| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 83 |
| Tarih: | 27.03.2012 |
FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce konuşan Sayın Milletvekili Arkadaşımızı da dinledik. "Keşke" diye bizim dilimizde çok güzel bir laf var. Keşke söyledikleri gerçek olsaydı. Benim sizinle paylaşacaklarım ile biraz önce söylenen ve Türkiye'nin çıplak gerçeğini lütfen vicdanımızla beraber değerlendirelim.
"Türkiye bir hukuk devletidir." denildi. Türkiye bir hukuk devleti olsaydı hukuk devletinin şartları şöyle ortaya çıkardı:
1) Yasama organı parmak demokrasisi değil milletvekilinin vicdanına göre karar alır, kanun yapardı. Böyle bir durumu göremiyoruz.
2) Yasama organını Anayasa'ya göre dengeleyecek ve denetleyecek Anayasa Mahkemesi siyasallaştırılmak üzere adrese teslim üyeler ile bir Adalet ve Kalkınma Partisinin ünitesi hâline getirilmeye çalışılmazdı. Bu yapıldı ve Anayasa değişikliğiyle yapıldı. Nasıl yapıldı? Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerinin parmaklarıyla yapıldı.
Diğer taraftan, yürütme organı yani Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı, Danıştay ve idare mahkemelerinin yani yargının kararları ile hukuka uygunluğu denetlenmeliydi. Bugün, Danıştayda 84 tane üye varken, oraya mevcudu kadar bir üyeyi daha Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirdiniz, arkasından da Danıştayı yürütme organını dengeleyemeyecek, denetleyemeyecek siyasallaşmış bir yargı hâline dönüştürdünüz.
Yargının bizatihi kendisi, günü geldiğinde, bütün vatandaşlarımızın aralarında din, dil, ırk, soy sop ayrımı gözetilmeksizin, bu arada siyasi düşünce farkı gözetilmeksizin, felsefi inanç farkı gözetilmeksizin ve bu arada, altını çiziyorum, hangi partiye ait olduğu, hangi partiye gönül verdiği gözetilmeksizin sığınılabilecek bir güvenli liman olarak bulunması gerekirken, HSYK başta olmak üzere Yargıtaya 137 tane ilave olmak üzere obez bir Yargıtay ve obez bir HSYK oluşturulmak suretiyle yargıyı da siyasallaştırdınız. Buna on yıllık iktidarınız içerisinde ihtiyacınız vardı. Burayı teslim ediyorum, hakkınızı. Buna ihtiyacınız vardı. Siyasallaştırmak amacıyla uğraştığınız sadece bir yargı alanı değildi. Ondan önce sermayeyi yandaşlaştırdınız, siyasallaştırdınız, basını yandaşlaştırdınız, siyasallaştırdınız, kamu görevlilerini yandaşlaştırdınız, siyasallaştırdınız ve ortada bir toplum için göz, kulak olabilecek basının yandaşlaşmamış olanlarını korkuttunuz. Sermayedarın yandaşlaşmamış olanını baskı ve tehdit altında bulundurdunuz ve kamu görevlilerinin yandaşlaşmayanlarını da baskı ve tehdit altında bulundurdunuz.
İşte, bu kapsam içerisinde yarattığınız bu düzene bir yargı düzeni gerekiyordu. İşte, Anayasa Mahkemesini, Danıştayı, İdare Mahkemesini, Yargıtayı, HSYK'yı yandaş kurum hâline getirmek için çabanız bundan ibaretti. O zaman "ileri demokrasi" adı altında "hukukun üstünlüğü" adı altında ortaya çıkan sonuç, yarattığınız bu üstünlere bir hukuk olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, işte bu hukuk, direksiyonsuz bir araç gibi, gemsiz bir at gibi kendi içerisinde denge ve denetim araçlarını, organlarını kaybetmiş ve belirli bir hedefe doğru yürüyor.
Yürütülen bu süreç içerisinde, karşımızda "Adaletin kestiği parmak acımaz." diyen milletin vicdanı sızlar hâle gelmiştir. Münafıklığın alametlerinden birisi de iftiradır. İftirayı kul kula yapar ise bunun ceremesi öbür tarafta, bu dünyada olmasa bile öbür tarafta Cenabıallah'ın verdiği bir hükümle olacaktır. Ama bu dünyada kulun kula yaptığı iftiranın yanında devlet de yer alırsa, biraz önce ifade etmeye çalıştığım devlet organları, emniyet güçleri ve yandaşlaşmış yargı olarak ortaya çıkıp böyle bir iftiranın içerisinde "Yargı, bağımsız yargıdır." diye, süsüyle, kılıfıyla, ambalajıyla bu iftiralar vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerinden olan adil yargılanma hakkını ihlal eder noktaya gelir ise o zaman sorun büyümüştür, o zaman tuz kokmuş demektir.
Şimdi, önümüzdeki, yargının gördüğü davalarda, basına yansıyan kısımlarıyla ifade etmek gerekirse, bir sanık yargılanıyor; devletine kendisini emanet etmiş, "Adaletin kestiği parmak acımaz." demiş fakat onu yargılayacak olan adalet, sanığın özel hayatıyla ilgili olmak üzere, telefonunu alıyor, dinliyor, bakıyor ki delil bulamıyor, o telefona delil yüklüyor, delil uyduruyor, delil oluşturuyor. Bu, resmî bir iftiradır değerli arkadaşlar. Bu bir zulümdür. Bu zulmün yapıldığının yargı kapsamı içerisinde ortaya çıkması üzerine "Sehven yapılmıştır." gibi, laubali, ciddiyetten uzak bir cevapla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu sehven yapan adama bir sehven de siz bir şey yapamıyorsunuz. Yapamıyorsunuz çünkü üstünler hanesinde çünkü yarattığınız hukuk üstünlere hizmet eden bir hukuk hâline gelmiştir.
Bazı davalarda binlerce sahte dijital hile yapıldığı ifade ediliyor. Birtakım üniversitelerin bilirkişi raporlarıyla sahte delillerin dijital ortamda yüklendiği ve bunların mahkemelere delil olarak sunulduğu ifade ediliyor. Böyle bir işin varlığı ileri bir demokraside düşünülebilir mi? Ama sizin ileri demokrasinizde bunlar düşünülebiliyor.
Bunların yüzlercesini saymak mümkün fakat değerli arkadaşlarım, bu kontrolsüz güç, kendi içerisinde denge ve denetim kabiliyetini kaybetmiş olan güç, bumerang gibi, günü geliyor size de vuruyor. Deniz Feneri davasında hallettiniz; zülfüyâre dokunduğu için, içeriye alınmış yandaşlarınızı kurtarabilmek için savcıyı aldınız, soruşturmayı yapan savcıyı soruşturdunuz, sahtecilik işleri ile asrın merhamet dolandırıcılığını yaptığı bir Alman mahkemesi kararıyla ortaya çıkmış kişileri dört duvardan kurtardınız; şimdi, bu soruşturmayı yapan savcıları oraya gönderiyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, böyle bir olay olabilir mi? Ben şahsen bu soruşturmayı yürüten savcıları tanıyorum, onları soruşturanları da tanıyorum ve yapılan işin de akla, mantığa uygun bir tarafını bulamıyorum ve bu ziyan olan akla da bu Meclisin bir çare bulması gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Deniz Feneri olayı bizim hukuk tarihimizde çok ciddi bir hadisedir ve bu ciddi hadisenin örnek alınması gereken ve dijital delil üretmeyle de ilişkisi bulunan bir olaydan bahsedeceğim. İngiltere'de böyle bir olay olmuştu. 1987 yılında bu olay çözülmüştü. "Birmingham Six" denilen davada IRA savaşçısı zannıyla 6 İrlandalı öldürülmüştü ve bunun faili olarak da bir pub'da görev yapan 6 kişiye polis sahte delil uydurmuştu. O sahte delil uydurma işini İngiliz adaleti önünde sonunda ortaya çıkardı ve bu işi kökten çözebilecek yasal tedbirleri aldı, bugün İngiltere'de böyle bir olay görülmüyor. Şimdi, bin altı yüz tane sahte delil üretiliyor ve bin altı yüz sahte delil dijital ortamda belirli mahkemelerde kullanılıyor ve bu insanlar çaresiz bir şekilde etrafa bakıyorlar. Ellerinden tutacak ne bir devlet organı ne bir yargı makamı kalmış ve mektup yazıyorlar. Sayın Engin Alan'ın yazdığı mektup burada, üç sayfadan ibaret. Okuduğumda yüreğime kızgın bir yağ damlası gibi içimde hissettirdiği duygular yapıştı. "Arkadaşlar" adına yazıyor. "365 tane general, amiral, subay, bunun 250'si tutuklu vesaire." diyor. "Ben kendim için hiçbir şey istemiyorum." diyor, "Kendim için hiçbir talebim yok." diyor, "Çünkü ben Başbakanın Çanakkale'deki töreninde ayağa kalkmadığım için oraya gönderilenim." diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) - "Bunun için kimseden herhangi bir şey talep etmeye ihtiyaç duymuyorum." diyor, "Ama haksız ve hukuksuz yere cezaevlerinde bulunan arkadaşlarım için talep ediyorum." diyor. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bal.
FARUK BAL (Devamla) - Temenni ediyorum ki, bu araştırma önergesi adaletsizlik karşısında vicdanlarınızı bir nebze olsun yumuşatır. Buna hep birlikte çare bulacağımız ve gerçekten adaletin mülkü olabilecek, gerçekten kestiği zaman parmağı acıtmayacak bir adalete ulaşmak dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)