| Konu: | Konutların Turizm Amaçlı Kiralanmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 18.10.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izin verirseniz, sözlerime ilk önce, İsrail'in Gazze'de işlediği insanlık suçunu kınayarak başlamak isterim.
Konuşmamın ilk bölümünde, 1930'ların Almanyasında Yahudilerin maruz kaldığı, soykırıma dönüşmeye başlayan bir insanlık suçundan bahsetmek istiyorum. Bakınız, Falih Rıfkı Atay yıllar önce "Gözyaşının hiçbir faydasının olmadığını anlamak için Yahudilerin Kudüs'te yüzyıllardır her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz. Yüzlerce yıllık gözyaşı o ağlama duvarını bir santim aşındırmamıştır. Paranın ne büyük kuvvet olduğunu anlamak içinse Filistin kıyılarında ve içlerinde yaşanan sömürgeciliği görün. Yüzlerce yıllık gözyaşı bir külçe altına değmez. Balfur'un bir nutku Davud'un bütün mezmurlarından daha tesirlidir." demiş. Peki, başka ne demiş? "Suriye'de Hristiyanlık, Müslümanlık; Filistin'de Araplık, Yahudilik; Hicaz'da şeriflik, Vehabilik meseleleri bizzat Türk-Arap meselesinden daha azılı idi. Nitekim biz çıktık, nifak, bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve çöller boyunca yanıp durmaktadır." demiş Zeytindağı adlı eserinde.
Cemal Paşa'nın "Hatıralar"ında da benzer bir tablo görürsünüz. "Suriye ve Filistin topraklarının kaybedilmesinin 2 sebebi vardır. Biri, Alman komutan Falkenhayn'ın ihanete varan hataları; diğeri ise Şerif Hüseyin'in sözüne ve Osmanlı'ya ihanet edip Türk ordusunu arkasından vurmasıdır." diyor.
Neden bu sözlerle başladım? İnanın hamaset ya da nefret duygularını daha da körüklemek istemiyorum; tam tersine, tarihi hatırlamamızın bu dönemde çok önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Ünlü Filozof Santayana'nın çok sevdiğim bir sözüdür: "Tarihi bilmeyenler onu tekrar etmeye mahkûmdurlar." diye; işte, biz öyle bir süreçten geçiyoruz. İsrail ve Filistin meselesi on binlerce insanın hayatına mal olan, milyonlarca insanın yurdundan sürülmesiyle sonuçlanan ve bölgede kalıcı bir barışın tesis edilmesine engel olan, sadece bu coğrafyanın değil bütün dünyanın kanayan yarısı. Bir halkın sistematik olarak haklarının ve toprağının elinden alınmasına bütün dünya seyirci kalıyor. İsrail kurulduğu gündem bugüne, uluslararası aktörlerin de desteğiyle bütün temel hakları ve uluslararası hukuku ihlal ediyor. Günümüzde karşı karşıya kaldığımız çatışmalar, savaş kurallarının unutulduğu, herkesin kendi müttefikini desteklediği, kendi çıplak ve hukuksuz çıkarının peşine düştüğü bir hatta ilerliyor. İnsanlığın ortak kazanımları, bir medeniyetçiliğe, evet, maalesef bir medeniyetçiliğe kurban ediliyor. Evrensel normlar kayboldu, böylesi bir dünya hiçbirimiz için artık güvenli değil. Herkesin kendi medeniyetinin, değerlerinin, çıkarlarının peşinde koştuğu böylesi bir dünya artık maalesef barbarlığın dünyası. Bugün "medeniyet" kavramının itibarsızlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Bakın, dünyanın çeşitli yerlerinde giderek artan çatışmalar var. Göç hareketleriyle beraber küresel ölçekte aşırı sağ yükseliyor; bu, aynı bize İkinci Dünya Savaşı öncesindeki 1930'ları hatırlatıyor. En azından kendi coğrafyamızda tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak, onu tekrarlamak istemiyorsak Türkiye'ye düşen, konforlu alanlarından ağdalı konuşmalar yapan siyasetçileri dinlemek olmamalıdır ki bu siyasetçilerin geçmişte başımıza neler açtığını bugün hâlâ görüyoruz. Yapmamız gereken, Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesiyle cumhuriyetimizin 100'üncü yılında bilge ülke gibi davranmak ve ülkemizin bu dönemde insanlık için ne büyük bir sorumluluk taşıdığını unutmamaktır. Tam da bugün de coğrafyamızda yaşanan bütün bu karışıklık, on bir gün sonra, ne mutlu bize, 100'üncü yılını kutlayacağımız cumhuriyetimizin kıymetini daha da ortaya çıkarmıştır. İşte, tam da bu yüzden TRT'nin Gazze'de yaşanan insanlık dramı nedeniyle cumhuriyetin kutlamalarına bir kısıtlama getirmesine şiddetle karşı çıkıyorum. Bu coğrafyanın emperyalizme karşı en büyük zaferi millî bağımsızlığımızı cumhuriyetle taçlandırmasıdır. Cumhuriyeti bütün coşkusuyla kutlamak bu dönemde çok daha önemli, çok daha kıymetli hâle gelmiştir. Bu coğrafyayı kana bulamış emperyalizme karşı kazanılmış en büyük zaferi bu yıl daha da coşkulu bir biçimde kutlamalıyız ve "Yaşasın cumhuriyet!" demeliyiz.
Şimdi gelelim torba yasaya. Karşımızda yine bir torba yasa var. Yasama dönemi yeni başlamış olmasına rağmen Meclisin işleyişini hiçe sayan, ihtisas komisyonlarında konuya vâkıf birçok milletvekilinin değerli görüşünü önemsiz hâle getiren bir torba yasa var. Bu torba yasa birçok açıdan özensiz, dikkatsiz, dolayısıyla da ileride tartışmalara, kafa karışıklığına yol açacak şekilde hazırlanmış. En basitinden bir örnek vereyim size: Düzenleyici etki analizi getirdi kanun teklifini hazırlayan sayın milletvekili ve Bakanlık. Düzenleyici etki analizinde Türkiye'de -size soruyorum- bir günlük ortalama kira nedir, bir aylık değil, bir günlük? Etki analizinde 3.500 lira. Öyle bir özensiz etki analizi hazırlanmış ki 81 ilin 78'inde bir günlük ortalama kira 3.500 liranın altındayken bize gelen ve Bakanlık tarafından hazırlanan etki analizinde bir günlük kiranın Türkiye ortalaması 3.500 lira olarak verilmiş. Peki, 3.500 liranın üstünde ortalama günlük kirası olan iller hangisi? Söyleyeyim: Rize, Trabzon, Muğla. Şimdi, burada Rize'nin, Trabzon'un, Muğla'nın çok değerli milletvekilleri var. Rize'de, Trabzon'da, Muğla'da -Bodrum'u bir kenara koyarsanız- günlük kirası 3.500 liranın üstünde olan bir ev sayabilir misiniz? Yani orada evini bir haftalık kiraya veren Rize'de, Trabzon'da birisi günlük 3.500 liradan daha mı fazla alıyor? O yüzden bu etki analizinden tutun diğer...
KADEM METE (Muğla) - Var efendim; var, Sayın Hatip, var. 10 bin lira bile var efendim. Muğla Milletvekiliyim, 10 bin liranın üzerinde kira var günlük.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Vardır ama Türkiye ortalaması 3.500 lira yapmaz. 81 ilin 78'inde 3.500 liranın altında. Dolayısıyla hazırlanan etki analizi oldukça eksik bir etki analizi.
İlk önemli eksiğimiz şu: Gelelim torba yasanın karakterine. İlk önemli eksik, kanun teklifi olarak artık günümüzün bir gerçeği olan paylaşım ekonomisi hiçe sayılıyor. Bakın, bu, oldukça önemli. Biz İYİ Parti olarak bu kısa süreli kira sözleşmesinin mutlaka düzenlenmesini, denetlenmesini ve kayıt dışılığın önlenmesini istiyoruz. Burada bizim herhangi bir itirazımız yok, bu konuda sizlerle beraber hareket ediyoruz. Hiçbir şekilde İYİ Parti olarak mahallelerin huzurunu, güvenliğini tehlikeye atmak istemiyoruz. Bu konuda da sizinle beraberiz ama aynı zamanda Türkiye'de bir gerçek var, dünyada da bir gerçek var, o da paylaşım ekonomisinin giderek dünyada kaynakların daha etkin kullanılmasında söz sahibi olması. Bakın, dünyadaki en büyük konaklama şirketinin hiç oteli yok, dünyadaki en büyük taksi şirketinin de hiç taksisi yok.
KADEM METE (Muğla) - Yanlış bilgi Sayın Hatip.
MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Airbnb, Airtnt'den bahsediyor ya.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Dünyadaki konaklama şirketi ile dünyadaki taksi şirketlerinin herhangi bir mal varlığı yok. Bunlar çok basit bir şekilde alıcı ile satıcıyı bir platform üzerinden buluşturmak üzere kurulmuşlar ve milyarlarca dolarlık bir değer üretiyorlar. Bu paylaşım ekonomisi kaynakların etkin dağılımında çok önemli. Bir kez daha söylüyorum: İYİ Parti olarak bizler bu kısa vadeli turizm amaçlı kira sözleşmelerinin denetlenmesine, düzenlenmesine ve oradaki kayıt dışılığın giderilmesine karşı değiliz. Fakat burada siz milyarlarca dolarlık bir paylaşım ekonomisini son derece kısıtlayıcı, son derece dışlayıcı bir anlayışla reddediyorsunuz. O yüzden burada bizim dünyada ortaya çıkan milyarlarca dolarlık değer yaratan paylaşım ekonomilerine nasıl Türkiye'yi alıştırmamız gerektiğini düşünmek varken karşımıza son derece kısıtlayıcı bir kanun teklifi çıkıyor. Bakın, derdimi biraz daha basit bir şekilde anlatayım: Bazen bir sektörün mevcut temsilcilerinin karşı çıktığı bir durum -ki burada turizm sektöründen bahsediyorum- toplumun faydasına olabilir. Çok somut bir örnek vereyim size, derdimi daha iyi anlatabilirim herhâlde: İstanbul'un en büyük problemlerinden bir tanesi taksi problemidir. Neden? Çünkü orada paylaşım ekonomisi yasaklanmıştır. Dolayısıyla oradaki plaka sahiplerinin sadece birkaçını memnun etmek için bütün İstanbullular ve şoförler mağdur edilmektedir. Dolayısıyla ortada milyarlarca dolarlık ve herkesin kazanabileceği bir kazanç varken sadece sektör temsilcilerinin baskısıyla Türkiye bir mağduriyet yaşamaktadır. Şimdi, önümüzdeki kanun teklifinde de biz böyle riskler görüyoruz.
Birkaç tane daha itirazımız var, onlardan da izninizle bahsedeyim: Bildiğiniz üzere kira sözleşmeleri Borçlar Kanunu'na tabi. Burada ise, önümüzdeki bu kanun teklifinde deniliyor ki: "Bu, konutların turizm amaçlı kiralanması..." Borçlar Kanunu'na tabi olan kira sözleşmesinde alıcı yani kiracı ve ev sahibi arasında bir ihtilaf çıkarsa, bizzat kanun teklifini getiren sayın milletvekili tüketici mahkemelerinin sorumlu olacağını söylüyor. Oysa kira sözleşmeleri Borçlar Kanunu'na tabidir. Dolayısıyla burada bir hukuki problem var ve bu problemin mutlaka giderilmesi gerekiyor. Şimdi, kanun teklifindeki en fazla eleştirilen noktalardan bir tanesi de tabii ki bu evlerin turizm amaçlı kiralanması için gereken şartlar. Örneklerle gideyim; bir konutun kısa vadeli kiralanması için o apartmandaki bütün herkesin ama herkesin onayının alınması gerekiyor. Diyelim ki mahalle arasında 4 katlı bir apartmanda evinizi bir haftalığına birisine kiralamak istiyorsunuz. Orada 16 tane daire var; 1 tanesi sizsiniz, diğer 15 ev sahibinin hepsinin onayını almanız gerekiyor. Bu, neredeyse imkânsız.
KADEM METE (Muğla) - Çok doğru.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Ben "doğru" ya da "yanlış" demiyorum.
O yüzden küçük girişimciyi burada, evini bir haftalığına, on günlüğüne konaklatmak isteyen, kiralatmak isteyen küçük girişimciyi baltalar bir durum var. Yani çoğumuzun oturduğu mahallelerde bu izni almak neredeyse imkânsız fakat şöyle bir şey var: Eğer daha zengin bir ev sahibi iseniz ve müstakil bir villada oturuyorsanız öyle bir şart yok.
KADEM METE (Muğla) - Çünkü altınızda, üstünüzde insanlar yok. Rahatsız olacak olanlar yok.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Yani sadece küçük girişimci ile büyük girişimci arasındaki farkı daha da büyük girişimci lehine açmak için bir kanun teklifi var. Apartmandaki birisi bütün ev sahiplerinden teker teker hepsinden onay almak zorundayken bir villadaki bir ev sahibinin böyle bir izni yok.
KADEM METE (Muğla) - Alt katınızdaki eve üç günde bir insanların girip çıktığını düşünün Hocam.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Şimdi, bir örnek daha anlatayım; bu itirazlarınızı, eminim, daha sonraya saklarsınız.
KADEM METE (Muğla) - Peki.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Daha da rahatsız edici olan şey şuydu: Şimdi, kanun teklifi ilk olarak kanun teklifini veren sayın milletvekili tarafından getirildi ve halkımız arasında "rezidans" olarak bilinen yerlerde de bu oy birliği şartı arandı yani 20 katlı, 25 katlı apartmanlarda da bu oy birliği şartı arandı ve bizler de muhalefet partileri olarak konut tipine bakılmaksızın oy birliği şartına itiraz ettik. Daha sonra bir saatlik ara oldu, yemek arası. Aradan sonra bizzat AK PARTİ'li milletvekilleri yine bir AK PARTİ'li arkadaşımızın hazırladığı kanun teklifine bir değişiklik önergesi verdiler ve dediler ki: "Yönetim planlarında kısa süreli faaliyetine izin verildiğine dair hüküm bulunan yüksek nitelikli konutlarda -yani rezidanslarda- oy birliği şartı aramayalım." Bir saat arayla oldu bu. E, dolayısıyla biz de o zaman sizlerin burada samimiyetini sorguluyoruz. Yani ilk gelen kanun teklifinde AK PARTİ'li arkadaşlarımız getirdiğinde rezidanslarda oy birliği şartı aranmıyor, bir saat ara oluyor, orada konuşmalar oluyor belli ki ve orada da birileri araya giriyor ve daha sonrasında, dediğim gibi, yönetim alanlarında kısa süreli faaliyetine izin verildiğine dair hüküm bulunan bütün yüksek nitelikli konutlarda yani rezidanslarda oy birliği şartı kaldırılıyor.
KADEM METE (Muğla) - Ters söyledin.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Yani hadi villayı geçtim, 4 katlı apartmanda oy birliği şartı aranıyor ama eğer siz rezidansdaysanız ve yönetim planınızda kısa süreli faaliyete izin verilmezse o zaman bu oy birliği şartı aranmıyor. Şimdi bunun ne kadar samimi bir yaklaşım olduğunu ben sizin vicdanınıza bırakıyorum.
Devam edelim; bu kanun teklifinde en önemli bulduğumuz samimiyetsizliklerden bir tanesi de tabii ki bu hazine arazilerinin bu sefer de turizm çalışanlarının kalacağı tesisler için ayrılmış olması. Şimdi biz turizm sektörünü mutlaka canlandırmak istiyoruz, bizim için önemli bir sektör; o yüzden de turizm çalışanlarının, emekçilerinin mutlaka iyi koşullarda yaşamasını istiyoruz fakat turizm çalışanlarının kalacağı tesisler için hazine arazilerinde yapılacak olan tesislerin akıbeti ne olacak, orası net değil, tamamıyla sizin iyi niyetinize kalmış durumda. İşte böyle özensiz, dikkatsiz hazırlanan bir kanun teklifi karşımıza geldiğinde de biz bunun samimiyetini sorguluyoruz.
KADEM METE (Muğla) - O zaman mantığında düşünün.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Samimiyetini sorguladığımız bir başka nokta da şu: Emeklilere verilen -pardon, özür dilerim- çalışmayan emeklilere müjde olarak verilen 5 bin liralık ikramiye. Şimdi emeklilere cumhuriyetimizin 100'üncü yılı sebebiyle bayram harçlığı gibi bir ikramiye vermek, hem cumhuriyeti hem de emeklilerimizi itibarsızlaştırmaktır. Bizim emeklilerimiz bayram harçlığı gibi bir ikramiyeyi değil hayatlarını bundan sonra onurlu bir şekilde geçirebilecekleri hakkaniyetli bir ücreti hak etmektedirler. Her seferinde ikramiyelerle emeklilerin durumunu iki günlüğüne, üç günlüğüne düzeltemezsiniz. Emekli vatandaşlarımızın cumhuriyetin erdemlerini, kazanımlarını takdir etmek için bir seferliğine verilmiş emekli ikramiyesine ihtiyaçları yoktur. Sizler, cumhuriyetimizin kurucu değerlerine sahip çıkarsanız emeklilerimiz ziyadesiyle mutlu olacaktır. Üstelik bu verdiğiniz 5 bin liralık zammın içeriği hiçbir torba yasada bir türlü sağlayamadığınız hakkaniyet ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Diyelim ki bir emekli vatandaşımızın 2 tane, 3 tane evi var, iyi bir kira geliri var, o çalışmak zorunda değil, ona 5 bin lira ikramiye veriyorsunuz. Diğer yandan, başka bir emekli var, liseye, üniversiteye giden çocuğunu okutmak için kayıtlı bir şekilde çalışıyor, siz ondan 5 bin lirayı esirgiyorsunuz. Yani aslında bu vereceğiniz 5 bin liralık emekli ikramiyesinde şunu yapabilirdiniz, herkese bunu verebilirdiniz. Eğer herkese verseydiniz bunun size ekstradan maliyeti ne olacaktı biliyor musunuz? Kur korumalı mevduat sisteminin onda 1'i. Yani siz neredeyse bir servet aktarım mekanizması hâline getirdiğiniz kur korumalı mevduat sisteminin onda 1'iyle bütün emeklilere bu parayı verebilirdiniz. Şimdi bunun neresi vicdanınıza sığıyor, ben bunu gerçekten merak ediyorum.
Biraz emeklilerin problemlerinden de bahsetmek istiyorum: Bakın, bugün ülkemizde 16 milyona yakın emekli vatandaşımız var ve bunların neredeyse dörtte 3'ü açlık sınırının altında yaşıyor. Ben, İzmir'de emekli maaşı 7.500 lira olan babamla beraber oturuyorum ve hem kendisinin hem de arkadaşlarının ne kadar büyük zorluklarla yaşadığını kendi gözlerimle görüyorum. Bizler bu durumu düzeltmek zorundayız ama bu durumu düzeltmeden önce buraya nasıl geldiğimize biraz bakmamız lazım. Şimdi, emeklilerin ve sosyal güvenlik sisteminin bu duruma gelmesinin tek sebebi AK PARTİ değil yani bunun bütün maliyetini AK PARTİ'ye yüklemek AK PARTİ'ye haksızlık olur. Son kırk yıl boyunca izlenen bütün yanlış politikalar sonucunda bizim sosyal güvenlik sistemimiz bir çökme noktasına geldi. Mesela, 1980'li yıllarda Sosyal Sigortalar Kurumunun bilançosu gayet iyiyken, gayet iyi tasarrufları varken enflasyonun çok altında getirisi olan hazine bonoları, devlet tahvilleri zorla Sosyal Sigortalar Kurumuna satıldı. SSK'nin ilk zarar etmeye başlaması o zamanlar oldu. 1992 yılında kadınlarda 38, erkeklerde 43 yaşında emekli olmanın yolu açıldı. Düşünebiliyor musunuz, 38 ve 43. 1992 yılında ilk defa Sosyal Sigortalar Kurumu ve BAĞ-KUR açık vererek hazineye bu açığını finanse etmek için başvurdu. Dolayısıyla, 1980'lerde, 1990'larda izlenen yanlış politikalar bizim sosyal güvenlik sistemimizi sürdürülemez hâle getirdi. AK PARTİ'nin ilk döneminde düzgün, doğru bir SGK reformu yaptınız ama daha sonrasında son on seneye baktığımız zaman bu reformun tam tersi hareketler oldu. Bakın, bugün hiç emekli primi vermeyen birisi BAĞ-KUR'dan emekli oldu. Son beş-altı sene içerisinde çıkardığınız yasalara baktığınız zaman o SGK reformunun tam tersi yönde hareket ettiniz ve bugün maalesef sosyal güvenlik sistemimiz 1980'lerden bu yana gelen bütün yanlış politikalar sonucu iflas etmek zorunda. Peki, ne yapmalıyız? Hem emeklilerimizi daha iyi koşullarda yaşatmak hem de sizin, benim çocuklarımı, torunlarımı bir sosyal güvenlik kriziyle buluşturmamak için ne yapmamız gerekiyor? İki şey: Bir, enflasyonu düşürmeniz lazım; iki, yeni, nitelikli ve kayıtlı istihdam yaratmanız lazım. Enflasyonu düşüremiyorsunuz. Dünyanın en yüksek enflasyonu sizin sayenizde, sizin izlediğiniz kötü para politikaları sayesinde Türkiye'de. Türkiye'deki gıda enflasyonu dünyanın en yüksek enflasyonu. Türkiye bir barınma kriziyle karşı karşıya kalmış durumda. Bunları çözmeden sizler emekli maaşlarında ne kadar iyileştirme yaparsanız yapın bunlar geçici olacaktır. O yüzden bugün önceliğiniz hayat pahalılığını düşürmek olacak ama burada kötü bir haberim var, o da şu: Bizzat kendi atadığınız yeni Merkez Bankası Başkanı 2024 yılının Mayısına kadar enflasyonun artarak devam edeceğini söyledi. Bakın, bir kez daha söyleyeyim: Enflasyonun artarak devam edeceğini söyledi. Yani bugün sizler, ücretleri daha da baskılayarak, emeklilere ya da dar gelirlilere enflasyonun altında ücretler vererek bir, enflasyonu toparlayamazsınız, enflasyon düşüremezsiniz, aynı zamanda toplumsal bir çalkantıya sebep olursunuz.
İkinci konu da istihdam yaratmalısınız. Bu konuda da sınıfta kaldınız. Türkiye'nin bugün en büyük millî güvenlik sorunu düzensiz göç. Bu düzensiz göçü de kayıt dışı ve yasa dışı ekonomiyi palazlandırmak için kullandınız. Bugün Türkiye bir kayıt dışı cennet hâline gelmiş durumda. Bizzat Kayseri'den Sayın Özhaseki "Eğer bugün Suriyeli olmazsa Kayseri sanayisi çöker." diyecek duruma geldi. Bugün yeni, kayıtlı, nitelikli istihdam yaratamıyorsunuz. Baktığınız zaman, aynen Pir Sultan Abdal'ın yüzyıllar önce söylediği gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın lütfen.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Hani Pir Sultan Abdal ne demiş? "Demiri demirle dövdüler, biri sıcak biri soğuktu./İnsanı insanla kırdılar, biri aç biri toktu." Sizler dışarıdan gelen bu sığınmacılarla beraber kayıt dışı emeği artırarak, kayıt dışına direkt olarak izin vererek Türkiye'deki emeği, Türkiye'deki ücreti baskıladınız, bunu baskılamak için kullandınız. Türkiye'deki alın terini iyice itibarsızlaştırdınız. Bu ülkenin gencini ilk önce tembelliğe, daha sonra işsizliğe, ondan sonrasında da sizden sadaka gibi sosyal yardım almaya ittiniz. Bu ülkede ilk önce insanları yoksul bıraktınız, sonrasında da onlara kendini değersiz hissettirdiniz. Kendinize "ağa" dedirtmek için herkesi maraba saydınız, köle saydınız. Bugün Türk milleti ama özellikle de Türk gençleri öz yurdunda garip, öz vatanında paryadır ancak ne onda ki paryalık ilelebet sürer ne de sizdeki ağalık.
Saygılarımla. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)