| Konu: | Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 01.03.2023 |
HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli üyeler; galiba daha çok televizyonlardan izleyen değerli halkımıza hitap edeceğim çünkü Genel Kurulda fazla vekilimiz yok.
Bugün, Sincan Hapishanesinde haksız, hukuksuz, adaletsiz bir şekilde rehin tutulan Sebahat Tuncel, Ayla Akat Ata, İdris Baluken, Nazmi Gür, Günay Kubilay arkadaşlarımızı ziyaret ettim ve şunu söylediler: "Yüreğimizi depremzedeler kadar bölüştürerek, duygu yüklü olarak onlara gönderiyor, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, Hakk'a yürüyenlere rahmet diliyoruz." Bütün vekillerimize de depremzede vekillerimize de geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Onlara "Özgür yarınlarda, özgür zamanlarda görüşmek dileğiyle." deyip saygı ve sevgilerimizi sunarak buraya geldik.
Değerli halkımız, Değerli Genel Kurul; deprem gibi, yoksulluk gibi, başkaca sayamadığım birçok olumsuzluk, zulüm, afet, yıkım, psikolojik çöküntü gibi faktörlerin ortada olduğu bir dönemde Hükûmet yetkilileri, AK PARTİ yetkilileri Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı Kanunu Teklifi'ni getirdiler. Şimdi "Bu ortamda bu lazım mıdır?" diye sorsak, diyecekler ki: Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama görevini yapıyor. Bu da bir yasama görevidir, yapmak lazım. Oysa Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama görevinden önce yas görevini yapmalı ve arkasından da önce bu depremin nedenlerinin ne olduğu, sonuçlarının ne olduğu, sonra da bu depreme nasıl bir çözüm bulunacağı yolunda gerekli süreçleri işletmeli idi fakat şu anda konu bu olduğu için doğal olarak bunun üzerine konuşacağız.
Arkeoloji Vakfı... Şimdi, yakın zamanda bazı vakıflar teklif ettiler, bu vakıflar, örneğin Antalya Diplomasi Forumu Vakfı gibi... Örneğin, alan başkanlıkları, işte, Uludağ Alan Başkanlığı, Kapadokya Alan Başkanlığı gibi... Bununla ne yapılmak isteniyor, küçük iktidarlar mı yaratılmak isteniyor, küçük hâkimiyet alanları mı yaratılmak isteniyor, küçük rant alanları mı -pek de küçük sayılmaz ya- yaratılmak isteniyor? Onlar bir yana, nedir bu arkeoloji? Bu arkeoloji, öyle sanıldığı gibi, söylendiği gibi, arayıp tarayıp eski eserleri bulup bunları gün yüzüne çıkarıp müzeler oluşturup oraya koymak mıdır? Hiç kuşkusuz bu değildir. İki sözcükten oluşuyor "arkhe" ve "loji". "Arkhe" insanlık tarihinin en büyük tartışma kavramlarından biri. Grekçe "arkhe" eskinin bilgisi, kainatı, evreni oluşturan ilk nedir, bunun tartışması. "Arkhe" ilk demek, ilk madde, ilk oluşum anlamına geliyor. Dolayısıyla ilki aramak, ilk olanı aramak anlamında bir içeriği de var "arkhe"nin. Bu anlamda, İyonya filozofları "arkhe" üzerine çok konuşmuşlar. Felsefenin kurucusu olan Thales "Arkhe sudur, su olmasaydı başka hiçbir şey olmazdı." diyor. Efendim, Anaksimenes "Hayır, 'arkhe' havadır." diyor. Platon "'Arkhe' 'apeiron'dur." diyor. "Apeiron" sonsuzluğu ve bilinemezliği ifade eden bir kavram. Epikür "arkhe"nin aslında 4 elementten oluştuğunu -hava, su, toprak ve ateş- ve bunların fiziki, kimyasal etkisiyle diğer maddelerin oluştuğunu söylüyor. Demokrit "Hayır, 'arkhe' maddenin en küçük yapı taşına kadar bölündüğü, o küçüğü teşkil eden, o mikroyu teşkil eden şeydir." diyor ve geldiğimizde, Heraklit ise "Hayır, 'arkhe' sonsuz değişimdir, sonsuza kadar süren değişimdir; değişim önlenemez bir şeydir, değişim olmazsa hiçbir madde olmazdı, dolayısıyla 'arkhe' değişimdir." diyor.
Şimdi, arkeoloji biliminin amacı ilki aramak ise biz Arkeoloji Vakfının adını bir şeyle sınırlayamayız, Türk-İslam kavramıyla sınırlayamayız. Zira bu topraklarda Türk olmayanlar da var, Türk olanlar da var, İslam olmayanlar da var, İslam olanlar da var, İslam'ın farklı mezhepleri de var, İslam'ın farklı yorumları da var. Dolayısıyla bu Arkeoloji Enstitüsüne konulan "Türk-İslam arkeolojisi" kavramı sınırlayıcı, tekçi ve diğerlerini yok sayan bir şeydir; bu anlamda, kabul edilemez ve zaten buna Komisyonda da itiraz edildi.
Yine, İbrahim Kaboğlu Hocamız, çeşitli engellemelere ve tartışmalara rağmen, bu vakfın oluşumundaki anayasal sorunların içeriğini ifade etti, söyledi, burada anayasal sorunlar olduğunu da söyledi, muhtemelen yine söz alıp söyleyecektir; onu da ifade etmek lazım.
Şimdi, arkeoloji hem tarih hem sosyoloji hem coğrafya hem etnografi ve benzeri birçok şeyi içeriyor. Ankara'da bir etnografi müzesi var -gittiniz mi bilmiyorum- baştan savma, son derece baştan savma, herhangi birinin yapacağı bir etnografi müzesi; ne Türk halkını ne başka halkları, hiçbirini içermiyor, son derece baştan savma. Oysa Etnografya Müzesi ta cumhuriyetin kuruluşunda hedeflenen, amaçlanan bir müzedir; etnografik, etnik anlayışın, özellikle Türklüğe vurgu yapılarak bunun üzerinde çokça durulmuştur, buna rağmen yüz yılda doğru düzgün bir Etnografya Müzesi dahi oluşturamamışlardır. Burada oryantalist bir yaklaşımla, daha çok, işte, giysilerden, çeşitli nakışlardan, çeşitli araç gereçlerden oluşan... Bakın, gittiğiniz köylerde, özellikle Alevi köylerinde, gidin inceleyin; size bir örnek vereyim mesela, Balıkesir'in Edremit ilçesinin Tahtakuşlar köyüne gidin, köylülerin kendi yaptığı etnografya müzesini görün -buradan onlara sevgi ve saygılar iletiyorum- Tahtacı Türkmenler, müthiş bir etnografya müzesi yapmışlar. Sivas'ın köylerinde aynı şekilde. Köylüler bunu kendi olanaklarıyla becerebilmiş ama elinde bilim imkânı, elinde üniversite olanağı olan devlet, maalesef bunu yapamamış.
Bunu yapamadığı gibi şunu da yapamamış: Ya, bu topraklarda bakın, Ksenofon -Sokrates'in öğrencisidir- milattan önce 400 yılında "On Binlerin Dönüşü" kitabında Karduklardan, Kürtlerden söz ediyor, milattan önce 400 yılında, Sokrates'in öğrencisi. Milattan önce 400 yılından beri her kaynak Kürt halkının varlığından söz etmiştir. Şimdi, bu Mitanniler, Hurriler, Medler, Gutiler; kimdir bunlar? Bakınız, Van Gölü kıyısında, Van çevresinde kazılar yapılıyor, bir gün, Kürt halkının Urartularla ilişkisini ifade eden bir resmî kavram görmedim. Bakın, Medlerin Amasya'da kendi inançlarına mahsus tapınakları bulundu, bundan da söz edilmedi. Artı, bakın, ben size çeşitli kaynaklar göstereyim: Izady'nin -dünyaca bilinen bir bilim insanıdır bu- "Kürtler" kitabında Kürtlerin bütün kültürel, sosyolojik, arkeolojik kaynakları ayrıntılı bir şekilde ifade ediliyor, Doz yaylarından çıkmış bakın.
Şimdi, Alevi toplumunun, gerek Türkmen Alevilerinin gerek Roman Alevilerinin gerek Arap Alevilerinin gerekse de Kürt Alevilerinin bu ülkede, bu topraklarda bir kültürel mirası var. Bu kültürel miras, bir, sözlüdür; iki, yazılıdır; üç, maddidir fakat bundan söz eden bir şey görmedim ben. Şimdi, biz, bugün, arkeolojiyi şöyle ele alamayız: Gittik bir toprağı kazdık, oradan Urartulara ait bir şey bulduk; sadece bundan oluşmuyor, kültürel arkeoloji, sözcük arkeolojisi de var, bakın "etimoloji" kavramı var. Sözcük arkeolojisi de bir sözcüğün kökenini araştırmayı gerektiriyor ve bunu araştırırken örneğin Süryaniceyle, örneğin Pehleviceyle, örneğin başka dillerle Kürtçeyle, Kürtçenin lehçeleriyle, Türkçeyle karşılaşıyorsunuz. Nasıl ki Türkçenin bir dil olduğunu ispatlamaya çalışan Kâşgarlı Mahmut gibi değerli bir dil bilimci, bir tarihçi varsa Kürtçenin de bir dil olduğunu ispatlamaya çalışan değerli bir dil bilimci, bir filozof Ahmed-i Hani var, Baba Tâhir-i Uryan var, Fakiyi Teyran var. Şimdi, biraz önce konuşan arkadaşımız Kutadgu Bilig'den söz etti, çok güzel. Bakın, Kutadgu Bilig'den bir kavram söyleyeyim ben size, diyor ki: "Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür; insanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür." Ne kadar güzel söylemiş. Kim söylemiş? Yusuf Has Hacib söylemiş; nefesi gül, dili bülbül olaydı. Şimdi, Yusuf Has Hacib bir Türk kimliğiyle söylemiş bunu, ben de bir Kürt olarak bunu hem edebî hem felsefi anlamıyla takdir ediyorum. Peki, kendinin "Türkçü" olduğunu söyleyenler neden bugün Kürt halkının tarihî izlerini, kültürel, felsefi izlerini takdir eden bir yaklaşım içerisinde olmuyorlar? Hiç kuşkusuz uzak Asya'da, Orta Asya'da, ön Asya'da, Anadolu'da Türk halkının, İslam inancının kalıtları da var, mirasları da var, izleri de var, kültürü de var ve bunu bir değere dönüştürecek bir yapısı da var, bir tarihî, kültürel mirası var; bunu yok saymak ırkçılıktır, bunu yok saymak tekçiliktir, bunu yok saymak faşizmdir. Aynı şekilde, Kürt halkının, Ermeni toplumunun, Çerkezlerin, başka başka birçok halkın bugün dili dahi yok olmuş. Bakın, bugün -çok önemli bir şey- "Zazaki" denilen, "Dımılki" denilen, "Kırdasi" denilen -üçü aynı anlama gelir- bu dil yok olmak üzere arkadaşlar. Bir lisan, bir insan; niye dil yok olsun? Biraz önce Kaşgarlı Mahmut'tan, Ahmed-i Hani'den örnek verdik; dilin dil olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Şuna bakar mısınız ya! Kaşgarlı Mahmut da aynı şeyi yapıyor, Ahmed-i Hani de aynı şeyi yapıyor. Şimdi, bir dilin dil olduğunu ispatlamaya çalışma mücadelesi ne kadar değerliyse o dili yaşatma çabası da o kadar değerlidir. Bugün, Zazaki yani Dımılki, Kırdasi yaşatılmalıdır. Erdal Vekilimin ana dili; Bingöl'de, Dersim'de, Siverek'te, Gerger'de, Diyarbakır'ın bir bölümünde konuşulan bu ana dil yok olmak üzere. Şimdi, o hâlde, biz, arkeolojide sadece böyle eski eserleri araştırmakla yetinemeyiz.
Bakın, Türkiye'nin dört bir yanı açık hava müzesi. Ben örnek vereyim, Assos. Assos Çanakkale'de. Assos da işin ilginç yanı, çok ilginç yanı Aristo'nun Lyceum okulunun olduğu yer. Şimdi gidin, bugün Assos'u bir inceleyin, Assos'un taşını almışlar okula duvar yapmışlar, taşını almışlar ev yapmışlar, Assos'un içinde ev var. Olimpos Antalya; gidin, içinde keçi otlatıyorlar, içine ev yapılmış. Bu nasıl tarih anlayışıdır? Ani Harabeleri; gidin, Ani Harabelerinde kilise var, kilise bomboş duruyor, hiçbir şey yapılmamış, restore edilmemiş; cami restore edilmiş, hoparlör takılmış, altına halı serilmiş, ezan okunuyor, namaz kılınıyor, ne güzel. Sevgili AK PARTİ yetkilileri soruyorum size: Peki, niye o kiliseyi de restore edip oradaki Hristiyan halkının kendi inancını, ayinini yürütmesini sağlamıyorsunuz? Sebep? Bakınız, Arapgir'in Onar köyünde bin yıllık cemevi var, bin yıllık cemevi. Bu cemevi kendi olanaklarıyla ayakta durmaya çalışıyor. Bunu aslına uygun restore etme niye olmuyor? Yirmi yıldır iktidarsınız, yerel yönetimlerdesiniz, Malatya Büyükşehir Belediyesi de sizde, birçok olanak da var, artı, bazı Alevi yerleşim yerleri, Alevi kutsal mekânları restore etmeye... Mesela, Abdal Musa. Ya, sevgili Türk halkı, Türkmen halkı; Abdal Musa'ya sahip çıkmayacaksınız kime sahip çıkacaksınız? Abdal Musa, Türk ve Türkmen halkının en büyük değerlerinden birisidir. Abdal Musa şairdir, filozoftur, halk önderidir. Abdal Musa'nın makamını restore etmiş birisi, kuşa çevirmiş ya! İnanılır gibi değil ya! Böyle bir şey olabilir mi, insan nasıl kıyar buna! Aynı şekilde, diğer dergâhlara yaklaşım... Bakın "Aleviliğin Yazılı Kaynakları" Ali Rıza Özdemir "Alevilik sözlü kültür dilidir." diyenlere inat yazmış bunu. Artı, sadece bir başına İstanbul'dan söz edelim, Murat Belge'nin "İstanbul Rehberi" Burayı okuyun, Byzantion -yani bugün Topkapı Sarayı'nın olduğu yer, mitolojik de bir hikâyesi var, uzun sürer, onu geçelim- o burundan böyle bir çizgi çizdiğinde, kıstağının oradan bir çizgi çizdiğinde, Byzantion, birçok eserin, binlerce yıllık eserin olduğu ama binaların altında kaldığı bir yer. Yazık, günah, ayıp! Yine biraz önce konuşan arkadaşlarımız Antakya'da Habib-i Neccar Camii'nden söz ettiler, bin dört yüz yıllık bir tarihi var, depremde yıkıldı. Malatya'da, Diyarbakır'da, Adıyaman'da... Bakın, Adıyaman'da Süryani metropolitliğinin bulunduğu kilise yıkıldı arkadaşlar, Süryani metropolitliğinin bulunduğu kilise. Lütfen, bunlar aslına uygun bir şekilde restore edilsin, düzeltilsin.
Ayrıca, bakın, bu dönemde yapılan bazı güzel şeyleri de söylemek lazım. Çorum'da, efendim, Troya'da, Urfa'da gördüğüm müzeler, müze tasarımları gerçekten çok güzel, kutluyorum. Troya'da yapılan müze, Çorum'da, Urfa'da yapılan müze oldukça güzel fakat, bazı yerlerde de oldukça baştan savma durumlar söz konusu ve buralarda yapılan kazılar yılan hikâyesine dönmüş durumda; bitmeyen kazılar. Anladık, yani Troya'da 11 tane katman var, doğrudur, geniş boyutlu bir araştırmayı gerektirir ama bakınız, Burdur ile Antalya arasında Sagalassos Antik Kenti var. Ya, iki bin yıl önce yapılan su kemeri hâlâ çalışıyor ve yukarıdan su akıyor, yaklaşık 20 metre yukarıdan su akıyor. Şimdi, bu büyük değeri aslına uygun restore etmek lazım. Bütün tarihî, kültürel miraslara sahip çıkmak lazım, sahip çıkarken adını koymak lazım. Ankara'nın hemen yakınında, Eskişehir'e, Konya'ya, Antalya'ya giderken yanından geçiyorsunuz, Gordion... Gordion Müzesi'ne gittiniz mi, ne kadar baştan savma. Gordion Müzesi'ni gördünüz mü? Gordion'da 120 tane tümülüs var, arkadaşlar, 120 tane tümülüs. Bu tümülüslerden sadece bir tanesi açılmış, Midas'ın bulunduğu tümülüs açılmış, diğerleri kapalı. Bunlar uygun bir şekilde arkeolojiye, tarihe, topluma kazandırılabilir.
Ayrıca, bakınız, kutsal kitapların da bir arkeolojisi var arkadaşlar. Kur'an-ı Kerim'in, İncil'in, Tevrat'ın, Zebur'un, yine kutsal metinlerin, yine çok tanrılı dinler dönemindeki... Bakın, Mitra inancı yaklaşık beş yüz yıl Hristiyanlıkla mücadele etmiştir, bir ondan fazla İslam'la mücadele etmiştir ama bugün, Mitra inancı toplumsal varlığını kaybetmiştir ama Mitra inancı önemli bir inançtır. Adıyaman'daki Nemrut Dağı'ndaki kalıtlar Mitra inancına aittir. Kalinikos Mithridates, orada bulunan kralın yani o tümülüsü yaptıran, orada mezarı bulunan ve bugün "Karakuş Tepesi" olarak adlandırılan... Ki depremde o tepenin önünde barışı simgeleyen, bütün halkların, bölgedeki halkların ortak eşitliğini simgeleyen Karakuş Tepesi'nin önündeki sütun yıkıldı ve o barışı simgeleyen kuş da yıkıldı.
Şimdi, Sayın Kültür Bakanı, Kültür Bakanlığının yetkilileri ve iktidar yetkilileri; bunlar bir an önce restore edilmeli.
Yine, deprem bu arkeolojik alanları ne kadar etkiledi, Zeugma'yı ne kadar etkiledi, Antakya'daki Mozaik Müzesi'ni ne kadar etkiledi, Antep'teki müzeyi ne kadar etkiledi? Adıyaman'da aynı şekilde, müzenin çevresi -gittim ben- büyük bir yıkıntıya uğramıştı ama müze binası biraz sağlam duruyordu, oradaki eserler ne oldu, bunun da çok ciddi şekilde araştırılması lazım. Yani diyor ya şair, Ahmet Arif: "Havva Anan dünkü çocuk sayılır,/Anadoluyum ben,/Tanıyor musun?" Evet, Havva Ana dünkü çocuk sayılır, Anadolu'dan gelip geçen uygarlıklar, burada yaşayan, var olan uygarlıklar, Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Ermeniler, Pomaklar, Boşnaklar vesaire ve hatta kimi aşiretler, kimi topluluklar, bunların inançları, bunların folklorleri ve bunların sosyolojileri... Şimdi, biz bu depremin yarattığı dayanışma duygusuyla, bu duygusallıkla hâlâ halklar olarak birbirimize sahip çıkmayı beceremiyorsak ciddi anlamda bizim varlığımız, aklımız, zihnimiz her şekilde sorgulanmalıdır arkadaşlar.
Kurulacak Arkeoloji Vakfında bizim itiraz ettiğimiz nokta, bu tekçi vurgunun ısrarla ön planda tutulması, bu tekçi vurgudan vazgeçilmemesidir. Ayrıca, vakfın kuruluş amacının, vakfın işletiliş amacının, yine vakıfla paralellik teşkil eden enstitünün kuruluş amacının yeterince sarih, açık, anlaşılır olmadığı gerçeğidir. Bu anlamda itirazlarımız var ve yine vakfın her şeye rağmen bir sivil toplum kuruluşu olması gerektiği ve sivil inisiyatif tarafından kurulması gerektiği gerçeğini de ifade etmek gerekiyor burada.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Tamamlayalım, devam edin siz Sayın Bülbül.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ve şunu vurgulayarak bitirmek istiyorum: Mademki "arkhe," mademki ilkin bilimi, mademki yaşamı, maddeyi, kâinatı, bizim eskilerin tabiriyle kevnümekânı oluşturan ilkin bilimiyle uğraşıyoruz, o hâlde ilkin biliminde insanı ve insanı teşkil eden tüm değerleri kültürüyle, diliyle, tarihiyle, varlığıyla, adıyla söyleyelim. Türk'e Türk, Kürt'e Kürt, Alevi'ye Alevi, Sünni'ye Sünni, insana insan, her türlü varlığı, her türlü halkı kendi adıyla ve sanıyla söyleyelim; değil mi Değerli Garo Paylan?
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Haklısınız.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkürler.
Saygılar Başkanım.