GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İÇTÜZÜĞÜN 19 UNCU MADDESİNE GÖRE GRUP ÖNERİLERİ HAKKINDA
Yasama Yılı:3
Birleşim:74
Tarih:06.03.2013

DEMİR ÇELİK (MUŞ)- Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisinin Esenyurt Belediyesi imar usulsüzlüğü ve sonrasında yaşanan mağduriyetlere ilişkin araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Her şeyden önce, imar, Türkiye'nin kan kaybeden, bu anlamıyla da ciddi oranda mağduriyetlerin, sorunların yaşandığı bir alan. Bu alandaki usulsüzlükleri, suiistimalleri ya da bir kısım çıkar ve menfaat sahibi kişi ve grupların hem topluma hem toplumun değerlerine aykırı davranış içerisinde bulunuyor olması araştırılmaya değer konulardır. Bu anlamıyla da sadece Esenyurt ile sınırlı olmaksızın Türkiye'nin bu temel problem alanına ilişkin araştırmaları gün yüzüne çıkarmak, mağduriyetleri gidermek bence Meclisimizin üstüne vazifedir; bu yönüyle rol alması, gereğini de yerine getirmesi gibi bir çabanın içerisinde olması Meclisin fonksiyonlarından biridir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek 3194 sayılı İmar Kanunu gerekse 5393 sayılı Belediye Kanunu ve onları biçimlendiren Anayasa'nın kendisi demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü ve sivil olmadığı sürece bu ve benzeri sorunları tartışırız, tartışmaya da devam ederiz. Görünen o ki doksan yıldır devletin çevreyle olan problemini meşru ve demokratik noktada çözemeyişinin ortaya çıkardığı bu sorunlar bu algı ve zihniyetten hareket ettiğimiz sürece uzun yıllar da tartışılacağa benzer. Hâlbuki toplumun meşru, demokratik taleplerini karşılamak ve ona uygun yasal düzenlemeyi yapmak herkesten çok bu Meclisin ana ve temel görevidir. Bu anlamıyla da ertelenemez bu görevi günümüz evrensel hukuka uygun bir şekilde çözüme kavuşturmak bizim kaçamayacağımız, yerine getirmekle mükellef olduğumuz temel alanımızdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasında olduğu gibi Türkiye'de de kır aleyhine, kent lehine bir yoğunlaşmanın, bir göçmenin ve göçertilmenin yaşandığı günümüz Türkiye'sinde nüfusumuzun yüzde 80'inin yaşamaya başladığı kentler bizim ortak yaşam alanlarımızsa, bu ortak yaşam alanlarımıza uygun bir zihniyeti, felsefeyi, ruhu hayata geçirmek hepimizin görevidir. Her kentin olduğu gibi Türkiye kentlerinin de, İstanbul'un, İzmir'in, Diyarbakır'ın, Van'ın da bir kimliği, bir ruhu var. Bu ruh ve kimlik sadece ve tek başına insan türünün ya da insan türünün bir kısım kesimlerine ve kişilerine çıkar sağlamaya dönük, onların menfaatlerini, çıkarlarını sağlamaya dönük bir uygulamaya tabi tutulduğunda kaybederiz, kaybettiğimiz olgu da bu. Çünkü, en nihayetinde, üzerinde yaşadığımız doğa, üzerinde yaşadığımız yeryüzünde tek başına değiliz. İnsan türüyle birlikte milyonlarca tür bitkisinden hayvanına, suyundan dağına, milyonlarca türün doğal dengenin parçası olmasına uygun bir zihniyeti, bir felsefi yaklaşımı, kentsel politikayı hayata geçirdiğimizde anlamlı olur. Bu yönüyle de biyobölgeciliğe dayalı, biyobölgeciliği esas alan toplumsal ve doğal istikrarı savunmak hepimizin görevi olmalıdır. Toplumsal ve doğal istikrar basit değil, türdeş değil, çoklu ve çeşitli kimliklerin, çoklu ve çeşitliliğin bir fonksiyonuysa bu çoklu ve çeşitli yapıların bir arada barış içerisinde, bir arada birbirlerini besleyen, tamamlayan nitelikte ve özellikte olmasını sağlamak da biz insanların görevidir. Hâlbuki başta İstanbul olmak üzere hepimizin bir şekliyle nedeni olduğumuz mega kentler, bu doğal dengeyi tükettiği gibi insanın sosyal, siyasal, psikolojik varlık olmasından hareketle temel ihtiyaçlarını da karşılayan olmaktan uzaklaşmıştır, iktidar odaklarının tahakkümüne tabi alanlara dönüştürülmüştür. Kentlerin bu boyutuyla hepimiz tarafından inceden inceye yeniden ama yeniden üretime tabii tutulması gerekiyor. Kentler ki iktidar odaklarınca güneşimizin hapsedildiği, suyumuzun, rüzgârımızın toprakla buluşmasının engellendiği, sosyal donatıları ve yeşil alanlarıyla bizim mahrum bırakıldığımız alanlara dönüştüğünde, çoklu katlarla beton blokların hükümranlığına hâkim alanlara dönüştürüldüğü bir noktada, değil doğal denge insanın da yaşam alanı bulması mümkün değil. O açıdan, her şeyden önce demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa, o anayasanın emri hükmünde idari, mali, siyasi özerkliğe sahip bir yerel yönetimler; bu yerel yönetimlerin yine adalet, eşitlik eksenli, esaslı bir imar yasası hepimizin üzerinde titizlikle durması gereken bir yaklaşım olmalıdır. İmarda da sadece ve tek başına insanı esas alan değil, o kentte yaşayan ağacından otuna, bitkisinden kuşuna ama her şeyden önce de doğada bulunan bütün canlıların yaşam haklarını esas alan bir anlayışla yaklaşabilmeliyiz ki kentlerimiz bizlerin de yaşadığı alanlar olmalıdır. O açıdan da milyonluk kentler yerine, göçü kentten kıra doğru teşvik eden uygulamaların yolunu açmak, onunla ilgili yasal düzenlemeleri yapmak da görevimizdir. Biz köylerimizi, kasabalarımızı kaybederek geldiğimiz bu kentlerde tutunamamanın, yoksullukların, açlıkların, işsizliklerin, yoksunlukların açmazıyla karşı karşıya iken milyonluk kentler yerine sakin kentler yaratabilirsek, milyonluk kentler yerine on binlik, yüz binlik kentler ile bisiklet yolları, yaya yolları, engelli ihtiyaçlarının karşılandığı özgür, demokratik kentler yaratabilirsek yaşam daha anlamlı olur, daha doğal olur, daha demokratik olur. Ama, bunun yerine mega kentlerde ısrar ettiğimizde trafiğinden sağlığına, eğitiminden kültürüne her türlü sosyal faaliyetimizin risk altında olduğu, yaşam alanlarımızın tehdit altında olduğu bir kentle de karşı karşıya kalırız.

Biz, bir yanıyla sakin kentler yaratırken öbür yanıyla da biyoköyleri yaratmak zorundayız. Biyoköyler rüzgârın, güneşin, toprağın ve suyun döngüsünün doğal ve meşru zeminde yürütüldüğü bir noktada hayat bulduğunda, insani temel ihtiyaçlarının doğadaki diğer canlılarla birlikte yaşam, hayat bulduğunda, bizim kırda, kırsalda yaşamamızın koşulları yaratıldığında, mega kentlerin problemlerinden insanlığı da toplumsal yoğunlaşmanın yol açtığı sorunları da gidermiş oluruz. Keza, aynı şekilde, mega milyonluk kentler yerine biz yeşilbaş kentler yaratabilirsek, ülkenin 81 ili yerine binlerce ilçesini, kasabasını da dâhil ettiğimizde yeşil alanlar yaratabilirsek, ağacı, bitkisi ve doğal dengesiyle bu yeşil alanlarda hayatı yeniden filizlendirebilirsek bizim yaşadığımız temel problemlerin de önüne geçmiş oluruz. İnsanlığın geldiği bu noktada, insanlığın yeni ihtiyaçlarının karşılanması tartışmalarının yoğunlaştığı bu dönemde biyobölgeciliğe dayalı siyasal ve idari özerkliği esas alan yönetim ilişkileri kaçabileceğimiz bir durum değildir. Bunu karşılamak gibi bir görevi Meclis olarak, Meclisin siyasal partileri olarak, yine bize yaraşır ve yakışır bir düzeyde tartışmayı, diyaloğu, ve müzakereyi esas alarak, her türlü problemimizi gerilim dışı, agresif, amacını aşan yaklaşımların dışında tam da siyasal aktör olmanın rolüne, siyasal aktör olmanın ruhuna uygun bir ilişkiyi var edebiliriz. Gün bugün. Bugünü tartışarak, ortaklaştırarak, açmazlarımızı, yetmezliklerimizi, yanlışlıklarımızı aşabilir, daha doğru, demokratik, ekolojik, ekonomik toplumu hep birlikte var edebileceğimize olan inancımla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)