GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin Kurulmasına İlişkin Nahçıvan Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair Protokol'ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:2
Tarih:03.10.2023

YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimiz 1 Ekimdeki açılışından sonra bugün yeni yasama dönemindeki ilk birleşimini idrak etmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28'inci Döneminin tüm halkımıza, tüm ülkemize esenlikler getirmesini, başta ülkemizin yıllardır üstesinden gelemediği Kürt sorunu olmak üzere tüm zorlukları aşmasını diliyorum.

Başta temsil etmekten onur duyduğum Diyarbakır olmak üzere millî iradenin çiğnenerek keyfî kayyum idaresine teslim edilmiş olan yurdumuzun her köşesinde halk iradesinin yeniden hâkim kılınmasında 28'inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerine büyük görev düşmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28'inci Döneminde bu görevi yerine getirmesi, arkamızda yazılı "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." ibaresinin gerçekten vücut bulması elzemdir ve Diyarbakır dâhil, bu ilkenin ihlalinden çekmekte olan tüm il ve ilçelerimizin büyük beklentisidir. Kayyum uygulaması bir daha geri gelmemek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28'inci Döneminde tarihe gömülmelidir. Ülkemizin şiddetin son bulduğu, her türlü terör tehdidinden arınmış bir barış ortamına, huzura, halkımızın belini büken devasa ekonomik sorunların üstesinden gelinmesine ihtiyacı vardır. Temel özgürlüklerin korunabildiği, güvence altına alındığı, ifade özgürlüğünün sağlandığı ve gazetecilerin türlü gerekçelerle cezaevlerine konulmadığı bir Türkiye hepimizin özlemi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yerine getirmesi gerekli bir ödevi olmalıdır.

Dün, bu Meclis çatısı altında bizi ziyaret eden Uluslararası Basın Enstitüsü heyetini karşıladık. Kısaca İngilizce baş harfleri "IPI" olan Uluslararası Basın Enstitüsü, 12 Eylül askerî yönetiminde Türkiye'yi sık sık ziyaret ederdi. Bunca yıl sonra Türkiye'ye gelmeye başlamaları hayra alamet değildir. Onlardan Türkiye'nin tutuklu gazeteciler bakımından dünya sıralamasında baş sıralarda olduğu bilgisini esefle dinledik.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler adlı kuruluşun hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye, 180 ülke arasında 165'inci sırada yer almaktadır. Bir yıl öncesine göre 16 sıra gerileyerek Rusya, Afganistan, Pakistan, Libya ve Sudan'ın bile gerisine düşmüştür.

"Freedom House" adlı uluslararası saygınlığı bulunan kuruluşun 2023 yılı Dünya Özgürlük Raporu'nda Türkiye 32 puanla özgür olmayan ülkeler kategorisinde görülüyor. "The World Justice Project" yani Dünya Adalet Projesi adlı kuruluşun 2022 yılına ait Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde ise Türkiye 139 ülke arasında 116'ncı sırada yer alıyor. Benzeri ölçümlerin ve endekslerin sayılarını artırmak mümkündür. Ortada ülkemiz hesabına pek iç açıcı bir tablo ne yazık ki görünmüyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28'inci Yasama Döneminin bu görüntüleri, bu izlenimleri ülkemiz gündeminden çıkarmasını ve hayırlı çalışmalar yapmasını ve hayırlı sonuçlara ulaşmasını bir kez daha canıgönülden diliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası sözleşmelerin onaylanması gündemine ilişkin Yeşil Sol Parti adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uyma yükümlülüğü konusunda haklı kaygılar ve tereddütler bulunduğunu ifade etmek isterim. Bu kaygı ve tereddütler, Cumhurbaşkanının önceki gün yeni yasama yılının açılışı münasebetiyle bu kürsüde dillendirdiği görüşler ve sarf ettiği sözler nedeniyle iyice pekişmiştir.

Cumhurbaşkanının bu kürsüden sarf ettiği bazı cümleleri hatırlatmak ve dikkatinize getirmek istiyorum: "Türkiye olarak altmış yıldır kapısında bekletildiğimiz Avrupa Birliğinden herhangi bir beklentimiz yok. Eğer, artık iyice lafta kalan tam üyelik sürecini sonlandırmak gibi bir niyetleri varsa kendileri bilir." Cumhurbaşkanının ağzından çıkan cümleler bunlar. Bu cümleler, şayet bir diplomatik pazarlık yapmak düşüncesiyle sarf edilmediyse Türkiye'nin on yıllardır stratejik hedefini değiştirmeye yönelik, Avrupa Birliğiyle köprüleri atmaya hazırlık niteliğinde, tehlikelerle dolu bir geleceği işaret olarak algılanmaya müsaittir. Nitekim Cumhurbaşkanı "Biz demokrasi, adalet ve özgürlükler noktasında Kopenhag Kriterlerini gerekirse Ankara kriterleri yapar yine yolumuza devam ederiz." demiştir. Bu "Bizi Avrupa Birliğine bağlayan kriterleri terk edip başına buyruk biçimde demokrasi ve insan hakları ihlallerinde serbest kalırız." demekten başka bir anlam taşımaz; Ankara kriterlerinin başka bir anlamı yoktur, başka bir yorumu yoktur, başka bir tercümesi yoktur.

Nitekim, Cumhurbaşkanı bu sözlerin hemen ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini hedef alan şu sözlere konuşmasında yer vermiştir: "Bazı ülkelerin etkisi altında kalarak yetkilerini aşan, Türkiye'nin egemenlik haklarını hiçe sayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi... Bizim de terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların -yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin- kararlarına ne saygı duymamız ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir." Bu cümleler tarihî niteliktedir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini "terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan" diye niteleyen dünyadaki tek devlet başkanı Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olmuştur ama bu cümlelerin, maalesef hiçbir inandırıcılığı ve geçerliliği olmadığı aklıselim ve vicdan sahibi herkesin malumudur. Cumhurbaşkanı bu sözleriyle yani "Biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayacağız." demiş oluyor ama bu bir Anayasa ihlali niteliğindedir. Yeni bir anayasa vurgusu yapanların yürürlükte olan Anayasa'ya üstelik kendi iktidar dönemlerinde eklenen bir hükmü yerine getirmemeleri ibret verici bir hâldir.

Anayasa'nın 90'ıncı maddesine 7 Mayıs 2004 tarihinde yani Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde şu ibare eklenmiştir: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz." "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmü konulmuştur. Tekrar okuyorum: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." Bu hüküm Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmasını zorunlu bir anayasa hükmü hâline getirmiştir. AİHM kararlarını uygulamaktan egemenlik mülahazasıyla kaçınmanın hiçbir geçerliliği de yoktur.

Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde uzun yıllar yargıç olarak temsil etmiş değerli hukuk insanı, bu Meclisin eski bir üyesi Rıza Türmen şu hususu vurgulamıştır: "Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne kendi iradesiyle taraf olmuş ve egemenliğini sınırlayan taahhütler üstlenmiştir. Örneğin, sözleşmenin yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1'inci maddesiyle sözleşmede yazılı hak ve özgürlükleri kendi yetki alanında herkese sağlamayı taahhüt etmiştir. Sözleşmenin 19'uncu maddesiyle bu taahhütlerini yerine getirmediği takdirde bir uluslararası mahkeme olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yargılanmayı ve sözleşmenin 46'ncı maddesiyle mahkemenin alacağı kararları ve bu kararların bağlayıcılığını kabul etmiştir. Bunların hepsi, egemenlik haklarının kendi iradesiyle sınırlandırılmasıdır." Bu kadar açık, bu kadar basit. Bir karar vermek zorundasınız: Ya Türkiye'nin altına imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlı kalacaksınız ya Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 90'ıncı maddesini uygulayacaksınız ya da hukuku ve insan haklarını ihlal edeceksiniz, Anayasa'yı ihlal edeceksiniz, kural tanımayacaksınız. Eğer Türkiye'nin imzasının şerefini koruyorsanız, eğer Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na uyacaksanız, o takdirde, Edirne'de yedi yıldır haksız, hukuksuz biçimde özgürlüğünü gasbettiğiniz, bu Meclisin uzun yıllar üyesi bulunmuş Selahattin Demirtaş'ı ve hukuku ayaklar altına alarak Silivri'de hayatının altı yılını çaldığınız Osman Kavala'yı serbest bırakacaksınız yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, dolayısıyla Anayasa'nın 90'ıncı maddesini uygulayacaksınız. Tam dokuz yüz altmış altı haftadır İstanbul'da yakınlarının cenazelerinin bulunmasından gayrı hiçbir çabası ve amacı olmayan Cumartesi Annelerinin, Anayasa'nın öngördüğü toplantı ve gösteri hakkını kullanmasına engel olarak, ayrıca bu konuda verilmiş olan Anayasa Mahkemesinin kararını tanımayarak her hafta onlara zulmetmekten vazgeçeceksiniz. Avrupa İnsan Hakları kararlarını uyguladığınız takdirde ise, Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı gösterdiğiniz takdirde ise, Türkiye'yi hukukun üstünlüğü ilkesinin hüküm sürdüğü bir ülke hâline getirmek için yükümlülük altına girdiğiniz takdirde ise ancak bunları yaptığınız takdirde, bunları yerine getirdiğiniz takdirde işte o zaman temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak yeni bir anayasa önerisiyle bu Meclisin önüne gelmeye hakkınız olur.

Cumhurbaşkanı bugün bir kez daha bir konuşmasında yeni anayasa konusuna değindi, şöyle dedi: "Yeni anayasa talebine siyaset kurumu başta olmak üzere kimsenin kulak tıkama lüksü yoktur. Yeni dönemde milletimize verilecek asıl müjdenin Türkiye'yi sivil, kuşatıcı, özgürlükçü bir anayasayla buluşturmak olduğu anlaşılıyor." Böyle dedi, bugün dedi. Öyleyse Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin gereğini yapması gerekir, attığı imzanın şerefini yerine getirmesi gerekir, uluslararası sözleşmelere uyması gerekir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni uygulaması gerekir, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyması, onları uygulaması gerekir, basın özgürlüğünü yerine getirmesi gerekir, halk iradesini kayyım uygulamalarıyla gasbetmemesi gerekir, "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." şeklindeki Türkiye Büyük Millet Meclisinin düsturuna saygı göstermesi gerekir. Bunlar yapılmadığı takdirde, aksi hâlde, kimseyi inandıramazsınız, Türkiye'yi de yüz yıllık yolundan, özgürlük ve demokrasi arayışından da ne yapsanız geri çeviremezsiniz.

Sayın milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce sizlere bir adalet haykırışını aktarmak istiyorum. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararıyla Gezi Parkı davasında on sekiz yıl cezası geçen hafta onanan Çiğdem Mater dün bazı medya kanallarında yayınlanan bir mektubunda şunları ifade etti, oradan bir bölümü size okuyacağım: "Önümde 'Türk Milleti adına' diye başlayan bir Yargıtay ilamı duruyor, hepinizin adına yani. 78 sayfa boyunca, 2017'den beri yaşadıklarımızın sorumlusu, tek satırı bile doğru olmayan iddiaları bu kez de Yargıtay hâkimlerinin doğru kabul ettiğini ve hakkımızda istenen cezaların bu kabulle onandığını okuyoruz. Her bir satırı hukuk fakültelerinde 'Bunları aman ha, sakın yapmayın.' diye ders olacak fezlekelere, iddianamelere, gerekçeli kararlara, istinaf kararlarına, tebliğnamelere bu kez de Yargıtay ilamı eklendi. En alt derece mahkemeden en üstüne, Türkiye adalet sisteminin her basamağı için çok üzgünüm. Bu olanlar, her nasıl, 2017'den beri bu tuhaf ve saçma sürece maruz kalan 8 kişiye özel değildiyse şimdi de Silivri ve Bakırköy'deki 5 kişiye özel değil. Gerçeklikten kopmanın, yalanı doğru saymanın, çürümenin sıradan örnekleriyiz. Bize özel değil; herkese olur, herkese olabilir, herkese olacak. Küçücük bir örnek: Yargıtayın hakkımdaki on sekiz yıl cezayı onayan 5 hâkimi şöyle diyor: '27 Haziran 2013'te yapılan Garaj İstanbul toplantısına katıldığı ve bu hususun fiziki takip tutanaklarıyla doğrulandığı...' Kanıtla geliyor yani 'Fiziki takip var, fotoğraf var.' diyor. Ben misal, dava dosyasını bir dış göz olarak okusam 'Fotoğraf varmış.' derim, 'Gitmiş.' derim. Zira koskoca Yargıtayın olmayan fotoğrafa 'Var.' diyeceği aklıma gelmez. Peki, işin aslı ne?

Ben o tarihte ve saatlerde, İzmir'de, sinemaya dair bir kamusal toplantıda sahnedeyim, konuşmacıyım. Bu kanıtlar daha ilk yargılamada mahkemeye sunuldu ama belli ki yüksek mahkeme gerçekleri görmezden gelmeyi tercih etmiş. Ne diyor Yargıtay ilamı? 'Vicdani kanıların kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandığı anlaşıldığından hükmün onanmasına...' Yani Yargıtay 3. Ceza Dairesi hâkimleri benim aynı anda İzmir ve İstanbul'da olabileceğimi kesin, tutarlı ve çelişkisiz bulmuş. 78 sayfalık kararın her bir satırı 5 insan, 5 hayat için böyle örneklerle dolu. Söz ettiğimiz şey hayatlarımız, insan hayatları; şaka değil, gülecek bir şey yok."

Bu haykırışa Türkiye'nin her köşesinden gelen benzer haykırışlara kulak verin, kulaklarınızı tıkamayın sayın milletvekilleri.

Sizlere çok teşekkür ediyorum. (Yeşil Sol Parti ve CHP sıralarından alkışlar)