Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 8 |
Tarih: | 17.10.2023 |
YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
İki yıl önce olduğu gibi bir kez daha Irak-Suriye tezkeresini tartışıyoruz ama bugün tartıştığımız Orta Doğu konjonktürü geçmiş yıllardan çok farklı; çünkü bugün Filistin ve İsrail topraklarında binlerce insanın öldüğü bir savaş ve işgal politikası sürüyor; çünkü gelişmeler bu savaşın ve şiddetin büyümesi ve tırmanması ihtimalini içinde barındırıyor; çünkü bu durum savaşın Orta Doğu'da yayılması ve âdeta bir tür üçüncü dünya savaşı provasına dönüşmesi ihtimalini büyütüyor; çünkü Orta Doğu'daki temel iki mesele olan Filistin ve Kürt meselesi çözülmeden Orta Doğu'da sorunların çözülemeyeceğini yıllardır olduğu gibi bugün de acı bir biçimde tecrübe ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz; çünkü ateşi ateşle söndürmenin mümkün olmadığını, her acının yeni bir acıyı çağırdığını ve Orta Doğu halklarının yaşamını hedef aldığını gördüğümüz günleri yaşıyoruz; çünkü halklar arasındaki düşmanlığı arttıran adımların Orta Doğu'da milliyetçi ve dinî bölünmelerin bitimsiz acılara kapı açtığını görüyoruz; çünkü öte yandan, bugün Orta Doğu'da yaşananların yoğun gerginlik, çatışma ve savaş ortamını değil, demokratik ve barışçı bir dönüşümü zorunlu kıldığını görüyoruz ve biliyoruz. O nedenle sonunda söyleyeceğimi başında da ifade edeyim: Halkların yüzlerce yıl bir arada ve barışçıl yaşama deneyimine sahip olduğu bu coğrafyada huzuru tesis etmenin en doğru yolunun demokratik ve barışçı çözümü esas almak olduğunu düşünüyoruz. Orta Doğu'da şiddetin, ölümün değil, halkların ve bir arada barışçı demokratik yaşamın tarafındayız. Demokratik ve barışçı yaşamı bu topraklara hâkim kılmanın her zamankinden daha güçlü bir şekilde kendisini dayattığını düşünüyoruz. O nedenle Irak-Suriye tezkeresine "hayır" oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum.
Sayın vekiller, Rojava'yı da içine alan kuzey ve doğu Suriye hakkında ne biliyorsunuz, ben bilmiyorum ama o bölgeyi bir askerî garnizon olarak değerlendirdiğinizi sanıyorum. O nedenle birkaç örnekle o bölgeyi anlatmak istiyorum. O bölgede toplumsal bir yaşam var. Bakın, 2020'de yapılan nüfus sayımına göre, bölgede mültecilerle birlikte yaklaşık 5 milyon insan yaşamaktadır. Halkın çoğunluğu Kürtlerden oluşmaktadır, daha sonra ana yoğunluk Araplardır; Süryaniler, Türkmenler, Çerkezler, Ezidiler ve Ermeniler bölgedeki diğer halklardır yani çoğulcu bir toplum yapısı mevcuttur. Hayvancılık, tarım ve petrol bölgenin ana gelir kaynaklarını oluşturmaktadır. Fırat Nehri'yle iç içe olması sebebiyle bölge verimli topraklara, canlı ve kirletilmemiş bir doğaya sahiptir. Suriye'nin petrol yataklarının yüzde 90'ı bu bölgede bulunmaktadır. İmardan sağlığa, gıda üretiminden tekniğe, su, toprak, petrol ve diğer kaynakların kullanımından doğanın korunmasına, eğitimden doğal yaşam kültürünün geliştirilmesine kadar çeşitli çalışmalar vardır. Örneğin, gıda sanayisinde açılan fabrikaların sayısı giderek artmaktadır; Kobani ve Kamışlı'da konserve fabrikaları, Derik'te günlük 20 ton kapasiteli mercimek fabrikasıyla birlikte mısır ve cips üretimi için açılan fabrikalar da vardır. Yine, Kobani'de zeytin fabrikası, Dirbesiye yakınında açılan yağ fabrikasında ise günlük 50 ton yağ üretilmektedir. Rojava genelindeki 20'nin üzerinde un fabrikasında günlük 550 tonu bulan un ihtiyacı karşılanmaktadır. Ayrıca, bazı kentlerde kooperatif tarzında fırın ve pastaneler açılmıştır. Alışverişte Suriye lirası kullanılmaktadır, dış alım satımın tümü dolar üzerinden gerçekleşmektedir. Tekstil alanında da önemli adımlar atılmıştır; tekstil sanayisinin merkezi olarak Efrin öne çıkmaktadır. Efrin'de üretilen ürünler tüm Suriye kentlerine gönderilmektedir. Pamuk ihtiyacı daha çok Serekaniye ve Dirbesiye'den karşılanmaktadır. Kamışlı'da Rojava Üniversitesi faaliyet göstermektedir; üniversitede tıp, mühendislik, kimya, tarımcılık gibi 11 adet fakülte bulunmaktadır, eğitim dili Kürtçe ve Arapçadır. Kuzey ve doğu Suriye'deki Kürt ve Arapların çoğu İslam'ın Sünni mezhebine bağlıdır. Kısacası, kamusal bir altyapı işlemektedir, okullar yeniden düzenlenmiştir ve şimdi Kürtçe hizmet vermektedirler. Suriye rejiminde Suriye Kürtleri herhangi bir hakka sahip değillerdi, kimlikleri bile yoktu ama bugün durum değişmiştir.
Uzatmayayım... Niye bunları anlatıyorum? Orada bir yaşam var, insanlar var, çocuk, kadın, yaşlı, genç, erkekler var; insanlar yaşıyor. Peki, 2 milyon insanın yaşadığı Gazze'de durum ne? Toplumsal yaşam açısından çok benzeri değil mi? Bugün Gazze'de ve Filistin'in işgal altındaki bölgelerinde yaşananlara haklı olarak itiraz ediyoruz, protesto ediyoruz, kınıyoruz. Kuzey ve doğu Suriye'nin durumu farklı değildir, orası bir askerî garnizon değildir. İnsanların, 5 milyon insanın yaşadığı topraklardan söz ediyoruz.
Sormak istiyorum: Siz güvenlikçi politikalara dayanan ve "büyük icadımız" diye anlattığınız dış güvenlik konseptini nereden ithal ettiniz? İsrail'den mi? İsrail'in Filistinlilere uyguladıklarını kopya ederek sorun çözeceğinizi zannediyorsunuz ama bugün durum ortada, sorunlar böyle çözülmüyor. İsrail ve Filistin topraklarında yaşanan çatışma ve savaş bunun böyle olduğunu gösteriyor.
Genel Başkanınız Tayyip Erdoğan'ın söylediklerine bakalım. 11 Ekim grup toplantısında diyor ki: "Sivillere yönelik hiçbir saldırıyı doğru bulmuyoruz. Savaşın da bir ahlakı olduğuna inanıyoruz." Çok doğru söylüyor, tamamen katılıyoruz buna, altına ben imzamı atarım. Genel Başkanınız başka bir konuşmasında "Adil bir barışın kaybedeni olmaz. Bölgedeki gerilimin son bulması gerekir." diyor. Evet, adil bir barışın kaybedeni olmaz; çok doğru bir söz, aynen destekliyoruz. Şimdi, bu sözlerin bu iktidarın da ilkesel bir yaklaşımı olması gerektiğini düşünüyoruz. Geçen hafta, geçmiş dönemdeki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay bu kürsüden "İhtiyaç duyulan daha fazla silah değil, hukuktur." dedi. Evet, ihtiyaç duyulan daha fazla silah değil; hukuktur, demokrasi ve insan haklarıdır ama sadece Filistin-İsrail ilişkileri için değil, bütün Orta Doğu için geçerlidir bu; kuzey ve doğu Suriye için de geçerlidir, Irak için de geçerlidir. Ben şimdi size bunları söylüyorum diye, biliyorum kızıyorsunuz, içinizden öfkeleniyorsunuz ama barışçı ve demokratik politikaları, önerileri konuşmak bizim görevimiz; kızmayacaksınız, dinleyeceksiniz. Bakın, geçen hafta bir vekiliniz yine bu kürsüde çok güzel bir şey söyledi, hatırlıyor musunuz? Sizin vekiliniz "İsrail Parlamentosunda barış için konuşanlar ve mücadele edenler veya medyada barış yazıları yazanlar önemli bir iş yapıyorlar." dedi, değil mi? Çok doğru söyledi, işte bizim de yaptığımız budur, bunda kızacak bir şey yok. Barış için mücadeleyi sürdüreceğiz, demokrasi ve adalet için mücadeleyi sürdüreceğiz.
Bakın, nasıl Yunanistan'daki ve Bulgaristan'daki Türk azınlık hak kaybına uğruyorsa ya da herhangi bir saldırıyla karşı karşıya kalıyorsa, kaldığında soydaşlık bağları nedeniyle hep birlikte bu işi protesto ediyorsak ve çözüm bulmaya çalışıyorsak aynı şey Suriye'deki ve Irak'taki Kürtler için de geçerlidir. Irak'ta, kuzey ve doğu Suriye'de yaşayan Kürtler bu ülke sınırları içinde yaşayan milyonlarca Kürt'ün akrabasıdır. Bu nedenle, bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz, barışçı çözümleri anlatmaya devam edeceğiz, her türlü savaş ve işgal politikasının da karşısında durmaya devam edeceğiz. Bunu size bir kez daha hatırlatalım.
Sayın vekiller, elbette sadece tezkereyi değil, iktidarın dış politikasını da değerlendiriyoruz ve tartışıyoruz. Son on iki yıla baktığımızda ortaya çıkan tablo bir geri dönüşler tablosudur; istikrarsız ve güvenilmez bir dış politika. Bunun temel nedeni, dış politikada diplomasi, diyalog, müzakere anlayışı yerine askerî güç gösterilerinin, askerî operasyonların, bölgesel askerî güç olma hevesinin geçirilmiş olmasıdır. İktidar, Türkiye'yi demokrasi ve insan haklarına saygılı, toplumsal adalet, hukukun üstünlüğü, ekonomik istikrar, refah, eşitlik ve özgürlük konularında bölgenin bir model ülkesi hâline getirme anlayışında maalesef değildir; tam tersine, çatışma, savaş, işgal girişimleri, komşularıyla düşman olma, vekâlet savaşlarının ve mezhep çatışmalarının bir öznesi olma anlayışı egemen hâle gelmiştir. Yanlış olan budur işte, bu iktidar dış politikada yanlışlar yapma istikrarına sahiptir. Yakın tarihimize baktığımızda dış politikada böylesine sorumsuz davranan bir iktidarı gerçekten görmediğimizi söyleyebiliriz. Doğu Akdeniz fiyaskosu da böyle yaşanmıştır, Mısır'la ilişkiler de böyle altüst edilmiştir, Ege politikaları da böyle çözümsüz kalmıştır, Libya tuhaflığı da böyle ortaya çıkmıştır. "Bu adımlar yanlıştır." dediğimizde, "Türkiye toplumunun çıkarlarını korumak için diplomasiyle çözülmesi gereken sorunları askerî yöntemlerle çözemezsiniz." dediğimizde bizi yerli olmamakla suçlayanlar sonunda dönüp dolaşıp bizim dediğimiz noktalara gelmişlerdir; iyi olmuş. "Batılı müttefiklerle ve kurumlarla girilen kavga yanlıştır, diplomasiye ve diyaloğa ihtiyaç var, sert söze, kutuplaştırmaya, gerginliğe ihtiyaç yok." dedik, haklı çıktık, iktidarın yaptıklarının yanlış olduğu o alanda da ortaya çıktı. Avrupa Konseyi gibi üyesi olunan veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi taraf olunan anlaşmalarla ve kurumlarla kavgalı hâle gelmiştir bu iktidar. Öfke baldan tatlı geliyor size ama öfkenin bal olmadığını anladığınızda iş işten geçmiş oluyor, sonra bizim dediğimiz noktaya geliyorsunuz, işte Suriye ve Irak konusu da böyle bir konudur. "Beş saatte Şam'a varırız." diye düşünenler on iki yıldır yanlış üzerine yanlış yapmışlardır, güvenilmez ve inandırıcı olmayan bir iktidar olmayı bütün Batılı müttefikler ve komşularımız açısından sağlamışlardır.
Sayın vekiller, bir ülke, bir toplum çatışmanın, savaş ortamının, kutuplaşmanın ve gerilimin içindeyse işte orada her türlü karanlık, kirli ilişkinin var olması kaçınılmazdır. Evrensel ve tarihsel bir kuraldan bahsediyoruz. Bu iktidar, Suriye'deki iç savaş ortamına boylu boyunca daldı, vekâlet savaşı sürdürür hâle geldi. Peki,, ne oldu? Bu alanda petrol kaçakçılığı yok mu? Var. Yasa dışı petrol ticareti yok mu? Var. Peki, bunun uluslararası alanda ortaya çıkan belgeleri yok mu? Var. Peki, yasal olmayan silah ticareti ve kaçakçılığı yok mu? Var. Kuzey ve doğu Suriye'nin zenginliklerinin talan edilmesi yok mu? Var. Uyuşturucu ticareti yok mu? Var. Bu kirli ve karanlık ilişkilerle, mafyatik yapılarla iktidarın içinde yer alan odakların ilgisi yok mu? Maalesef, var. Ahrar el-Şam'dan El Nusra'ya, IŞİD'den Heyet Tahrir el-Şam'a, El Kaide artığı ve türevi bütün yapılarla maddi manevi lojistik ilişkiler yok mu? Var. Özgür Suriye Ordusu veya Millî Suriye Ordusu, hangi adla olursa olsun, insanlık suçu işleyen yapılara destek yok mu? Var. Peki, neden bunların hepsi var? Çünkü savaş ve çatışma ortamından nemalananlar var, bu ortamdan beslenenler var. İşte, Suriye-Irak tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği nokta burasıdır; savaş çürütür, yozlaştırır. Bugün yargı mekanizmasıyla ilgili tartışmaların bile bu çürümenin bir parçası olduğunu görmemiz gerekiyor. Mali Eylem Görev Gücünün (FATF) Türkiye'yi gri listeye alması da bundan kaynaklı değil. 1991'den beri Türkiye, FATF üyesiydi, ilk kez bu iktidar zamanında gri listeye alındı. Neden gri listeye alındı? Çünkü "IŞİD ve El Kaide gibi örgütlerin mali finansmanına soruşturma açmakta kararlı davranmadı bu iktidar." dedi FATF'nin yöneticisi, müdürü; bunun için dedi. Bu ülkede IŞİD'liler, IŞİD emirleri, IŞİD maliye bakanı; kimisi yakalanıyor, kimisi bir işe girmiş, kimisi şirketler kurmuş, ortalıkta cirit atıyorlar. Bu nasıl iş? Bu ülkenin sınırlarından 5 kilometre uzaklıkta IŞİD'in en tepesindeki isim, Bağdadi öldürülüyor -Türkiye'nin kontrol ettiği bölgede- ses çıkmıyor kimseden. IŞİD, yalnızca Suriye'de değil, yalnızca Irak'ta değil, içimizdedir içimizde; yüzlerce hücresiyle bu ülkenin sınırları içindedir. Nasıl oldu bu? IŞİD ve benzeri yapılar Türkiye toplumu için büyük bir tehdit ve sorundur -bunu duymak istemiyorsunuz ama bu gerçek çok acı- hepimizin sorunudur İşte, bu durum Irak-Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği noktadır.
Şimdi, bakın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliğinin zaman zaman raporları açıklanıyor. Haziran 2019'dan Temmuz 2020'ye kadar olan raporlarda ve son yıl açıklanmış olan raporlarda sivillerin infaz edilmesi, kadın ve çocukların kaçırılıp fidye istenmesi, kadınlara yönelik cinsel saldırılar, sivillerin mallarının yağmalanması, doğanın talan edilmesi, sivillerin zorla yerinden edilmesi, sivillerin su ve gıda gibi temel ihtiyaçlara erişiminin planlı bir şekilde engellenmesi, her türlü insan hakları ihlali, işkence, insanlığa karşı işlenen suçlar; bunların hepsini insan sayarken bile tedirgin oluyor, bitiremiyor. Bu raporlarda bu suçlarla ilişkilendirilenler kimler? Süleyman Şah Tugayı, Hamza Tümeni, Sultan Murat Tümeni, Ahrar El Şarkiye, Şam cephesi, Suriye Millî Ordusu ve diğerleri; saymakla bitmez. Bu cümlelerin ardında ise bu raporlarda maalesef bir şey daha okuyoruz, diyorlar ki: "Türkiye'nin himayesindeki gruplar..." Bu paramiliter gruplar açık şekilde insanlık suçu işliyorlar. Bu grupların lojistiğinden finanse edilmesine kadar uzanan kirli ağa son verilmesi gerekiyor, bu kirli oyundan vazgeçilmesi gerekiyor. Neden bu gruplar Türkiye'nin himayesinde? Bunun cevabı var mı sizde? Bizde var. Neden, biliyor musunuz? Kürt, hakkını almasın diye; Kürt, yaşadığı toplumlarda ve topraklarda herhangi bir statü sahibi olmasın diye; Kürdistan coğrafyasında huzur olmasın diye. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar) İşte bu nedenle bu grupları destekliyor bu iktidar.
Şimdi, sayın vekiller, sizin kavramlarınızla konuşayım. "Komşu ülkenin toprakları üzerinde ameliyat yapmak olmaz." sizin kavramınız, Genel Başkanınızın, değil mi? Ya, siz ameliyatı geçtiniz, organ nakli yapmaya başladınız, organ nakli. Bu mu iyi komşuluk ilişkileri? Suriye'de yaşayan Kürt, Arap, Türkmen, tüm halklarla iyi ekonomik, ticari, kültürel ve siyasi ilişkiler kurmak yerine çetelerle dar alanda egemenlik oyunları oynamak mı? Bu mu büyük devlet politikası? İşte, Irak-Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği nokta burasıdır.
Bugün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan demiş ki: "Birinin toprağını işgal ediyorsunuz, evine el koyuyorsunuz, dışarı atıyorsunuz; birini getirip oraya koyuyorsunuz, 'yerleşimci' diyorsunuz; bunun adı hırsızlıktır." Çok güzel söylemiş ama sadece İsrail ve Filistin için değil, bütün Orta Doğu için bu konuya böyle bakmak gerekiyor, kuzey ve doğu Suriye için de bu konuya böyle bakmak gerekiyor. Aynen bu cümlenin altına imza atıyorum ama bu sözün her yer için geçerli olduğunu bu iktidarın bilmesi gerekiyor. Savaş yorgunu bir ülkeye yani Suriye'ye daha ateş sönmemişken yeni çatışmalarla gitmek yani benzinle gitmek, en hafif tabiriyle kötülüktür. Bugün içinden geçtiğimiz çoklu kriz bu izlenen politikaların sonucudur; Irak ve Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirmiş olduğu noktadır. Bir kez daha hatırlatalım: Tezkere demek FATF'de gri listeye girmek demektir. Tezkere demek Suriye'de vekâlet savaşlarının yürütülmesi demektir; IŞİD'lilerin ve diğerlerinin bu ülkede cirit atması demektir; hukuksuzluk, adaletsizlik demektir. Tezkere demek mülteci akınının sürmesi demektir.
Sayın vekiller, çatışmanın sona erdiği, askerî değil, siyasi adımların öne geçtiği, diyalog ve müzakerenin olduğu bir ortam, demokratik bir Suriye, bu sorunun da aşılmasına yol açar. Önerimiz ne? Ne yapmak gerekiyor? Komşumuzda süren savaş ortamını sona erdirmek için hangi adımların atılması gerekiyor? Sorunların değil, çözümün tarafı olmak gerekiyor; birinci nokta bu. Bunun için bir kez daha tekrarlıyorum: Suriye, Arap'ı, Kürt'ü, Türkmen'iyle Suriye halklarınındır. Öncelikle bu halkların iradesini hiçe sayan her girişim yanlıştır. Yıkım yerine yeniden inşa politikalarına ihtiyaç vardır. Suriye halkları geleceklerine ve demokratik Suriye rejiminin yeni toplumsal sözleşmesine birlikte ve müzakereyle karar vermelidir, barış ve müzakere tek geçerli yoldur. Suriye'nin toprak bütünlüğü içinde güçlü bir yerel demokrasi üzerinde yükselen bir demokratik rejim inşası adımları en gerçekçi ve doğru olan yoldur. Bütün etnik, toplumsal, inançsal ve kültürel oluşumların kendilerini kurumları aracılığıyla ifade ettiği, toplumsal mutabakata, demokrasiye ve çoğulculuğa açık, insan haklarına saygılı bir rejim... İşte, Türkiye, elindeki bütün imkânlarla bu yöndeki adımları desteklemelidir. Komşusunun geleceğini barış içinde inşa edebilmesini kolaylaştırmalıdır. Savaşın korkunç yıkımını bilmeyenler barışın kıymetini de bilmez. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi "Adil bir barışın kaybedeni olmaz." Bugün en çok zayıflatılan, gündeme alınmayan barış ve müzakere politikası elimizdeki en güçlü imkândır. Türkiye bütün komşularıyla ilişkilerini ekonomik, diplomatik, kültürel alanda geliştirmelidir, bunun yolu diplomasi ve müzakeredir. Size yapılmasını istemediklerinizi başkalarına yapmaya kalkışmak en büyük tutarsızlıktır. Bir coğrafyanın nüfus yapısıyla oynamaya Bulgaristan ve Yunanistan örneklerinde haklı olarak karşı çıkarken Suriye ve Irak'ta "Biz bunu yapabiliriz." diye düşünmek en büyük tutarsızlıktır. Demografik değişim yaratmaya çalışmak en büyük yanlıştır ve asla kabul edilemez. Bizler işte bu nedenlerle tezkereye "hayır" oyu vereceğiz. Bizler savaşın, çatışmanın, tezkerenin ülke ve toplum yararına olmayacağını bildiğimiz için karşı çıkıyoruz. Kürtlerin varlığına, Kürt halkının siyasi ve idari haklarını kullanmasına düşmanca yaklaşmak çözüm değil, çözümsüzlüktür. Her yerde Kürtlerin kazanımlarına itiraz ediyorsunuz. Kuzey ve doğu Suriye'de de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında da Kürtfobik olmak çözüm değildir. Kürt'ün hakkı hukuku olursa Türk de huzur bulur, Fars da huzur bulur, Arap da huzur bulur, herkes huzur bulur. Barış içinde, eşitlik içinde bir arada yaşamanın yolu budur. Kürt sorununa demokratik ve barışçıl çözüm konusunda ısrarcıyız. Bu sorun çatışmalar ve gözyaşlarıyla değil, diyalogla, müzakereyle çözülmelidir. Çare ve çözüm Ankara'da, bu Meclis çatısı altındadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, bir dakika veriyorum, toparlayın lütfen.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerle, komşu ülkelerde yaşayan Kürtlerle barışmaktır doğru olan. Türkiye'nin güvenliği Suriye iç barışından ve barışçıl politikalardan ve Suriye'nin demokratik bir çoğulcu rejime sahip olmasından geçmektir. Bu Meclisin diyalog kurmak, müzakere etmek gibi tarihsel bir vazifesi vardır. Hangi partiden olursa olsun çağrımız herkesedir; Türk, Kürt ve Arap halklarının birlikte eşit olarak yaşamaları, ortaklıkları bölge için huzur ve refah adımı olacaktır. Bizler meşru olan demokratik çözüm ve barış mücadelemizin hem ülkemizde hem de komşularımızda kararlı takipçisi olmayı sürdüreceğiz. Gelin, hep birlikte barışı örelim, eşitliği ve kardeşliği sağlamlaştıralım. Parti, görüş ya da konumu fark etmeksizin insanların ölümüne, yerinden edilmesine karşı çıkan, savaş ve çatışma karşıtı olan herkesedir çağrımız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Bitiriyorum efendim, son cümlem.
BAŞKAN - Toparlayın lütfen.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Biz "İnsanlar ölmesin. Bu topraklara, bu coğrafyaya barış gelsin." diye bu yola çıktık. Hiçbir zorluk bizi bu yolumuzdan geri çeviremez. O nedenle bir kez daha tezkereye "hayır" diyoruz, "'Hayır'da hayır vardır." diyoruz.
Dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)