GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:66
Tarih:15.03.2022

HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli Genel Kurul üyeleri; herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Evet, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde "Diyanet Akademisi" adı altında bir çalışma için verilen yasa önerisini görüşüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, bakın, hangi kurum ve kuruluşlar, daha doğrusu Diyanet İşleri Başkanlığının ifa etmeye çalıştığı görevleri... İlahiyat fakülteleri, imam-hatip liseleri, İslami ilimler fakülteleri, Kur'an-ı Kerim kursları, hizmet içi eğitim programları, cemaat ve tarikatların olanakları; Diyanet İşleri Başkanlığının 2 tane yayınevi var -bir kendisinin, Diyanet İşleri Başkanlığının, bir de Diyanet İşleri Vakfının yayınevi var- bir televizyon kanalı var; e, bütün televizyon kanalları da emrine amade; yetmiyor, buna bir de akademi isteniyor ve bu akademi istenirken nasıl isteniyor bu akademi? Şöylesi koşullarda isteniyor; Diyanetin ifade ederken tek din, tek dil üzerinden ifade ettiği bir şey, bunu açıklayacağım. Nasıl tek din ve tek dil? Şöyle, bakınız: Diyanet İşleri Başkanlığı, içtihatlarını, İslam'ın Hanefi mezhebi üzerine yürüttüğünü ve Maturidilik tefsiri üzerinden yürüttüğünü söylüyor. Böyle bir hakkı var mıdır? Tabii ki vardır. Fakat bu ülkede sadece Hanefiler yok. Bu ülkede Şafiiler de var, bu ülkede Aleviler de var, onu söyleyeceğim. Şimdi Maturidi, Hanefi, Sünni, erkek ve tekçi. Bakınız, camilerde hutbe okutulurken tek dille okutuluyor, ana dilde ibadet hakkı yoktur. Kürtçe, Romanca, Arapça, Çerkezce ibadet hakkı yoktur. Neden? Bu hutbeler camilere bu dillerde gönderilmiyor. Bu, tek dilciliğin olduğunu gösteriyor; bir.

İkincisi, tek dincilik. Bakınız, Hanefilik dışındaki tüm içtihatlar reddediliyor, Aleviliğe dair zaten tümden kapalı. 3 Haziran 2009'da bir açılım başlatılmak istendi; ıkınıldı, sıkınıldı, açılınamadı çünkü bir zihin kabızlığı söz konusu, bu zihin kabızlığı nedeniyle Aleviliğe dair açılım yapılamadı.

"Dehre Sultan olmak boş bir heyula imiş/Bir mürşide bent olmak her şeyden evla imiş." Bu beyti söyleyen kim biliyor musun? Bu beyti söyleyen I. Selim, Yavuz Sultan Selim. Şimdi, bu beytin arkasında bir hikmet var: "Bir mürşide bent olmak." Şimdi, açılacak Diyanet Akademisi şöyle bir şey olacaksa, Harran okulunu, Nusaybin okulunu, İskenderiye okulunu, Bağdat'ta açılan Beytülhikmeyi esas alacak, bunun üzerinden çoğulcu felsefeyi de esas alan, din felsefelerine de açık, farklı dinlere de açık bir şey olacaksa olabilir ama tekçilik olacaksa olmaz; görünen, tekçiliğin olacağı şeklinde.

Bakınız, bu saydığım Nusaybin okulu, Harran okulu, İskenderiye okulu, Beytülhikme hangi dönemde oldu? Şu dönemde: Yunanca ve Süryanice külliyatın Arapçaya çevrildiği bir dönemde oldu. Arapçaya çevrilince yeni bir tefsir boyutu... Farabi, Gazali, İbn Rüşd gibi kişiler Aristo'yla, Platon'la, Batı felsefesiyle tanıştılar ve bir tür -tıpkı Helenistik felsefede olduğu gibi- Doğu-Batı sentezi ortaya çıktı. O dönem İslam bir Doğu-Batı senteziydi ama şu dönem sadece iktidarlardan kaynaklı bir sentez, Orta Doğu devletlerinin kendinden uydurduğu resmî bir İslam var.

Bakınız, bir örnek vereyim size: Mısırlı yazar Fehmi Şinnavi'nin "İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler" kitabını lütfen bulup okuyun, orada şundan söz ediyor: Birçok sahabe var... Bakın, sahabeler kimdir? Selman-ı Farisi, Veysel Karani, Süreyş-i Türki, Suheyb-i Rûmi; bir de Caban el-Kurdi var. Caban el-Kurdi'den hiç söz edilmiyor. Oysa İslam Peygamberi Muhammed Mustafa'nın atadığı ilk validir Caban el-Kurdi. Caban el-Kurdi'den maalesef Türkiye'deki İslam kaynakları, resmî İslam kaynakları söz etmiyor. Bu kapalılığın sebebi nedir, bu tekçiliğin sebebi nedir? Bakınız, kılıçla Ayasofya Camisi'nin minberine çıkmanın 21'inci yüzyıldaki tarifi ne olabilir?

Bakınız, Sayın Ali Erbaş... "Ali çoktur, Şah-ı Merdan bulunmaz." İsmi "Ali" olmakla bir şey olmuyor, Şah-ı Merdan'ı anlamakla bir şey oluyor ve siz Şah-ı Merdan'ı anlamamak için bin dereden su getiriyorsunuz; Aleviliğe kapalısınız. Buradan dava ediyoruz, Alevi toplumu adına, bir Alevi olarak dava ediyoruz; yüz kırk altı yıldır Alevi toplumundan alınan vergiler çeşitli vesilelerle camilere ve benzeri inanç hizmetine sunuluyor ama Alevi toplumuna bir inanç hizmeti sunulmuyor. Bakınız, son olarak gördünüz cemevlerine gelen fahiş elektrik faturalarını. Bu faturalara dair ne dendi? Cemevinin varlığı kabul edilmedi ama "Cemevi konut olarak kabul edilecek." dendi. Cemevi konut değildir, cemevi hakkın ve hakikatin makamı, Alevi toplumunun ibadethanesidir; bunun kabul edilmesi lazım ve bunun yanında Aleviliğe dair bakış açısındaki tekçilik, inkârcılık, reddiyenin kaldırılması lazım. Bir yerde bir cemevi açılacak, cemeviyle ilgili soru Diyanet İşleri Başkanlığına soruluyor. Diyanet İşleri Başkanlığı diyor ki: "İslam'ın mabedi camidir, 'cemevi' diye bir yer yoktur." Kaymakamlık ve valiler de cemevinin yapılışını reddediyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu bir reddiyeciliktir, bu bir tahakkümcülüktür. Arkasından ne yapıyorlar, bakın, tutuyorlar cemevlerine gizlice memur gönderiyorlar, "Bir hizmetiniz, bir ihtiyacınız var mı?" diye cemevlerine soruyorlar. Şimdi, bu, efendi-köle ilişkisidir. Biz Aleviler bu ülkede köle değiliz. Biz Aleviler bu ülkenin esas kurucu yurttaşıyız ve inancımızla, dilimizle, kültürümüzle, hakikatimizle bu ülkenin yurttaşıyız. Bu hakikati tanımak zorundasınız. Evet, eyvallah, Diyanet Akademisini kuralım fakat Diyanet Akademisi kurulurken Alevi toplumunun, farklı inanç gruplarının hakları tanınmış mı, iade edilmiş mi, varlığı kabul edilmiş mi, sosyolojisi, felsefesi görülmüş mü? "Yetmiş iki millete bir nazarla bakmayan, kırk yıl müderris olsa hakikatte asidir." diyen Hünkâr Hacı Bektaş'a ne itirazınız var sizin? "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir./Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır." diyen Yunus'a ne itirazınız var sizin? Pir Sultan'a ne itirazınız var? Şah Hatayi'ye, Virani'ye, Yemini'ye, Aşık Veysel'e ne itirazınız var?

MUSTAFA LEVENT KARAHOCAGİL (Amasya) - İtirazımız yok ki.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - "Dört kitabın manasını okudum, ezber ettim. Aşka gelince gördüm, bir uzun heceymiş." diyor ya Yunus, işte o aşkı tarif ediyoruz biz. Aşka ne itirazınız var? "İtirazımız yok ki." diyor yerinde oturan birisi. İtirazınız var, reddiniz var, inkârınız var ve bu itiraz, ret ve inkârla bizi köle, kendinizi efendi; siz ihsan eden, biz ihsan bekleyen... Böyle bir şey yok. Eşit yurttaşlık ilişkisi istiyoruz. Eşit yurttaşlıkta inancımızın ve inancımızın mabedi olan cemevinin ve cemevinde yapılan ibadetin kabulünü istiyoruz. Bu kabul sadece sözlü olarak kabul değildir; bu kabul, yasal olarak kabuldür; bu kabul, Köy Kanunu'nu; bu kabul, Anayasa'daki değişiklikleri... Bakın, zorunlu din dersiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karar var, uygulanmıyor; cemevleriyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karar var, uygulanmıyor. Peki, ne yapılıyor? Biraz önce dediğim gibi, suç işleri bakanı 2 memuru görevlendiriyor "Hele git şu cemevlerini gez, ne ihtiyaçları varmış?" Böyle bir şey olabilir mi? Cemevlerinin ne ihtiyacının olduğu ancak topluluğun sosyolojik inançsal olarak varlığı kabul edilip bu varlık üzerinden bir yasal, anayasal hükmi tarif söz konusu olduktan sonra zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Aziz milletvekilleri, bakınız, Komisyonda da söyledim, burada da söyleyeyim; şeyhülekber İbni Arabi diyordu ki: "Ariflerin dini olmaz." Bu, şu anlama geliyor: Arifler din fanatiği olmazlar, arifler dinsiz değildir, arifler din fanatiği olmazlar. Gelin, şu din fanatikliğini, mezhep fanatikliğini ortadan kaldırıp yetmiş iki millete bir nazarla bakan, yetmiş iki milleti adalette, hikmette, ekonomide, sosyal yaşamda buluşturan ve birleştiren bir yasa oluşturalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Bülbül.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Bu yasada kurumlar da tüm toplumsal kesimlere hizmet eder nitelikte olsun. Sizin Ahmed-i Hani'yle, sizin Melaye Ciziri'yle, sizin Feqiye Teyran'la derdiniz nedir? Ahmed-i Hani'nin, bakın, anıtı söküldü, sesinizi etmediniz. Her konuda fetva veriyorsunuz da Diyanet İşleri Başkanlığının değerli yetkilileri; yolsuzluk, yoksulluk, tecavüz, ırkçılık, inkârcılık, ret konusunda niye bir fetvanız yok?

Kaldı ki fetva kurumu günümüzde değil, tefsir kurumu olabilmeli, tefsir kurumu. Neden tefsir kurumu olabilmeli? Tefsir kurumu içtihat getiren, insanların, toplumların ufkunu açabilen, yeni bakış açıları getirebilen ve entelektüel özellikleri olan bakış açılarıdır. O nedenle, yıpranmış ve ortadan kalkmış olan tefsir kurumunun oluşturulmasına da ihtiyaç var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Sevgili Başkanım, izninizle bir dakika rica ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Sevgili Başkanım...

BAŞKAN - Sayın Bülbül...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Selamlama için verebilirsiniz Başkanım.

BAŞKAN - Peki, bir selamlayalım o zaman.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Evet, buradan, yıllarca katliamlar, asimilasyon, ötekileştirme sebebiyle acılar yaşamış bir toplumun mensubu olarak, bu acıları bir yana bırakıp acılarımızı ilmimizle, irfanımızla, hikmetimizle aşabileceğimizi, bu ülkede eşit yurttaş olmak istediğimizi, inancımızın ve inancımızın gereklerinin tanınmasını, ana dilde ibadetin tanınmasını ve eşit yurttaşlığın tüm inanç grupları için oluşturulmasını istirham ediyoruz; bizim mücadelemiz de budur aslında.

Ve "Nevroz"a giderken sevgili dostlar; "Nevroz" Demirci Kawa'da direniş, "Nevroz" Mansur'da ikrar, "Nevroz" mazlumda zaferdir ve 3 kibritin yarattığı ışık aşkına diyorum ki "Nevroz"a giderken eşitlik, özgürlük, adalet isteyelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET KAYA (Trabzon) - Bir dakika daha, bir dakika daha...

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Sevgi ve saygıyla. (HDP sıralarından alkışlar)