyoruz. Yani bu Patagonya'dan şöyle anlaşılmasın, durumu kötü olduğu için söylemiyorum, uzak olduğu için Patagonya diyorum; yoksa dünyanın en güzel coğrafyalarından birisine sahip. Bir ezberleri var -AKP adına konuşan kim olursa olsun fark etmez- her seferinde aynı şeyi söylüyorlar, diyorlar ki: "Covid-19 pandemisi oldu, Ukrayna savaşı çıktı -bir de yeni bir şey daha var- bizim ülkemizde deprem oldu." Bunları arka arkaya sıraladığınız zaman ülkenin bütün ekonomik göstergelerinin, bütün siyasi göstergelerinin, bütün insani endekslerinin hepsinin kötü olmasına meşruiyet zemini hazırlıyorlar. Hayır arkadaşlar, bu doğru değil. Türkiye bütün göstergelerde -bu sıraladığım her şey bütün dünyada yaşanıyor- dünyadan negatif biçimde ayrılıyor. Bakın, dünyada enflasyonun en yüksek olduğu 3-5 tane ülkeden biridir Türkiye, enflasyonun en yüksek olduğu. Fiyatlar yüzde 5, yüzde 10, yüzde 20 artmıyor, Türkiye'de son birkaç yıl içerisinde fiyatlar yüzde 1.000 arttı arkadaşlar, 10 kat arttı bazı şeylerin fiyatı; hiçbir şeyin fiyatı tüketiciler açısından öngörülebilir değil. Marketler haftada en az 2 kez fiyat etiketlerini değiştiriyor. Hiç fark etmez, neyi satın alırsanız alın bir hafta sonra gittiğinizde aynı fiyata satın almanız mümkün değil; Türkiye'nin durumu tam olarak böyle.

Bütün dünyada gıda fiyatları on üç, on dört, on beş aydır kesintisiz düşüyor, bütün dünyada gıda fiyatları düşüyor, Türkiye hariç; güya kendi kendine yeten 7 tarım ülkesinden biriyiz. Türkiye'de gıda fiyatları kesintisiz biçimde günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak artıyor.

Bir öğretmenin bir aylık maaşı iyi bir telefon satın almasına yetmiyor, iki ay çalışması gerekir. Bir öğretmenin -markasını söylemeyeyim- o iyi telefonlardan 1 tanesini satın alması için iki ay çalışması gerekiyor. Bakın, gelişmiş ülkelerden bahsetmiyorum, orta düzeyde, gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinde bir öğretmen iyi bir telefon satın almak için iki ay çalışmak zorunda kalmaz, Türkiye'de bir öğretmen iyi bir telefon almak için iki ay çalışmak zorunda kalıyor. Bundan daha dramatik bir tablo olabilir mi? Bizce olmaz.

Ama Türkiye'nin geldiği tablo o kadar kötü ki... Bakın, çok çarpıcı, yeni, eylül ayında yayımlanan bir rapordan bahsedeceğim size, 2023 Küresel Organize Suç Endeksi. Bütün dünyadaki küresel suç endeksini yayımlamış. Sizce Türkiye 193 ülke arasında kaçıncı sıradadır? Ben size söyleyeyim: En kötü 14'üncü ülkedir Türkiye. Dünyadaki küresel suç örgütleri, suç organizasyonu açısından dünyadaki en kötü 14'üncü ülkedir Türkiye. Türkiye'yi tam olarak böyle bir ülke hâline getirdiniz. Ben şöyle bir karşılaştırma yapayım daha iyi anlaşılsın. Böyle sıkça Avrupa ve OECD ortalamasıyla ilgili bir karşılaştırma yapıyoruz ya ben Asya ülkeleriyle karşılaştırayım, Türkiye'nin durumunu daha iyi görebilirsiniz. Batı Asya ülkeleri arasında Türkiye en kötü 4'üncü ülke ve bütün Asya içerisinde, 46 Asya ülkesi içerisinde en kötü 6'ncı ülkedir Türkiye. Türkiye'yi küresel suç cenneti hâline getirmiştir Adalet ve Kalkınma Partisi.

FATMA ÖNCÜ (Erzurum) - Şeyde var ya, orada yazmışlar; buradan onları tekrarlıyor. Şurada var sıralamalar.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Devamla) - Evet, oradan tekrar ediyoruz, tam olarak oradan tekrar ediyoruz, zaten küresel raporları hazırlayanların raporlarını sunuyoruz.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısını Plan ve Bütçede de dinledik burada da dinledik. Ben orada söylediğim birkaç şeyi Genel Kurulla da paylaşmak isterim. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı dedi ki: "Üst gelir grubu ülkelerinden biri olarak -bunu burada da tekrar ettiği için söylüyorum- dünyanın 10 büyük ekonomisi ve satın alma gücü paritesine göre ilk 5 ekonomisi arasına sokacağız Türkiye'yi." Yani hedefleri buymuş. Hiçbir bir tane hedefi tutmamış da Türkiye'yi en iyi 10 ülke, en iyi 5 ülke arasına yerleştireceklermiş. Biliyorsunuz, Türkiye G-20 ülkeleri arasındaydı, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde sanırım 16'ncı sıradaydı, şu anda Türkiye 21'nci sırada yani en gelişmiş 20 ülke arasında bile değil Türkiye ve şimdi bize Cumhurbaşkanı Yardımcısı diyor ki: "Biz en gelişmiş 10 ekonomi, 5 ekonomi arasında yer alması için çalışacağız." Bir başka şey daha söyledi, çok çarpıcı bir şeydi, diyor ki Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı: "Satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir 2022 yılında 37.445 dolara kadar yükseldi." Yani Türkiye'de satın alma gücü paritesi açısından 37 bin dolardır kişi başına gelir. Bu ne demek? Bu 37 bin doları şunun için söylüyor: Yani Amerika'da 37 bin dolara ne satın alıyorsanız, Almanya'da, Avrupa'nın bir başka ülkesinde 37 bin dolara ne satın alabiliyorsanız Türkiye'de de 37 bin dolara yetiştirdik... Kişi başına geliri o hâle getirdik ki Türkiye'de ortalama bir vatandaş yıllık 37 bin dolarlık satın alma gücüne sahip, 37 bin dolar; 4 milyon TL. Sizce Türkiye'de yıllık geliri 4 milyon olan kaç kişi var? Ben size söyleyeyim, milletvekillerinin bile yıllık geliri 4 milyon TL değil. Ama bize Türkiye'de kişi başına, satın alma gücü paritesi açısından, gelirimizin 37 bin dolara çıkarıldığını söylüyor Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Bu 37 bin doları kim kazanıyor, biz bilmiyoruz ama ülke nüfusunun yüzde 90'ının böyle bir kazancı olmadığını herkes biliyor. Türkiye'de asgari ücret 12 bin TL yani yaklaşık 400 dolardır. Dünyada en ucuz iş gücü olan ülkeler arasında yer alıyor Türkiye, maalesef Adalet ve Kalkınma Partisinin yürüttüğü siyaset sayesinde, yürüttüğü ekonomi politikaları sayesinde.

Şimdi, rapordan ben bir cümle okumuştum, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bize dedi ki: "Ben söylemedim." Yani bu rapor Strateji ve Bütçe Başkanlığının, Cumhurbaşkanlığının bize sunduğu. Bakın, aynen şöyle yazıyor, ben buradan okuyayım, sonra "Biz tespit yaptık." falan diyor: "Serbest piyasa ekonomileri başta olmak üzere dünya genelinde ucuz iş gücüne dayalı bir refah dönemi yaşanmıştır." diye bir tespit yapıyor Strateji Başkanlığı yani "Ucuz iş gücü varsa o ülkede refah vardır." diyor bize. Şimdi, düşünün, demek ki şöyle oluyor... Orada söylediğim örnekleri söyleyeyim: Strateji Başkanına ayda 400 dolar maaş verirsek ülkedeki refah artar, Cumhurbaşkanı Yardımcısına ayda 400 dolar verirsek bu ülkenin refahı artar, işçiye 400 dolar verirsek bu ülkenin refahı artar! Böyle bir yaklaşım olabilir mi? Böyle bir tespit olabilir mi? Ülkenin yoksullaştırılmasını, ülkenin açlıkla karşı karşıya bırakılmasını... Nasıl olur da kalkınma planı sunulurken yoksulluğun refahı artıracağı söylenebilir; hiçbir şekilde bunu kabul etmiyoruz.

Şimdi, bir başka şey şu, kayyuma dair bir şey söylemek istiyorum: Yerel yönetimler güçlendirilecekmiş, hedeflerden bir tanesi de buymuş -kalkınma planından öyle öğreniyoruz- yerel yönetimler etkili ve güçlü hâle getirilecekmiş. Adalet ve Kalkınma Partisi halkın seçme ve seçilme hakkını yok saymış bir partidir. Bakın, bu, sadece bu ülkede darbe dönemlerinde gerçekleşmiştir; darbe dönemlerinde belediye başkanları görevden uzaklaştırılmış, yerlerine askerler atanmıştır, Meclis kapatılmış, milletvekillerinin yasama faaliyeti yürütmesi engellenmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi Kürtlerin yaşadığı coğrafyada seçtikleri belediye başkanlarını haksız ve hukuksuz biçimde görevden uzaklaştırmıştır, şimdi de bize yerel yönetimlerin güçlendirileceği hikâyesini anlatıyor; hiçbir şekilde inandırıcı değil. Öncelikle, halkın seçme ve seçilme hakkını kabul etmek zorundasınız, bunu kabul etmediğiniz sürece Türkiye'de ne demokrasiden bahsedilebilir ne de yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden bahsedilebilir. Eğer seçme ve seçilme hakkı yoksa o ülkede demokrasi yoktur, nokta. Bunu bu ülke tarihinde bir, darbeciler yaptı; iki, Adalet ve Kalkınma Partisi yaptı.

Şimdi, bir başka şey, bir sürü başlık var da ben birkaç başlıkla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bir tanesi eğitim yani böyle çok kafa yorduğum bir mesele olduğu için görüşlerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisine sorarsanız çokça şey yapmış eğitime dair. Öğretmen sayısı 1 milyon civarındaydı, 2 milyona çıkarılmış, çok sayıda eğitim kurumu açmış, okul sayısı artmış, bina sayısı artmış; bunlar iyi şeyler, bunlar kötü şeyler değil. Elbette eğitim görülecek yapıların yapılması desteklenecek bir şey yani hani bir sınıfta 60 kişi, 80 kişi, 100 kişinin öğrenim görmesini bu ülkede hiç kimse istemez ama gerçekten sadece bina yapmakla bu ülkenin eğitim seviyesinin yükselmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir. Bakın, en üstten başlayalım, ben hepsiyle ilgili birkaç örnek vereyim daha iyi anlaşılsın. Bundan birkaç yıl önce bir rapor yayınlanmıştı üniversitelerle ilgili. Bilim yuvası olan üniversitelerde 71 rektörün herhangi bir yayınına uluslararası atıf yok. 71 üniversite rektöründen bahsediyoruz, uluslararası atıf yok, atıf yapılan bir tane eserleri yok. Uluslararası yayını olmayan rektör sayısı 68; herhangi bir yayını yok, uluslararası yayını yok. Atıf yapılmayan rektör sayısı 71. Şimdi, herhangi bir eserine, yayınına, yazdığına atıf yapılmamış bir rektörün başında olduğu bir üniversiteden ne beklersiniz? Ancak yüksek lise olur. Yeni işsizler yaratmış olursunuz, işsizler ordusuna üniversite mezunu insanları eklemiş olursunuz, durum tam olarak böyle.

Bir başka şey şu: Bakın, 19 milyon 155 bin 571 öğrenci varmış örgün eğitimin içerisinde. Bunun neredeyse yüzde 10'u özel eğitim kurumlarında ders görüyor. Ben 12'nci sınıf öğrencilerinden hiç bahsetmiyorum bile, sınava hazırlanmak için ayrılanlar. 1 milyon 578 bin 233 öğrenciyi özel eğitim kurumlarına göndermek zorunda bırakmışsınız. Kamusal eğitimi bir hak olmaktan çıkarmış Adalet ve Kalkınma Partisi. Daha kötüsünü söyleyeyim: "Eğitim herkesin hakkı." diyor ya Adalet ve Kalkınma Partisi, 4+4+4'ü savunurken "Biz zorunlu eğitimi on iki yıla çıkardık." diyor; açık öğretimde okuyan öğrenci sayısı kaç biliyor musunuz? 1 milyon 738 bin 198 öğrenci. Yani her 10 öğrenciden 1'i aslında örgün eğitimin içerisinde değil, açık öğretim okullarında okuyor 1 milyon 700 binin üzerinde öğrenci. Şimdi bu koşullar altında Türkiye'de eğitimin gerçekten nitelikli, iyi olduğunu hiç kimse söyleyemez. Dolayısıyla ne mevcut durum parlaktır ne de hedefler açısından iyi bir şey yapılacağını düşünmüyorum.

Şimdi, en son adalete dair birkaç şey söyleyeceğim ve konuşmamı bitireceğim. Memur atamalarına dair söylemek istediğim şeyler var, tarıma dair söylemek istediğim şeyler var ama sürem kısa; adalet meselesi önemli. Şimdi biraz önce dedim ya bir darbecilerin gerçekleştirdikleri var bir de darbecilerden sonra yeni darbeci bir rejim olarak tanımlanabilecek Adalet ve Kalkınma Partisinin uygulamaları var.

Profesör Oya Köymen, Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi Bölüm Başkanı. Bir kitabı var "Sermaye Birikirken/Osmanlı, Türkiye, Dünya" diye. Oya Hoca 12 Eylül askerî darbesi döneminde 1402'yle okuldan atılmış, uzaklaştırılmış bir akademisyen. Şimdi Oya Hoca'ya o zaman rektör arkadaşı görevden uzaklaştırıldığını, atıldığını söyleyecek fakat bir yazıyı tebliğ edemiyor, arkadaşlık hukukuna binaen bunu evine gidip söylüyor. Bu arada bu konuşmaya kızı da şahit oluyor, Oya Hocanın kızı da şahit oluyor. "Seni okuldan atmışlar." denildiği zaman ilkokul çağındaki kızı "Beni de mi okuldan attılar, ben de mi okula gidemeyeceğim?" diyor. Hatırladığım kadarıyla "Kızım seni niye okuldan atsınlar, sadece beni okuldan attılar." diyor. Bugün 30 Ekim, 29 Ekim tarihinde Oya Hocanın kızı Yıldız Hoca bir akademisyen olarak sizin döneminizde görevden atıldı. Bunu bir, darbeciler yapmıştı, bugün kızına da Adalet ve Kalkınma Partisi yaptı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, lütfen Sayın Tiryaki, tamamlayalım.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Türkiye'de bir darbeler tarihi var, Adalet ve Kalkınma Partisine sorsanız bütün tarih boyunca darbeyle mücadele ettiğini söyleyecektir, muhtemelen öyle söyleyecektir; en son 15 Temmuz darbe girişimine karşı nasıl kahramanca direndiklerini söyleyeceklerdir. Aslolan şey şu: Darbecilerin yaptıklarından farklı ne yapıyorsunuz? Darbecilerin ulaşmak istedikleri hedefe eğer darbe yapmayıp başka yöntemlerle aynı şeyi yapıyorsanız darbecilerden hiçbir farkı yok. Eğer askerler belediye başkanlarını görevden uzaklaştırıyorsa, siz darbe dışında belediye başkanlarını aynı biçimde görevden uzaklaştırıyorsanız darbecisiniz. Eğer darbeciler akademisyenleri üniversiteden uzaklaştırıyorsa, darbe olmadığı hâlde sizler de binlerce akademisyeni barış bildirisine imza attığı için görevden uzaklaştırıyorsanız darbecisiniz. Bir akademisyenin kayyum rektör eliyle görevini uzatmıyorsanız darbecisiniz diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)