GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ulusal Sürücü Belgelerinin/Sürüş Ehliyetlerinin Karşılıklı Olarak Tanınması ve Değişimi Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:11
Tarih:05.07.2023

YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, sevgili milletvekilleri; dün burada, bu kürsüde Türkiye'nin hukuk devleti olmadığı tespitine karşılık iktidar sıralarından Türkiye'nin hukuk devleti olduğu, aksinin iddia edilemeyeceği savunuldu. Peki, hukuk devleti olmanın kerameti nedir, hukuk devleti nasıl olunur?

Temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alındığı, kanunların yargı denetimine tabi olduğu, hukuki, eşitlik ilkesinin ayrımsız bir şekilde uygulandığı, hukuki belirlilik ilkesinin varlığını serbestçe sürdürebildiği, mahkemelerin bağımsız, hâkimlik teminatının olduğu temel ilkeleri barındıran ama bunun yanında herkesin bu kriterlere saygı gösterip uyduğu devlet şeklidir. "Peki bu ilkelere ülkemizde saygı duyuluyor mu?" diye sormak isterim sizlere. Bu ilkelere uyuluyor mu, uygulanıyor mu? Burada ülkenin demokrasi turnusolu olan cezaevlerinden tek bir örnekle açıklık getirmeye çalışacağım: Türkiye egemenlik sınırları içerisinde bulunan, hukuken Adalet Bakanlığına bağlı olan bir cezaevinde bir kişi düşünün ki 5275 sayılı Kanun'a göre on beş günde bir gerçekleşmesi gereken aile ziyareti hakkına dokuz yılda sadece 5 kere izin verilmiş olsun. Avukat ziyaretlerinin, tatil günleri dışında, çalışma saatleri içinde, yani hafta içi her gün mesai saatleri içinde dilenilen saat aralığında yapılabileceği kanunen düzenlenmiştir. Bu kişiye kanunda olmamasına rağmen, haftada bir gün bir saat avukatla ziyaret yasağı sınırlaması uygulansın. Bu fiilî sınırlamaya rağmen bile avukat ziyaret hakkı on iki yıl boyunca sadece 5 kere kullanılabilmiş olsun. On beş günde bir on dakikayı geçmeyecek telefon hakkı düzenlemesine karşın yirmi dört yıl boyunca sadece 2 kez telefon hakkı kullandırılmış olsun.

Bu 3 temel hakka dair örnekte bile asgari ölçüde kanun maddelerine uyulmadığı görülmektedir. Bu kanuna uymama hâli bir gün, bir ay, bir yıl değil, yirmi dört yıl boyunca aralıksız bir biçimde devam etmiş, hâlen de devam ettirilmek istenmektedir. Bu durum bizlere şunu göstermektedir: Türkiye nasıl bir demokratik anlayış ve hukuk dışı yöntemlerle yönetilmektedir? Bunun tam tersi iddia ediliyorsa yani Türkiye bir hukuk devletiyse uzun yıllar boyunca nasıl bu kanuna uymama hâli sürdürülmektedir, neden kişiye özel keyfî bir mekân yaratılmıştır, neden bunu yaratma ihtiyacı ortaya çıkmıştır? Türkiye hukuk devleti ise herkesin din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş gibi nedenlerle ayrım yapılmadan kanun önünde eşit olmaları beklenir. Hukuk devletinde kişiye özel mekân, kişiye özel yasa olmaz, olmamalı. Velev ki oldu -ki bu örneğimizde var- bir hukuk devletinde başta yargı buna izin vermemelidir. Bu örnekte olduğu gibi hukuk, yargı bu hukuksuzluğun aracı hâline gelmişse bağımsız, tarafsız bir yargıdan bahsedilemez. Bu hukuksuzluğun sonlanması, buranın, bu Meclisin temel gündemi olmalıdır. İşte tam da tarafsız ve bağımsız bir yargı olmadığından, Meclis Kürt sorununun çözümü iradesini ortaya koyamadığı için İmralı Adası'nda Sayın Öcalan şahsında oluşturulan hukuka aykırı, ayrımcı tecrit sistemi yirmi dört yıl boyunca sürebilmiştir. Adalet Bakanlığına bağlı bu cezaevinde Sayın Öcalan'la birlikte Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım'dan yirmi sekiz aydır hiçbir haber alınamamaktadır, dış dünyayla tüm bağları kesilmiştir. Aile ve avukat ziyaret başvurularına Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca yazılı ve sözlü hiçbir cevap verilmemektedir. Cevapsız bırakılan başvurulara karşı infaz hâkimliğine şikâyet yollu başvurulduğunda ancak aile ziyaretleri hakkında üç aylık ziyaret yasağı alındığından haberdar olunmaktadır. Avukat ziyaret yasağı için ise altı aylık avukat ziyaret yasaklama kararları tam da bu kararlar kesinleştirildikten sonra avukatlarına haber verilmektedir. Türlü türlü ayak oyunlarıyla avukatların itiraz etmesi engellenmektedir. Bu kararların bir örneği UYAP Sistemi'ne kayıt talebi, dosya fotokopisinin tamamı ve bir bölümü yasaya aykırı bir biçimde avukatlarına verilmemektedir. Verilmemesine dönük ise açıkça hukuka aykırı biçimde infaz hâkimliklerince kararlar alınmaktadır. Yıllardır yargı pratiği hâlini alan bu hukuksuzluklara imza atmış hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Kuruluna yapılan şikâyetler sonuçsuz kalmakta, cumhuriyet başsavcılıklarına yapılan suç duyuruları ise işleme alınmamaktadır. Bu gerçeklik karşısında bırakalım uluslararası temel hukuk normlarını, insan haklarına saygı kavramına uygun bir yönetim biçimini, bugün ülkemizdeki Adalet Bakanlığının "web" sitesinde, Ceza ve Tevkifevlerinin "web" sitelerinde yer alan ulusal mevzuat ve uluslararası mevzuat metinlerine bir göz atalım.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başta olmak üzere ulusal mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tavsiye kararlarına yer verilmiştir. Ancak en çok bu metninlerdeki taahhütlere uymayan, hukuksuzluklara imza atan yine bu makamlar olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu dâhil olmak üzere hiçbir ulusal denetim mekanizması İmralı'da işletilmemektedir. İmralı'ya gidebilen tek kurum Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesidir. CPT'nin yakın tarihli raporlarına bir göz atalım. 2013 yılındaki raporunda avukat ziyaretlerinin engellenmesi iç mevzuata aykırı politik kararlara dayalı olduğu tespit edilmiştir. Çözüm sürecinin sonlanmasıyla ağırlaşan tecrit koşullarında 2019 yılı ziyaretine ilişkin raporunda ise mevcut infaz koşullarının kabul edilemez olduğunu ve "incommunicado" alıkonulma hâli olarak tariflemiştir; yani, mutlak bir iletişimsizlik; yani, haber alamama hâli; yani, açıkça hukuka aykırılık hâlidir. Bu rapor sonrası iyileştirme adımları atılmamış, hukuka uyma söz konusu olmamış, aksine tecrit hâli daha da derinleştirilmiştir. Bu hukukun yok sayılması yanında bir de bu Mecliste yıllardır çıkarılan "Öcalan yasaları" diye anılan yasalar vardır. Türkiye hukukunda Öcalan'ın şahsında özel kanuni düzenlemelerin bir örneği ağırlaştırmış müebbet infaz rejimi ve ölünceye kadar süreceğine dair düzenlemedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince 18 Mart 2014 tarihli kararıyla bu düzenlemenin işkence yasağına aykırı olduğu tespit edilmiştir. Yani on dokuz yıldır Sayın Öcalan işkence yasağına aykırı bir biçimde tutulmaktadır. AİHM kararları ihlal nedeni doğrudan bir kanuni düzenlemedir, yani muhatap burası, yasa yapıcı olan Meclisin ta kendisidir. AİHM kararı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde sekiz yıldır bekletilmektedir. Karar gerçeği yansıtmayan eylem planlarıyla Türkiye tarafından uzatılmakta, yıllardır kararın gereği yerine getirilmemektedir. Bugün Sayın Öcalan'ın şahsına dönük bu politik yaklaşım nedeniyle ülkemizde binlerce vatandaşımız aynı hukuksuzluk karşısında ilgili mahkemelerin karar vermesini beklemektedir.

Yine, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi İmralı Adası için yapılan bir bireysel başvuru üzerine 6 Eylül 2022 tarihinde geçici tedbir kararı vermiş, bu kararı Hükûmete iletmiştir. Geçici tedbir kararında mutlak tecrit hâlindeki tutukluluğa son verilmesi ve yine seçtikleri bir avukatla derhâl ve sınırsız bir iletişime izin verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu tedbir kararı ardından on ay geçmesine rağmen hâlâ tek bir adım atılmamıştır. İmralı'daki tecrit politikaların demokratik çözüm ve barış çabasıyla doğrudan ilişkili olduğunu biliyoruz. Ülkenin demokratikleşmesine büyük katkısı olabilecek Sayın Öcalan'ın sesi kısılmak istenmekte, toplumun demokrasi talebi ve barış umudu bu tecritle yok edilmektedir. Aynı zamanda, hukuksuzluk sistemine göz yumma hâli, keyfî yönetim biçimi dışarıya taşmakta, dışarıya taşan bu hukuksuzluğa karşı çıkan sesler cezaevlerine atılarak yok edilmek, gerçek gizlenmek istenmektedir. Bunun en son örneği TELE1 televizyonunun Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ şahsında yaşanmıştır. Bu olaydaki asıl mesele, İmralı'dan taşan ve dile getirilmesi yasaklanan anlattığımız bu infaz, hukuksuz sistemin ta kendisidir. Sayın Yanardağ gazeteci olarak bu hukuksuzluğu dile getirmiştir. Kullandığı ifadeler öncelikle düşünce özgürlüğü kapsamındadır. Bağlamından koparıldığı da belli olan bu ifadeler, bu hakikati göstermeye vesile olmuştur. Hakikati gizlemeye, gölgelemeye ne bir soruşturma ne bir tutuklama yetmeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayınız.

NEVROZ UYSAL ASLAN (Devamla) - Sonuç olarak, bir hukuk devletinden bahsedeceksek eğer İmralı'ya ilişkin AİHM ve Birleşmiş Milletler kararı yerine getirilmeli, aile ve avukat ziyaretlerinin önü derhâl açılmalıdır. Kürt sorununu adalet, eşitlik ve özgürlük temelinde çözmek ve Türkiye demokrasisinin önünü açmak için bunu yapmak zorundayız. Meclis olarak halklarımız için hukukun üstünlüğünü koruma sözümüz halkımıza demokrasi ve özgürlük borcumuzun bir gereğidir. Hiçbirimiz buradan kaçınamaz ve kaçamayız. Bizler tecrit politikalarına karşı toplumun barış hakkını savunanlar olarak her fırsatta bu sözümüzü dile getirmeye, tecrit sisteminin insanlığa karşı bir suç ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu dile getirmeye devam edeceğiz.

Teşekkürler. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)