Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 16 |
Tarih: | 14.07.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi bu ek bütçe görüşmelerinde saygıyla selamlıyorum.
İlk önce şunu belirtmek gerekiyor ki bu ek bütçede tabii ki depremin etkisinin olmasını bekliyorduk, yüzyılın felaketi, çok büyük bir maliyeti var. Dolayısıyla ek bütçe kadar normal bir şey yok fakat şunu da söyleyeyim size: Dün tartıştığımız torba yasa, bu ek bütçe ve bu ekonomi yaklaşımı ekonomide yeni bir deprem etkisi de yaratacaktır, bunu Plan ve Bütçe Komisyonunda değerli Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve bürokratlara söylemiştim, buradan da söylüyorum, bu ekonomi yaklaşımı bize ciddi bir ekonomik depremin de habercisidir.
Bakın, deprem için yapılacak olan harcamalara hiçbir siyasi partinin itirazı yok. Burada birazdan diğer siyasi partiler de konuşacaklar ve biz hiçbir zaman deprem harcamalarına karşı çıkmıyoruz fakat önümüzde bu dönem rekor bir bütçe açıyla karşılaşacağız. Bu rekor bütçe açığını ve daha sonrasında konan bu ek vergileri sadece depremin maliyetiyle açıklamak mümkün değil, burada depremin maliyetinden daha ziyade başka bir şey var. Biz eğer tarihimizin en yüksek bütçe açıklarını vereceksek, en yüksek vergileriyle karşılaşacaksak bunun tam odağında, tam sebebi olarak yeni ekonomi modeli gösterilmektedir, işte mimarlarından birisi Sayın Nebati burada. Yeni ekonomi modelini anlamadan, onun iktisadi sonuçlarına bakmadan biz bu karşımızdaki ek bütçeyi anlayamayız.
Şimdi, geçen hafta Sayın Cevdet Yılmaz, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu sunumu yapmıştı ve bu sunumda da küresel belirsizliklerden bahsettikten sonra Türkiye ekonomisinin -tırnak içinde- göz kamaştırıcı performansından biraz bahsetti. Şimdi, bu göz kamaştırıcı performanstan ben de mevcut veriler dâhilinde bahsetmek istiyorum.
Şimdi, bu yeni ekonomi modeline göre ne olacaktı? Merkez Bankası politika faizini düşürecekti. Politika faizi düştüğünde piyasadaki diğer faizler de düşecekti. Piyasadaki diğer faizler düştükten sonra Türk lirası yeniden -eski ekonomi kurmaylarının deyimiyle- aşırı rekabetçi olacaktı, aşırı rekabetçi Türk lirasıyla beraber ihracatımız rekor kıracaktı. Şu ana kadar cari fazla veremedik ama bundan sonra cari fazla verecektik. Ondan sonra tabii, faizler düştüğü için yatırım artacaktı, istihdam artacaktı, enflasyon düşecekti, bolluk bereket gelecekti ve biz Türkiye'nin birkaç tane makûs talihinden yani yüksek enflasyondan, cari işlemler açığından kurtulacaktık. Yani burada Sayın Nebati'nin de mimarı olduğu yeni ekonomi modelinin bize vadettiği şey buydu. Peki, ne oldu? Merkez Bankası politika faizini düşürdüğü andan itibaren Türk lirası çakıldı hem de öyle böyle değil yani gereğinden fazla rekabetçi olduğunu anladık. Ekonomi çökme noktasına geldi. İşte, orada çok stratejik bir hata yapıldı. Akılla, bilimle bağdaşmayan bu yeni ekonomi modelinde ısrar etmek yerine siz bu ekonomi modelini bir kişinin inadına sürdürmek için kur korumalı mevduat sistemini getirdiniz ve ondan sonrada işler tamamıyla çıkmaza girdi.
Şimdi, biraz bundan bahsetmek istiyorum. Yeni ekonomi modelinin sonuçları ne oldu? Cari fazla verecektik, üç gün önce ödemeler dengesi açıklandı; aylık 7 milyar dolar cari açık, bir yılda toplam 60 milyar dolar cari açık verdik. Yani "cari fazla" diye yola çıktığınız bu model, tam 60 milyar dolar bir sene içerisinde cari açık verdi. Hesaplama hatasına bakar mısınız? Yetmedi "İhracatımız artacak." dediniz, ihracatımız biraz daha fazla arttı ama ithalatınız daha da arttı. Sonra dövize sıkıştığınız zaman hakikaten mucize yaratan ihracatçının âdeta boğazına çöktünüz. Döviz gelirinin yüzde 40'ına, en az yüzde 40'ına el koydunuz, çoğu zaman reeskont kredilerinden de yararlanması için tam yüzde 70, döviz gelirinin yüzde 70'ini siz devlete vermesini istediniz.
Daha sonra ne oldu? "Enflasyon düşecek." dediniz, yüzde 80'e çıktı. Daha sonrasında da şu anda enflasyon yüzde 40'a indiği zaman bunu bir başarı hikâyesi olarak gösteriyorsunuz. Arkadaşlar, bir şeyi netleştirelim: İki sene önce 100 lira olan bir mal yüzde 80 enflasyonla 180 oluyor, onun üzerine bir yüzde 40 daha geliyor 252 lira oluyor yani fiyatlar düşmüyor, yüzde 80'in üzerine bir yüzde 40 daha biniyor. Dolayısıyla, yeni ekonomi modeliyle başladığınız "Cari işlemler fazlası vereceğiz, dış ticaret fazlası vereceğiz, enflasyon düşecek." dediğiniz hepsinde biz, maalesef, rekor enflasyonla karşılaştık, rekor cari işlemler açığıyla karşılaştık. Merkez Bankasının rezervleri eridi, swaplar olmasa şu anda eksi 50 milyar dolar civarındaydık.
Sayın Yılmaz biraz önce CDS'lerdeki iyileşmeden bahsetti. Sayın Yılmaz, CDS'lerimiz şu an 488, savaşta olan ya da savaşta çöküntüye uğrayan Ukrayna'nın CDS'i 520, Meksika'nın 100, Yunanistan'ın 120. O yüzden CDS'lerdeki iyileşme çok da inandırıcı değil.
Ve çok temel bir şey yaptınız. Akıldan, bilimden koptuğunuz için çok temel, bizim iktisat öğrencilerine daha 1'inci sınıfta anlattığımız bir şeyi buradaki ekonomi kurmayları atladılar. Ekonomide tek bir tane faiz yok. Siz Merkez Bankasının politika faizini indirdiğiniz zaman ekonomideki diğer faizler inmeyebiliyor yani siz ekonomideki riskleri düşürmeden, enflasyon beklentilerini kırmadan diğer faizler düşmeyebiliyor, düşmedi zaten. Politika faizini yüzde 10'un altına indirdiniz, Türkiye'deki bütün sanayiciler, iş insanları, ihracatçılar politika faizinin 4 katı kadar yüksek faizi bankalardan bulamadılar. Yani hiç de söylediğiniz gibi yatırımlar patlamadı, Türkiye de ancak gelişmiş ülkeler kadar büyüdü.
Bakın, burası da önemli, birazdan yeni ekonomi modelinin faydalarını anlatırken AK PARTİ'nin değerli temsilcisi burada diyecek ki: "İyi de büyüdük, yatırımlar patladı ve istihdam arttı." Hayır, artmadı. Yatırımlar normal bir gelişmekte olan ülke kadar arttı, Türkiye yüzde 4 büyüdü, gelişmekte olan ülkeler de zaten aynı oranda büyüdü.
Tabii, başka şeyler de oldu. O kadar fazla dolara sıkıştık ki o kadar fazla likiditeye sıkıştık ki şu anda Sayın Hazine ve Maliye Bakanı zamanının çok önemli bir kısmını yurt dışında yabancı kaynak arayışında geçiriyor. Bakın, bu önemli. Şimdi, dışarıdan buraya bir para gelebilir ve dışarıdan gelecek olan parayı lütfen bize "Yabancı yatırım geliyor." diye yutturmayın. Eğer gerçekten yerli ve millî bir ekonomiye inanıyorsanız eğer dolar bazında değeri beşte 1'ine, onda 1'ine düşmüş olan Türk şirketlerinin yabancılara âdeta peşkeş çekilerek satılması bir yatırım mucizesi değildir, bu bir yatırım değildir. Eğer gerçekten yerli sermayeye inanıyorsanız, Türk sermayesine inanıyorsanız o zaman dolar bazında değerini çok fazla kaybeden, üç kuruşa düşen Türk şirketlerinin satılmasını bize yatırım mucizesi diye yutturamazsınız. Yani arkadaşlar, akılla, bilimle bağdaşmayan bu yeni ekonomik modelle ne hayal ettiyse AK PARTİ tam tersi gerçekleşti.
Şimdi, biz bunu, eleştirilerimizi geçen hafta da Plan ve Bütçe Komisyonunda söyledik ve hem AK PARTİ'li arkadaşlardan hem de Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlardan şöyle bir savunma geldi: "İyi de istihdam yani çalışan sayısı arttı." Arkadaşlar, artmadı. Şöyle söyleyeyim, TÜİK verileriyle konuşacağım şimdi size: Bugün, maalesef ülkemizde her 4 kişiden sadece 1'i çalışıyor. Tekrar söyleyeyim, gelişmiş ülke seviyesine çıkmak istediğimiz, onun hayalini kurduğumuz ülkede sadece 4 kişiden 1'i çalışıyor. İstihdam oranına baktığınız zaman yani çalışma çağındaki nüfusun içerisinde kaç kişi çalışıyor diye baktığınız zaman yüzde 50'nin altında. AK PARTİ iktidara geldiği zaman istihdam oranı olarak Türkiye, Polonya ve Macaristan'la aynı seviyedeydi. Bugün, Polonya'da da Macaristan'da da istihdam oranı yüzde 60'lara yaklaşıyor, Türkiye'de yüzde 50'nin altında. O modelini benimsediğiniz Güney Kore'de istihdam oranı yüzde 62. Sizden ricam, burada istihdam konuşacak olursanız eğer sadece işsizlik oranına bakmayın, Türkiye'de kaç kişi çalışıyor, nüfusun yüzde kaçı çalışıyor, biraz da ona bakın. Tekrar söylüyorum, bu ülke istihdam yaratamıyor, sadece 4 kişiden 1'i çalışıyor.
Tabii, "istihdam" demişken bir de ücret sorunu var. Hemen özetleyeyim buradaki derdimi de: Bugün, çalışanları âdeta açlık sınırında eşitlemeye yemin etmiş bir ekonomi yönetimi var. Şimdi, bu vereceğim veriler de TÜİK rakamları, onu da söyleyeyim size: Ücretli ve yevmiyeli çalışanların yüzde 40'ı asgari ücret kadar maaş alıyor. Bir şey daha söyleyeyim -burada çünkü kadın istihdamını artırdığınızı söylüyorsunuz- kadın çalışanların yüzde 80'i, erkek çalışanların da yüzde 75'i asgari ücretin 1,5 katından daha az maaş alıyor. Asgari ücretin 2 katı kadar maaş alanların oranı sadece yüzde 92 yani özel sektörde çalışan her 100 kişiden 92'si 22 bin liradan az maaş alıyor. Bugün en düşük memur maaşı 22 bin lira, özel sektörde 100 kişiden 92'si bu parayı alamıyor. Peki, biz şimdi özel sektör marifetiyle istihdam yaratmak istemiyor muyuz? Son beş senede yeni çalışmaya başlayanların beşte 1'i devlette çalışmaya başladı, oradaki kriterleri de hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla, burada bir istihdam mucizesi falan olduğu yok, Türkiye'nin en büyük payı, millî gelirden çalışanların aldığı payın düşmesidir.
Şimdi, bir de işin kur korumalı mevduat tarafı var, Sayın Nebati keşke gitmesiydi de biz de onunla bu rakamları paylaşsaydık. İşte, geçen cuma Plan ve Bütçe Komisyonundaki arkadaşlar açıkladı: Bakın, 2022 yılı, geçen sene biz kur korumalı mevduat sistemine tam 165 milyar lira para vermişiz. Geçen senenin ortalama döviz kuru 16,57 -bu hiçbir işe yaramayan, hedeflediğinizin tam tersi sonuçlara ulaştığınız yeni ekonomi modelini sürdürmek için- geçen sene kur korumalı mevduattan, cebimizden 10 milyar dolar para çıkmış, tam 10 milyar dolar. Peki, bu sene kur korumalı mevduatın maliyeti ne? Yaklaşık 345 milyar TL yani bugünün kuruyla 13 milyar dolar. Bakın arkadaşlar, son iki senede bu ülkede kur korumalı mevduatın maliyeti eğer alınmayan vergileri de hesaba katarsak 25 milyar dolar. Bu iki senede bu ülke kur korumalı mevduat sistemine 25 milyar dolar para ödedi.
Şimdi, hepimizin içini yakan depremin maliyeti 104 milyar dolar yani yüzyılın felaketinin maliyeti 104 milyar dolar, bu AK PARTİ iktidarının yol açtığı, iki senede yol açtığı ekonomi felaketinin maliyeti en az 25 milyar dolar; bu, sürdürülebilir bir şey değil.
Şimdi, bu kur korumalı mevduat sisteminin hazine tarafındaki yükümlülüklerinin Merkez Bankasına geçmesi konuşuluyor. Bu doğrudur, operasyonel bir geçiştir, orada bir problem olmaz çünkü nasıl olsa Merkez Bankasının kârı ve zararı tekrardan hazineye aktarılıyor fakat burada 2 tane problem var dikkat etmemiz gereken. Eskiden bizler kur korumalı mevduatın maliyetini bütçe gerçekleşmelerinde görüyorduk ama geçen seneki Plan ve Bütçe Komisyonunda, Merkez Bankası yetkilileri, kur korumalı mevduatın Merkez Bankasına maliyetini sorduğumuz zaman bunu "ticari sır" olduğu gerekçesiyle söylemediler. Umarım, bu sene biz kur korumalı mevduatın maliyetini doğru bir şekilde ve zamanında görürüz.
İkincisi -sizi biraz AK PARTİ öncesine götürmek istiyorum- en temel problemlerden bir tanesi şuydu: Hazine, başı sıkıştığında Merkez Bankasına gidip avans alırdı. 2001 krizinden sonra çok doğru bir düzenlemeyle hazine öyle her kafasına estiği zaman gidip Merkez Bankasının kapısını çalamazdı. İşte bu uygulama yani kur korumalı mevduat sisteminin hazine yükümlülüğünün Merkez Bankasına aktarılması kötü ve eski bir alışkanlığı da beraberinde getiriyor arkadaşlar. Hazine eğer her kafasına estiğinde Merkez Bankasının kapısını çalarsa biz bugün 2001 krizi koşullarına geri döneriz.
Ben buradan çok Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcımıza 2 tane soru soruyorum. Bir: Kur korumalı mevduattan bir çıkış planlıyor musunuz? İki senede 25 milyar dolar. Eğer bir çıkış planlıyorsanız bu çıkış nasıl olacak? Çok önemli bir problem var. Bakın, bugün parasını döviz cinsinden almak isteyen kur korumalı mevduat sahipleri paralarını dolar cinsinden almak isteseler o paranın beşte 1'i bile yok rezervde. O zaman siz, size güvenen kur korumalı mevduat sistemlerine döviz yerine döviz endeksli tahviller mi vereceksiniz? Nasıl bir çıkış planlıyorsunuz? Bu, hayati önem taşıyor.
Bir de bize kur korumalı mevduatın toplam maliyetinin ne kadar olacağını söylüyorsunuz? İki senede cebimizden 25 milyar dolar çıktıysa bundan sonra ne kadar çıkacağını söylüyorsunuz? Bakın, bizim hesaplamalarımız şu: Bu sene millî gelirimizin yüzde 2'si kadar bir para bu KKM'ye gidiyor. Biz bu sene yüzde 4 büyüsek bu büyümenin yarısı kur korumalı mevduat sistemine gidecek. O yüzden buradan yetkililere sesleniyorum: Bir çıkış planlıyor musunuz? Maliyeti nasıl ve bu maliyeti bizimle şeffaf bir şekilde paylaşacak mısınız?
Şimdi gelelim ek bütçeye. Parlamentoların ortaya çıktığı, demokrasilerin oluştuğu tarihsel süreçte halklar haraç ödemekten vergi ödemeye geçerken ortaya çıkmış bir kavram var; bütçe hakkı. Yani demokrasiyi içselleştirmiş bütün ülkelerde en temel haklardan bir tanesi bütçe hakkıdır. O bütçe hakkında halkın seçtiği meclis o bütçeyi denetler, o bütçe burada tartışılır, tartışıldıktan sonra yürürlüğe konar.
Arkadaşlar, bu dünkü torba yasa ve bu ek bütçe bu ülkedeki en temel haklardan bir tanesi olan bütçe hakkını çiğnemektedir, bütçe hakkı ihlal edilmektedir. Geçen sene binbir emek verip oluşturduğumuz bütçenin yarısı kadar bir parayı biz Sayın Cumhurbaşkanına "ödenek" adı altında veriyoruz. İşte, bu ek bütçe ihtiyacını sadece depremle de gerekçelendiremiyoruz. Neden? Çünkü önümüze gelen 1,12 trilyonluk bütçenin 762 milyar lirası depreme ayrılmış, keşke daha fazla ayrılsaydı. Cumhurbaşkanının borçlanma hakkının 2,18 trilyon olduğu yerde bizim depreme 762 milyar lira ayırmamız çok da fazla değil. Fakat burada dikkatinizi çekmek istediğim bütçede önemli bir nokta var. Bütçede şöyle bir madde var, bakın: Afete dönük ödenek olarak ek bütçeye konan 527 milyar liranın 482 milyar lirası afet konutlarının yapımı ve altyapı hasarının giderilmesi için ayrılmış; burası önemli, 482 milyar. Geçen hafta, Plan ve Bütçe Komisyonunda, torba yasada çok önemli bir madde vardı, o madde de şuydu: Orman vasfını yitirmemiş arazilerin ve zeytinliklerin imara açılmasıyla ilgili torba yasada bir madde geldi. Şimdi, orada, toplantıda ilgili kamu yöneticisi bize şunu söyledi ya da ağzından kaçırdı: "Biz zaten buraların ihalesini yaptık." Bakın, bu önemli yani daha torba yasada orman vasfını yitirmemiş arazilerin ve zeytinliklerin imara açılmasını biz karara bağlamadan orada yapılacak olan konutların ihalesi yapılmış. Bunun takdirini de size bırakıyorum.
Üstelik bu bütçede bir gariplik daha var. Bütçe dediğiniz şeyde -eğer biraz kamu tarafında bütçeye bakarsanız- ilk kalem şudur: Personele ne kadar maaş ayrılmış? Öyle değil mi? Dün daha torba yasada memurlara ek zam yaptık, ücretlerini artırdık, Sosyal Güvenlik Kurumu prim giderleri arttı fakat önümüzdeki bütçeye bakıyoruz, önümüzdeki bütçede personel zamları yok, onların SGK primleri de yok yani karşımızda oldukça garip bir bütçe var ama buradan memur kardeşlerimiz merak etmesin, bu ücret artışlarını nasıl alacağınızı bir söyleyeyim size: Biz nasıl Sayın Cumhurbaşkanına dün 2,18 trilyonluk bir borçlanma yetkisi verdik; işte, Sayın Cumhurbaşkanı sanki kendi gönlünden kopar gibi, sanki ulufe dağıtır gibi o borçlanma ödeneğinden bu 600 milyar Türk lirası personel zammını verecek. Bu da ne bütçe hakkına sığar ne de Meclisin disiplinine sığar.
Şimdi, biz yaptığımız hesaplamalarla bütçe açığının 1,4 trilyondan az olmayacağını hesaplıyoruz; bir de buna kur korumalı mevduatı ekleyin, karşımızda yaklaşık 1 trilyon 750 milyar liralık bir maliyet var. Bakın, bu bütçe açığı yüzde 7 civarı demektir; Türkiye bu kadar yüksek bir bütçe açığıyla karşılaşacaktır. İşte, bahsettiğimiz depremin etkisi bu. Bu depremin etkilerini azaltmanın yolu önünüze gelen bütün mallardan, hizmetlerden vergi almak değildir; vergi alarak, vergileri artırarak kamuda gerekli kesintilere gitmeden siz bu depremin etkileriyle mücadele edemezsiniz, aldığınız vergi size enflasyon olarak geri dönecektir. Aynı zamanda, izlediğiniz bu politikalarla beraber kur 26 liraya çıktığı zaman enflasyon da artacaktır, vatandaşın alım gücü daha da azalacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Özlale.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Tamam, bitiriyorum.
O yüzden, lütfen önümüzdeki dönemde sadece vergileri nasıl artıracağınızı bu Mecliste tartışmayalım, aynı zamanda sosyal devlet ilkesinden vazgeçmeden hangi kamu harcamalarında siz kesintiye gideceğinizi de bir zahmet buradan söyleyin. Bakın, kaç gündür burada, Mecliste biz torba yasayı, ek bütçeyi tartışıyoruz. Daha kamu harcamalarında bir kuruşluk kesintiyi konuşmadık. Devamlı vergi artışından bahsediyorsunuz, hangi kamu harcamalarını keseceğinizi bir türlü söylemiyorsunuz.
Son olarak, ben buradan AK PARTİ yönetimine bir uyarıda bulunmak istiyorum: Son beş yılda 2 kez ekonominin temellerini iyileştirmeden, ülkedeki risk primini düşürmeden, yapısal reformları hayata geçirmeden kur ve faizi aynı anda baskılamaya çalıştınız; böyle bir sevdanız var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun, lütfen.
ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Son beş senede 2 defa kur ve faizleri baskılamaya çalıştınız, ilki Sayın Albayrak dönemindeydi, ikincisi de Sayın Nebati dönemindeydi; ilkinde ülkenin 128 milyar doları eridi, ikincisinde de en az 25 milyar dolarlık bir kur korumalı mevduat maliyeti var. Şimdi, Einstein'a atfedilen bir söz var, şöyle demiş: "Her seferinde aynı şeyi yapıp farklı şeyler beklemek deliliktir." Einstein'ın söylediği düşünülüyor. AK PARTİ ekonomi yönetimi son beş senede aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekliyor. Artık inanıyorum ki bu vakitten sonra AK PARTİ'nin ruh sağlığı yerine gelmiştir, aklın ve bilimin yoluna dönmüşsünüzdür diyorum ve Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)