GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:41
Tarih:22.12.2021

HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, bir önceki bölümde 6'ncı ve 7'nci madde her ne kadar kabul edilmiş olsa da 6'ncı maddede BOTAŞ'ın borçlarının durup dururken -hangi sebeple olduğu, özelleştirmeye hizmet etmek amacıyla mı, başka amaçlarla mı- köy ağası edasıyla durup dururken silinmesi kabul edilebilir bir şey değil tabii. 7'nci madde de yine durup dururken -sanki yetkileri azmış gibi-Cumhurbaşkanına yetki verilmesi de kabul edilebilecek bir şey değil.

9'uncu maddede toplu taşımadan söz ediliyor. Hiç kuşkusuz, toplu taşımanın ücretsiz hâle getirilmesi hem trafiği rahatlatacak hem çevre kirliliğini azaltacak hem de yoksul, dar gelirli insanlarımızın daha rahat yaşamasını sağlayacak sebeplerden bir tanesidir.

11'inci maddede üniversite hastaneleriyle ilgili bir durum söz konusu. Bu konuyla ilgili 2016'dan bu yana ne yazık ki bir düzenleme yapılmamış. Bu düzenleme yapılmadığından dolayı üniversite hastaneleri eğitim ve bilim kurumu olmaktan çıkıp birer ticarethaneye dönüşmüş ve çok zor durumda; bir döner sermaye, bir akar, bir gelir gider dengesizliği söz konusu. Bundan dolayı üniversite hastanelerinde çok ciddi bir sıkıntı var.

Bütün bunların toplamında, Türkiye'de kadınlar, çocuklar, yaşlılar, gençler, bütün Türkiye, bütün nüfusumuz yirmi dört saat ekonomi konuşuyor, yirmi dört saat siyaset konuşuyor. Yirmi dört saat siyasetin ve ekonominin konuşulduğu yerde paranoyak bir durum vardır arkadaşlar, bu bir hastalık hâlidir, toplumu hasta hâle getirdiniz. Bakın, küçücük çocuklar ekran karşısında konuşuyor, diyor ki: "Ben 12 yaşımda ekonomi ve siyaset konuşuyorsam bu ülke bitmiştir." Ekonomi ve siyaseti konuşmak 12 yaşındaki çocuğa... İlkokul çocuğu çikolata hesabı, Cipso hesabı yapıyor ve bu hesabı ekrandan söylüyor. Bu kadar, çocuklara, kundaktaki bebeğe kadar, bebeğin mamasının hesabına kadar inen bir ekonomi söz konusu.

Bu ekonominin direkt -Antalya Vekiliyim ben- Antalya'ya yansıması nasıl? Bakın, nasıl ki Türkiye ekonomisi çoğunluk olarak turizm, inşaat, ticaretten (TİT) oluşuyorsa Antalya ekonomisi de TİT'ten ama turizm, inşaat, tarımdan oluşuyor; tabii, ticaret boyutu da var işin. Bakınız, değerli arkadaşlar, Antalya'da turizm iş kolunda çalışan güvenlik görevlisi, şoför, otel çalışanı, rehber, tercüman, garson, ara işlerde çalışan kişilerin, bunların hiçbir iş tanımı, hiçbir hak tanımı yok ve bunlar çalışan olduğu hâlde sendikaya üye olamıyorlar.

Çok çarpıcı bir şey söyleyeyim, lütfen dikkatle dinleyin; sevgili ak saçlı Başkanım, siz de dikkatle dinleyin lütfen.

Sayın Kültür Bakanının 2 tane oteli var Antalya'da. Orada çalışan işçiler DİSK'e bağlı Devrimci Turizm İşçileri Sendikasında örgütlenmek istedikleri için 16 işçi işten atılıyor. Devrimci Turizm İşçileri Sendikası ve işten atılan sendikalılar Sayın Bakanı ve otelini mahkemeye vermişler ve 2017 yılından bu yana bu mahkeme devam ediyor; bir, ücret talebi sebebiyle; iki, sendikal haklar ve tazminat sebebiyle devam ediyor.

Bakınız, hem turizm alanında hem tarım alanında hem inşaat alanında çalışanların beslenme, barınma, ulaşım ve sağlık hakkı; 4 temel insani hakları söz konusu. Bunun yanında, tabii bu aynı şekilde çocuklarına, aynı şekilde ebeveynlerine, aynı şekilde bakmakla yükümlü oldukları kişilere yansıyor.

Bakın, mevsimlik işçilerde çocuk işçiler var ve kadın işçilerin kesinlikle kendi ücretleri üzerinde hak iddia etmek gibi bir pozisyonları yok. Bu ücretleri kim belirliyor, nerede belirliyor, nasıl belirliyor, neye göre belirliyor? Tarım işçilerinin ücretleri âdeta 1800'lü yıllardaki vahşi kapitalizm koşullarına göre belirleniyor.

Yine, seralarda üretim yapan sevgili üreticilerin ürettiği ürünün fiyatını halde oturuyor 3-4 kişi belirliyor, üretici ürettiği ürünün fiyatı konusunda hak iddia edemiyor, şuraya bakar mısınız. Gidip görüşüyoruz sürekli; seraları kiralamış bu insanlar, hem seraya kira ödüyor hem yağmur, hortum, fırtına nedeniyle olan zararı karşılamaya çalışıyor. İşin ilginç yanı yağmur, hortum ve fırtına nedeniyle olan zarar konusunda da ödeme kiracıya değil, mal sahibine yapılıyor; böyle garabetler söz konusu.

Şimdi, turizm, inşaat ve tarımda çalışanların yüzde 90'ına yakını da Antalya dışından gelen insanlar. Değerli Genel Kurul üyeleri, Antalya Türkiye'nin 5'inci büyük şehri, dünyanın sayılı turizm şehirlerinden biri. Bu Antalya'nın hem çehresinin hem yönetiminin hem yerel hizmetlerinin hem turizm hizmetlerinin; havaalanından tutun, yoluna, sokağına, caddesine, iş yerine, restoranına, kafesine kadar çekici ve düzenli olması gerekirken ne yazık ki bu konuda bir düzensizlik, bir başıboşluk söz konusu ve bu başıboşluk aynı şekilde yaşamın her alanına yansıyor, bakın, her alanına. Nereye yansıyor? Öğretmene yansıyor, emekçiye yansıyor, işsize yansıyor, yoksula yansıyor. Davul zurnayla halay çekenler ne için halay çektiğinin farkında bile değil. Orada bir davul zurna çaldı, bizim halkımız davulu gördüğünde en uzakta bile oynamaya başlar. Davul zurnayı getirmişler meydana, hava boşa gitmesin diye fukara, halktan insanlar gelmiş oynuyor, siz de sanıyorsunuz ki sizin döviz politikanız ya da ekonomi politikanız sebebiyle oynuyor. Hayır efendim, davul zurna boşa gitmesin diye oynadılar; vallahi bunun farkında olasınız, bu böyle yani. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar) İşte, tam bu noktada; 18'inci yüzyılda yaşamış bir divan şair Nâilî var, Nâilî'yi bilir misiniz? Nâilî, devlet memurluğu da yapmış ve o dönemde devlet memurluğundan o kadar muzdarip olmuş ki haklarını alamamış fukara, Osmanlı'dan o kadar bezmiş ki şöyle demiş:

"Ne gamzeden ne gam-ı yâr-ı pür-cefâdandır.

Bizim şikâyetimiz baht-ı bî-vefâdandır."

Vallahi sizin politikalarınız baht-ı bî-vefânın ta kendisidir ve Nâilî 18'inci yüzyıldaki Osmanlı'yı anlatmış ama 18'inci yüzyıldaki Osmanlı'nın durumunu bugüne indirgeyebiliriz; bugün de aynı şey ortada ve bu rahatlıkla görülebiliyor.

Yine, Antalya'dan söz edecek olursak değerli arkadaşlar... Şimdi, demin saydığım bu iş kollarında çalışan insanların sendikal örgütlenme hakları yok dedim; burayı bir kere daha tekrarlamak istiyorum. Sendikalar gidiyor, bu iş kollarında örgütlenmek istiyor ancak Hükûmet zihniyeti ve Hükûmet zihniyetine mensup işverenler bunu engelliyorlar. Aslında bu ILO sözleşmesine, bu işçi haklarına, bu emekçi haklarına, bu sendikal haklara aykırı bir şey olur; suçtur aslında. Emekçinin sendikada örgütlenmesini engellemek, emekçinin sendikalı olmasını suç saymak, bundan dolayı işten atmak insan hak ve özgürlüklerine, ekmeğe ve emeğe karşı işlenmiş sistematik bir suçtur ama ne yazık ki Antalya'da sistematik bir şekilde bu suç işleniyor; aşağı yukarı her iş yerinde işleniyor ve bununla ilgili gözlemesi, denetlemesi, kontrol etmesi, yönlendirmesi, hakkaniyeti oturtması gereken Çalışma Bakanlığı yetkilileri devreye girmedikleri gibi Çalışma Bakanlığı yetkilileri de Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri de -ya da inşaat iş kolu hangi bakanlığın denetimine giriyorsa o bakanlığın yetkilileri de- görmezden, duymazdan, bilmezden geliyorlar ve içinden çıkılmaz bir durum söz konusu oluyor. Bu, aynıyla yurttaşa yansıyor, Antalya'da bir uçurum söz konusu arkadaşlar. Bir tarafta inanılmaz bir refah, Tevfik Fikret'in "Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin." dedikleri; bir tarafta da inanılmaz bir yoksulluk Döşemealtı'nda, Kepez'de, Muratpaşa'nın bir kısmında. Ama gidin, başka bir tarafta da, inanılmaz, tepe tepe yaşayan birileri...

Şimdi, Antalya örneği, Adana için de Mersin için de İzmir için de Aydın için de Muğla için de geçerlidir ama Antalya'nın kendine özgü, kendine mahsus, hem Türkiye'nin hem de dünyanın çok önemli bir turizm merkezi olması ve turizmin de ekonomimizde çok belirleyici bir faktör olması nedeniyle tabii ki özel bir yeri var. O nedenle özellikle bunun üzerinde durmak istedim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Bitirirken izninizle şunu da belirteyim: Antalya'da bugün Mustafa Sazcı adında arkadaşımız gözaltına alındı. Sebep ne biliyor musunuz? Bu, üniversite öğrencisi, Antalya'da yoksul mahallelerde uyuşturucu kullanımını araştırıyor ve bununla ilgili bir yazı yazıyor, yazdığı yazıda; yok, devleti, güvenlik güçlerini rencide etmiş... Sabah sabah apar topar evinden gözaltına alındı ve öğlen saatlerinde neyse ki bırakıldı.

Bitirirken, çok önemli bir şey... Ahmet Arif diyor ki: "Asfalttan yürüsün aralık/Sevmem, netameli aydır." Öyledir, aralıkta çok katliam var; Maraş katliamı, Roboski katliamı, Şeyh Bedreddin'in idamı...

Biz ayın 25'inde Maraş'ta olacağız. Sevgili Türkiye halkı, sevgili Aleviler, sevgili dostlar; her kim olursanız olun, katılacaklar şunu bilmeli ki cemevindeki bir etkinliği ne vali...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - ...ne Cumhurbaşkanı ne başbakan, hiç kimse yasaklayamaz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bülbül.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Zira cemevinde yapılacak, siyasi bir şey değil, siyasetüstü bir hakikat olup bir anma programıdır. (HDP sıralarından alkışlar)