GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dünya Ticaret Örgütünü Kuran Marakeş Anlaşmasını Tadil Eden Protokol ve Protokolün Eki Balıkçılık Sübvansiyonları Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:3
Tarih:04.10.2023

YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve ekranlarında bizi izleyen değerli halklar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İki aydır "İnsanca yaşamak istiyoruz." diyerek maaş ve özlük hakları konusunda Dersim'de FEDAŞ işçilerinin direnişini buradan saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Yine, şehrimizde -uzun bir süredir- Munzur Üniversitesinde okuyan ve kaybedilen Gülistan Doku hakkında hâlâ yeterince araştırma yapmayan ve kamuoyunu aydınlatmayan Adalet Bakanlığına buradan tekrar seslenerek "Gülistan Doku nerede?" diye sormak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, ekoloji sorunları hakkında bugün, burada biraz konuşmak istiyorum. Ekoloji sorunları oldukça geniş ve kapsamlı olmakla birlikte Türkiye'nin her yerinde ekolojik yıkım projeleri şirket-devlet iş birliğinde uygulandığından AKP ve MHP ittifakının devlet politikalarının rant ve talan üzerine kurulu olduğunu söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum. Bu rant ve talan anlayışı doğaya ve içinde yaşayan her canlıya meta olarak bakmakta ve sömürme üzerine kurulu neoliberal politikalarla sürdürülmektedir. Bu anlayış yirmi bir yılı aşkındır AKP iktidarında bugün karşımıza ciddi felaketler olarak çıktı; insan-doğa ilişkisindeki dengeyi ve uyumu hiçe sayan iktidarın karşımıza bir felaket iktidarı olarak çıkması yarattıkları doğa tahribatlarından bağımsız olarak düşünülmemektedir. Orman yangınlarındaki artış, küresel iklim krizine yönelik alınmayan önlemler, inşaat ekonomisinin iktidarının sürdürülmesini koçbaşı yapan iktidar, taş ocakları, altın ve kömür madenleri, JES, RES, HES'lerle tarlaları, bağları, zeytinlikleri, meraları yok ederek ekolojik yapı ve yaban hayatını tamamen yok etmek isteyen politikalarla sürdürülmeye devam etmektedir.

Kaynakların kim için ve nasıl kullanıldığını, yararın toplumsal bölüşüm ve politikalarını kimin nasıl oluşturduğunu, kullanım ve dağılımının kimin nasıl yararlandığına kadar adaletsizliğini gösteren önemli olgular var. Elde edilen bilgiler, elde edilen üretimler, ekolojik iktisadi yararlanma sermaye ve devlet tarafından el koyularak bölge dışına ve uluslararası şirketlere transfer edilirken, yaratılan ekolojik yıkıma halklar maruz kalmaktadır. Ekoloji insanın sosyal, siyasal, kültürel kendisini var etme ve yaşam alanlarında var olarak birleşip yürüttüğü bir yaşam alanıdır. Ekoloji tek başına bir ağaç, tek başına bir su değildir; ekoloji bizlerin yaşam alanlarıdır ve buna ilişkin yürütülen politikalar da ayrımcı ve ötekileştirici politikalar olarak ilerlemektedir. Buna örnek vermek gerekirse... Ekolojinin aslında farklılıklar üzerinden alet edilerek nasıl kullanıldığı hakkında birkaç örnek vermek istiyorum. Şırnak Orman İşletme Müdürlüğü 2021'de yaptığı açıklamada, personelin denetiminde yapılan ağaç kesimini "rehabilitasyon" olarak değerlendirildiğini ifade etmişti. Kürt halkının, Kürt'ün ormanı rehabilitasyon amacıyla yok edilirken, Kürt halkının ve farklı hukuksal kimliklerin ve inançların kendisi de bu asimilasyon kıskacına alınarak hafızasına dair ne varsa yok edilmek istenmektedir. Bu bağlamıyla Kürtün hem kendisini hem coğrafyasını çıban gibi gören, sömürme üzerine kurulan bu anlayış, onu rehabilite etmeyi, asimile etmeyi kendisine hak olarak görmektedir. Bu nedenle, iktidarın bugün yürüttüğü çevre politikalarını iki bağlamda okumamız gerekir. Birinci bağlam, tamamen ekonomik ranta yönelik çevrenin rant alanına dönüştürülmesidir. Bu anlamda, yirmi bir yıldır iktidarda bulunan siyasal akıl yer altı, yer üstü zenginliklerini, ormanlarını, kıyılarını talan etmeye, uluslararası şirketlere ve patronlara peşkeş çekmeye devam etmektedir. İkinci bağlam ise cumhuriyetten sonra da inkâr politikasıyla gelişen coğrafyamıza yönelik asimilasyoncu yaklaşımla hafızanın yok edilmesine yönelik ekokırım politikasıdır. Bu anlamda, sadece Kürtlerin, Alevilerin dilini, inancını yok etmiyor, bunun yanında binlerce yıllık hafızasının taşıyıcısı olan dağlarını, ormanlarını, derelerini, mezralarını, inanç yerlerini, ziyaretlerini sular altında bırakıyor ve güvenlik barajlarıyla, orman yangınlarıyla, bütün endemik canlı türlerini yok eden bir anlayışla çevre politikasını uygulamaya devam etmekte. Farklılıkların tanınmaması, sosyal ekolojik müdahalelerle farklı olanı tek tipleştirme çabalarının yarattığı ekolojik adaletsizlik söz konusudur. Dersim'de baraj ve HES karşıtı mücadeleyle söz konusu projeleri, Dersim'i suya boğma, su altında bırakarak yok etme, Kürtleri asimile etme; göçe zorlayarak tarihinden, geçmişinden, geleceğinden, inancından, kültüründen koparma girişimleri olarak değerlendirmekteyiz.

Kısacası, Dersim -coğrafyası da dâhil- HES'ler, barajlar, maden arama faaliyetleriyle iki önemli mekanizmanın saldırısı altındadır. Bunlardan birincisi, Kürt'ün, Alevi'nin kültürüne, inancına, diline ve doğasına düşman olan siyasal akıl; ikincisi ise neoliberal aklın dayattığı sermaye odaklarıyla hareket eden siyasal akıldır. Dolayısıyla, hep söylenegelen bir şey var ki AKP hükûmetlerinin kent, çevre ve yerel politikalarını giderek ağırlaşan bir merkeziyetçi eğilimle belirlediği, giderek otoriterleşmenin ve keyfî yönetmenin bir sonucu olarak kamu yararı gözeten bir yerden değil bireysel çıkarlar gözeterek, rant anlayışıyla kent ve çevre politikasını yürüttüğü konusu hemfikir olduğumuz politikalardır. Ekolojik yıkımla birlikte coğrafyanın insansızlaştırıldığı, böylece yerinden yurdundan edilen Kürtlerin, Alevilerin doğayla kurduğu belirli ilişkilerden, tarihinden ve kültüründen, toplumsal değerlerinden, inançlarından koparılmasıdır. Bu bakımdan, ekolojik yıkıma karşı mücadele, ekolojik inancımızın, ziyaretlerimizin korunması ve tanınması konusundaki bir mücadeledir. Ekolojik olarak yürüttüğümüz mücadele bizim yaşam alanlarımızla, varoluşumuzla, kimliğimizle, dilimizle, inancımızla bitişik olarak yürüttüğümüz mücadeledir; AKP Hükûmetinin ve iktidarının anlamadığı noktalarından bir tanesi de budur. Dersim'in doğasına, kültürüne ve inancına sistematik olarak sürdürülen yıkım ve talan her dönem farklı bir projeyle karşımıza çıkmaya devam ediyor; bir bakıyoruz "güvenlik barajı" adı altında, bir bakıyoruz "peyzaj projesi" adı altında, bir bakıyoruz maden ocaklarıyla; bu projelerle inanç merkezlerimiz gasbedilerek, yok edilerek halka ve STK'lere bile sorulmadan bu yıkım politikalarının ve talan politikalarının sürdürülmeye devam edildiğini çok iyi biliyoruz. Anlaşılamayan şey şu ki: Dersim'de biz Kürtler ve Aleviler her şeye canlı olarak bakarız. Bizim için dağın da taşın da suyun da ağacın da canı vardır ve biz ekolojiyi buradan ele alırız, hakikatimizle bu yoldan ilerleriz. Kendi coğrafyamızın tarihi de bu hakikatle iç içe olarak ilerler. Dolayısıyla bizim dağımıza, taşımıza, toprağımıza yapılan her müdahalenin aslında inancımıza, kimliğimize, yaşamımıza, ziyaretlerimize ve varoluşumuza yapılan müdahalenin kendisi olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Sadece madencilik üzerinden değil, yine güvenlik barajlarıyla ziyaretlerimiz sular altında bırakılmak isteniliyor, zorunlu göçlerle köylerimiz boşaltılmak istenmeye devam ediliyor. Dersim coğrafyasında barajlarla, HES'lerle, madenlerle, taş ocaklarıyla, kalekollarla, av ihaleleriyle, peyzaj projeleriyle ve orman yangınlarıyla yapılmak istenen, halkın köklerinin ve inançlarının izlerini, varoluş ve hakikat arayışını silmek üzerine kuruludur.

Faşizm, ölü bedenler sever, ölü toplumlar arzular. İnsana, insanın yaşama hakkına, tarihine, doğaya, doğanın korunma hakkına, kültüre, farklı inançlara, uçan kuşa, kendilerinden olmayan her şeye düşman bu politikalara karşı verilebilecek en güçlü mücadeleyi, bu konudaki mücadelemizi tüm toplumsal kesimlerle büyüteceğimizi bir kez daha söylemek istiyorum.

Maden, enerji ve inşaat şirketleri, tüm doğal varlıkları sömürerek kasalarını doldurmaya devam ederken kentler, köyler, tarım alanları, dereler, denizler, yaylalar, ormanlar, kıyılar, dağlar büyük bir saldırı dalgası altındadır. Bu doğal yaşam alanları büyük birer ekokırım suç mahalleri hâline gelmiştir. Cizre'de, Şırnak'ta orman kesimlerinde, Ege'de zeytinliklerin imara açılmasında, Kaz Dağları'nın talanında, Hasankeyf'te, Dersim'de, İkizdere'de, İkizköy'de, İstanbul Üçüncü Havalimanı'nda, Akkuyu'da, Cerattepe'de, Bergama'da bizlerle mücadele eden tüm toplumsal kesimlerin gösterdiği mücadelede ortaklaşamadığımız sürece -muhalefete de burada çağrımız- bu talan ve inkâr politikaları çevre politikaları üzerinden devam edecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, lütfen tamamlayalım.

AYTEN KORDU (Devamla) - Bir dakika...

BAŞKAN - Buyurun.

AYTEN KORDU (Devamla) - Toprağını, suyunu, tüm yaşam alanlarını savunan halkların, binlerce köylünün, kentlinin, kadının, gençliğin mücadelesini yükseltecek kolektif bir direnişi örgütleyerek bu ekolojik yıkımlara karşı, ekokırım suçlarına karşı yargılanmaları için mücadelemizi yükseltmeye devam edeceğiz. Suyumuzu, toprağımızı, havamızı, özgürlüğümüzü savunmaya devam edeceğiz. Biz kazanacağız, yaşam kazanacak.

Teşekkür ederim. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)