| Konu: | ORMAN KÖYLÜLERİNİN KALKINMALARININ DESTEKLENMESİ VE HAZİNE ADINA ORMAN SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN YERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İLE HAZİNEYE AİT TARIM ARAZİLERİNİN SATIŞI HAKKINDA KANUN İLE ORMAN KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUP BAŞKANVEKİLİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ'NİN; ORMAN KÖYLÜLERİNİN KALKINMALARININ DESTEKLENMESİ VE HAZİNE ADINA ORMAN SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN YERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İLE HAZİNEYE AİT TARIM ARAZİLERİNİN SATIŞI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ VE TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU RAPORU |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 72 |
| Tarih: | 28.02.2013 |
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 428 sıra sayılı yasa değişikliğine ilişkin Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Nisan 2012'de söz konusu olan yasa teklifi bir kez daha Mecliste ele alınıp tartışılmıştı. Üzerinden on ay gibi kısa bir süre geçmişken, hele hele üç aylık yaz tatilini de çıkardığımızda yedi aylık süre zarfında bu kanun teklifinin 3 kez Genel Kurula getirilmiş olması, her şeyden önce, emek israfıdır, kaynak israfıdır, zaman israfıdır. Buna ülkemizin de, ülke halklarımızın da, bu Meclisin de lüksü yoktur. Hele hele bir kısım arsa spekülatörünün, inşaat müteahhidinin, kent rantiyerinin, Meclisin iradesine rağmen, her seferinde bu kanunun kıyısından köşesinden tutup Meclis iradesine ipotek koymaya çalışıyor olması, kabul edilebil bir durum değildir. Bu, ne hukukidir ne insanidir ne de vicdanidir. Buna itiraz etmek, her şeyden önce, bu Meclisin siyasal karakterinin gereğidir. Ama bunu yapmadığımız gibi, muhalefetin sesini de duymazlıktan gelen, itirazlarını esas almayan bir noktadan da bildiğini okuyan ve bunu da topluma dayatan bir noktada da iktidar sarhoşluğuna sahip bir partinin keyfî uygulamalarını da görmezlikten gelemeyiz.
Evet, iktidar her rejimde vardır ama muhalefet, sadece ve tek başına, demokrasilerde söz konusudur. Muhalefetin varlığı da demokrasinin kendisini reorganize edebilme fırsatının sağlanması içindir. Muhalefetin eleştirisini, uyarılarını dikkate almadan "Ben bilirim, ben yaparım." anlayışıyla hareket eden iktidar, demokrasilerde açığa çıkan iktidar değildir, olsa olsa tarihin karanlık sayfalarında yerini bulan diktatöryal, otoriter rejimlerin ürünüdür. Ama görünen o ki, on yıllık iktidarında AKP, toplum dinamiklerinin temel taleplerini karşılamak yerine keyfî, kendine göreci ve bir kısım siyasal, sosyal ikbale, geleceğe havale edilen çalışmaların da parçası olmaya devam etmiştir. Bizim itirazımız her şeyden önce buna dairdir.
Evet, 2/B yasası yılların kanayan yarasıdır. 2/B yasası cumhuriyet tarihi kadar eskidir, dolayısıyla da cumhuriyetin ulus üniter devletinin karakteri gereği her şeyin ret ve inkâr edildiği bir noktada "mızrağın çuvala sığmadığı" gerçeğiyle yüzleşmemize fırsat veren bir olanağı da bize sağlamıştır. Bunu görmemiz gerekiyor. Devletin çevre ile, devletin kimlik ile, devletin kültür ve din ile olan çatışmasını ve çelişkisini sosyal alanda, siyasal alanda, kültürel alanda ve bir bütün olarak toplumsal yaşamın hayat bulduğu tüm mekânlarda görmek mümkündür. 2/B yasası da bunun bugünkü yansımasıdır.
Düşününüz ki 8 milyonu aşkın bir insan kütlesini, yani neredeyse nüfusumuzun onda 1'ine tekabül eden yüzde 10'luk bir kitleyi ilgilendiren bu konu yıllardır çözüme kavuşturulması gereken temel ihtiyaçken ertelenmiştir, ötelenmiştir, çözüm yerine çözümsüzlüğün ortaya çıkardığı bir kısım ayak oyunlarıyla neredeyse kaos ve krize neden olmuştur. Bu anlamıyla her şeyden önce, bizim 2/B yasası ya da orman vasfını yitiren alanların yeniden dönüştürülmesi yönünden anladığımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, üzerinde bulunduğu enlem ve boylamlar itibarıyla bugün sahip olduğu nitelikli orman yapısının çok ötesinde bir potansiyele sahiptir. 780 bin kilometrekarelik yüz ölçümünün neredeyse 700 bin kilometrekaresine tekabül eden alanlarda ormanın yetişmesi mümkündür.
Orman dediğiniz de sadece görünen ağaçtan ibaret bir kütle değildir. İçinde canlı organizmanın, mikrobiyolojinin, bakterinin, her türlü yosunun, çiçeğin, kuşun, floranın ve faunanın, her türlü yaşam alanının söz konusu olduğu bu ormanları kendi elimizle yaktık, yıktık, yok ettik. Yaktığımız, yıktığımız, yok ettiğimiz bu alanları yeniden fırsata dönüştürmek adına bir kısım spekülatörlerin aracısı durumuna düşmek bizim işimiz değil.
Biz, her şeyden önce, ormanları çoğaltmak, büyütmekle görevliyiz. Bu çerçevede de orman vasfını yitiren alanların birilerine satışını değil, öncelikle toplum yararına yeniden orman alanlarına, mekânlarına dönüştürülmesini amaç edinmeliyiz. Çıkaracaksak yasa, çıkaracaksak kanun, yeni yaşam alanlarını çoğaltmaya dönük olmalıdır. O anlamıyla kent iktidarlarının hayat suyu olan rant ve çıkar gruplarına alet olmaksızın, özellikle İstanbul, Antalya başta olmak üzere, kentin varoşlarında ve çeperlerinde oluşan bu iktidar odaklarına itiraz etmek bizim işimiz olmalı. Onların işini kolaylayan, açmazlarını, sıkıntılarını telafi etmeye dönük bir çalışma Meclisin işi olmamalıdır ama aynı şekilde yıllardır kanayan bu yaradan zarar gören, etkilenen orman köylüsünü de göz ardı etmemek gerekiyor.
Evet, her şeyden önce ormanı büyütüp, çoğaltıp, topluma mal etmek gibi bir görevi yükleneceğiz ama aynı zamanda ormandaki var olan, vasfını yitirmiş yeni tarım alanlarının kullanılmasında da hak sahibi olan orman köylüsünün, bedelsiz ve karşılıksız olmak üzere o alanlarını kendi yaşam alanına dönüştürmesine, idame ettirmesine yarayacak koşullara da kavuşturulmasını sağlamak bu Meclisin görevi olmalıdır. Bunu yapmak yerine, 8 milyonluk kitlenin, 8 milyonluk insan çoğunluğunun temel çıkarlarını sağlamak yerine, oraları yeni spekülatif alanlara nasıl dönüştüreceğimizin arayışı içerisinde olmak, elbette ki onlara vicdani noktada hakarettir. Temel taleplerini karşılamamak noktasında yüklenebileceğimiz bir misyon değil ama aynı zamanda ulusal ve uluslararası çıkar gruplarına bu alanları peşkeş çekmek, geleceğimizi çalmaktır, geleceğimizi gasbetmektir.
O alanlar, yarın öbür gün küresel ısınmanın çıkardığı problemler başta olmak üzere, yaşamın bizatihi kendisinde ihtiyaç olan, bizim kullanmaya muhtaç olduğumuz kamusal alanlardır. Bu alanlar halkındır, bu alanlar toplumundur. Halka ve topluma rağmen iktidar odaklarının gasbedebileceği bir olgu değildir.
Bu çerçevede, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğa dediğimiz şey bir nesne değil, doğa, tüm organizmanın yeniden ve yeniden üretilebilmesinin canlı dinamiğidir. Bu canlı dinamiğin biyoçeşitliliği üzerine bir zihniyeti harekete geçirmediğimizde, doğanın çoklu yapısını dikkate almadığımızda yani dağı, ovası, suyu, çiçeği, kelebeği, kuşuyla bir bütün olarak ele almadığımızda sadece ve tek başına bir türe indirgenmiş, türcülüğe oynadığımızda bu türü de sadece ve tek başına insan türünün çıkarına bir anlayışla yaklaştığımızda kaybederiz. İnsanın dışında o doğa içinde kuşun da, kelebeğin de, çiçeğin de, ağacın da hakkı var. Biz buna "Toprak ananın hakkı." diyoruz. Toprak ananın hakkını inşaat sektörüne açıp yüksek, çok katlı binalarla betona dönüştürmek, olsa olsa, doğa ve toprak ananın hakkına tecavüz etmektir. Bu anlamıyla da, bu, her şeyden önce, çocuklarımıza ve torunlarımıza emanet etmekle mükellef olduğumuz geleceğin gasbına yöneliktir, kendi elimizle buna yol açıyor oluyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulus üniter devlet nasıl ki tüm kimlikleri, tüm kültürleri, tüm inançları tek tipleştirip, tek tipe bağlı katı merkeziyetçi devletin cenderesi içerisinde eritip bu anlamıyla yeni bir ulus paradigmasına bağlı toplumu şekillendirmek istediyse üstten bakışla, doğaya da hükmetmek bu temeldedir. Doğanın çeşitliliği, biyoçeşitliliği üzerinden değil, her şeyin insana, bireye hizmet edeceği anlayışı ve algısıyla hareket ettiğinden, ulus devlet, evet, ormanlarımıza, yaşamsal alanlarımıza, geleceğimize, bizatihi bu iktidar odaklarının hizmetine sunmak adına göz dikmiş bulunmaktadır. Buna her şeyden önce Meclisin itiraz etmesi gerekiyor. Bu çerçevede de, bu yasa Meclisin gündemine Nisan 2012'de taşınmadan önce, öncelikle bu yasadan etkilenen kesimler olan, başta orman köylüsü olmak üzere, toplum dinamikleri dinlenmeliydi, ortaklaşmalıydı, bu yönüyle de -bilim insanlarının uyarıları- toplumun sivil ve demokratik kesimleriyle ortaklaşılmalıydı. Bu, ortaklaştıktan sonra, getirisi götürüsü üzerinde muhalefetiyle iktidarıyla ortaklaşılabilecek bir çerçeveye, bir niteliğe kavuşturulmuş olsaydı, yedi ayda 3 kez Meclisin gündemine gelmezdi.
Bütün bunları, her şeyden önce, siyaseten mahkûm etmek gerekiyor çünkü Meclisin, her şeyden önce özgürlükleri çoğaltan, hakları ve insani temel haklarının gerçekleştirilmesini toplum yararına, ülke insanlarının yararına harekete geçiren bir misyonu olmalı, görevi olmalıdır. Bunu yapmak varken, palyatif, gelip geçici bir kısım çözüm araçlarıyla soruna yaklaşmak bizi daraltır, bizi asli görevimizden uzaklaştırır. Bu yönüyle de, 1'inci maddede de görüleceği gibi, Antalya köylüsü başta olmak üzere, on yıllardır orman alanlarını mekân edinen orman köylüsünün itirazıyla, direnişiyle, isyanıyla karşılaşırız çünkü haklı olan onlardır. On yıllardır ektiği biçtiği, göz nuru olarak baktığı, ormana zarar vermeden kendisine yaşam alanı kurduğu bu alanlardan onları söküp, hak sahibi olmayan birilerinin "Bunlar yoksuldur, mağdurdur, satın alamaz." diye düşünüp fırsatçıların önünü açmak insani bir yaklaşım, insani bir duygu olmasa gerek. O anlamıyla biz, 1'inci maddenin, değil yüzde 50 rayiç bedelle hak sahiplerine verilmesini kolaylaştıran bir yaklaşım, karşılıksız ve bedelsiz olmak üzere orman köylüsüne verilmesi yönlü yeni bir anlayışla Genel Kuruldan geçmesini istiyoruz.
2'nci maddede de, Büyükşehir Yasası'nda görüleceği üzere, 29 büyükşehir belediyesinin mücavir alanları, belediye sınırları il mülki sınırlarına kadar uzatıldı. İl mülki sınırları üzerinde valiliğin inisiyatifinde kurulacak yeni denetim mekanizmasıyla -yarın öbür gün çıkar sahibi bir kısım odakların ulaşamaması kaygısı duymuş olmalılar ki- mevcut, var olan mücavir alan sınırından hareketle, mevcut 5393 sayılı Belediye Yasası'nın öngördüğüne uygun yeni alanlarda, yeni alanların dezavantajına sahip olmamak üzere, mevcut alan sınırlaması üzerinde yine bir kısım odakların, çıkar mercilerinin işini kolaylayan bir noktadan yaklaşılmaktadır. Bu anlamıyla da biz, 2'nci maddenin, halkın yararına, toplumun yararına, kamunun yararına olmayacağını, bunun küçük bir azınlığın çıkarını kolaylaştıran bir anlayış ve zihniyetle yeniden Meclis gündemine getirildiğini biliyor olmaktan dolayı, gündemden çıkarılmasını ve gündemleştirilmemesini öneriyoruz.
Keza 3'üncü madde, -orman alanlarının içerisinde sağlık ve eğitim tesislerinin yapılmasına ilişkin olanı da- yine bir kısım odakların mevcut var olan kazanılmış haklarını kolaylaştırmaya dönük bir madde girişimidir.
Geçen hafta görüşüldü ya da on gün öncesiydi, kamu-özel teşebbüs ortaklığına dair bir kanun ya da kanun teklifi Meclisten geçmişti. Oradan da okunacağı üzere, sağlık ve eğitim tesislerinin yapılması devlet olanak ve imkânlarıyla mümkündür ama devletin yaptığı sağlık tesisinin kırk dokuz yıllığına kiralanmasıyla, KDV, damga ve harçlardan muafiyetiyle birlikte zenginin, olanak ve imkân sahibinin kullanmasına açık alanlara dönüştürüldü.
Bu alanların orman alanlarına taşınması, özel mülkiyetin anayasal hakkı olmadığından kaynaklı, ancak devletin yapabilme olanağının söz konusu olduğu bugünün Türkiyesi'nde, devlet, ormanda, orman mekânında sağlık tesisini, eğitim amaçlı tesisleri yapacak ancak on gün önce geçirilen maddeden de anlaşılacağı üzere, buraların kullanım hakkını sermayedara, rantiyere, iktidar odaklarının hizmetine sunacaktır. Bunda da kamusal yarar yoktur, toplumun çıkarı söz konusu değildir. Olsa olsa, bizim olan, hepimizin olan, bu toplumun ve kamusal alanın bizatihi kendisi olan bu doğal mekânlarda, iktidar, bir kısım kesimlere yeni özgürlük alanları yaratacaktır ama o özgürlük alanlarının, halkların ve toplumun özgürleşmesine değil, üzerinde yeni iktidar prangalarının oluşturulmasına hizmet edeceğinden de şüphemiz yoktur.
Bu çerçevede de, 3'üncü maddeden de anlaşılacağı üzere, toplumu ve onun temel çıkarlarını hiçleştiren, toplumsal temel taleplerini dikkate almak yerine mevcut, var olan bir kısım kesimlerin çıkarına hizmet edecek bu anlayışın Meclisimizin anlayışı olmayacağını düşünüyorum. Bu çerçevede de bu yanlıştan dönülmesi herkesten önce Meclisin işidir.
Her şeyden önce, Seçim, Siyasi Partiler Yasası gibi ayağımıza pranga olan, hazine yardımı gibi mevcut, var olan antidemokratik uygulamayı, yine, Seçim, Siyasi Partiler Yasası'nın yanı sıra Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Kanunu'ndaki antidemokratik uygulamaları kaldırıp sivil, demokratik, eşitlikçi bir anayasa yapmak, sivil, demokratik ve eşitlikçi anayasa üzerinden tüm toplumların, tüm kesimlerin, inançların, kültürlerin özgürce, barış içerisinde birlikte oldukları bir ülke tahayyülü, bir toplum tahayyülü bizim vazgeçilmezimiz olmalıdır. Tek işimiz, bugünün Meclisinin işi budur çünkü günümüz demokrasisinde, tüm sorunlarda olduğu gibi, siyasal, sosyal sorunlar da ancak ve tek anlamda diyalog ve müzakere ile çözüme kavuşturulabilir. Şiddetin, silahın, ölümün ve öldürmenin olmadığı yeni ve demokratik bir Türkiye'de, ancak diyalog ve müzakere kapılarının aralandığı, tartışmanın sonsuz özgürlüklerle örüldüğü, örgütlenildiği bir ilişki var edebilir bizi. Bu çerçevede de dört siyasi partinin bu Meclisteki yüzde 95'e varan siyasal temsiliyeti anlamlıdır, değerlidir; bu, fırsata dönüştürülebilir.
Barış ve Demokrasi Partisi olarak biz elbette ki bugün buna dair düşüncelerimizi paylaşmayacağız ama önümüzdeki dönemde biz, Türkiye'nin demokratikleştirilmesi, Türkiye demokrasisi üzerinde kimliklerin, inançların, özgür ve özerk demokratik yapısıyla, demokratik ortak vatanda birlikte, barış içerisinde nasıl yaşanması gerektiğine dair siyasal projelerimizle Meclisin önünü açmak istiyoruz. Yapılması gereken, özgürlüktür, demokrasidir, barıştır, insan haklarına dayalı, evrensel hukuka uygun bir siyasal sistemi örgütlemektir; o da bu Meclisin işidir. Biz asli işimize döndüğümüzde, tüm tali meseleleri onun çerçevesinde çözebiliriz. Yeter ki inkârın, reddetmenin, ötelemenin, karşıtlaştırmanın ve düşmanlığın olmadığı, barışın ve özgürlüklerin hayat bulduğu bir özlem, bir talep, bir diyalog ortamını yaratabilme fırsatını birbirimize vermiş olalım.
Bu duygularla ben bir kez daha hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)