GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: YERALTI SULARI HAKKINDA KANUN İLE KAMULAŞTIRMA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:65
Tarih:13.02.2013

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

410 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlarım, bölgemiz önemli bir süreçten geçiyor, Orta Doğu'daki gelişmeler? Tabii ki Türkiye bu bölgenin önemli bir ülkesi, arsa değeri yüksek bir ülke. Stratejik önemi, nüfus yapısı, demografik yapısı, tarihsel geçmişi, birçok önemi üzerinde barındıran bir ülkeyiz.

Dün, Cilvegözü Sınır Kapısı'nda hepimizi üzüntüye boğan bir hadise gerçekleşti. Tabiiyeti ne olursa olsun Türk vatandaşı, Suriye vatandaşı nihayetinde orada ölen insanlardı, onlarca yaralı oldu.

Bunlar tabii ki tesadüfi gelişmeler değil, bunun bir geçmişi var, bir arka planı var. Neler oldu, neler bitti, bu konuda Adalet ve Kalkınma Partisinin Orta Doğu politikalarına dönük tasarrufları ne oldu, muhalefet bu konuda ne uyarılarda bulundu, hafızamızı bir tazelememiz gerekiyor.

Geçtiğimiz 23'üncü Dönem Parlamentosunda burada günlerce tartıştığımız bir mayınlı alanlar meselesi vardı. Biliyorsunuz, Suriye-Türkiye sınırı, Türkiye'nin en uzun kara sınırı, yaklaşık olarak 900 kilometre. O bölgede, yaklaşık olarak 200 bin dekarın üzerinde bir alanda mayınlar temizlenecek, yıllardır -gerçekten- komşularımızla aramıza çektiğimiz o mayınlı alanlar, o utanç duvarını ortadan kaldıracaktık. Biz parti olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, buna karşı değildik ama iktidarın direttiği bir konu vardı: "Bu mayınları temizletelim, bu mayınları temizleyen firmaya, hizmet karşılığında, burayı kırk dokuz yıllığına kiralayalım." Biz o zaman bunun yanlış olduğunu söyledik; o bölgenin bir ateş çemberi olduğunu, o bölgenin öneminin olduğunu. Ama ne hikmetse, iktidar, ısrarla, ortaya koydukları tasarının Parlamentodan geçmesi için direnç gösterdiler.

Ama bugün gelinen noktada şunu anlıyoruz ya da şunu düşünmeden geçemiyoruz: Demek ki aslında Orta Doğu'da Tunus'tan başlayan, Mısır, Libya, o hinterlantta devam eden dalgalanmaların projeksiyonu çok yıllar önce başlamış.

Bakın, bizim Suriye ile tarihî bir geçmişimiz var. Birinci Dünya Savaşı'na kadar aynı imparatorluğun, 1517'den bu yana aynı imparatorluğun şemsiyesi altında, aynı inanç grubundan, aynı dinden, aynı soydan, aynı ırktan insanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun tebaasıydı. Birinci paylaşım savaşında, Birinci Dünya Savaşı'nda o zamanın ağababaları sınırları çizdiler. Nihayetinde, bugünkü Anadolu topraklarına bir sınır çekildi, 900 kilometre bir sınır çekildi ve Suriye ile iki ayrı ülke hâline geldik.

Yıllarca bayramlarda Suriye'den Türkiye'ye, Türkiye'den Suriye'ye geçişi, televizyon ekranlarındaki o tabloları hatırlayın. İnsanlar birbirlerine bayramlaşmaya, ziyarete gidemiyorlardı. Ticari ilişkilerimiz zayıflamıştı, âdeta birbirimizin ezelî düşmanı hâline gelmiştik. PKK orada konuşlanmıştı, Suriye'deki hükûmet tarafından destekleniyordu. Bu konu, Türkiye ile Suriye'yi savaş ortamına getirdi. Ama bütün bunlar? Hakkınızı teslim ediyoruz. 2002'den sonra iktidar oldunuz, "Komşularla sıfır sorun." dediniz; "Yurtta sulh, dünyada barış." dediniz -ki altına imzamızı attığımız görüşler, sloganlar- ve Suriye ile ilişkileri düzelttiniz. Ticaret hacmi gelişti, iş birlikleri gelişti; ortak mutabakatlar imzaladık, ticaret anlaşmaları yaptık, ihracatımız 2 milyar dolarlara yükseldi. Hafta sonları Akdeniz'de, Gaziantep'te, Urfa'da, Adana'da, Mersin'de Suriyeli turistleri görmek mümkündü ya da Türkiye'den Şam'a, Lazkiye'ye giden Türkiyeli turistleri görmek mümkündü. Ama ne yazık ki o dostumuz Suriye, o kardeş Suriye, o dost Esad, sayenizde bugün eli kanlı diktatör Esad durumuna dönüştürüldü. 

Bakın, kan gövdeyi götürüyor. Benim endişem? Bugün şiddet var, kavga var, savaş var. Maalesef ama maalesef, oradaki şiddet ortamlarını AKP iktidarı sayesinde gelecek kuşaklara, torunlarımıza miras olarak bırakıyorsunuz. İnsanların dimağına yerleşti. Suriye emperyalistler tarafından karıştırıldı, devrin Türkiye Cumhuriyeti Hukûmeti de bunun taşeronluğunu yaptı. Bugün Suriye halkının dimağına bu kazındı. Orada insanlar ölüyor, orada kanlar akıyor. Bu acılar, bu kan, bu feryat, bu gözyaşı kolay unutulmayacak. Bunlar sizin sayenizde, AKP iktidarı sayesinde oldu. (CHP sıralarından alkışlar)

Oradan ülkemize turist geliyordu, oradan ülkemize mal geliyordu, Türkiye'den Suriye'ye ürettiğimiz ürünler ihraç ediliyordu, buradan insanlar gidiyordu, iş adamları gidiyordu. Şimdi gelinen noktada, sizlerin sayesinde Türkiye'den Suriye'ye terör ihraç edildi ve şimdi ektiğimizi biçiyoruz, rüzgâr ektik fırtına biçiyoruz. Şu anda terör ithal ediyoruz, terör ithal ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 410 sıra sayılı Teklif, kanun tekliflerini veren arkadaşlarımın gerekçesinde sıraladığı gibi gerçekten yer altı sularının disiplin altına alınması, yer altı sularının kontrol altına alınmasını murat eden, amaçlayan bir kanun teklifi. Temelde tabii ki su stratejik bir emtia, stratejik bir konu. Bugün Türkiye'de de aynı önemi taşıyor, dünyada da aynı önemi taşıyor. Bilindiği gibi Türkiye? Aslında yanlış bir kanı var, sanki Türkiye su zengini bir ülke gibi değerlendirilir, oysa öyle değil. Ancak kullandığımız su, sanayideki ya da zirai üretimdeki kullanım amaçlı, içme suyu amaçlı ancak Türkiye'nin kendi ihtiyacına kifayet edebiliyor.

Peki, bu kanunda yapılmak istenen ne? Yer üstü suları gibi yer altı suları da önemli. Türkiye'nin 19 milyar metreküp yer altı su rezervi var ama bunun yaklaşık olarak 15 milyar metreküpünü disiplinli bir şekilde, emniyetli bir şekilde işletebiliyoruz, kullanabiliyoruz.

Ne yapmak istiyor Bakanlık ya da bu kanun teklifini veren milletvekili arkadaşlarımın amacı ne? Biliyorsunuz sanayide olsun, zirai üretimde olsun yer altı suları üretim amaçlı kullanılıyor; sanayide sanayi üretiminde, tarımsal üretimde tarımsal üretim amaçlı. Daha önce 167 sıra sayılı Kanun'a bağlı olarak bir yönetmelik yayınlanıyor ve deniliyor ki: "Yer altı suyu kullanıcıları -bunlar, tabii ki bu sondaj kuyuları ruhsatlı kuyular- artık sayaç takarak bu suları kullanabilecekler. Bir ön yükleme yapacağız, ihtiyaçları doğrultusunda bu suyu kullanabilecekler. Eğer yeni ruhsat almak istiyorlarsa, bunu da mecburi koşuyoruz, bu sayaçları sondaj kuyularına takacaklar ve daha sonra gelip bizden ruhsat alacaklar." Şimdi, bu süre 25 Şubatta doluyor ve arzu edilen ilerleme sağlanmış değil. Böyle bir kanunu yapma amacı aslında bir nevi bu süreci uzatma. Yani, ortada bir başarısızlık var, bu işe kalkışılmış ama pratikte bunun karşılığı alınamamış, bu sıkıntılar devam ediyor.

Ne yapılıyor? Bu yasa teklifinde bizden istenen ne? Deniliyor ki: "Zirai üretim yapanlar ya da sanayi üretimi yapanlar bir yıl içerisinde bu sayacı taktırsınlar, bedelini kendileri ödesinler." Ya da zirai üretim yapanları, kullanım suyu olarak kullananları ya da içme suyu olarak kullananları ayırıyor. "Eğer kendisi bunu bedelini ödemek kaydıyla taktıramıyorsa biz DSİ olarak bunu yapalım ama biz bunu bedelinin yüzde 25 farkıyla ruhsat sahibinden satın alırız, o zaman DSİ olarak biz bunu üstleniriz." diyor. Bu süreyi de Bakanlar Kurulunun yetkisine bırakıyor; bir yıl, üç yıl olabilir, iki yıl, dört yıl olabilir, daha sonra değişiklikler yapılabilir. Eğer kanunun bu hükümlerini yerine getirmiyorsa su kullanıcısı "Ben, sondaj kuyusu eskiyse kapatırım ve bunun kapatma bedelini de ruhsat sahibinden alırım. Zaten yeni bir müracaatı varsa, yeni ruhsat istiyorsa bunu da kendisine vermem." diyor. Şimdi, böyle bir çözüm üretmeye çalışıyoruz, yani yer altı sularını disipline edeceğiz. Hani, Türkiye'de biliyorsunuz verginin yaklaşık olarak yüzde 30'u-yüzde 35'i direkt vergi olarak adlandırdığımız kurumlar vergisi, gelir vergisi adı altında toplanır; yüzde 65'i-yüzde 70'i de dolaylı vergi olarak alınır. Amiyane tabirle de o direkt vergileri devlet yakaladığından alır. Şimdi, şuna benzetiyorum: Türkiye'de kayıt dışı ekonomi yüzde 50. Sizin kayıt içerisinde olan, yani faaliyetlerinden dolayı kâr elde edip devletine vergi ödeyen ve bu yükümlülüğü yerine getiren vatandaşın kapısına bir maliyeci dikmenizle, zirai üretimde ya da sanayide ruhsatlı olarak yer altı suyunu kullanan kullanıcının başına bir zabit dikmenizin ya da bir memur dikmenizin arasında hiçbir fark yok. Yanlış bir şey.

Şimdi, ortada bir rant mevzu var; binlerce kuyu var, o rakamlar da burada. Türkiye'de yaklaşık olarak 400 bin adet kuyu var ve bunun yaklaşık yüzde 40'ı, 180 bin adedi kaçak kuyu, 206 bin adedi ruhsatlı ve kamunun kullandığı -sulama kooperatiflerinin var- yaklaşık olarak 12 bin-13 bin adet düzeyinde de diğer kuyularımız var. Şimdi, bunun yüzde 45'i kaçak. Bizim derdimizin ne olması lazım? Ortada bir rezerv var, Allah'ın bize bahşettiği yer altı suları, yer altı kaynakları var. Olması gereken ne olmalı bunları zapturapt altına almak için? Bir kere, bunların bir envanteri olmalı. Bunların bir kaydı olmalı ve sıkı bir denetim yapmak durumundasın kim kaçak göçek kullanıyor.

Şimdi, tedbiri tersten başlatıyoruz. Adam ruhsat almış ya da ruhsat alacak, diyoruz ki: "Hele, sen cebinden 2.500-3.000 lira bir para harca bakalım, ondan sonra sana ruhsat vermeyi düşünürüz ya da ruhsatının devamını düşünürüz." Bakın, bu tasarıda kaçak kuyulara yönelik herhangi bir tedbir alınmıyor. Çiftçinin durumu malum. Türkiye'de en sıkıntılı sosyal sınıf üretici sınıfı. Bin lira, 2 bin lira, 3 bin lira küçük para olarak değerlendirilebilir ama cebinde 1 lira çay parası bulamayan üretici var, onun için önemli bir yük. Yani nereden çıkıyor?

Sonra, size soruyorum: Hepiniz seçim bölgelerinizde kırsal alanları geziyorsunuz. Bu yer altı suları ne ile yeryüzüne çıkartılarak kullanılıyor? Hangi enerjiyle? Bir enerji kullanılıyor değil mi? Ya mazot kullanıyor ya elektrik kullanıyor. Şimdi soruyorum size: Maliyeti bu kadar yüksek olan, yani olduğu yerden alınıp kullanılması için bir enerji harcanan ve bunun bedeli ödenen bir emtia israf edilir mi, zayi edilir mi? Yani ben keyfime elektrik yakayım, mazot yakayım, motopomp çalışsın, suları çekeyim, salayım çayıra! Böyle bir anlayış olur mu? Olmaz ama bunun gerekçesinde o var: "Su israf edilmesin." Yanlış, baştan sona yanlış, bu kanun tasarısı yanlış. Şu maddesi bu maddesi demiyorum, tamamı yanlış.

Şimdi, getirdiniz bu sayaçları taktınız. Nasıl koruyacaksınız bunu? Dağ başında, ovanın ortasında sayaç, hırsızdan nasıl koruyacaksınız? Düşmanınızdan -gelip tahrip edebilir- nasıl koruyacaksınız bunu? Ben bunu Komisyonda da sordum. Sigorta şirketleri bunu sigortalamaz. Mantığa uygun bir cevap yok, aslında doğru dürüst bir çalışma da yok. Bu iş için kaç tane sayaç lazım, nereden temin edilecek, bunun bedeli ne, bunun maliyeti ne olacak, bunun projeksiyonu ne olacak; bu konuda herhangi bir ciddi çalışma yok. Bakanlığın bundan vazgeçmesi lazım, bu kanunun bana göre geri çekilmesi lazım. Eğer yer altı sularını disiplin altına alacaksanız, başta söylediğim gibi, envanter çıkaracaksınız, havza bazlı çalışma yapacaksınız, kriterleri belirleyeceksiniz, parametreleri belirleyeceksiniz, verileri toplayacaksınız, her şeyden önemlisi de bunun denetimini doğru dürüst yapacaksınız.

Değerli arkadaşlarım, suyun önemini konuşmamın başında sizlerle paylaştım. Bir Güneydoğu Anadolu Projesi hikâyesi Türkiye'nin yıllardır konuşulan ve anlatılan bir hikâyesidir. Şimdi, AKP'nin devri iktidarında -biliyorsunuz Doğu ve Güneydoğu bizim için önemli- bakınız, müzakere süreci başladı Türkiye'de. Kavga duracak, terör duracak, çatışma ortamı ortadan kalkacak, artık barış ve huzur gelecek, değil mi? Türkiye, enerjisini artık kavgaya ayırmayacak. Böyle bir süreci başlatmışız. Peki, bu sürecin meselesi ne? Sorun ne? Terör sorunu, çatışma sorunu, kavga sorunu, savaş sorunu. Nerede yaşanıyor? Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde. Ne yapacağız? Tabii ki bu çatışma ortamının sona erdirilmesinin belli yolları var. Bunun elbette ki -terörle mücadele ediyorsunuz- terörle mücadele boyutu var. Orada bazı talepler var, kültürel hak talepleri var. Bunları belki oturup konuşacaksınız, demokrasinize bir balans ayarı vereceksiniz. Ama ekonomik boyutu da var, sosyal boyutu da var. Ne yapacaksınız? Orada insanlara aş yaratacaksınız. Dağa çıkıyor insanlar, değil mi? Caydırıcı olacaksınız. Her türlü kötülük boş insandan gelir. Gelir düzeyinin yüksek olduğu toplu yaşam alanlarında kavga, dövüş, asayiş bozukluğu olmaz. Ekonomi demek demokrasi demek, demokrasi demek refah demek; hepsi birbirine bağlıdır.

Şimdi, siz GAP'ta yatırım yapacaksınız. En büyük yatırımlarınızdan bir tanesi enerji yatırımı. Sizden önceki hükûmetler onun büyük bir çoğunluğunu halletmiş. Ne yapacaksınız? Sanayi yapacaksınız, fabrika yapacaksınız, tarımsal-kırsal kalkınmayı sağlayacaksınız, sosyal, kültürel, birtakım yatırımlar yapacaksınız. Başka ne yapacaksınız? İstihdam yaratacaksınız yoğun emek sektörlere yatırım yapacaksınız. Bunların başında ne geliyor? Tarım sektörü geliyor. Bakın, tarım sektöründe de ne gerekiyor? Sulama gerekiyor, Sayın Bakanın konusu, DSİ size bağlı. 1.822 bin hektar alan yani 1 milyon 822 bin hektar alanda DSİ'nin sulama projesi var. Bugüne kadar gerçekleştirilen TİGEM, (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü) dâhil 370 bin hektar, kalan 1,5 milyon hektar. Ama dramatik olan ne biliyor musunuz? AKP, 2002'de iktidara geldi, 198 bin -küsuratını söylemiyorum- hektar sulamaya açılmıştı bu proje kapsamında, bu projeksiyon kapsamında. 2011 sonu itibarıyla bu rakam 313 bin hektara çıktı. Yani bu süre içerisinde yıllık 12.700 hektar alan sulamaya açılmış, toplam 114 bin hektar. Bu hızla giderse -AKP ne kadar daha iktidarda kalacak bilemiyoruz- eğer AKP devam ederse iktidara, bu yatırımların bitmesi için Türkiye'nin yüz on beş yıla ihtiyacı var.

OKTAY VURAL (İzmir) - Siz merak etmeyin, 2015'te gidiyorlar zaten, yolcular!

VAHAP SEÇER (Devamla) - Yüz on beş yıl, yüz on beş yıl, Allah bereket versin!

Şimdi, değerli arkadaşlar, iktidarın bir huyu var: Bir kilo saman yakıyor, bir kamyon duman çıkartıyor. İşte görüyorsunuz, hiç de öyle değil, hiç de öyle değil. Bunların bir kamyon saman yakması lazım ki bir kilo duman çıkartabilsinler, onu da başaramıyorlar. Bu kanun tasarısı baştan sona kadar yanlış, bu sorunları çözmez, kimseye bir faydası olmaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seçer.