| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 09.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Önce, şehitlerimize rahmet, yakınlarına sabır diliyorum ve milletimizin de başı sağ olsun diyorum.
Sayın Bakanım, attığım bir "tweet"le de sizin Bakan olmanızı on gün geciktirdim, kusuruma bakmayın.
Son günlerde öyle cümleler kuruyor ki AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarımız, yirmi yıllık iktidarlarını tarihe gömüyorlar ve gömdüler. Tarihin arşivine öyle not düşüyorlar ki yirmi yıllık, bugüne kadar yaptıkları bütün icraatlar yanlışmış. Farkındayım, zamanımdan gidiyor ama söylemek zorundayım. 2003-2010 arasında, 2003 yılındaki yatırım seviyesinden hareketle 3 kat büyüttüğünüz yatırım sonucunda elde ettiğiniz sonuç -iddianız o, bugüne kadar da bunun meyvesini yediniz ama doğru- dolar bazında, millî geliri 3 kat büyüttünüz. Siz, şu anda, söylemlerinizle, başta Numan Bey olmak üzere söylediğiniz söylemlerle bunu inkâr ediyorsunuz, politikalarınızın yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Hepinizi tebrik ediyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Bankacılık sistemi modern ekonomilerde yaşamsal bir işlev görmektedir. Bu bağlamda, tasarrufları başta şirketlerin yatırımları olmak üzere hane halkının konut ya da tüketim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yönlendiren bankacılık sektörüne olan güven, bu sektörün sağlıklı işleyebilmesi için elzemdir. Bu nedenle, halkın tasarruflarını yöneten bankacılık sektörü diğer sektörlere göre daha sıkı düzenlemeye tabidir. Diğer yandan, bankacılık sektörü bir ülkede izlenen makroiktisadi politikalardan en çok etkilenen sektörlerin başında gelmektedir. Ülkemizde, 1980 yılında faizlerin serbest bırakılmasıyla başlayan finansal liberalizasyon süreci 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle bankacılık sektörünün uluslararası finansal sisteme entegrasyonuyla derinleşmiştir. Bununla birlikte, 2001 krizinde Türk bankacılık sektörünün yaklaşık üçte 1'inin batmasına neden olan politika yanlışları da 1990'lı yılların başında belirginleşmeye başlamıştır. Gereken teknik ve düzenleme altyapısı kurulmadan "finansal serbestleşme" başlığı altında çoğu kez siyasi amaçlarla rekabete açılan bankacılık sektörü, 1990-2001 döneminde hükûmetlerin izlediği yüksek kamu harcamalarının ana finansörü olmuşlardır. Yüksek kamu harcamaları yüksek enflasyona neden olurken kamu kesimi yüksek nominal ve reel faizlerle borçlanmak durumunda kalmıştır. Türk bankacılık sektörü, bir yandan, kısıtlı iç tasarrufları kamu açıklarını finanse etmek üzere kullanırken diğer yandan, izlenen kur ve yüksek reel faiz politikalarının teşvikiyle yurt dışından borçlanma yoluna gitmiştir. Bu dönemde özel kesime verilen krediler toplam aktiflerin yüzde 20-25'i düzeyindeyken kamunun ihraç ettiği menkul değerlere yapılan yatırımlar yüzde 60-70 düzeylerine çıkmıştır. İktidarda olan hükûmetler, bankacılık sektörü üzerinden iç tasarrufları bütçe açıklarını finanse etmek için kullanmanın yanı sıra kamu bankalarının kredi portföylerini de doğrudan kullanmışlardır. Esasında, bütçe açıklarının doğrudan piyasadan borçlanılmasına ek olarak, dolaylı olarak kamu bankaları tarafından finanse edilmesini sağlayan ve "görev zararı" olarak adlandırılan bu politikaların yol açtığı tahribatın boyutu ancak 2001 krizi sonrasında ortaya çıkmıştır. Bu maceranın sonucunda, kamu bankalarında gizlenen görev zararının 20 milyar dolara kadar ulaştığını hepimiz biliyoruz ve iktidar döneminizde de bu rakamları tepe tepe kullandınız. Diğer yandan, yurt dışına borçlanmayla açık pozisyon yaratıp Türk lirası cinsinden yüksek reel faiz geliri elde etmeyi amaçlayan birçok banka, 2001 devalüasyonu sonucunda ya batmış ya da çok önemli derecede hasar görmüştür. Bunun yanı sıra, o devrin yandaş iş adamlarına verilen bankacılık lisansları sonucunda bu iş adamlarının kendi şirketlerine kullandırdığı kredilerin batması da oluşan zararı artırmıştır.
Bütün bunları niye söyledim? Bu uzunca girişi, sizlere yakın dönem iktisat tarihi dersi vermek amacıyla yapmadım. Son dört yıldır izlenen iktisadi politikaların muhtemel sonuçları, maalesef, 1990'larda izlenen politikaların yol açtığı tahribatı fersah fersah aşacak bir düzeye erişmiştir. Hükûmet, 2017 referandumu, 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri ve 2019 yerel seçimlerini kazanmak amacıyla 2016 yılı sonundan itibaren uyguladığı gevşek para politikaları ve buna bağlı aşırı kredi büyümesiyle ekonomik aktiviteyi yüksek bir düzeyde tutmayı hedeflemiştir. 2016 sonunda yürürlüğe giren ve 2017'de uygulanan Kredi Garanti Fonu programı sonucunda, kredi hacmi hızla artıp iç talep körüklenmiş ve cari açığın 2018 yılında yüzde 5'lerin üzerine çıkmasına yol açmıştır. Ağustos 2018'de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump'ın Rahip Brunson'un salıverilmesi için attığı tehditkâr "tweet"lerle tetiklenen kur krizinin asıl nedeni, bozulan makro dengelerdir. Bu olay, Amerika Birleşik Devletleriyle yaşanan Rahip Brunson krizi bir tarafa ise de zaten sürdürülebilir olmayan para politikalarının daha erken çökmesine ve kur krizinin ülke ekonomisi üzerinde yarattığı tahribatın daha yüksek olmasına yol açmıştır.
Yaşanan kur krizi nedeniyle Hükûmet havlu atmış ve politika faizinin yüksek miktarda artırılmasına izin vererek krizin daha da derinleşmesini önlemeye çalışmıştır. Elimizdeki veriler, 2019 yılının başından itibaren Hükûmetin kamu bankaları aracılığıyla Merkez Bankasının rezervlerini satmaya başladığını göstermektedir. Mayıs 2019 tarihinden itibaren Hükûmet, Merkez Bankasını politika faizlerini indirmeye zorlayarak yeni bir parasal genişlemenin önünü açmıştır. 2020 yılında baş gösteren pandeminin ekonomi üzerindeki etkisini sınırlamak için ise Hükûmet, doğrudan bütçe harcaması yapmak yerine, cumhuriyet tarihinin en yüksek kredi genişlemesini tetiklemiştir. Toplam kredi hacmi 2020 yılı sonunda bir önceki yıla göre -kur etkisi hariç- 920 milyar TL artmıştır. Hükûmet, vatandaşlara doğrudan gelir desteğini kısıtlı tutarak halkın ve reel kesimin yapay olarak düşürülen faizlerle borçlanmasını teşvik etmiştir. Bu dönemde, hane halkının toplam kredi borcu yüzde 40 artarak 815 milyar TL'ye erişmiştir. Evet, bu dönemde mütedeyyin yurttaşlarımız da bankayla ve faizle tanışmışlardır sayenizde. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu, benim açımdan da kötü bir şey değil çünkü finansman kaynaklarına erişilebilirlik ekonomi için doğrudur, iyidir. Diğer yandan, reel sektörün bankacılık sisteminden kullandıkları krediler yüzde 35 artarak 2,8 trilyon TL yükselmiştir. Yani, Hükûmet, yeni ekonomik zorluk altında yaşayan halkımıza doğrudan gelir desteği sağlamak yerine, onları daha da borçlandırmayı tercih etmiştir. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, finansal sisteme borcu olan vatandaşlarımızın sayısı, Eylül 2021 sonunda 34,6 milyon kişiye yükselmiştir. Nisan-Haziran 2021 döneminde, bireysel kredi kullanan 1 milyondan fazla kişinin geliri asgari ücretin altındadır. Yine, aylık geliri 1.000 TL'den daha düşük olan 760 binden fazla kişi bu dönemde 16 milyar TL kredi kullanmıştır. Bu, pandemiyle nasıl mücadele ettiğinizin göstergesi.
TÜİK verilerine dayanarak yaptığımız hesaplara göre, hane halkının yüzde 80'inin bir çeşit finansal borcu vardır, maalesef, bu, dünyadaki en yüksek oranlardan biridir. Evet, şu anda toplam hane halkının borçluluk oranının millî gelire oranı yüzde 20'nin altındadır. Dünyada bundan daha yüksek ülkeler de vardır ama onların borçlanmaları cari tüketimlerini finanse etmek için borç değil; uzun vadeli otuz yıllık, kırk yıllık konut kredileri vardır bunların içinde; onun için onların borçları yüksek. Maalesef -dediğim gibi- bu, dünyadaki en yüksek oranlardan biridir. Yaşanan muazzam kredi genişlemesinin döviz kuru üzerindeki yukarı yönlü baskısını durdurmak için 2020 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası rezervlerinin arka kapıdan satışına hız verilmiştir. Bu hamle, döviz kurlarında bir patlamayı engellemiş olsa da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının net rezervlerinin, tarihte ilk defa olmak üzere, negatife dönmesine yol açmış ve tabiri caizse ülkemizi olası kur ataklarına karşı tamamen savunmasız bırakmıştır.
Hükûmet, ekonomik aktiviteyi yapay bir şekilde canlı tutmak için bir yandan vatandaşlarımızı ve reel sektörü altından kalkamayacağı bir borç yükü altına sokarken bir yandan da bankacılık sektörünü, kamu bankaları başta olmak üzere, giderek büyüyen ve riski artan bir kredi portföyüyle baş başa bırakmıştır.
"Aktif rasyosu" adı verilen garabet bir düzenleme yoluyla özel bankalar kredi vermeye zorlanmış, tamamen siyasi kontrol altında olan kamu bankaları ise boyutu ancak yakında bir iktidar seçimiyle iktidar değişikliğine gidildikten sonra anlaşılabilecek yeni bir görev zararı yazmışlardır. Anlaşılan odur ki seçime giden süreçte bu zararlar katlanarak artacaktır.
Sayın vekiller, "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" adı verilen sistemin yol açtığı kurumsal erozyondan maalesef tüm kamu kurumları gibi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu da zarar görmüştür. Kanuni görevi, bankacılık sisteminin sağlıklı çalışması için gereken düzenlemeleri ve denetimi yapmak olan bu Kurum, uzun süre Hükûmetin izlediği yıkıcı ekonomik politikaların araçlarından birine dönüşmüştür.
BDDK güncel verilerine göre, bankacılık sektöründe yasal takibe düşmüş kredilerin tutarı 157 milyar Türk lirasıdır. Bu tutarın 23 milyar Türk lirası bireysel ve kredi kartı kredilerinden, 135 milyar Türk lirası ise ticari alacaklardan oluşmaktadır.
2017 yılından bu yana uygulanan politikalar sebebiyle, sorunlu krediler BDDK'nin onayı, hatta teşvikiyle bankalarca yüzdürülmektedir. Bunu, Bankalar Birliğinin yayınladığı verilerden de teyit edebiliyoruz. Eylül 2021 dönemi sonunda bankaların yakın takipteki kredi tutarının yaklaşık 430 milyar TL'ye ulaştığı görmekteyiz. Diğer bir deyişle, her 1 liralık yasal takipteki krediye karşılık 3 liralık yakın takipte olan kredi vardır. Buna ek olarak, canlı kredi olarak kayıt altında tutulan ancak büyük olasılıkla sorunlu olan kredilerin tutarı ise maalesef bilinmemektedir. Diğer yandan, basından öğrendiğimize göre, yandaş grupların başında gelen Demirören grubunun kamu bankalarına olan borçlarını ödemekte zorluk çektiği veya hiç ödeyemediği anlaşılmaktadır. Kamu bankalarının bilançolarının BDDK ve Sayıştay tarafından şeffaf bir şekilde denetlenmediği ya da denetlense de kamuoyu sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmediği için bu bankaların yandaşlara verdiği kredilerin toplam tutarı ve bunların geri ödenip ödenmediği bilinmemektedir.
Sayın milletvekilleri, biz, ekonomik zorluklarla savaşan vatandaşlarımıza, küçük esnaf, KOBİ ve diğer şirketlerimize yani tüm reel sektörümüze gereken her türlü kolaylığın gösterilmesinden yanayız. Bankacılık sektörünün, ödeme zorluğuna düşmüş vatandaşların ya da şirketlerin üzerine gidip bu kredileri yasal takibe almasını tabii ki istemiyoruz; tam aksine, şeffaf bir şekilde gerçek resmin ortaya çıkarılıp bu sorunun kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde çözümlenmesini istiyoruz, bunu yapacak kaynağın bütçeden ayrılmasını talep ediyoruz.
İYİ Parti olarak 2018 yılında, bu sorunun nasıl çözümlenebileceği ve bunun maliyeti konularındaki önerilerimizi kamuoyuyla paylaşmıştık. O dönemde çok daha az bir maliyetle çözümlenebilecek olan bu sorun, şimdi daha maliyetli olacaktır ancak bunun bir çözüm yolu vardır, yeter ki siyasi tercih ve bütçe önceliklerinizi bu yönde kullanın. Bizim karşı olduğumuz konu, sizin yanlış politikalarınız ve bunun yol açtığı ekonomik yıkımdır. Borç yükü altında ezilen vatandaşlarımıza, traktörüne haciz gelen çiftçimize ve borcu borçla döndüren esnafımıza daha fazla borç yüklemekten lütfen vazgeçin. Halkımızın, çiftçimizin, esnaf ve küçük işletmelerimizin borç yükünü azaltacak önlemleri bir an önce alıp bütçeyi buna göre revize edin diyoruz. Kamu-özel iş birliği için her yıl giderek artan garanti ödemeleri kadar bir kaynak ayırsanız, bu zor günlerde halkımız bir nebze de olsa rahatlar ancak siz, siyasi tercihlerinizi bu yönde kullanmak yerine bir grup rantiyeye ve yandaş iş adamına kaynak transfer etmeyi tercih ediyorsunuz. Diğer yandan, birkaç haftadır yapılan açıklamalara bakılırsa siz, denenmiş ve hüsrana uğramış yanlış ekonomi politikalarına daha yüksek vitesle devam etmeye kararlısınız. Yüksek seyreden enflasyonu düşürmeden faizleri düşük seviyelere çekerek, tasarruf sahiplerini Türk lirasından kaçıp döviz tutmaya ittiniz. Yabancı para ve altın mevduatlarının toplam mevduatlardaki payı yüzde 63,5'la 2001 yılında gördüğü tepe noktasını da geçti. Vatandaşlar millî paramızı tutmaktan kaçınırken görünen o ki siz yeni bir kredi genişlemesine yol açıp hem enflasyonu hem de dolarizasyonu daha da yükseklere iteceksiniz, altın ithalatını tekrar patlatacaksınız. Yüksek enflasyon ortamında ateşe benzin döküp parasal genişleme yoluna gidiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Lütfen...
Bunun tekrar varacağı yer Türk lirasından kaçışın hızlanması, altın ve döviz talebinin artması olacaktır. Hızla değer kaybeden Türk lirası, 122 milyar dolar açık döviz pozisyonu olan reel sektörü iflasa sürüklemektedir. Bununla beraber, Türkiye'nin gelecek on iki ay içinde servis etmesi gereken dış borç 185 milyar dolardır. Uluslararası derecelendirme kuruluşları Türk lirasındaki değer kaybının devam etmesi durumunda, bu borcun döndürülebilmesinin zorlaşacağını açıklamaktadır. Bu görünüme rağmen, hızlı bir devalüasyon-enflasyon sarmalına girmiş olan ekonomimizi istikrara kavuşturacak politikalar yerine, birtakım Zihni Sinir fikirlerle sözde yeni bir ekonomik model denemesine giriştiniz. Gelin, bu deneyden yol yakınken dönün. Bu işin sonunda ödemeler dengesi krizi açık ve net bir şeklide karşımızda durmaktadır. Türk halkının refahı cahilce kurgulanan bir ekonomik deneye kurban edilemez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Ben, şahsen altı ay içinde sonuç alacak, çekilen sıkıntılara değecek, herkesin istifade edebileceği bir ekonomik programı, modeli hayatımda görmedim çünkü adına ister "Çin modeli" ister "Güney Kore modeli" deyin, kalkınma ve büyüme modelleri kurun devalüasyonundan ibaret değildir, yirmi-otuz yıllık bir plan, inovasyon ve kapalı devre bir ekonomi yönetimini gerektirmektedir; bu şartların hiçbiri Türkiye'de yoktur zaten, tavsiye de edilmez.
Ancak, bu kürsüden vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum: Gecenin en karanlık anı şafağa en yakın andır. Bu iktidarın bize bırakacağı enkazı en kısa sürede kaldırıp aydınlık yarınlara beraber ulaşacağız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)