| Konu: | ELEKTRİK PİYASASI KANUNU VE TÜRKİYE RADYO-TELEVİZYON KURUMU GELİRLERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 74 |
| Tarih: | 06.03.2013 |
BDP GRUBU ADINA İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa)- Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 426 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetlerine küresel güçlerce dikte edilen dışa bağımlı enerji politikaları artık iflasın eşiğine gelmiştir. On yılı aşkın bir süredir iş başında olan iktidar aksini iddia etse de Türkiye'yi enerji alanında daha fazla dışa bağımlı hâle getirmiştir maalesef.
AKP, 2002 yılında, iktidara hazırlanırken seçim beyannamesinde "Partimizin enerji politikalarının temelini enerjinin ucuz ve güvenilir bir şekilde temin edilmesi, bütçede yükün azaltılması, çevre ve insan sağlığının korunması oluşturmaktadır." diyerek açıkladığı enerji politikalarının uygulamaları sonucunda yüzde 67 olan dışa bağımlılık oranını maalesef yüzde 73'e çıkartmıştır.
Ayrıca, elektrik üretiminin yüzde 35'i hidroelektrik santrallerinden elde edilirken günümüzde bu oran yüzde 20'lerin altına kadar gerilemiştir. Yüzde 30 olan doğal gaz çevrim santrallerinin payı yüzde 45'lere yükseltilmiş durumdadır. Gelinen bu noktada, ürettiğimiz elektrik enerjisinin neredeyse yarısı tek bir kaynaktan yani yüzde 98 oranında dışa bağımlı olduğumuz doğal gazdan üretilmektedir.
Elektrik üretiminde içine düşürüldüğümüz girdap yalnız bununla da sınırlı değildir. Yüzde 12'leri çoktan aşmış, ithal ettiğimiz kömürü ve fuel oil gibi diğer ithal kaynakları da dâhil ettiğimizde, elektrik üretimimizin neredeyse yüzde 60'ı ithal kaynaklarla gerçekleştirilmektedir. Bu kaynakların tedariki için katlanmak zorunda kaldığımız fatura miktarı ise tam, 35 milyar doları çoktan aşmış durumdadır.
Değerli milletvekilleri, elektrik üretiminde doğal gaz çevrim santrallerinin payını düşürmek ve dışa bağımlılığı azaltmak adına yenilenebilir kaynaklara dümen kıran Hükûmet, sayıları 2 binleri çoktan aşmış HES projeleri ile kaş yapayım derken göz çıkarmaktadır. Ilısu ve Munzur projeleriyle giriştiği doğa, tarih ve kültür katliamlarına, vadilerimizi de kurutacak olan küçük HES projeleriyle yenilerini eklemektedir. Dünyada eşi benzeri olmayan, en az on iki bin yıllık tarihi olan Hasankeyf'te baraj gölü alanında kalacak 300 civarında höyük, 2 bin civarında mağara AKP'nin umurunda olmadığı gibi, resmî makamlara göre zarar görecek 55 binden fazla insanın kültürel, sosyal ve ekonomik hakları da hiçe sayılmaktadır. Geçmişte ve bugün ülkemizde kısa ömürlü barajlar için Birecik ve Yortanlı barajlarında yapılan kültür katliamlarının benzeri Hasankeyf'te yapılırken çevre ve doğa katliamları da Munzur'da, Fırtına Vadisi'nde yapılmak istenmektedir.
Unutmamak gerekir ki enerji üretiminde alternatifler geliştirilebilir ancak tarihî, kültürel ve doğal değerlerimizin alternatifi yoktur. Hidrolik enerjiden en rasyonel biçimde yararlanılması enerji alanında dışa bağımlı olan ülkemiz açısından elbette ki önemlidir. Ancak, DSİ ve Elektrik İşleri Etüt İdaresinin kol kola geliştirdiği Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği ile akarsularımız kaynağından kuşatılarak doğa ve çevre talanına dönüşmüştür. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde hemen her dere üzerinde birden fazla, özellikle İkizdere'de 26 adet HES projesine onay verilmesi bunun açık bir kanıtıdır.
Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetlerinin HES'ler kadar üzerinde inatla durduğu diğer bir konu da nükleer santral kurma hayalleridir. Avrupa ülkeleri nükleer enerjiden vazgeçerken AKP Hükûmeti Mersin Akkuyu'ya nükleer santral yapma sevdası ile âdeta yanıp tutuşmaktadır. AKP iktidarı yöre halkının, sivil toplum örgütlerinin ve enerji uzmanlarının nükleer santral konusundaki düşüncelerine âdeta kulaklarını tıkamış durumdadır. Rusya ile yaptığı anlaşmanın içeriğini izah etmekten kaçarak Akkuyu'yu âdeta kuşatma altına almıştır.
Çernobil kazasının belleklerimizden izi neredeyse silinmeye yüz tutmuşken Fukuşima ile bilincimizde en berrak hâliyle yeniden canlandı. Aslında Çernobil, etkilediği binlerce insanın bedeninde, hatta kuşaktan kuşağa aktarılan kötü bir miras gibi yeni bedenlerde gizlice yaşamaya devam etti. Japonya'da yaşanan deprem ve sonucunda oluşan tsunami felaketiyle yaşanan kazanın boyutları henüz tam olarak bilinememektedir. Teknoloji devi olan Japonya bu kazayı önleyemediği gibi kazanın boyutlarını da, gelecekteki etkilerini de hesap etmekten uzaktır.
Bu nedenle, nükleer tesisi olmamasına rağmen nükleer kazaların yaşandığı tek ülkenin Türkiye olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Fukuşima nükleer santral kazasının belki de hayra yorulmasını gerektirecek tek yanı, nükleer enerjinin riskleri, insanın bu facia karşısında çaresizliği, en önemlisi de telafisi mümkün olmayan doğa ve çevre felaketlerini bir kez daha göz önüne sermesidir. Bu nedenledir ki, Almanya, Belçika ve İspanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi yeni nükleer projelerini rafa kaldırmışlardır. Darısı halklarımızın başına diyorum.
Değerli milletvekilleri, enerji temini ve yönetimi konusunda bakış açısı bu minvalde olan Hükûmetin getirmiş olduğu bu tasarı, elektrik üretimini teşvik etmekten ve tüketici haklarını korumaktan uzaktır. Tasarıya genel olarak bakılması durumunda, daha çok yatırımcıları ilgilendiren konuların ele alındığı, tüketici yığınlarının ise ihmal edildiği apaçık görülecektir. Giderek artan enerji fiyatları karşısında tüketicilere yeterli, kaliteli ve ucuz şekilde ulaştırılabilmesi için alınması gerekli tedbirler, bu tasarıda tamamen göz ardı edilmiştir.
Enerji gibi stratejik önemi olan bir kaynağın tamamen özel sektör marifetiyle temin edilmesi düşünü kuran bu mantık, konuyu sadece piyasa boyutuyla ele almıştır. Hükûmetin piyasa ve piyasacılığa olan hayranlığı, bu tasarıyla tavan yapmıştır. Gün öncesi piyasası, gün içi piyasası, dengeleme güç piyasası, yan hizmetler piyasası gibi yasal olarak neyi ifade ettiği bilinmeyen birçok piyasadan bahsedilmiştir.
Değerli milletvekilleri, tasarının geçici 14'üncü maddesinde getirilen düzenlemeyle hidroelektrik santral ve termik santral projelerinin önünde artık hiçbir engel kalmayacaktır, zaten getirilen düzenlemeyle amaçlanan tam da budur. Doğa, tarih ve kültür talanına dönüşmüş durumda olan kimi HES ve termik santral projelerinin önündeki hukuki duvar, bu düzenlemeyle yerle bir edilmek istenmektedir. AKP, bu konuda başından beri ayak bağı olarak gördüğü yargı kararlarını Meclis çatısı altında parmak sayısıyla aşmanın arayışına, maalesef, girmiştir.
Bunun yanı sıra, geçici 14'üncü madde, adresi belli bir kurtarma işlevi de görmektedir. Hafızalarımızda hâlen tazeliğini koruyan Cargill benzeri bu oyun, bir kez daha Samsun'da sahnelenmek istenmektedir. Bu düzenlemenin açık adresi, tarım arazisi üzerine enerji santrali yapmış Avusturya menşeli OMV, adlı uluslararası enerji devidir. Avrupa'nın en önemli enerji şirketlerinden biri olan OMV aynı zamanda Petrol Ofisinin yüzde 97 hissesinin de sahibidir. Bildiğimiz üzere, OMV Enerji, Samsun'da Çarşamba ilçesinde, çoğunluğu tarım arazisi üzerinde kırk dokuz yıllığına üretim yapmak için doğal gaz çevrim santralinin lisansını almıştır. Hayata geçmesi durumunda Türkiye elektrik ihtiyacının yüzde 3'ünü karşılayacak olan bu projenin 2010 yılındaki temel atma törenine Enerji Bakanının da aralarında bulunduğu çok sayıda politikacı ve bürokratın katılmış olması, gelinen bu noktayı sanırım yeterince özetlemektedir.
Tasarıda yer alan bu maddeyle, herhangi bir sebeple lisansı iptal edilmiş ancak inşaatta geri dönülmeyecek bir noktaya gelmiş tesislere yeniden lisans verilmesinin önü açılmıştır. Aslında "herhangi bir sebep" ifadesiyle kastedilen tamamen yargı kararlarıdır. Yargı kararlarının boşa çıkarılmasını hedefleyen bu maddeyle, yürütmesi durdurulan HES'lerin ve çevre düşmanı durumunda olan termik santrallerin lisansları yenilenmiş olacaktır.
Tasarının bu şekliyle yasalaşması durumunda, Türkiye'de ne hak ne hukuk ne yargı bağımsızlığı ne de bilime olan inanç kesinlikle kalmayacaktır. Özellikle, bu maddenin tasarıdaki hâline destek verecek parmak sahiplerine seslenmek istiyorum: Unutmayın ki, çevre, doğa, tarihî ve kültürel değerlerimiz, gelecek nesillerin, bizlere olduğu kadar sizlere de bir emanetidir. Bildiğiniz üzere, emaneti korumak ve kollamak, hatta emanete gözü gibi bakmak, coğrafyanın kabul görmüş en büyük etik değerlerindendir. Asla ve asla hoşgörülmeyecek ve affedilmeyecek davranışların başında emanet ihanetinin geldiği akıllardan çıkarılmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla getirilen önemli düzenlemelerden birisi de elektrik üretimi ya da dağıtımı faaliyetlerinde bulunan bir firmanın Türkiye genelinde en fazla yüzde 20 oranında paya sahip olabileceği koşuludur. Düzenleme, ilk bakışta her ne kadar tekelleşme önünde bir engel gibi görünse de bir elin parmakları kadar firmanın piyasayı ele geçirmesinin yolunu da açmaktadır. Nitekim, özellikle AB ülkelerinde, enerji alanında faaliyet gösteren bazı şirket evlilikleri tekelleşme anlamında ciddi kaygılara neden olmaktadır. Bu bakımdan, oranın yüksek tutulması küçük ölçekli firmaların önünün kesilmesine yol açabileceği gibi, piyasaların birkaç büyük şirketin kontrolüne girmesi de olanaklı hâle gelebilecektir.
Değerli milletvekilleri, yıllardan beri tüketiciler üzerinde ciddi bir yük ve rahatsızlık yaratan fatura kalemlerinden bazılarının aynen korunması anlayışı bu tasarıda kendisini göstermektedir. Yüzde 2 olan TRT payının, kayıp kaçak bedellerinin tüketicilere yansıtılmasına devam edilmektedir. Bu işin garip taraflarından biri, tüketilen mal ve hizmetlerle alakası olmayan bu kalemler üzerinden bir de KDV hesaplanması ve tüketicilerden tahsil edilmesi hususlarıdır.
Getirilen bu tasarıda enteresan kavramlardan bazıları da son kaynak tedariki, son kaynak tedarik tarifesi kavramları ve buna bağlı lisans şeklidir. Bu lisansla anlaşmazlığa düşen tüketicilerin mağduriyetlerini önlemek adına piyasa fiyatının üstünde bir tutarla elektrik satmanın yolu açılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, tasarının değişiklik yaptığı önemli hususlardan biri de bugün için sayıları 262'yi bulan kendi üretir -otoprodüktör- şirketlerin lisanslarının iptal edilmesidir. Kojenerasyon teknolojisi kullanan kendi üretir şirketler, getirilen bu düzenlemeye göre artık üretim lisansı almak zorunda kalacaklar ve ürettikleri fazla elektriğin ancak yüzde 20'sini sisteme verebileceklerdir. Kojenerasyon teknolojisi, tekstil, kâğıt, kimya, gıda, seramik gibi pek çok sektörde kullanılmaktadır. Bu teknolojiden yararlanarak hem elektriği hem de buharı aynı anda ve birlikte üreten otoprodüktörler, ürettikleri elektriği kendi sistemlerinden almakta ve böylece, elektrik faturaları üzerindeki ek yüklerden muaf olmaktadırlar. Sektör uzmanlarınca, bugüne kadar kurulu olan 8 bin megavat gücündeki tesislerde 3 milyar metreküp doğal gaz tasarrufu ve 10 milyon ton karbondioksit salınımı azalmasının sağlandığı ifade edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla getirilen önemli düzenlemelerden biri de dağıtım şirketlerine elektrik ithal etme izninin verilmesidir. İthalat izninin verilmesi yatırımcı üzerinde baskı oluşturabileceği gibi, yerli kaynak arayışını ve kullanımını da olumsuz etkileyebilecektir.
Tasarının en can alıcı düzenlemesi geçici 8'inci maddeyle yapılmış olup AKP Hükûmetinin çevreye bakışını da apaçık ortaya çıkarmıştır. Yapılan düzenlemeyle üretim tesislerinin çevreyle uyumlu hâle getirilmesi zorunluluğu beş yıl sonrasına ertelenerek 2018 yılına bırakılmıştır. Bu da yetmemiş, Bakanlar Kuruluna bu süreyi üç yıl uzatma yetkisi verilmektedir.
Vatandaşlarımızın sağlıklı çevrede yaşam hakkını, Anayasa'yı ve AB direktiflerini hiçe sayan Hükûmetin bu dayatmacı anlayışını reddediyor, Genel Kurulu bu münasebetle saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)