Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sierra Leone Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığı ile Vergiden Kaçınmaya Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 4 |
Tarih: | 05.10.2023 |
CHP GRUBU ADINA OKAN KONURALP (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime 1 Ekim günü İçişleri Bakanlığına yönelik gerçekleştirilen terör saldırısını kınadığımı vurgulayarak başlamak istiyorum. Yaralı polislerimize acil şifalar diliyorum, İçişleri Bakanlığı mensuplarına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Sayın milletvekilleri, dokuz yüz altmış altı haftadır -ve önümüzdeki cumartesi günü itibarıyla dokuz yüz altmış yedi hafta olacak- kendilerine "Cumartesi Anneleri" "Cumartesi İnsanları" adını veren anneler, babalar çocuklarını, evlatlarını arıyor, eşler eşlerini, kardeşler kardeşlerini arıyor ve ne yazık ki şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız, geçen onca yılın önümüze koyduğu acı bir gerçektir bu: Çocuklarının gün gelip karşılarına tüm canlılıklarıyla çıkabileceklerine dair umutları yok; kayıplarının ölüsünü bekliyorlar, başında dua edebilecekleri, ağlayabilecekleri, içlerini dökebilecekleri tek bir mezar taşını bulmayı bekliyorlar. Ölüler beklenir arkadaşlar ve ölüler de bekler; Cumartesi Annelerinin evlatları da kendilerinin bulunmasını bekliyor. Ahmet Kaya'nın dediği gibi "Beni bul anne." diyen yüzlerce evlat ölümün ve unutulmanın bağrından kopartılıp ailelerine kavuşmayı bekliyor. Peki, bu çocukları bulmak bizim, sizin, hepimizin ortak görevi değil mi? Sadece soruyorum, kimseyi suçlamıyorum; nerede bu çocuklar, bu çocukları kim kaybetti? Devlet olarak, siyaset kurumu olarak, hukuk kurumu olarak bu çocukların kaybından sorumlu olanlarla hesaplaşmak zorunda değil miyiz? Anneler soruyor: "Evlatlarımız nerede?" Soru bu kadar basit ancak çok ağır. Bir anneye bu soruyu sormak zorunda bırakan yüreğindeki acıdır. Biliyorsunuz, evlat acısı yaşanabilecek en büyük acılardan biri olarak tarif edilir. Sevmediklerimiz de dâhil olmak üzere, Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın. Biz evlat acısını sevmediklerimizden dahi uzak tutmayı doğru bulan, ahlaki ve vicdani bulan bir değerler manzumesinin mensuplarıyız, hepimiz öyleyiz, hepiniz öylesiniz; buna inancım tam ama yıllardır Cumartesi Annelerinin, Cumartesi İnsanlarının Galatasaray Meydanı'ndaki çığlığı susturulmak isteniyor. Neden? Cumartesi Annelerinin, İnsanlarının, her cumartesi, kimi katılımcılara ters kelepçe uygulanarak engellenmesi vicdani değildir. Bir anneye "Evladını arayamazsın." nasıl deriz? "Evladını arayamazsın, evladının kaybedilmesinin hesabını soramazsın." nasıl deriz? Bir an için evlatlarınıza sarılışınızın son sarılış olduğunu düşünün. Bu acıya dayanabilir misiniz? Cumartesi Anneleri yağmur, çamur, güneş, soğuk, sıcak demeden ve gün geçtikçe ilerleyen yaşlarına rağmen, yaşlılıklarının yarattığı fiziki ve ruhsal engellere rağmen her cumartesi Galatasaray Meydanı'na gelmek için çaba harcıyor yani bir umut, bir ihtimal. Bu umudu, bu ihtimali onların elinden almamalıyız; bu umudu, bu ihtimali onlardan esirgememeliyiz.
Evet, Galatasaray Meydanı'ndaki eyleme katılanların sayısı gün geçtikçe azalıyor; evlatlarını bulamamış bir anne, bir baba, bir kardeş olarak hayattan çekiliyorlar ama Galatasaray Meydanı'nda artan bir şey var: Cumartesi Anneleri azalıyor, güvenlik güçlerinin sayısı artıyor. Oysaki Cumartesi Annelerine yönelik müdahalenin hukuki olmadığını Anayasa Mahkemesi de söylüyor.
Biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi Cumartesi Anneleriyle ilgili bir karar aldı; bu eyleme yönelik müdahaleyi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali olarak gören bir karar. Karar metnindeki bir ifadeyi sizinle paylaşmak istiyorum: "Başvurucunun da içinde yer aldığı grubun kaybolan yakınlarının bulunması ve kamuoyunda farkındalık yaratılması amacına yönelik oturma eylemi ve basın açıklaması yapmak istemesi demokratik bir toplumda saygıyla karşılanmalıdır." diyor. Evet, arkadaşlar, saygıyla karşılamalıyız, saygıyla karşılanmalıdır. Mahkeme kararından bir başka bölüm de şöyle: "Toplantıya müdahale esnasında katılımcıların gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlere yönelik bazı yaptırımlar uygulanabilse de bu durum toplantıya kolluk görevlilerince yapılan hukuka aykırı müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmez." Mahkeme kararı özetle böyle. Ben, bu mahkeme kararına atfen şunları söylemek istiyorum: Barışçıl şekilde yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesinden vazgeçilsin. Cumartesi Annelerine yönelik müdahaleler son bulmalı, Cumartesi Anneleri evlatlarıyla buluşmalı. Cumartesi Anneleri, Diyarbakır Anneleri, Barış Anneleri, evlatlarını arayan kim varsa kimseyi ötekileştirmeden önlerindeki engelleri kaldırmalıyız. Evlatlarının kaybından her kim sorumluysa hukuk önünde hesaplaşmalıyız.
Sayın milletvekilleri, Gezi davası kararına ilişkin olarak da görüşlerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Gezi davasının 5 sanığı için Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül 2023 tarihinde verdiği kararla alt mahkemenin kararını onadı. Ortaya çıkan tablo şöyle: Osman Kavala için cebir ve şiddet kullanarak hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet. Mine Özerden, Çiğdem Mater, Can Atalay ve Tayfun Kahraman'a ise hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan on sekizer yıl hapis cezası. Osman Kavala, Türkiye'de idam cezası olmadığı için yerine ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Yani idam cezası olsaydı Osman Kavala için idam uygulanmak zorunda kalınacaktı. Oysa, Osman Kavala'yla ilgili Yargıtay kararlarındaki bütün iddialar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 10 Aralık 2019 tarihli kararında değerlendiriliyor, şu sonuca varılıyor: Başvurucuya atfedilen ve sonradan savcının suçlamalarına konu olan olgular ya hukuka uygun, birbiriyle bir ilgilisi olmayan, izole ya da sözleşmeden doğan hakların kullanılması niteliğindeki eylemlerdir. Dosyada ya da iddianamede başvurucunun şiddete başvurduğuna ya da şiddet eylemlerini kışkırttığına ya da bu tür eylemleri desteklendiğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda seslerinin duyulabilmesi ve hukuksuzluğu en iyi şekilde anlatabilmesi için davanın mağdurlarının açıklamalarından da bazı parçalar sizinle paylaşmak istiyorum. Osman Kavala "Hukuk ve insan hayatına değer vermeyen bir anlayışın bir ürünüdür bu karar." diyor. Davada mahkûm olan ve milletvekili olmasına rağmen bugün aramızda olmayan Can Atalay'ın değerlendirmesi ise şöyle: "Bu denli adaletsizlik sadece devleti değil, toplumu da çürütüyor." Tayfun Kahraman'ın eşi Sayın Meriç Kahraman: "Milyonluk Gezi'nin faturasını 5 kişiye kestiler. Yine nefes alamıyoruz, yine çığlık atmak istiyoruz ve ben Vera'ya ne diyeceğimi bilemiyorum." Yönetmen Mine Özerden: "Aidiyet ve sahiplenme duygusu zayıf olan biri olarak beni sadece bir kesimin sahiplenmesini istemem, her kesimden, her yaştan, düşünen ve bir arada durma derdi olan insanların temel değerler ölçüsünde beni sahiplenmesini dilerim." Meslektaşım Gazeteci Çiğdem Mater: "Bizler, hiçbir suça karışmamış olmanın verdiği iç huzurla iyiyiz; onlarsa koca bir ülkeyi bir suça ortak ettiler. Okuma listemin tepesinde Dante'nin İlahi Komedyası var, malum ilk cilt cehennem. Düşündüm de şimdi yazarken hiçbir şey tesadüf değil aslında. Enseyi karartmayın, araftan sonra cennet var." Bu noktada Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Erkan Baş'ın milletvekili arkadaşımız Can Atalay için sürdürdüğü "özgürlük yürüyüşü"nü de selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bu bağlamda basın özgürlüğü de Türkiye'nin temel problemlerinden biridir. Türkiye'de basın özgürlüğü her geçen gün kısıtlanıyor. Sözleri çarpıtılarak tutuklanan neyse ki dün kabul edilemez bir hükümle de olsa tahliye edilen Merdan Yanardağ, sözleri bağlamından kopartılarak linç edilen Ayşenur Arslan, gazetecilik yaptığı için mahkûm edilen Barış Pehlivan ve meslekleri nedeniyle tutuklanan gazetecilerin yanındayız. Grevde 50'nci günlerini tamamlayan Sputnik grevindeki gazeteci arkadaşlarımızın yanındayız.
Son olarak sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Cumartesi Annelerine yapılan hukuksuz müdahaleler, gazetecilere yönelik baskılar, gözaltılar, tutuklamalar ve Gezi davası kararı Türkiye'nin, demokrasinin ve hukukun evrensel kriterleri arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. Bu ilişki, sağlıklı, kabul edilebilir ve sürdürülebilir değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayalım.
OKAN KONURALP (Devamla) - Bu ve benzer sorun alanlarına dönük atılacak olumlu her bir adım ülkemizin demokratik geleceğini etkileyecektir. Biz adaletin herkes için geçerli olduğuna inanarak mücadelemizi sürdüreceğiz. Adalet herkes içindir ve biz bu ilkeye sıkı sıkıya bağlıyız. Çiğdem Mater'in söylediği gibi, enseyi karartmıyoruz, araftan sonra cennet var.
Teşekkür ediyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)