GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Konutların Turizm Amaçlı Kiralanmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:9
Tarih:18.10.2023

YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz yasa, torba yasa; yine, maalesef, bir torba yasa. Aslında baktığınızda, genel içeriğinden öte, bir kamu finansman sorununa işaret ediyor fakat yasaya geçmeden önce illa ki Filistin'i konuşmak konuşmak zorundayız. Dün akşam karşı karşıya kaldığımız tablo bir katliamdır, bir soykırımdır; bunu şiddetle kınıyorum. Dün gece burada Meclis olarak hep beraber zaten bir kınama mesajı da çıkardık. Evet, bu konuda bugün sosyal medyada, medyada çeşitli kınamaları da izliyoruz ama kınama yetmiyor. Gördüğünüz gibi bugün de ölümler devam etti, yarın da devam edecek; bu şiddet, bu saldırı hız kesmeyecek. Evet, kınama demişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da kınadı, hatta savaşın bile bir ahlakının olduğundan bahsetti. Dışişleri Bakanı Fidan da kınadı "Hırsızlık." dedi, belki de diplomasi teamüllerinde olmayan sözcükleri bile kullandı; normal çünkü kendisi bu gelenekten gelmiyor, her meseleye istihbaratçı gözüyle baktığı için burada da o tavrı görmemiz normal fakat inandırıcılığı var mı bu kınamaların, bir karşılığı var mı? Kesinlikle yok. Neden yok? Çünkü siz Dışişleri Bakanı olarak sivil bölgeleri bombalayacağınızı söyleyip Rojava'yı bombalar ve sonra da bunu başta TRT olmak üzere bütün kanallardan dünyaya duyurursanız hiçbir inandırıcılığınız olmaz; savaşa, şiddete karşı yapmış olduğunuz açıklamaların hiçbir karşılığı olmaz. Nitekim de olmamıştır, kimsenin ciddiye aldığı bir iktidar Türkiye'de söz konusu değildir. Oysa bölgeye baktığınızda, Basra'dan Şengal'e, Şengal'den Afrin'e, yine Basra'dan Gazze'ye doğru giden hatlara baktığınızda bunlar çok önemli enerji ve ticaret hatlarıdır ve bu hatlar maalesef ve maalesef burada yaratılan bu zenginliği Batı'ya taşırken bölgeye zulümden, kandan, acıdan başka bir şey bırakmamaktadır. Bölgenin toprak altındaki zenginliği kadar neredeyse bölgede kan akmıştır. Bu denli büyük bir vahşeti yaşıyor Orta Doğu Rojava'dan Gazze'ye kadar.

Bütün bu bölgede yaşadığımız bu meselelerin çözümü mümkün ama o çözüm yerine, yüz yıl önceden gelen, bu bölgeye biçilmiş o giysiyi hâlâ bu bölgenin halklarına giydirmeye çalışan bir zihniyet var. Paris'in, Londra'nın terzilerinin giysisini hâlâ bu bölgeye giydirmeye çalışanlar var. Şimdi, Washington destekli, Moskova destekli, yok Pekin destekli aynı zihniyet devam ediyor. Eğer siz orada terzileri ararsanız işte bu bölge bu vahşeti yaşamaya devam eder; terzi buradadır, demokratik çözüm buradadır.

Bölgenin insanca bir arada yaşayabileceği koşulların sağlanacağı çözüm, ulus devlet aklına sıkışmış, halkların bir arada yaşama iradesini yok saymış bir anlayışla mümkün kılınamaz. Bunun mümkün olabilmesinin yegâne yolu demokratik ulus anlayışıdır, halkların bir arada yaşayabilme iradesinin var edilmesinden geçiyor, o yüzden de çözüm buradadır. Bu çözüm iradesini var edebilecek bir güce sahibiz ama bunu yapabilmemiz için her şeyden önce en temel meselemiz olan Kürt meselesini bir çözüme kavuşturmalıyız. Kürt meselesini çözüme kavuşturabildiğimiz zaman ancak bölgeye bir huzurun, barışın gelmesi mümkün olabilecektir. Bütün meselelerin birbiriyle olan ilişkisi ortadadır, apaçık ortadadır. Oysa biz Kürt meselesi çözülmesin diye tecritte ısrar ediyoruz, çözümün konuşulmasını engellemeye devam ediyoruz, her türlü hukuksuzluğu yaratmaya devam ediyoruz. Oysa bu ülkenin hafızasında bir çözüm süreci dönemi var ve bunun ne kadar kıymetli bir dönem olduğunu bugün en fazla Orta Doğu halkları hissediyor, Filistin halkı hissediyor.

Evet, Filistin'deki meseleleri kınarken aslında çözümü üretecek adresin de burası olduğunu mutlaka bilmeli ve bu iradeyi hayata geçirmeliyiz. Bunu yapmak yerine biz hâlâ silahla övünüyoruz, hâlâ ordunun büyüklüğüyle övünüyoruz. Evet, çok büyük bir ordumuz var, çok fazla silaha harcama yapıyoruz ama çözüm üretemiyoruz çünkü çözüm siyasettedir. Siyaseti yok sayan bir militarist anlayış bırakın çözüm üretmeyi, bizi de işte bu girdabın içine sürüklemeye devam etmektedir. İşte, o yüzden biz burada bu yasaları konuşuyoruz. Meclisten tezkereyi geçirdiğiniz zaman bilin ki o tezkerenin karşılığı topluma verilmiş olan yoksulluktur, mağduriyettir, acıdır, ızdıraptır. Ve siz savaşta ısrar ettikçe, o militarist anlayışta ısrar ettikçe, bütçeleri bu şekilde yapmaya devam ettikçe bunun gibi daha çok torba yasa buraya gelir. Ve bu yasayı didiklediğinizde, içine baktığınızda ciddi bir kamu finansman sorununun kendini burada da gösterdiğini görmüş olursunuz. Neden bir kamu finansman sorununuz var? Çünkü ha bire tezkere geçiriyorsunuz. Neden bir bütçe açığı sorununuz var? Çünkü ha bire roketle övünüyorsunuz, SİHA'yla övünüyorsunuz. Neden sürekli cari açığınız var? Çünkü sadece ve sadece açık vererek, bir savaşı sürdürerek bir iktidarın bekasını sağlamaya çalışıyorsunuz; yasaya baktığınızda -tabii, torba yasa olması başlı başına bir sorun ama- yasanın bütün alt kalemlerine baktığınızda bunu görüyorsunuz.

Mesela yasanın gerekçesi şöyle başlıyor... Turizm gelirlerini, turizm meselesini öyle devasa, öyle büyük bir yere taşımış ki sanırsınız Türkiye'nin bütün sorunlarını turistler çözecek, ne kadar çok turist gelirse bu ülkenin bütün sorunları çözülecek. Evet, çok turist geliyor, giderek turizm gelirleri de artıyor. Turizm gelirlerinde Türkiye 7'nci sıraya yükselmiş durumda, bununla övünülüyor, turistin bıraktığı parayla övünülüyor fakat turist geldikçe ülke yoksullaşıyor, cari açık artmaya devam ediyor. Bu aradaki korelasyonun ne kadar anlamsız bir korelasyon olduğu apaçık ortadadır yani turist geldikçe yoksullaşıyoruz, geçmişte ihracat arttıkça yoksullaştığımız gibi. Neredeyse hayalî ihracata benzeyen bir hayalî turizm meselemiz var çünkü yapmış olduğunuz her turizm harcaması aslında yaratmış olduğu hasıladan çok daha yüksek maliyetlere, toplumsal maliyetlere neden oluyor. Turizm gelirini artırmak adına kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmek gibi bir çerçevede bir yasa, torba yasa içinde karşımıza geldi.

Şimdi, nasıl bir kayıt dışı bu, ne kadar bir kayıt dışı bu? Mesela, baktığımızda, bundan önceki torba yasa ve sonrasında gelen ek bütçede, hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanına verilen harcama yetkisi 2 trilyonun üzerindeydi, devasa bir borçlanma, harcama yetkisi verdik, 1 trilyon 100 milyarın üzerinde ek bütçe yaptık; rakamları özellikle söylüyorum. Şimdi, bu yasada, torba yasada dile getirilen kayıt dışıyla mücadele ve beklenen hasılaya baktığınızda 10 milyar lira yani bütün derdi 10 milyar liralık vergi geliri elde etmek, topu topu 50 milyar liralık bir kayıt dışını kayıt altına almak. Biz demiyoruz kayıt dışı olsun, kayıt dışı tabii ki olmasın, kayıt dışıyla mücadele edelim ama kayıt dışının böyle bir ekonomide lafı bile olmaz. Bu ekonomi kara ekonomi, bu ekonomi suç ekonomisi olmuş artık. "Kayıt dışı" dediğiniz alan günlük kiralık evlerle ölçülebilecek bir şey değil, "kayıt dışı" dediğiniz alan artık kara ekonomi içinden dönüp baktığınızda uyuşturucu ekonomisidir. Bu ülkede uyuşturucunun ölçülebilen rakamlarla karşılığı yıllık 40 milyar dolardır ve devasa bir suç ekonomisinin içinde biz boğuluyoruz.

Turizm sektörünün, özellikle büyük firmaların baskısıyla, oradaki kâr hesaplarıyla biz burada günlük kiralamaları turizm işletmesine çevirmeye çalışıyoruz. Her zaman olduğu gibi, torba yasa mantığında olduğu gibi burada da bir toptancı yaklaşımın olduğu gözlerden kaçmıyor. Herkesi aynı kefeye koyuyoruz. Hani, dün de denildi ya "Siz bizi İsrail'le aynı kefeye koyamazsınız." Diye. Biz sizi İsrail'le aynı kefeye koymuyoruz, siz gönüllü olarak buraya giriyorsunuz, biz sizi o kefeden çıkartmak istiyoruz. Savaşla, şiddetle, Kürt meselesindeki bu düşman anlayıştan kurtulmanızı sağlamaya çalışıyoruz. Aynı şeyi ekonomide de yapıyoruz. Herkesi aynı kefeye koymayın, daha adaletli bir ekonomi için aslında yapmanız gerekeni göstermeye çalışıyoruz ama siz muhalefeti dinlemiyorsunuz. Komisyonda da dile getirdik, her zaman da dile getirmeye devam edeceğiz.

Bir kere bu günlük ev kiralamalarının içinde, bunca yoksulluğun olduğu yerde artık insanlar bir yoksulluk ekonomisinin baskısıyla ev tutmuyor, oda tutuyor; odalarda yaşamak zorunda kalıyor ve bunu zaman zaman belli dönemler için yapıyor ve bunun boyutu da oldukça fazla.

Öğrenciler var ve öğrencilerin çok ciddi barınma sorunları var. Hem Türkiye'deki öğrencilerin hem de Erasmus öğrencilerinin ya da yurt dışından gelen öğrencilerin ciddi bir barınma sorunu var.

Resul Alan'ı tanıyor musunuz? Bence tanımıyorsunuz. Resul Alan yoksul bir öğrenci, intihar etti; evet, büyük acı. Evet, haber olduğu için birçoğumuzun haberi oldu ama böyle intihar eden o kadar çok vaka var ki. TÜİK'e girdiğinizde görürsünüz intihar vakalarındaki artışı ve yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki bu intihar vakalarının altında yatan en önemli şeylerden biri yoksulluk, yoksulluk baskısı. Barınma sorunu var. Ama ben size Mehmet Cengiz deseydim, hepiniz tanırdınız. İşte, bir tarafta yoksulluk ekonomisi, bir tarafta arsızlık ekonomisi. Mehmet Cengizlerin inşaat sektörü üzerinden yaratmış oldukları rant işte Türkiye'de ciddi bir barınma sorununa neden oluyor.

Siz bu 10 milyar liranın peşinde koşarken, buradan vergi alalım diye boğuşurken acaba müteahhitlerin ne kadar vergi borcunu siliyorsunuz? Ben size şimdiden müjdeyi vereyim, önümüzdeki dönem bütçede müteahhitlerin, vergisini ödememiş olanların, vergi kaçıranların 2,2 trilyon borcunu sileceksiniz. Burada 10 milyar lira almak için öğrencileri barınma sorunuyla karşı karşıya bırakırken, yoksulları barınma sorunuyla karşı karşıya bırakırken; zenginlerin 2,2 trilyon vergisinden vazgeçeceksiniz. İşte gerçek sorun burada. Bu yoksulluk ekonomisi bizi her yönüyle boğmaya devam ediyor.

Turizm meselesinde, turizm meselesinin bu yollarla çözümü mümkün değil ya da barınma meselesinin bu yöntemlerle çözümü mümkün değil, olsaydı zaten yirmi yılı aşkın süredir iktidardasınız, hangi sorunu çözdünüz? Hiçbir sorunu çözemediniz. Büyük şirketler, işte, devasa grupların arzularına, isteklerine bağlı olarak doğayı da katlettiniz, bu anlamıyla emeği de aşırı sömürdünüz.

Bakın, yine yasa teklifinde turizm meselesine dair turizm emekçilerinin barınma sorununu çözüyorsunuz. Nereden? Hazine arazileri üzerinden. Muhteşem bir anlayış bu(!) Hazine arazilerini turizmcilere, büyük turizm patronlarına -bunları Turizm Bakanınız çok iyi tanır, kendisi de o camiadan, kaçak inşaat konusunda da bildiğim kadarıyla ciddi sorunları var- siz böyle tahsis edeceksiniz ve oralara lojman yapılacak. Ne kadar süreliğine? Bir iki yıl süreliğine. Sonra, turizmdeki genişlemeye bağlı olarak kapasite sorununu aşmak adına o lojmanlardan çalışanları çıkarıp oraları ek turizm tesisleri hâline dönüştüreceksiniz. Bu daha önce de oldu; bu, bir yöntem.

Gelelim emeklilere, 5 bin lira... Ek bütçe geldiğinde, bundan önceki torba yasada çok net öneriler geldi. Bu meseleyi çözmek gerekiyor. Bizzat bu kürsüden ben de dile getirdim, dedim ki: Kök ücrete 2 bin lira seyyanen zam verelim, üzerine yüzde 25 zam yapalım, en azından 8 bin lira seyyanen zam veremediğiniz için bunu yapalım. Sadece bunu yapsaydık, emekliler altı aylığına ortalamada ilave 15 bin lira bir gelire sahip olacaktı. Siz emeklilerden 15 bin lirayı aldınız, şimdi 5 bin lira veriyorsunuz ve bununla da emeklileri mutlu edeceğinizi sanıyorsunuz. Emeklilerin durumu vahimdir, o kadar vahimdir ki Türkiye'deki gelir dağılımına baktığınızda durumun ne kadar vahim olduğu tablosu orada da ortaya çıkar.

Bu, tabii bir sosyal güvenlik sistemi sorunu mudur? Tabii, bir tarafıyla öyledir. Yanılmıyorsam 2005 yılında sosyal güvenlik kanununu getirirken o dönemde şunu söylediniz: "Sosyal güvenlik sistemi bir kara deliktir ve bunu kapatacağız." Bırakın kara deliği kapatmayı, devasa bir hâle getirdiniz. Bugün Türkiye'de çalışan, kayıtlı çalışan sayısı 22 milyon. O gün "Bu kara deliği kapatacağız." diye geldiğinizde bağımlılık oranı 1'e 6'ydı, şimdi bağımlılık oranı düşmüş. Yani aslında sosyal güvenlik sisteminin bu kara deliklerini kapatacak bir gelişme olmuş. Fakat çalışanlar da daha yoksul, emekliler de daha yoksul. Bunun emekli sayısıyla bir ilgisi yok. Bunun sizin iktisadi anlayışınızla bir ilgisi var çünkü sizin iktisadi anlayışınız emek sömürüsüne, emekli sömürüsüne dayanan bir anlayış. Bu böyle devam ettiği sürece bu yoksulluk herkesin boynuna asılmaya devam edecek.

Hazine ve Maliye Bakanı yine talihsiz bir açıklama yaptı, sürekli talihsiz bir açıklama yapıyor. Neden, iktisat bilmediğinden mi? Hayır, çok iyi iktisat biliyor ama tercihi tabii ki sermayeden yana. Dedi ki: "Enflasyonun nedeni ücret artışlarıdır, maaşlardaki artışlardır." Külliyen yalan çünkü gelir dağılımı araştırmalarına baktığınızda ücretlilerin millî gelirden aldığı pay iktidara geldiğinizde yüzde 46'ydı, şimdi yüzde 23'e düşmüş yani emekçiler neredeyse yarı yarıya fakirleşmiş. Dolayısıyla, ücretlere yapmış olduğunuz zamlar, onların yoksullukla baş etmesine yardımcı olmuyor, tam tersine onları daha da yoksullaştırıyor çünkü kaşıkla veriyorsunuz, sapıyla geri alıyorsunuz. O denli bir enflasyonist ekonomi altındayız ki -örtülü ya da açık- sürekli olarak bu zam anlayışıyla aslında enflasyon ekonomisinden beslenerek gelir ve servet transferi yapıyorsunuz; emekçiden, yoksuldan, mağdurdan alıp sermayeyi besliyorsunuz. Bütçe bunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor, getirmiş olduğunuz torba yasalar bunu aslında deşifre ediyor. Fakat siz, dediğim gibi, sermayeye hizmet etmek anlamında bu tür yasaları ısrarla getirmeye devam ediyorsunuz.

Bir de önemli bir şey fazlasıyla dikkatimizi çekiyor. Ya, bu ormanlardan ne istiyorsunuz, bu ağaçlardan ne istiyorsunuz? Sürekli olarak orman arazilerine yönelik bu saldırının altında yatan anlayış nedir? Şöyle bir mesele, orman vasfını yitirmiş arazi... Bu orman vasfını yitirmiş araziler Çanakkale'den başlıyor Alanya'da bitiyor ve hepsi de deniz manzaralı ve ne oluyorsa bu araziler vasfını yitiriyor. Vasfını yitirmiş bu arazileri neden tekrardan orman hâline getirmek değil de buraları işletmelere açmak gibi bir derdimiz, bir kaygımız oluyor? Ve bu gelen torba yasada bir kez daha görüyoruz ki sadece içinde emek sömürüsü ve yine yoksulu mağdur edecek şeylerin dışında ciddi bir doğaya yönelik de bir saldırı var, bir ekokırım da var.

Bu yasaya biz siyasi tercihimizden dolayı tabii ki "hayır" diyeceğiz. Biz emekçiden yanayız, biz yoksullardan, mağdurlardan yanayız. Bu ülkede yoksulluğun, bu yakıcı yoksulluğun sonlanmasını istiyoruz ve bunun için de Filistin'de de Gazze'de de Rojava'da da nerede olursa olsun öncelikle "Savaşa hayır." diyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Bu yolsuzluk, talan ve rant ekonomisine hayır diyoruz ve önümüzdeki süreçte de özellikle sermayeden, savaştan yana olan bir bütçe yerine halkın bütçesi için burada, bu kürsüde yine sesimizi, sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. Bu, bir yanıyla aslında sizin politikalarınızın tüm halka anlatılmasıdır, teşhir edilmesidir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)