| Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 12.12.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Mensubu olduğum İYİ Parti Grubu adına Hazine ve Maliye Bakanlığının ilgili kuruluşları olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Gelir İdaresi Başkanlığı ve Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2023 yılı bütçesi hakkında görüşlerimizi paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 6/12/2022 tarihli oturumunda AK PARTİ Bursa Milletvekili Zafer Işık tarafından gerçekleştirilen milletvekilimize yönelik şiddet eylemi demokrasimize, yüce Meclisin mehabetine yakışmayan bir olay olarak Parlamento tarihine geçmiştir. Bu elim olayı şiddetle kınıyoruz. Hiçbir ahlaksız yumruk bizi hakkın ve hakikatin yolundan ayıramayacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, önce bazı sayıları paylaşmak istiyorum. 2023 yılı bütçesi 2022 yılı bütçesi ödeneklerine göre -ek bütçe hariç- yüzde 155,9 artıyor, ek bütçeyi dâhil ettiğimizde artış oranı yüzde 56,2. Yıllık enflasyonun yüzde 80'in üzerinde olduğunu düşündüğümüzde takdir edersiniz ki burada reel bir artış söz konusu değil, dolayısıyla bu sene aynı parayla yaptığınız hizmetin gelecek sene enflasyon böyle devam ettiği sürece aynısını yapmanız pek de mümkün olmayacak gibi görünüyor.
Bütçenin yapısına baktığımızda, harcama tarafından baktığımızda, son derece donuk ödemeler var, mali alan yok. Örneğin, savunmadan kısayım da eğitime para aktarayım diyebilecek durumda değiliz, efendim, cari harcamaları kısalım da yatırımları artıralım diyebilecek durumda değiliz. Dolayısıyla bütçenin bütün ödenekleri önceden belli; personel, faiz, SGK ödemeleri, görev zararları ve cari transferlere gidiyor, hiçbir hareket alanı yok siyasi iradeye.
Gelir yönünden baktığımızda, dolaylı vergiler ön planda. Dolaylı vergiler, bildiğiniz gibi, çok adil vergiler değil. Harcamalar vergilendiriliyor, harcamalarda öne çıkan gelir kalemleri; ÖTV, motorlu taşıt vergileri, alkol, tütün gibi vatandaşın yapması zorunlu olan harcamalar. Dolayısıyla burada önemli bir gelir dağılımını bozucu etkisi var. Gelir vergisi yönünden de, kurumlar vergisi ve gelir vergisine, emekçilerin ödedikleri vergiye baktığımızda yük yine de emekçilerin üzerinde.
Öbür taraftan, ekonomiyi düzenlemek, uzun vadeli teşvikler vermek ve dolayısıyla verimliliği artırmak amacıyla yapıldığı söylenen 994 milyar TL tutarında bir vergi harcaması var. Dar gelirliler buradan da maalesef bir gelir elde edemiyorlar, bir fayda elde edemiyorlar.
2023 yılı için öngörülen, tahmin edilen millî gelir 18,6 trilyon TL. Bu rakamdan hareketle bazı rasyoları paylaşmakta fayda var diye düşünüyorum. Giderlerin bu millî gelirden aldığı pay yüzde 24; gelirlerin payı yüzde 20,4; faizin net vergi gelirine oranı yüzde 17,7; faizin net bütçe gelirine oranı yüzde 14,8; net gelirin bütçe giderine oranı yüzde 71,6; net bütçe gelirinin bütçe giderinin toplamına oranı yüzde 85,2. Bu oranlara baktığımızda yıllar itibarıyla çok fazla bir dalgalanma görünmüyor. Genellikle bunun nedeni, pastanın küçük olmasından kaynaklanıyor. 1976 yılında Türkiye ekonomisi, dünya sıralamasında 16'ncı sıradaydı; geçen zaman zarfında, uzun müddet 17'nci sırada kaldık. İddia oydu ki biz 2023'te 10'uncu sıraya gelecektik ama bugün geldiğimiz nokta maalesef 21'inci sıraya gelmek oldu. Bütün bunlara baktığımızda ortaya şu çıkıyor: Biz, 2013 yılında ulaştığımız millî gelir seviyesinden son dokuz yılda maalesef, patinaj yapa yapa çok aşağılara geldik ve dolayısıyla da...
"Yıllık yüzde 22 büyüdük, OECD'de en fazla büyüyen ülkeyiz, Çin'den sonra 2'nci büyüyen ülkeyiz vesaire." Bütün bunlar doğru olsa bile ki doğru fakat bunun nihai sonucu, ülkenin geldiği yer, 700 milyar dolar ile 800 milyar dolar arasında bir bölgede patinaj yapıp duruyoruz; işin özü, esası bu. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) İsterse yüzde 50 büyüyün ama millî gelir artmıyor. Dolayısıyla, ben isterdim ki bundan bir asır önce aziz milletimizin büyük fedakârlıklarla kurduğu bu yüce Meclisin çatısı altında, millet egemenliğine dayanan cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılı eşiğinde "Daha iyisini nasıl yapabiliriz?"i konuşalım.
Ve yine gönül isterdi ki millet egemenliğinin en temel şartlarından biri olan bütçe hakkı, artık ülkemizde sadece kâğıt üstünde kalmış bir kavram olmasaydı. Yasama organının yürütme organı tarafından yapılacak harcamalar ile bunların karşılığında toplanacak vergiler konusunda söz sahibi olması demek olan bütçe hakkı, Avrupalı milletlerin elde etmek için yüzyıllar boyunca kanlı mücadeleler verdikleri ve demokrasilerinin en kutsal değerlerinden biri olarak gördükleri bir kavramdır. Bu kavramın kıymetini maalesef bilemedik ve bugün Parlamentomuz bütçe hakkını hukuken olmasa bile fiilen kaybetmiş durumdadır. Şayet, bu hak korunabilmiş olsaydı biz, burada muhalefet partileri olarak temsil ettiğimiz halkımızın yarıya yakın kesiminin, derin yoksullukla boğuşan geniş kitlelerin, yatağına aç giren çocukların sesini iktidara duyurabilir, eleştirilerimizin dikkate alındığını görebilir ve halkımızın parasının nereye ve nasıl harcandığının hesabını sorabilirdik. Fakat, geldiğimiz noktada ne yazık ki bunlara imkân bırakılmadı. Bırakın Meclisin bütçede söz sahibi olmasını, mevcut iktidar ne yazık ki artık bütçenin yapımıyla ilgili şekil şartlarına bile uymaya tenezzül etmiyor.
Sabahleyin Cumhuriyet Halk Partisinden konuşan arkadaşlarımız da söyledi, ben de şu anda televizyonunu yeni açan yurttaşlarımıza iletiyorum: Değerli yurttaşlarım, bu Hükûmet, şu anda, sizin izin vermediğiniz 43,3 milyar TL parayı kasım itibarıyla harcamış durumda. 4746 sayılı Yasa'nın verdiği 2 tane yüzde 5'lik artışlar vesaireler hesaba alındığında limit aşılmıştır.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Gelecek yılın parasını harcamışlar.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Sayın Bakanım, görüşmelerin sonunda vereceğiniz cevapta lütfen bu limit aşımını niçin yaptınız, hangi gerekçeyle yaptınız; millete, Meclise gelip niye izin istemediniz; en azından niye bilgilendirmediniz; bunu lütfen bir söyleyin. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Yetkisiz harcama yapılmış.
HÜSEYİN YILDIZ (Aydın) - Türkiye'yi kendi şirketleri görüyorlar. 84 milyonu maraba görüyorsunuz değil mi?
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Ayrıca, Merkez Bankasındaki hazine hesabına girmesi gereken paranın büyük bir ihtimalle -yine arkadaşlarımız söylediler- kamu bankalarından birisine girdiği ve şu anda verilen krediler belki de oradan finanse ediliyor. Eğer, yanlış düşünüyorsak bunu da lütfen düzeltin, biz bunun böyle olduğunu düşünüyoruz. Eğer bir suç varsa, kabahat varsa, ayıp varsa bize ait değil, size ait çünkü düzeltmeniz gerekir, şeffaf olmanız gerekir.
"Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" adı verilen ve son dört buçuk yıldır ülkemizin ekonomi başta olmak üzere hemen her alanda geriye gitmesine sebep olan bu yeni rejimin memleketimize verdiği en büyük zararlardan biri de milletin parasının nereye ve nasıl harcandığının bilinmemesi bütçe sürecinde ortak akla ve istişareye imkân tanınmaması, ülkenin kaynaklarını "Ben yaptım, oldu." zihniyetiyle verimsiz ve dolayısıyla toplumsal refahı azaltıcı şekilde dağıtmasıdır. Bunu hepimiz yaşayarak görüyoruz.
Zaten sıkıntılı bir durumda olan Türkiye ekonomisinin getirilen yeni hükûmet sistemiyle birlikte son dört buçuk yılda çok daha kötüye gittiği gün gibi aşikâr değil mi? Türk liramızın değerinin nasıl eridiği, faiz ödemeleri, bütçe açığı ve kamu borçlanmasının nasıl hızla arttığı, özellikle genç işsizliğin ulaştığı boyutlar, Merkez Bankası başta olmak üzere en güzide kurumlarımızın düşürüldüğü durum ve genel olarak ekonomi yönetimindeki kurumsal çöküş açık seçik meydanda değil mi?
Bu kötü gidişatın sık sık Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanı değiştirilmesiyle durdurulmasının mümkün olmadığını yaşayarak görmedik mi? Evet, bu kötü gidişat birkaç bakanın ve üst düzey bürokratın değiştirilmesiyle ve içi boş bazı reform söylemleriyle veya daha düne kadar halkımıza düşman olarak lanse ettiğiniz bazı ülkelere sıcak mesajlar göndermekle değil, ancak güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme dönmek suretiyle yönetimde güçler ayrılığı prensibini hayata geçirerek durdurulabilir. Bunun dışında aldığınız ve alacağınız her karar, belki sizin iktidarınızın ömrünü biraz daha uzatabilir ama ülkemizin daha fazla zarar görmesini, halkımızın da daha fazla fakirleşmesine sebep olmaktadır.
Bireyler, iktidar gücünü elinde bulunduranlara olan yakınlıkları sayesinde elde ettiği menfaatlerle kendilerinin, ailelerinin refahını kısa ve orta vadede garanti altına aldığını düşünüyor olabilirler ancak yaşanan toplumsal refah kaybının ve bunun yaratacağı olumsuzlukların uzun vadede herkesi etkilemesi kaçınılmazdır. Daha fakir ve gelir dağılımı daha bozuk bir ülkede hiçbirimiz daha güvende olamayacağız. Çocuklarımız ve torunlarımız daha iyi eğitim alamayacak, daha güzel işler bulamayacak, daha mutlu ve medeni insanların arasında yaşayamayacak.
Hukukun üstünlüğünün kalmadığı ve her gün geçtikçe daha otoriter hâle gelen bir rejimde mülkiyet haklarının korunması da giderek zorlaşacak. Umursamadığınız, kontrolden çıkan enflasyon her şeyi bir anda silip süpürebilir. Ayrıca tarih bize defalarca göstermiştir ki adalete olan güvenin yitirildiği ve refahın sürekli olarak azaldığı ülkelerde ciddi siyasi istikrarsızlıklar ve hatta büyük toplumsal kırılmalar yaşanabilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak yarınlara umutla bakabilmemiz ve birlikte güzel bir gelecek inşa edebilmemiz için bir an önce toplumun sadece yarısını değil, mümkün olan en geniş kesimini içine alan bir mutabakat zemini oluşturulmalı ve yönetim sistemimizi bu mutabakata göre şekillendirmeliyiz; bu da ancak güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişle mümkün olacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemize layık görülen yeni hükûmet sisteminin yürürlüğe girdiği Temmuz 2018'den bu yana gerçekleşen ekonomik verilerin hemen hemen hepsi, iktidarın el değiştirdiği 2002 yılının seviyelerinin gerisine düşmüştür. Ulusal paramız Türk lirası; bilerek, isteyerek, taammüden suikaste uğramıştır. Bugün sonuçları daha iyi görülen ve yürütme tarafından inatla savunulan Türkiye ekonomi modeliyle politika faizini düşürecek, Türk lirasını değersizleştirecek, ihracatı artıracak, ithalatı düşürecek, bu yolla dış ticaret açığı ve cari açığı kapatacak, dövizi bollaştıracak ve düşük faiz ve değersiz TL'yle yatırımları artıracak ve bu arz yönlü tedbirlerle enflasyon düşürülecekti! Ne zaman, hangi vadede? Bilinmiyor. Ben diyeyim iki, siz deyin üç vakitte. Evet denilen oldu, denileni yaptınız. Faizler düşürüldü, yönetim, artık politika faizlerinin önemsizleştirildiğini ve politikalarının büyümeyi öncelediğini ilan etti. Geçmiş dönemlerde en az 5 kez art arda birkaç ay verdiğimiz ancak sürdüremediğimiz cari fazla tecrübesi ortadayken yetkililer, verilen üç aylık cari fazlayla maalesef övünmeye devam ediyorlar. Gelinen noktada değersizleşen Türk lirası, 100 milyar dolara yaklaşan dış ticaret açığı ve 50 milyar dolara koşan cari açık ve kontrolden çıkan, çıkmak üzere olan enflasyon el ele gidiyor. Bu arada yüksek enflasyon nedeniyle TL değerlenmeye devam ediyor, Türk ihracatı rekabet gücünü kaybediyor.
İddianız o ki: "Bu olumsuzluklar, dünyada artan enerji fiyatlarından kaynaklanıyor." Enflasyonun ve cari açığın üçte 1'i dışarıdaki gelişmelerden olsa bile geriye kalanı tamamen sizin yanlış politikalarınızdan kaynaklanıyor. Tamam, enerji ithal etmek zorundayız da 16 milyar dolarlık altın ihracatı da neyin nesi? Ben söyleyeyim: Tasarruflarının haziran sıcağında eriyen dondurma gibi eridiğini gören yurttaşların güvenli sığınağı olduğu için, ondan. Öte yandan negatif reel faizle büyüme çabasının 1'inci yıl dönümüne denk düşen 2022 yılı üçüncü çeyrek itibarıyla yıllık yüzde 3,9; bir önceki çeyreğe göre eksi 0,1 küçülen bir büyümeyle karşı karşıyayız.
Kısacası az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik; bir de baktık on yılın sonunda aynı yerde dönüp durmuşuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
2012 üçüncü çeyrekte gayrisafi yurt içi hasıla 846 milyar dolar ederken on yıl sonra 2022 üçüncü çeyrekte yıllık 842 milyar dolar; 4 milyar dolar daha az. On yıl önceki 846 milyar doları Amerikan enflasyonuyla bugüne getirdiğimizde 1 trilyon 85 milyar dolar ediyor. İktidarın çok sevdiği, bana göre pek de anlamlı olmayan "Zira, biz dolar, euro kazanıp Türk lirası harcamıyoruz. Türk lirası kazanıp Türk lirası harcıyoruz." Dolayısıyla, satın alma gücü paritesine göre 2012'deki millî gelir 1 trilyon 85 milyar dolardan yüzde 22 daha yüksek. Ekim itibarıyla yıllık TÜFE yüzde 84,39'la dünya 7'ncisi, ÜFE yüzde 136,02. Kaldı ki bu veri, güvenilirliği son dönemde büyük yara almış olan Türkiye İstatistik Kurumuna aittir. Halkımızın yaşadığı alım gücü kaybı ise bunun çok daha üzerindedir.
TÜİK'in enflasyonu gölgede ölçülen enflasyondur. İstanbul Ticaret Odasının yüzde 105,55'lik enflasyonu güneşte, ölçülen ENAG'ın yüzde 170,7'lik enflasyonu hissedilen enflasyondur. Haklı olarak sokaktaki vatandaş, enflasyonun açıklandığından çok daha yüksek olduğuna inanmaktadır.
Sayın Bakan, enflasyonun düşürülmesiyle ilgili birkaç kez tarih verdiniz ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Kasım ayında bildiğimiz gibi enflasyon bir miktar geriledi. Artık baz etkisi dönemine giriyoruz. Zira, enflasyon, aralıktaki yüksek baz etkisinden başlayarak ocak-mayıs döneminde düşecektir. Belli varsayımlar altında enflasyon mayısta yüzde 45-50 bandına gerileyebilir. Hükûmet şuna hazırlanıyor: Ocakta Aralık enflasyonu açıklandığında "Gördünüz mü, faizi düşürdük, enflasyon da düştü." diyerek "Malum teoriyi ispatladık." diyecektir. Ancak 128 milyar dolar deneyinde olduğu gibi bu da yalan olacaktır.
Enflasyonla mücadelenin ana ekseni beklenti yönetimidir. Bunun için de söylediği söze inanılır, kredibilitesi yüksek bir Merkez Bankasına ve aktarım mekanizması etkin çalışan bir finansal sisteme ihtiyaç vardır. Türkiye'de bunun ikisi de yoktur; onun yerine "makro ihtiyati tedbirler" denilen düzenlemeler devreye sokulmuştur. Merkez Bankası ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu elbette koordinasyon yapmalıdır ancak bunun ötesinde birbirlerinin görev alanına girme ihtimalleri de son derece yüksektir. Özünde bu araçların kullanılmasında bir yanlışlık yoktur, kullanımı da dünyada giderek artmaktadır ancak makro ihtiyati tedbirler aktarım mekanizmasını ikame etmemeli, onu desteklemelidir. Piyasaların normal işleyişi dışında kamu yaptırım gücüyle fiyat ve miktar kısıtlamaları koymak, teminata verilen enstrümanların iskontolarını artırarak bankaları daha fazla kamu kâğıdı almaya zorlamak ve bu yolla borçlarınma oranlarını düşürmek, kısa vadede başarılı olarak görülebilir; evet, bunu başardınız
Enflasyonun yüzde 80'i aştığı bir ortamda on yıllık eurobond ile on yıllık devlet iç borçlanma senedinin getirilerinin sözde makro ihtiyati tedbirlere eşitlendiğini biliyoruz. Bankaların kârı artıyor ve bankalar an itibarıyla mutlu. İşler tersine dönerse orta ve uzun vade için bir planınız, programınız var mı Sayın Bakanım? Ne yapacaksınız? Piyasa dışı bir çözümünüz ileride karşılaşılacak yeni bir sorunun her defasında tohumunu ekiyor. Farkında mısınız, bu politikalarla piyasalar işlerliğini kaybediyor, güdümlü, kontrollü piyasaya doğru evriliyor. Sonuç olarak bu eli sopalı zorlayıcı politikalarla enflasyonu düşürmek kolay olmayacaktır. Enflasyon, kök sorundur. Diğer tüm sorunlar enflasyondan neşet eden ikincil, üçüncül sorunlardır. Enflasyon bataklık; bozuk gelir dağılımı, pahalılık, derin yoksulluk, asgari ücret vesaire sivrisinektir. Parlamentoyu sebeplerle değil, sonuçlarla uğraştırıyorsunuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Yüksek enflasyon nedeniyle yurttaşlar, birikimlerini giderek daha fazla döviz ve altında tutmaktalar. Bunun için vatandaşlarımızı suçlamak elbette mümkün değildir. Zira yeni hükûmet sisteminin yürürlüğe konduğu son dört buçuk yılda Amerikan dolarının Türk lirasına karşı değeri yaklaşık 3,8 kat artış göstermiştir. Dilinden "yerli" ve "millî" söylemini düşürmeyen iktidarın ülkeyi çağ atlatacağını iddia ettiği yeni hükûmet sistemi altında Türk lirasının değeri, ekonomimizin hiç de hak etmediği şekilde düşmüştür. Soruyorum size: Bu mudur millî olmak?
Bilerek, isteyerek uygulamaya konulan değersiz TL politikası sonucu Aralık 2021'de 18,40'ları gören dolar/TL paniğe sebep olmuş ve yönetim, can havliyle makro bir çerçeve ortaya koymadan bir iki saat içinde 6 milyar dolar sattıktan sonra kur korumalı mevduatı devreye sokmuştur. Özünde örtük faiz artırımından başka bir şey olmayan uygulamayla tarihin en vahşi servet transferi gerçekleştirilmiştir. Çok az sayıda tasarruf sahibine yapılan servet transferlerinin hazine ayağı maliyeti bilinmekle birlikte Merkez Bankası, ödediği kur farklarını açıklamamakta yüce Meclise karşı direnmektedir. Kur korumalı mevduat uygulamasının Anayasa'nın 73, Merkez Bankası Kanunu'nun 56'ncı maddesine uygunluğu mutlaka denetlenecektir ve denetlenmelidir. İronik bir şekilde biraz önce ifade ettiğim üzere, liralaşma olarak nitelenen ve makro bir politika çerçevesine oturmayan bu uygulama, enflasyona yenik düşen ancak dövizden uzak duran Türk lirası mevduatlarını dövizle ilişkilendirmiş ve tam bir dolarizasyon programına dönüşmüştür. 1,6 trilyon TL'nin üzerinde bir hacme ulaşan kur korumalı mevduattan nasıl çıkılacağı da henüz bilinmemektedir, belli değildir. Arka kapı döviz satışlarıyla kur bugün itibarıyla nispi bir istikrara kavuşmuştur. Kur korumalı mevduat an itibarıyla Borsa İstanbula yönelmektedir çünkü mevduat, altın, yabancı paraya dayalı her türlü finansal yatırım aracının getirisi yüksek enflasyona yenik düşmektedir. Enflasyondan korunmak üzere tasarruflarını sermaye piyasalarına yönlendiren küçük yatırımcı, maalesef korunamamış, temmuz-eylül döneminde içeriden bilgi alınarak yapılan manipülatif işlemlerle büyük zararlara uğratılmıştır.
Burada işlemlerin nasıl gerçekleştiği üzerinde durmadan devam edeyim. Ortaya çıkan sıkıntılar yani kriz, kamu bankalarının kendi hisselerini yüksek fiyattan geri almasıyla çözülmüştür çünkü vadeli piyasada fiyatlar düşürülürken spot piyasada fiyatlar yükseltilmiş, küçük yatırımcı buraya gitmiş, sonra ters işlem yapılmış ve yatırımcı zarar ettirilmiştir. Takas işlemi gerçekleşmemiş, sonuçta iş tıkınma noktasına gelince kamu bankaları cari fiyatın çok üzerinde kendi hisselerini geri alarak sorunu çözmüşlerdir. Hâliyle burada bir zarar oluşmuştur, kamu zararı oluşmuştur, bunun da mutlaka üzerinde durulacaktır.
Tam da bunlar yaşanırken şirketlerin halka açılması sırasında alınan, verilen rüşvet iddiaları ortaya atılmıştır. Bu iddialara bir milletvekili ile uzun yıllar Bank Asyada yöneticilik yapmış kardeşi eski SPK Başkanının "Bana gelirsen ben daha ucuza yaparım." diye rüşvet pazarlığı yapan 2 Cumhurbaşkanı Başdanışmanının adı karışmıştır. Sermayenin tabana yayılmasının önemli bir aracı olan şirketlerin halka açılması işlemleri, Sermaye Piyasası Kurulunun gözü önünde hatta onun aldığı inisiyatifle gerçekleştirilmiş, şirket sahipleri özel bürolara yönlendirilmiş ve rüşvet çarkı oluşturulmuştur.
Aynı sıkıntılar bedelli, bedelsiz sermaye artırımında da yaşanmaktadır. Medyada yer alan habere göre "Ersu" adında bir şirket, KAP'a "Hiperenflasyon ve kur dolayısıyla işletme sermayemiz eridi, talebimiz geciktirilince bekleyince ham madde ve makine ekipmanı alamadık, artırım talebimizi geri çektik." diye bildirimde bulunmuştur. Ayrıca, bu halka açılmalardan elde edilen hasılanın şirketlerin kasasına değil, bir bakıma borçlarını halka açan şirket sahiplerinin ceplerine gittiği söylenmektedir.
Rüşvet iddialarıyla ilgili gerçeğin ortaya çıkarılması için verilen araştırma önergeleri de iktidar partilerinin oylarıyla reddedilmiştir. Kimsenin şüphesi olmasın; Millet İttifakı iktidarında bu dosyalar yeniden açılacak, ilgililer yargı önüne çıkarılacak, olası kamu zararları son kuruşuna kadar geri alınacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yatırımcının tekrar borsaya yöneldiği bir ortamda görevini yapmayan Sermaye Piyasası Kurulunu göreve çağırıyoruz. İnşallah, ikinci bir hüsran yaşanmaz.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi altında geçen son dört buçuk yıldaki kamu maliyesi performansına baktığımızda da maalesef çok iç açıcı bir durum görmüyoruz. Bu süre zarfında, özel ve kamu sektörünün iç, dış toplam borç stoku 2018'deki 5,2 trilyon Türk lirasından, 2022 üçüncü çeyrekte 16,5 trilyon TL'ye yükselmiştir. Hazinenin borç stoku 2,1 trilyon TL'ye yükselirken toplam kamu borç stoku 3,4 trilyon TL olmuştur. Borç stokunun bu denli artmasının nedeni yanlış borç yönetimi, yanlış borçlanma stratejisidir. Yerli ve millî olduğunu iddia eden yönetim, 2012 yılında sıfırlanmış olan döviz ve altın cinsi borçlarının toplam içindeki payını hızla artırarak yüzde 25'li seviyelere yükseltmiştir. Evet, yerli ve millî olduğunu iddia eden Hükûmetimiz, nedense kendi parasıyla değil yabancı paralarla borçlanmayı tercih ederek kamunun borç yükünü kur hareketlerine çok daha duyarlı hâle getirmiştir. Burada tekrar sormak istiyorum: Bu mudur millî olmak? Bu politikaların yanlış olduğunun farkına varmış olmalısınız ki artık yabancı para ve altınla borçlanmayı durdurdunuz. Bu enstrümanların stokta var olmaya devam ediyor olmaları vade sonuna kadar kamunun faiz yükünü artırmaya devam edecektir.
Diğer yandan, 2023 yılı bütçesinin B cetveli "diğer gelirler" kaleminde 87,4 milyar TL tutarında faiz geliri var. Bu tutar 2025'te 129,9 milyar TL'ye yükseliyor. Sürekli borçlanan hazine hangi parayı kime borç verdi de bu kadar faiz geliri elde ediyor? Elbette borç vermedi. Bu, alınan borçtan elde edilen faiz. Nasıl mı? Yanlış borç yönetimi nedeniyle enflasyonun yükseldiği bir ortamda, ihraç edilen enflasyona endeksli kâğıtların muhasebe yönteminden gelen ileride ödenecek faizlerin cari zamanda gelir yazılmasından kaynaklanıyor. Sayın Kerim Rota'nın ifadesiyle, deliğe sığmayan farenin bir de kuyruğuna kabak bağlaması gibi bir şey. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Faiz ödemelerinin ana parayı geçmesinin nedeni de işte bu yanlış borçlanma politikasıdır. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki mevcut iktidar ülkemizi ekonomik olarak hızla 1990'lı yıllara döndürmektedir. 2018 yılı öncesinde gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2'si civarında seyreden bütçe açığının bugün yüzde 5'lere ulaşması ve faiz yükündeki hızlı artış bunun en net göstergesidir. 2018 yılında 74 milyar TL olan faiz ödemelerinin 2023 yılında 565,6 milyar TL olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Aslında faiz ödemeleri bu tutardan yüksektir, zira kur korumalı mevduat, faiz ve kur farkı ödemelerinin faiz olarak değil hane halkına yapılan transfer olarak muhasebeleştirilmektedir. Ek bütçeye konulan 40 milyar TL ödenek faiz ödemesi olarak düzeltilmelidir. Eğer siz düzeltmezseniz bunu düzelterek araştırmacılığa sunacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Faize karşı olduğunu her fırsatta dile getiren Sayın Cumhurbaşkanının yönetimindeki yeni hükûmet sisteminde, faiz ödemelerinin bütçedeki payı 2 kat artarak yüzde 7'den yüzde 13'e yükselmiştir, önümüzdeki yıllarda da yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden dolayı artmaya devam edecektir.
Ülkemizdeki ekonomik tablonun bu kadar zaman içinde bu kadar kötüye gitmesi ne yazık ki sadece uygulanan politikaların yanlışlığı ve uygulayıcıların beceriksizliğinden kaynaklanmıyor. Bu dönemde, bilinçli veya bilinçsiz olarak yapılan öyle uygulamalar vardır ki hem içeriği itibarıyla suç niteliğindedir hem de sonuçları itibarıyla ülke ekonomisini büyük hasara uğratmıştır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bunların birincisi ve kesinlikle en vahimi, 2019 yılından itibaren Merkez Bankası döviz rezervlerinin örtülü şekilde satılarak tüketilmesi ve bunun sonucunda bankanın net rezervinin eksi 60 milyar dolara kadar düşmesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayınız efendim.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Peki efendim, tamamlayayım.
Şöyle söyleyeyim o zaman: Diliyoruz ki önümüzdeki yıl, Meclisimize dayatılıp onaylanması beklenen değil, Meclisimizle istişare edilerek geliştirilen ve milletimizin ihtiyaçlarına çok daha iyi cevap veren bir bütçenin ayrıntılarını tartışabiliriz.
Bu vesileyle yüce heyetinizi Meclis grubumuz adına saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)