| Konu: | Öğretmenlik Meslek Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 02.02.2022 |
HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Evet, Öğretmenlik Meslek Yasası Teklifi üzerine söz almış bulunuyorum.
Şimdi, mevcut yasa teklifinde ne olup olmadığını ifade etmeden önce, şu anda öğretmenlik mesleğinin hangi kriterler, hangi yasa, hangi durum, hangi sosyolojik tabir, hangi ekonomik yapıyla karşı karşıya olduğunu ifade etmek lazım. Şu ana kadar öğretmenlik mesleği, değerli arkadaşlar, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, efendim, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu gibi kanunlarla ifade edilen, varsa tanınmış bir hak burada tanınan, yoksa tanınmış hak burada tanınmayan bir statik yapıyla karşı karşıya. Bu statik yapıda öğretmenler... Kimdir bu öğretmenler? Kadrolu, ücretli, sözleşmeli, kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilip ekmeğe muhtaç edilmiş, özel okulda çalışan, rehabilitasyon okulunda çalışan, atanamayan ve hiçbir şekilde haklarından da söz edilmeyen emekli öğretmenler. Bakın, kaç tane farklı tanım söz konusu. Bunların, bu tabirlerin hepsi bir öğretmenlik mesleği için geçerli. Yazık, günah ve ayıp olan bu. Şimdi, bu kadar ayrıştırılmış, bu kadar farklı noktaya konulmuş öğretmenlerin -biraz önce birkaç vekil arkadaşımın da ifade ettiği gibi- sanki tümüne birden 3600 ek gösterge verilecek, sanki tümü uzman olacak, sanki tümü başöğretmen olacak, sanki tümünün maaşlarında iyileştirme olacak, mesleki statüsü gayet güzel olacak gibi... Sevgili öğretmen arkadaşlarım, ben burada bir öğretmen olarak konuşuyorum. Otuz iki yıl eğitim ortamına hizmet etmiş, eğitim ortamının her türlü cefasına katlanmış, köyden kente, mezradan okulu olmayan yere, yolu olmayan yere kadar öğretmenlik yapmış biri olarak eğitimin ve öğretmenlerin bütün cefalarını, sorunlarını a'dan z'ye, sonuna, başına kadar biliyorum. Bu yasada getirilen hiçbir hak yok, sadece AKP'nin yirmi yıllık politikasında olduğu gibi sanki kökten, radikal bir çözüm varmış ve sorunların tümü çözülüyormuş gibi bir yaklaşım, bir illüzyon, bir sihirbazlık söz konusu burada.
Şimdi, bir öğretmenlik meslek yasası yapılacaksa bunun ölçütü ne olmalıydı? Bakın, biz dünyayı ne kadar geriden takip ediyormuşuz onun bir şeyine bakalım: Bakınız değerli milletvekilleri, 5 Ekim 1966 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü ve UNESCO tarafından "Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi" adı altında uluslararası bir kriter geliştirilmiş ve buna binaen dünya çapında 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kabul edilmiş ve zaten EĞİTİM-SEN ve demokratik sendikalar -sarı sendika değil, sonradan türedi sendika değil; onun da hikâyesini anlatacağım şimdi- öğretmenler gününü 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'nde kutluyorlar. Şimdi, bu Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi'ni yani UNESCO'nun ve Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) bu tavsiyesini hiç dikkate almayan, araştırmayan, okumayan, incelemeyen, buradan bir çıkarsama yapıp evrensel ölçekte öğretmene bir tanım getirmeyen anlayıştan öğretmenin sorunlarına global, küresel ölçekte ve nihai anlamda çözüm getirileceğini beklemek, çok özür diliyorum, olsa olsa ahmaklık olur. Burada soruna bir çözüm yok ve bu...
Bakınız şimdi, 1990'lı yıllarda -Komisyonda söylemiştim, burada da tekrar edeyim- biz sendikal mücadeleye başladığımızda -burada birlikte çalıştığımız, birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlar var- bizi bölücülükle, bizi yıkıcılıkla suçladılar; 12 kere yargılandık, 8 kere ceza aldık. Sonra baktılar ki bu hak kazanılıyor, çatır çatır meydanlarda öğretmenler örgütleniyor ve bu sefer ne yaptılar? Bu sefer türedi -sarı sendika da değil, yandaş sendika- yandaş sendika oluşturmaya başladılar.
Biraz önce EĞİTİM SEN'in Genel Başkanı, sevgili hocam, Profesör Doktor -bak adını unuttum birden- Nejla Hocam buradaydı, EĞİTİM-İŞ Genel Başkanı buradaydı, özel öğretmenlerin sendikasının genel başkanı buradaydı. Nejla Hocamın bütün milletvekillerine yazdığı bir mektup var, lütfen açıp okur musunuz. Bütün milletvekillerine hitaben yazılmış bir mektup ve bu mektup okunmamış. Sendikalar ulaşamıyor. Bakın, Komisyona sendika başkanı arkadaşlar geldi, başından sonuna kadar izlediler ve görüşlerini belirtmek istediler; hemencecik şöyle refüze edildiler: "Siyaset yapıyorsunuz, yapmayın." Tabii, siyaset yapacak, sendikacılık yapmak siyaset yapmaktır. Emeğin hakkını talep etmekten daha büyük bir siyaset olur mu, sistemden hak talebinde bulunmaktan daha büyük bir siyaset olur mu? Ama bu bire bir Parlamentodaki bir siyaset ya da kasaba siyaseti değil, bu, ekmeğin; bu, emeğin; bu, eğitim ve bilimin siyaseti. Bu, seviyeli bir siyasettir ve bu siyaseti seviyeli bir şekilde yaptı arkadaşlar.
Şimdi, değerli arkadaşlar, kanun teklifinde birkaç bölüm var:
1) Amaç.
2) Kapsam.
3) Mesleki tanım.
4) Kariyer.
Şimdi, bu kariyer de aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen. Aslında yanlış yapmışsınız, bakın, nasıl yapacaktınız sizin zihniyetinize göre: Takunyalı öğretmen, takkeli öğretmen, cübbeli öğretmen ve reis öğretmen olacaktı. Sizin anlayışınıza göre böyle sınıflandırılırdı bu. Ama şimdi deniyor ki: "Bu öğretmenler arasındaki sınıflandırmanın öğretmenlik mesleğine, eğitime, öğrencilere, öğrenci velilerine bir yansıması, bir zararı olmaz." Evet, bir yansıması, bir ayrıştırması, bir ötekileştirmesi ve öğretmenler arasında bir seçme söz konusu olur.
Şimdi, bu yasa yapılırken eğitimin paydaşları... Kimdir eğitimin paydaşları?
1) Eğitim iş kolunda örgütlü sendikalar.
2) Öğretmenlerin tamamı.
3) Öğrenci velileri.
4) Öğrenciler.
5) Eğitim felsefesine dair düşünce üreten bilim insanları.
6) Konuyla ilgili sivil toplum örgütleri.
7) Bizler, siyaset yapanlar, Eğitim Komisyonundaki insanlar.
Bunların bileşimiyle yasa teklifi tüm boyutlarıyla tartışılır, öneriler yapılır ve bu önerilere binaen yasa oluşturulurdu. Hayır, böyle yapılmadı. Ne yapıldı? İnternete konuldu. Efendim, o da ne zaman konulduğu belli değil, "Buraya önerilerinizi yapın." önerilerin dikkate alınıp alınmayacağı da belli değil. Bakınız, nasıl bir ortamda bunu yapıyoruz? Sayın Millî Eğitim Bakanı Urfa'ya gidiyor, kamuoyunun önünde Millî Eğitim Müdürünü azarlıyor. Ya, arkadaşlar, bakanlık emir komuta değildir; bakanlık, Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, grup başkan vekilliği değerli arkadaşlar, hizmet kurumudur, hizmet; hizmet kurumudur. Biz hizmet için varız, emir ve talimat için değil; onu bunu azarlamak, görevden almak, orayı kapatmak, şurayı asmak, burayı kesmek için değil. Bakın, rahmetli İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürüyken Ankara'da bir okula gidiyor, okulun içerisine giriyor, bakıyor ki tavan şarıl şarıl akıyor. Öğretmene diyor ki: "Öğretmen bey, tavan niye akıyor?" "Vallahi akıyor, işte, ne yaptık, loğladık, şey yaptık, olmadı." diyor. Bu, 1940'lı yıllarda bir şey Sayın Akçay. Efendim, diyor ki: "Peki, bunun için ne yapabiliriz?" Diyor ki: "Kırık kiremitler var." İsmail Hakkı Tonguç çıkıyor, bir güzel hemen diziyor ve akıntı kesiliyor. Geliyor, Allah Allah, şaşırıp bakıyor öğretmen: "Nasıl yaptı bu?" Diyor ki: "Siz kimsiniz beyefendi, nasıl yaptınız?" Diyor ki: "Ben İlköğretim Genel Müdürüyüm, Ankara'da Millî Eğitim Bakanlığındayım. Tavan bir daha akarsa benim yanıma gel." O zaman İlköğretim Genel Müdürleri, Millî Eğitim Bakanları böyle yaklaşıyordu, şimdi bu yasayı yapan arkadaşlar ne eğitim bilimini ne öğretmen haklarını ne öğretmenlerin ailelerini çevresini ne öğrenciyi ne de eğitim felsefesinin gerektirdiği düzeyi düşünmüşler. Sevgili Fakir Baykurt TÖB-DER nedeniyle, TÖS nedeniyle yargılandıklarında şöyle bir şey demişti: "4,5'tan 5 verip sınıf geçirdiklerimiz gitti yargıç oldular, gelip bizi yargılayacaklar." Ya, 4,5'tan 5 alıp sınıf geçmekle hukukçu olduysanız ya da siyasetçi olduysanız olacak, yapılacak yasa taslağı da bu şekilde olur. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, mesela, şu anda içinde bulunduğumuz pandemi koşullarını en ağır geçirenler öğretmenlerdir. Yakında bir Öğretmenler Günü gelip geçti, öğretmenlere herhangi bir şey yapılmadı.
Öğretmenevleri konusu bir kangrendir, bakın. Öğretmenevlerinde öğretmenler kalamıyor, yandaşlar kalıyor, siyasetçiler kalıyor. Öğretmenler gidip yazın sahildeki öğretmenevlerinde bir tatil yapamıyor, tatil hakkı yoktur; öğretmenlerin sinemaya, tiyatroya gitme hakkı yoktur, kitap alma hakkı yoktur. Bu öğretmen kendini nasıl geliştirecek? Bu "hizmet içi eğitim kursu" dediğiniz statik, donuk, perdeden yansıtılan ve okunan şeyle öğretmenin kendisini geliştirebilmesi mümkün değil. Dolayısıyla, burada, bakın, çok yakın zamanda 21. Millî Eğitim Şûrası oldu. Bu Millî Eğitim Şûrası'nda değerli arkadaşlar, 3 ana konu görüşüldü: Eğitimde fırsat eşitliği, meslek eğitimi ve öğretmen yetiştirme. Bakınız, cumhuriyetin 100'üncü yılına geliyoruz. Yüz yıl sonra öğretmenlikle ilgili bir meslek yasası yapılıyor, 1966 yılında dünyada örnekleri olmuş, yüz yıl sonra biz bunu yapıyoruz ve yüz yıl sonra yine eksik, yine yanlış, yine yetersiz, yine sorunlara yol açacak şekilde yapıyoruz. Eğitim fakülteleri öğretmen yetiştirme değil, bildiğin böyle sıradan, sanki herhangi bir insan yetiştirme gibi. Eğitim fakültelerindeki öğretmen yetiştirme programları son derece kısırdır, verimsizdir. Bakın, Türkiye'nin çok dilliliği, çok kültürlülüğü, çok inançlılığı dikkate alınarak eğitim fakültelerinde bir, Kürtçe; iki, Romanca; üç, Arapça; dört, Çerkezce dilleri okutulmalı, bu diller dengeli bir şekilde dağıtılmalı, eğitim fakültesinde okuyacak öğretmen adayı bu dillerden birini mutlaka seçmeli ve bu seçmeli dersi, zorunlu olarak bu dili öğrenmelidir. Aynı şekilde, farklı inanç gruplarının inançlarını öğrenme noktasında da inancın kendisinin tabiriyle böyle bir şey olmalıdır.
Şimdi, değerli arkadaşlar, burada, yasanın kendisinde mesela, atanamayan öğretmenlere dair bir şey yok, özel okulda çalışan öğretmenlere dair bir şey yok, rehabilitasyon merkezlerinde çalışan öğretmenlere dair bir şey yok, ücretli çalışan öğretmenlere dair bir şey yok, emeklilere dair bir şey yok. Biraz önce dediğim gibi, 2023 yılında başlamak koşuluyla 3600 ek gösterge hangi öğretmenlere veriliyor? 1'inci derecedeki öğretmenlere veriliyor, o da 2023 yılında başlamak koşuluyla. Ama tekrar tekrar şu vurgu yapılıyor: "Öğretmenlik Meslek Kanunu Teklifi getiriyoruz. Öğretmene 3600 ek göstergeyi tanıyoruz." Bu kesinlikle doğru değil, bunu yeniden yeniden, tekrar tekrar vurgulamak istiyorum.
Şimdi, ataması yapılmayan öğretmenler; ataması yapılamayan nedense... Bakınız, yakında 15 bin öğretmen atandı. Bu 15 bin öğretmen sarayda, sarayın itibarlı salonlarında, görkemli salonlarında... Arkadaşlar, memleketin itibarı Cumhurbaşkanının makamından anlaşılmaz, memleketin itibarı öğretmenin maaşından, öğretmenin çalışma koşullarından, öğretmenin hak ve özgürlüklerinden, okulların donanımından, öğrencilerin okula gitme biçiminden, okula ulaşma biçiminden, ders kitaplarının içeriğinden ve öğretmenin ekonomik, sosyal, kültürel, özlük haklarını kullanıp kullanamamasından anlaşılır; memleketin itibarı buradan anlaşılır. Yoksa memleketin itibarı Cumhurbaşkanının sarayından, efendim bilmem hangi bakanın millî eğitim müdürünü azarlamasından vesaire gibi unsurlardan, gibi süreçlerden anlaşılamaz.
Komisyondaki süreçte, değerli arkadaşlar, 7 tane kurum izledi, 7 öğretmen kurumu ve 7 öğretmen kurumunun hiçbir tanesi, bakınız, yandaş olan, şu anda Hükûmetin politikalarını savunan sendikalar da dâhil olmak üzere hiçbir sendika bu mevcut yasanın hiçbir maddesine "olur" demedi; tümüne itiraz etti, içeriğine itiraz etti, buna rağmen Komisyonda bir virgül, bir harf dahi değişmedi. Galiba "veya" değişmişti, o "veya"ya istinaden de şunu söylemiştim ben "veya"yı ifade etmek için; hani çok bilinen bir şeydir: Aristo, İskender'in bir seferine katılır. İskender yine büyük bir zafer kazanmıştır kendince, taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmamış, çıkmış bir tepeye ihtişamla zaferini seyrediyor; Aristo'yu da yanına çağırmış, demiş ki: "Aristo, gel, nedir bu, bir bak bakalım şöyle?" Aristo bakmış, demiş ki: "Zafer veya hiç!" İşte AKP'nin geldiği nokta zafer veya hiçtir; taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmamıştır; ekonomi yerle bir olmuştur; toplumda ahlaki çöküş, toplumda dejenerasyon, toplumda çürüme... Bu çürüme siyasetin ortaya koyduğu... Bakın, bu çürüme öğretmenine hak tanımayan, öğretmeninin statüsünü, öğretmeninin yaşam koşullarını, öğretmeninin itibarını, öğretmeninin okula ulaşımını, okuldaki koşullarını... Bakar mısınız, hâlâ şu anda okulların ihtiyaçları okulda toplanan parayla sağlanıyor! Bakınız, bu ülkenin Anayasa'sında ne yazıyor? "Eğitim devlet okullarında parasızdır." diyor değil mi? Peki, niye var bu özel okullar? Suçtur bu, Anayasa'ya karşı işlenen bir suç var burada. Anayasa maddesi diyor ki: "Eğitim devlet okullarında parasızdır." Ama özel okul var, ama paralı eğitim var, ama ötesi berisi sayılamayacak kadar çok anayasal suç var burada. Şimdi, bunların olduğu ortamda, bir seçim yatırımı olarak -bakın, bir seçim yatırımı olarak- ne yazık ki eğitim, sağlık ve ekonomi kördüğüm olmuştur, Gordion olmuştur. Bir İskender lazım, bu Gordion'u kılıcıyla bölecek İskender; onu da biz yapacağız. Bu Gordion, bu kördüğüm ancak bir İskender kılıcıyla açılabilecek şeydedir, yoksa bu kördüğümün açılabilirliği kalmamıştır. Zira ekonomi sağlığa, sağlık eğitime, üçü birbirine ve üçü toplumun, öğretmenin, halkın, gençliğin, emekçilerin, yoksulların ayağına eline dolaşır nitelikte olmuştur. Bu yasa da böylesi bir dönemde çıkarılıyor ve bu yasayla bir seçim yatırımı yapılıyor. Bu seçim yatırımı içerisinde, bakın, yasanın görülmeyen ama ifşa edilmesi gereken yanlarından bir tanesi de yasada güvenlik soruşturması adı altında bir şey var. Bu güvenlik soruşturması kriminalizasyondur. Bu güvenlik soruşturması, bir kesimi kendi iradesinden bağımsız bir şekilde suçlu görmektir; bir kesimi peşinen suçlu gören ve o kesimle ilgili güvenlik soruşturması adı altında ailesinden yakın akrabasına, uzak akrabasından evlilik yoluyla oluşmuş bağlara kadar hepsini hallaç pamuğu gibi savuran, aile mahremiyeti bırakmayan, her türlü ahlaki saldırıyı yapan bir anlayış. Şimdi, bu anlayışa göre solcu suçludur, Alevi suçludur, Kürt suçludur, muhalif suçludur; bu özellikleri arz eden bir öğretmenin bu sistemde yer bulması, uzman olması, 3600'e ulaşabilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla, değerli sendika yetkilileri, değerli öğretmenler; bakınız, temel bir sorun da nedir? OHAL'le ihraç edilenler. Bu OHAL'in komisyonu bir mahkeme midir? Değildir. Yargıtay mıdır? Değildir. Nedir bu? Kendiliğinden oluşmuş, uyduruk bir kurum. Bu uyduruk kurum alıyor isimleri, tek tek inceliyor "Bu bölücü, bu yıkıcı, bu ayrımcı, bu bilmem neci." Efendim, şimdi, KHK'yle ihraç edilmiş öğretmenler şu anda başka bir işte de çalışamıyor, içler acısı bir durum, binlerce böyle öğretmen var; kendi mesleğini de yapamıyor, ekmeğe muhtaç olmuş, adı konulmamış bir idam cezasıyla karşı karşıya durumda.
Şimdi, peki, bütün bu bağlamda ne yapmak gerekiyor bununla ilgili? Baştan söylemiştim zaten, 1966 yılında Öğretmenlerin Statü Tavsiyesi bağlamında eğitimin paydaşlarının dâhil olduğu ve bu paydaşların düşüncelerini demokratik bir şekilde ifade ettiği ve bu düşünceleri toplayacak, derleyecek, şekillendirecek, yapılandıracak... Bunu yapılandırmak Türk halkının, Kürt halkının, Çerkez'in, Laz'ın, Arap'ın, inananın, inanmayanın, Alevi'nin, Sünni'nin yani Türkiye'yi teşkil eden halkların, inanç gruplarının, kadının, emeğin dikkate alınarak yapılacağı bir şey.
Bakın, bu yasada kadının adı yoktur. Bu öğretmenlerden kadınlar da vardır, kadınların özel durumları vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Kadınların doğum yapma ve benzeri durumuna dair hiçbir tanım, hiçbir bakış açısı, hiçbir hak söz konusu değildir. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu yasayı -sadece herhangi bir maddesini değil, sadece herhangi bir virgülünü, noktasını değil- bütünüyle reddediyoruz ve bu yasanın çekilip tekrar eğitimin paydaşlarının dâhil olduğu bir görüşme, bir demokratik ortam süreciyle yeniden bir öğretmenlik meslek yasasının oluşturulması gerektiği... Aksi takdirde öğretmene tekçi, ırkçı, inkârcı, asimilasyoncu eğitimi yürütme görevinin metazori olarak dayatıldığı bir sistemle karşı karşıya olacağız; bu sistemi kabul etmiyoruz, reddediyoruz.
Saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)