| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Fildişi Sahili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma ve Anlaşmada Değişiklik Yapılmasına Dair Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 22.02.2022 |
HDP GRUBU ADINA SAİT DEDE (Hakkâri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama cezaevlerinde yaşanan insanlık onurunu rencide eden ve hukuk dışı uygulamalarla başlamak istiyorum.
Türkiye cezaevlerinde artarak devam eden işkence ve kötü muamele uygulamalarının yanı sıra, son zamanlarda yaşanan intihar ve kuşkulu ölüm olaylarıyla beraber cezaevleri şiddetin, baskının, tacizin, kötü muamelelerin, çocuk istismarlarının ve cinayetlerin sembolü hâline gelmiştir.
Cezaevlerinin başta yaşam hakkı ihlalleri olmak üzere her türlü insanlık dışı ve onur kırıcı muamelelerin uygulandığı birer işkence mekânı hâline gelmesinde en büyük pay tabii ki AKP iktidarınındır. Mecliste verilen araştırma önergelerine, soru önergelerine, baroların ve sivil toplum örgütlerinin raporlarına rağmen, cezaevlerindeki bu insanlık dışı durum değişmemiştir. Bu da bize yaşanan ölümlerin, sürgünlerin, işkencelerin, tecrit ve izolasyonların "disiplin cezası" adı altında mahpuslara açıkça işkence edilmesinin bir program dâhilinde olduğunu düşündürmektedir; eğer öyle olmasaydı cezaevlerinde yaşanan kötü muamele, işkence ve yaşam hakkı ihlallerine yönelik iddialara karşı etkin adli ve idari soruşturmalar başlatılmış olurdu.
Ailelere yaşatılan eziyet de cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin diğer bir boyutudur. Mahpusların ailelerinden kilometrelerce uzak hapishanelerde tutulması hem kendilerine hem de ailelerine yönelik bir dizi hak ihlalini beraberinde getirmektedir. Aile ve yakınlarının mahpusları ziyaret etmek için çoğu zaman binlerce kilometre yol gitmek zorunda olması, onları ziyaretlerini asgariye indirmek zorunda bırakmaktadır. Mahpusların sevk talepleri reddedildiği gibi birçok sevk başvurusu işleme dahi alınmıyor.
Yine, doluluk kapasitesinin çok üstünde olan cezaevlerinde hasta mahpus sayısı artmış ve hasta mahpusların sağlık durumu ağırlaşmıştır. Bakın, daha geçtiğimiz hafta 84 yaşındaki Nusret Muğla Manisa T Tipi Cezaevinde ve 82 yaşındaki Yusuf Bekmezci İzmir 1 Nolu F Tipinde hayatlarını kaybettiler.
Cezaevlerini ölüm evlerine çevirdiniz, artık insanları sadece orada ölüme terk etmekle kalmıyorsunuz aynı zamanda, yaşamlarını ellerinden almak için el birliğiyle çalışıyor, hayatlarına kastediyorsunuz. Bakın, Milletvekilimiz Sayın Aysel Tuğluk'a yapılan tam da bu oldu, burada da organize kötülüğü görüyoruz; tüm kurumlar el birliği içinde. Adli Tıp Kurumu, tıp bilimine aykırı olarak, Sayın Tuğluk için hazırladığı raporda demans hastalığını inkâr etti.
Değerli milletvekilleri, uluslararası standartlar, sözleşmeler ve protokoller gereği sağlık hizmeti sunumunun toplumun her kesimine olduğu gibi, özgürlüğü kısıtlanmış bireylere de eşit bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Kronik, ağır, terminal dönem hasta mahpuslar için erken tanı, tedavi süreçlerinin sürekliliği düzenli olarak izlenme yönünden gerekli sağlık tedbiri ve olanakları bir an önce sağlanmalıdır. Mahpusların tedavileri düzenli bir şekilde uygun koşullarda yapılmalı, tedavisi yapılmayan hasta mahpusların hekime ve sağlık birimlerine ulaşmada hızlı ve etkin bir şekilde hareket edeceği kurumsal mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Kontrolsüz, şeffaflıktan uzak, denetimden tamamen izole edilen cezaevinde gerçekleşen her ölümün faili devlettir. Bakın, ne diyordu eski Adalet Bakanınız: "Cezaevlerindeki tüm vatandaşlarımız devletimize emanettir, cezaevlerimiz Meclisimiz dâhil olmak üzere uluslararası kurumlara açıktır, her türlü şeffaf denetime açıktır." O zaman soruyoruz size: Bangin Muhammed, Garibe Gezer, Abdülrezzak Şuyur, Halil Güneş, Salih Toğrul, İlyas Demir, Vedat Erkmen, Ramazan Turan ve daha nice can sizin denetim ve gözetiminiz altında nasıl öldü, ölmesine göz yumuldu ya da öldürüldü?
Mahpusların yaşam hakkını her şartta, koşulda sağlamak zorundasınız. Sizin tabirinizle, emanete özen göstermiyor ve onun yaşam hakkını koruyamıyorsanız onun özgürlüğünü de kısıtlayamaz, onu cezaevinde de alıkoyamazsınız. Şimdi, Türkiye'de, cezaevlerinde yakını bulunan herkes endişeli. Öyle bir kötülük hâliyle karşı karşıyayız ki eskiden "Ancak tabutla cezaevinden çıkar." uygulamanıza artık bir yenisi daha eklendi. Cezaevlerinde yaşamını yitiren mahpuslara artık tabut bile vermiyorsunuz. Bunun en son örneğini Van Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda gördük, insanlara bu acıyı da yaşattınız. 70 yaşındaki Ramazan Turan, 21/1/2022 tarihinde, tek kişilik karantina hücresinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Yirmi iki gün boyunca kaldığı hücrede geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiği söylendi. Van Adli Tıp Kurumundaki otopsi işlemleri avukatları olmadan yapıldı, aile cenazeyi Hakkâri'ye götürebilmek için Van Büyükşehir Belediyesi yani kayyum belediyesinden talep ettiği cenaze aracı ve tabut bile verilmedi. Bunun üzerine aile kendi imkânlarıyla marangozda tabut yaptırmak zorunda kaldı. Tabii, bununla da kalınmadı, cenaze konvoyu Hakkâri'ye ulaşıncaya kadar birçok noktada durdurularak konvoyda bulunan herkese eziyet edildi. Hakkâri'ye ulaşan Turan'ın cenazesi bu kez Hakkâri Devlet Hastanesinde yıkatılmak istendi, buna da izin verilmemesi üzerine aile yaşadıkları eve cenazeyi getirerek yıkatmak zorunda kaldı. Bununla da yetinilmedi tabii. Cenaze yıkama işlemi sırasında mahalle imamı da dinî vecibelerin yerine getirilmesi için çağrılmasına rağmen, Diyanet İşleri Hakkâri İl Müdürlüğünden talimat almadığını kaydederek cenazeye gitmedi. Bir cinnet hâlindesiniz. Neyin intikamını alıyorsunuz Ramazan Turan'dan? 70 yaşında; tabut vermediniz, cenaze aracı vermediniz, yol boyunca yakınlarına eziyet ettiniz, imam cenazeye gitmedi, hastanede yıkanmasına dahi izin verilmedi. Sonra da "Neyin düşmanlığı?" diyorsunuz. Kürt düşmanlığının açık örneği budur.
AKP iktidarı hayatın her alanında yurttaşlara eziyet etmeyi amaç edinmiş durumda. Cezaevindekiler, sokaktakiler, köydekiler, kenttekiler AKP'nin ayrı ayrı insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmaktadırlar. Son zamanlarda, özellikle seçim bölgemde, elektrik dağıtım şirketlerinin jandarma eşliğinde enerji kaybının önüne geçmek bahanesiyle yaptıkları baskınları eminim sizler de basından görmüşsünüzdür. Hakkâri'de ordu, sermaye el ele, hukuku çiğneyerek, bir dizi baskınlar yaparak halk arasında korku ve dehşet yaymaya devam ediyorlar. Bakın, Vangölü Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi personeli ve jandarma, Yüksekova'ya bağlı Dilekli -Kampa şukeyan- köyüne ve Ovaiçi -Basan- köyüne sayaç kontrolü adı altında baskın yapıyorlar. Sabahın erken saatlerinde önce köyler ablukaya alınıyor, sonra Hollywood filmlerine taş çıkaran operasyonlar, "drone" destekli hem de. Operasyonun amacı ne? Sözde elektrik sayaçlarını kontrol. Tabii, bu manzarayla karşılaşan yurttaşlar bu baskının sebebini öğrenmeye çalıştıklarında da gözaltına alınıyorlar. Bu korkunç, bu, yurttaşı düşman gören uygulamaların çok acı bir sonucunu 2019 yılında yaşadık. Geçen hafta "drone"larla baskın yaptığınız Dilekli köyünde yaşamıştık bunu. 5 Aralık 2019 sabah 05.30'da yine böyle bir operasyon gerçekleştirilmiş, kar maskeli güvenlik güçlerini birden karşısında gören 45 yaşındaki anne Fahriye Gürbüz kalp krizi geçirerek olay yerinde yaşamını yitirmişti. Kar maskeli şahısları görünce belki çocukları için endişelendi, belki de vurulacağını sandı. Böyle düşünmesi de hayatın olağan akışına hiç aykırı değildi. Yıllardır Kürt halkına reva görülen katliamlardan, faili meçhullerden, köy boşaltmalarından, yakıp yıkmalardan o anne de kendi payına düşeni ne yazık ki almıştı ve o korku onu aramızdan aldı.
Winston Churchill'in demokrasiyle ilgili güzel bir cümlesi vardı, belki hepiniz biliyorsunuz; ne diyordu Churchill? "Demokrasi, sabah kapınız çalındığında gelenin sütçü olduğuna emin olmaktır."
Sayın milletvekilleri, Türkiye'de yaşanan güncel ve tarihsel sorunların tamamının kaynağında Kürt sorunundan kaynaklı bir demokrasi sorunu yatmaktadır. Çözümsüzlüğe bırakılmak istenen ve bu çözümsüzlükten nemalanan, beslenen derin bir yapıyla karşı karşıyayız. Aslında, çözümünün çok basit olduğu bir sorun yıllardır tekçi, inkârcı yaklaşımlar ve savaş politikalarıyla derinleştirilmekte. Az önce dediğim gibi, yapısal ve güncel sorunların temelinde de Kürt sorunu yatmaktadır. Neden? Çünkü bu yaşadığımız antidemokratik sistemin kodlarında Kürt'ü inkâr, Kürt'ü imha mevcuttur. Öyle olmasaydı şirketler köylere "drone"larla, kar maskeleriyle, orduyla beraber baskın yapabilir miydi? Bu düşmanca tutumu, bu akıl almaz hezeyanı kimler, nasıl açıklayabilir?
Sayın Başkan, şimdi, bazıları çıkıp "Kaçak elektrik baskını." diyecek. Diyelim ki kaçak tespiti yapılıyor, bunun yol ve yöntemi bu mudur? İstanbul'un veya Sakarya'nın bir köyünü de ablukaya alıp bir sabah ansızın kar maskeli, elinde ağır silahlar olan özel kuvvetlerle ve panzerlerle basabilir misiniz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAİT DEDE (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
SAİT DEDE (Devamla) - Enerjinin temel bir hak ve ihtiyaç olduğu bir yüzyılda, bu yapılan, insanlık dışı bir uygulama değil de nedir?
Kayıp kaçak konusuna gelecek olursak, bakın, holdinglere bölge bölge bir enerji tekeli yaratıldı. Bunların kimler olduğu herkesçe malumdur. Isparta'da halka reva görülen uygulamaları da gördük. Şirketlerin hâlen eski hatlar üzerinden dağıtım yapması, tek bir iyileştirme yapmaması ve altyapı eksiliğinden koca bir kentte yüz binlerce insan karanlıkta kaldı. Diğer taraftan bu tekelci şirketlerin dağıtımından kaynaklı hak kayıplarının dahi yurttaşlara "kayıp kaçak" adı altında yüklendiğini görüyoruz yani tek bir kalem dahi zarar etmiyor dağıtım şirketleri. Hatların bakımının yapılmamasından, kullanılan iletkenin cinsinden dolayı yaşanan enerji kayıplarını da ya halkın cebinden ya devletten sübvanse ediyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAİT DEDE (Devamla) - Kimse enerji şirketleriyle bir olup halkları hırsızlıkla suçlayamaz. Kimlerin hırsız olduğunu, kimlerin nasıl çalıp çırptığını herkes görüyor.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)