| Konu: | Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 110 |
| Tarih: | 30.06.2022 |
HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli Genel Kurul üyeleri; herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki eşitliğe, adalete, varlığa, birliğe, dirliğe, barışa hizmetle ömrünü geçirmiş bir insan olarak savaşsız, silahsız bir dünya dileğiyle, ordular yerine müzakerenin, ordular yerine toplumsal barışın, ordular yerine silah olmaksızın bir arada yaşamanın ütopyadan çıkıp gerçeğe dönüştüğü bir dünya dileğiyle Türkiye'yi ve bu duygulara katılan tüm insanları sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ancak şu anda yaşamın bir gereği olarak ordu var ve biz Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine görüşmeler yapıyoruz.
Teklif alelacele Komisyona geldi ve nefes nefese Komisyondan geçti. Aşağı yukarı tüm yasa tekliflerinde olduğu gibi önceden zaman vermeksizin, önceden üzerinde düşünme olanağı sağlamaksızın, önceden hangi önergeleri getireceğimiz, hangi boyutuyla eleştireceğimiz olanağı olmaksızın, sadece Komisyondaki zamanla düşünme olanağı sağlayarak bir yasa teklifi üzerinde, hele de askerî yasa teklifi üzerinde konuşulamaz, görüşülemez. Evet, Türkiye'de "askeriye" ve "ordu" dendiğinde herkesin mutlaka bir hassasiyeti, bir bakış açısı vardır. Keşke herkes, insan olarak doğduğu dünyada barışı, eşitliği, adaleti savunsa, bu yaşamı vazgeçilmez bir yaşam tarzı olarak görse ve -biraz önce söylediğim gibi- ordulara ihtiyaç olmasa idi.
Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaya göre -bu kanun teklifini bu boyutuyla da ele almak lazım- TSK'nin, savunma harcamaları bakımından Avrupa'da 6'ncı, dünyada 17'nci sırada olduğunu görüyoruz. Şimdi, bu artışı sağlayan, bu harcamaları sağlayan, bu harcamaların gitmesine zemin hazırlayan durum nedir? Bu harcamalar hangi kalemde yapılmaktadır? Sahiden bir zaruret midir yoksa bir fuzuli harcama mıdır, bunun tespit edilmesi gerekir. Ayrıca, 12 Ekim 2021 IMF raporuna göre dünya ekonomi sıralamasında ilk 20 arasına giren Türkiye, 21'inci, giderek 22'nci sıraya düşmüştür. Acaba bu askerî harcamaların 21 ve giderek 22'nci sıraya düşmesiyle bir ilgisi var mıdır? Varsa hangi boyutları bakımından ilgisi vardır?
Evet, hiç kuşkusuz Türkiye'de şu anda bir devlet politikası olarak ordu bir ihtiyaç. Yalnız dün, tıpkı ek bütçe yasası Türkiye'nin değil, Hükûmetin ve AKP'nin bir ihtiyacı idiyse bu yasa teklifi de aslında ordunun değil, AKP'nin orduyu dizayn etme ihtiyacının bir sonucu; ordunun temel bir ihtiyacından kaynaklı olduğu söylenemez. Ordunun temel politikası, bir devlet politikası olarak cumhuriyetin kurucu aklı tarafından ortaya konulan bir politika gereği "Yurtta barış, dünyada barış." değil miydi değerli Genel Kurul? Eğer öyle idiyse nedir bu? Suriye'ye savaş, federe Kürdistan'a askerî operasyon, Yunanistan'a tehdit, efendim, Finlandiya'ya sefer, efendim, İsveç'e başka bir şey, NATO'yla sorunlar bütünü. Bu nasıl bir askerî politika, bu nasıl bir dış politika? Hani nerede "Yurtta sulh, cihanda sulh; yurtta barış, dünyada barış." stratejisi? Savaş, çatışma, silahlanma yerine diplomasi, müzakere, barış politikası olursa; bu, direkt, sosyal yaşama, kültürel yaşama, ekonomik yaşama da yansıyacak ve -dün yine, bu kürsüden ifade ettiğim- dünya sinirlilik endeksinde 3'üncü sırada olan Türkiye insanının sinirlerini biraz daha düşürecek, biraz daha gevşetecek, biraz daha relaks hâle getirecektir, bundan da hiç kuşkunuz olmasın.
Teklifin 3, 12, 16, 17 ve 18'inci maddelerine özellikle dikkat çekmek isteriz. 3'üncü maddede Genelkurmay Başkanının yaşının 67'den tedricen 72 yaşına kadar birer yıl arayla uzatılması -işte, biraz önce söylediğim- aslında, ordunun değil; AKP'nin bir politik ihtiyacından, orduyu dizayn etme ihtiyacından kaynaklıdır ve kesinlikle buna katılmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Yine 12'nci maddede genel bütçeye yük getirmeksizin Millî Savunma Bakanlığına bağlı döner sermaye işletmelerine ilave sermaye tahsis edilmesi ve tahsis edilen bu bedelin Cumhurbaşkanı kararıyla 5 katına kadar çıkarılması işsizlik, yoksulluk, açlık sarmalındaki Türkiye için çok ağır bir ekonomik yüktür.
Yine bedelli askerlik ve bedelli askerlik üzerinde yapılan spekülasyon ve âdeta bedelli askerliğin batmış, tükenmiş, çürümüş ekonomik yapı için bir can simidi telakki edilmesi de anlaşılır bir şey değildir, kabul edilebilir bir şey değildir.
Evet, yaklaşık iki yıl önce yine bir Askerlik Yasası görüşülmüş, o yasada partimiz adına yine ben konuşmuş ve yine şu öneride bulunmuştum ve basın yerinden zıplamıştı: Evet, askerlerin sendika hakkı olmalıdır, askerlerin sendika hakkı olmalıdır. Askerler bu hakkı kullanarak biraz olsun demokratik yapıya, biraz olsun hak ve özgürlükler sürecine dâhil olacaklardır. Bu olmuyorsa bile, orduevlerinde çalışan emekçilerin sendika hakkı olmalı.
Bakınız, orduevlerinde çalışan, özellikle Antalya'dan bir emekçi bizi arayıp uzunca talepler silsilesi gönderdi. Bu talepler silsilesinde, bu yaz sıcağında, özellikle Akdeniz şeridinde kıyafetten, çalışma koşullarından, çalışma saatinden kaynaklı çok ağır bir yükümlülük olduğu ve orduevlerinde çalışan emekçilerin bunu kaldıramadığı şeklinde bu konuda kıyafet düzenlemesi, zaman düzenlemesi ve çalışma koşullarının düzenlenmesi gerekiyor orduevinde çalışan emekçiler açısından; bunu da özellikle belirtmiş olalım.
Evet, biraz önce yapılan konuşmalarda da üzerinde spekülatif ya da bilgiye dayalı konuşmaların, düşüncelerin ifade edildiği NATO zirvesi... Bakın, 8 Kasım 2009'da Fransa Devlet Başkanı Macron dedi ki: "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti." Hemen Putin atladı "Evet, doğrusunuz, haklısınız." dedi, Merkel de buna katılmadığını söyledi ve üçlü bir kombinasyon çıktı ortaya. Şimdi, sahiden NATO'nun beyin ölümü mü gerçekleşti? NATO sahiden ölü müydü, yaşıyor muydu? Bu, ayrı bir yana ama NATO'nun beyni var mı, biraz da bunu konuşmak lazım. NATO bir savaş kurumu mu, yoksa bir barış kurumu mu? NATO militarist bir kurum mu, NATO demokratik bir kurum mu? NATO dünyanın hangi ihtiyacına göre ihdas edilmiş bir kurum? Ve NATO, İsveç gibi, Finlandiya gibi bağlantısızlıklarıyla, demokratik yapısıyla dünyaya örnek olmuş ülkeleri nasıl oldu da bünyesine aldı? Nasıl oldu da bir kutupluluk hâli oluşturmaya çalıştı ve bu kutupluluk hâlinde Putin'i kışkırtıp, Ukrayna'yı işgal ettirip buradan da NATO'nun beyin ölümünün bir operasyona dönüşmesi ve NATO'ya beyin nakli. Acaba NATO'ya beyin mi naklediliyor, yoksa dünyaya yeni bir militarist, yeni bir emperyalist tehdit mi ortaya çıkıyor? NATO, emperyalizmin, emperyalist devletlerin dünyaya tahakkümünün bir aracı mıdır, NATO bir barış kurumu mudur?
Bakınız, Sayın NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in -umarım doğru telaffuz ediyorum- görüntüsüne, konuşmalarına, duruşuna televizyonda bakın -bire bir karşılaşmadım; bu arkadaşımız Norveç İşçi Partisinin Başkanıymış ve gençliğinde de Norveç'te İşçi Partisi yöneticiliği yapmış- aynı bir robota benziyor; duygu yok, jest mimik yok, efendim, soğuk, donuk ve duygusuz. İşte NATO'nun görüntüsü: Soğuk, donuk, duygusuz, askerî, militarist ve tahakkümcü. Bu tahakkümcülüğünün bir sonucu olarak, bakınız, Putin'e diyor ki: "İşgalci Putin!" NATO diyor.
Şimdi, Büyük İskender'in çok güzel bir örneği var, Büyük İskender -bilenler, mutlaka gidenler olmuştur- Antalya'nın Adrasan Koyu'na geliyor; Adrasan Koyu'nda duruyor, dünyayı fethetmeye giden İskender orada konaklıyor biraz. Adrasan Koyu'nda bir korsan yakalayıp getiriyorlar İskender'e. İskender, korsanı sorguluyor, diyor ki: "Utanmıyor musun sen soygun yapmaya, hırsızlık yapmaya, gemileri soymaya? Utanmıyor musun? Hırsızsın sen!" Korsan diyor ki: "Efendim, aslında ikimiz de hırsızız ancak senin orduların olduğu için sana 'İmparator' diyorlar, benim ordum olmadığı için bana 'hırsız' diyorlar." Şimdi, Putin de NATO da ikisi de aynı ama Putin şu anda tek başına kaldığı için ona "işgalci" diyorlar; NATO genişlediği, NATO tahakkümcü olduğu, NATO bütün dünyaya hükmetmeye çalıştığı için güya ona 'barışçı' diyorlar! Hayır, ikiniz de hırsızsınız, ikiniz de işgalcisiniz, ikiniz de korsan ve büyük İskender arasında geçen örneğin ta kendisisiniz.
Tam bu noktada sormak lazım: Sayın NATO Genel Sekreteri, Sayın Biden ve Sayın İngiltere Başbakanı, sizin Kürt halkıyla derdiniz nedir? Ey NATO! 40 milyon nüfusu bulunan Kürt halkıyla sizin ne alıp veremediğiniz var? Kürt halkının karşı karşıya kaldığı statüsüzlük sorununun, Kürt halkının karşı karşıya kaldığı kimlik sorununun, Orta Doğu'da Kürt halkının yaşadığı bölgesel sorunların en büyük sorumlusu Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve NATO'dur. Tıpkı Sykes-Picot Anlaşması'nda İngiltere ve Fransa'nın kafa kafaya vererek Kürt halkı üzerinde oynadığı oyunlar gibi NATO yeniden şekillendirilirken bugün, yine, Kürt halkı üzerinde oyunlar oynanıyor ve bu oyunu öyle ustaca yapıyorlar ki sürekli terörden söz ederek, sürekli terörü gündem yaparak ama 40 milyonluk Kürt halkının hiçbir hakkından, hiçbir talebinden söz etmeyerek, 40 milyonluk Kürt halkının dünyadaki varlığını görmeyerek, göstermeyerek, farkında olmayarak, ret ve inkâr ederek bir NATO yaşayamaz. Böyle bir NATO'nun zaten beyni olmaz ve başlangıçta aslında Macron haklıydı, NATO'nun beyin ölümü de gerçekleşmişti. Zira, NATO bir barış örgütü değildir; NATO militarist, NATO erkek egemen, NATO şiddetten yana, NATO barış isteyen bir kurum değildir. Bakınız, eğer barış istiyorsan bunun en bariz, en belirgin yeri Orta Doğu'dur, Kürt sorunudur; Kuzey Suriye'dir, federe Kürdistan bölgesidir. Buralarda yaşanacak operasyonlar ve bu konuda NATO'nun tutumu, bu konuda Biden'ın tutumudur. Sayın Biden ama gerçekten baydın yani ha! Hani, politikasınız nedir sizin, Kürt sorununa dair politikanız nedir? Böyle ikide bir farklı farklı şeylerden söz etmek, güya Kürt halkına bir şey bahşediyormuş gibi davranmak, bu sahte politika kesinlikle kabul edilebilir değildir.
NATO çok kültürlü dünyayı kabul etmiyor, NATO çok dilli dünyayı kabul etmiyor, NATO kadınların özgür olduğu dünyayı da kabul etmiyor çünkü NATO erkek egemen bir sistem, NATO militarist bir sistem. Hâl böyle olunca NATO'nun baştan sona sorgulanması... Madrid Zirvesi'nde 3'lü kıskaç içerisinde bulunan Sayın Erdoğan ne kadar ki mutlu görünüyor, ne kadar ki istediğini almış gibi görünüyor idiyse de bunun bir yanılsamadan ibaret olduğunu belirtmek lazım. Neydi o 3'lü kıskaç? NATO Genel Sekreteri, ABD Başkanı ve İngiltere Başbakanı. İngiltere Başbakanı diyor ki: "Çok güzel, çok güzel..." Peki, Sayın Başbakan, nedir çok güzel olan, ne çok güzel? Ne aldınız ne verdiniz de... Bakınız, lafı hiç oraya buraya çevirmeyelim, F-16'ların yeniden revizyonu karşılığında -tekrar ediyorum- F-16'ların revize edilmesi karşılığında İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine "evet" demekle sizin burada sıraladığınız gerekçeler arasında hiçbir ilgi yok. Kulisler, uluslararası kaynaklar, gazeteciler ve izleyenler diyor ki: "F-16'ların revizyonu karşılığında Finlandiya ve İsveç'in üyeliğine 'Evet.' dendi." Evet, bir kere daha ordusuz, bir kere daha şiddetsiz, bir kere daha silahsız, bir kere daha halkların, inanç gruplarının, cinsiyetlerin eşit olduğu, doğanın tahrip olmadığı bir dünya dileğiyle, militarist yapıların olmadığı bir dünya dileğiyle yasa konusundaki konuşmamı sonlandırıp güncel bir konuya değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; cumartesi günü Madımak katliamının 29'uncu yılı. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanlığı yapmış ve Madımak'ta katledilen tüm insanların arkadaşı, canı ciğeri olan biri olarak şunu söylemek istiyorum: Biz, Sivas'a, Sivas halkından hesap sormaya gitmiyoruz; Sivas halkı canımız ciğerimiz, yârimiz yârenimizdir; biz, Sivas'a, Sivas katliamını yapan zihniyete hesap sormak için gidiyoruz ve AKP Sivas katliamında taraf olmuştur. Nasıl taraf olmuştur?
1) Zaman aşımı kararına "Bu karar Türkiye'ye hayırlı uğurlu olsun." diyerek.
2) Madımak katilini affederek.
3) Bu süreçte aranan katillerin bulunmaması için gereken her türlü atraksiyonu dolaylı ve direkt yaparak Madımak katliamında açık bir taraflılık söz konusudur.
Ey Türkiye halkları, ey inananlar, inanmayanlar, demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük isteyenler; 2 Temmuz sabah saat dokuzda Alibaba Cemevi önünde buluşup Madımak'ın önüne yürüyüp karanfillerimizi bırakacağız. Bir kere daha orada 11 yaşındaki Koray Kaya'dan 70 yaşındaki Nesimi Çimen'e kadar 17 kadın arkadaşımızı, semah dönmeye giden ve ateşte turna olan 17 kadın arkadaşımızı, şairleri, yazarları, dostları, canları anacağız ve Pir Sultan'ı anacağız.
"Kızılırmak gibi bendinden boşan,
Hama'dan Mardin'den Sivas'a döşen,
Düldül eğerlendi Zülfikar kuşan,
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi."
Ali'm, Hüseyin'im, Zeynep'im, Fatma'm; ne yatarsınız? Gelin Sivas'a, birlikte eşitlik, özgürlük, adalet yürüyüşü gerçekleştirelim ve diyelim ki: "Biz Türkiye demokrasisinin, Türkiye'nin laik, demokratik, eşit yurttaşlığın olduğu bir ülke olmasının garantisiyiz. Bu mücadele için buradayız."
Biraz önce yapılan konuşmada yine et ile tırnaktan söz edildi. Bir metafor olarak burada söylemiştim, tekrar söyleyeyim: Biz Aleviler ne etiz ne de tırnağız; biz Kürtler, Araplar, Romanlar ne etiz ne de tırnağız. Bakınız, Türkiye'deki halklar birbirinin nesidir biliyor musunuz? Kan ve canıdır; yazın bir yere, kan ve canıdır. Kürtler ve Türkler, Aleviler ve Sünniler; eşitlik, özgürlük, adalet isteyenler; birlikte kimliği, kültürü ve diliyle özgür yaşamak isteyenler birbirinin eti ve tırnağı değildir, kanı ve canıdır. Kanla oynamayın can da gider, canla oynamayın kan da gider. Yani ne demek istiyoruz? Madımak katilini affetmek kanla, canla oynamaktır. Madımak hakkındaki zaman aşımı kararına "Bu karar Türkiye'ye hayırlı uğurlu olsun." demek kanla, canla oynamaktır. Bizim anma için gittiğimiz bir etkinliğe kışkırtma yapmak, bu etkinliğin başka amaçla yapıldığını söyleyecek kadar çarpıtmak ve saptırmak kan ve canla oynamadır. Dolayısıyla biz Pir Sultan olarak ve Madımak'ta Pir Sultanlaşan 35 can olarak bu ülkenin kanı, canı ve kendisiyiz; kanın ve canın gitmemesi için de elimizden gelen her türlü dayanışmayı sağlayacağız. Hani biz şunu da demesini biliriz, Can Yücel'in dediği gibi: "Memleket bölünsün istiyorum; namuslular bir yana, namussuzlar bir yana." Lakin, biz namuslular memleketin kökten kurtulması; eşitliğe, özgürlüğe, adalete kavuşması için canımız pahasına da olsa bu mücadeleyi yürüteceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
Tekrar ediyorum: Madımak katliamı insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, Madımak katliamı Alevi toplumuna, gençliğe, kadına karşı işlenmiş bir suçtur. Bu suça karşı insanlığı, adaleti, inanç özgürlüğünü, birlikte yaşamı savunmak ve 35 canımıza sahip çıkmak ve Pir Sultan aşkına bir olmak için 2 Temmuz 2022'de sizleri sabah dokuzda Ali Baba Cemevinde buluşmaya davet ediyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)