| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 10.11.2021 |
HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
272 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi hakkında konuşacağım. Kanun teklifinin ismi de amma uzunmuş yani ha.
Evet, şimdi, bu Katar'la ilişkilerimizde çok belirgin ve çok tuhaf bir durum söz konusu. Belirginlikten kastımız, ilişkilerdeki dengesizlik; uluslararası hukuk, devletler hukuku değil de bireylerin keyfiyetine, "şahsım" keyfiyetine dayanan bir ilişki biçimidir. Bu anlamda, yani Katar'da FIFA tarafından Dünya Kupası'nın düzenleniyor olmasının ağır çelişkisi bir yana ve yine bugün 10 Kasım olması hasebiyle "Yurtta sulh, cihanda sulh." politikasının, işte, Azerbaycan, Suriye, Libya, Katar ve benzeri seferlerle, ve benzeri tezkerelerle, ve benzeri askerî harekâtlarla nasıl da boşa çıkarıldığının, güncelleştirilemediğinin ağır çelişkisi de var ortada. Ve bu Katar'la ilişkilerde FIFA Dünya Kupası'nın düzenlenmesi sırasında güya güvenlik önlemi almak için gidilecekmiş oraya. FIFA Dünya Kupası'nın Katar'da düzenleniyor olması, aslında, Katar'ın Dünya Kupası'nı, bu ölçekte bir futbol organizasyonunu, dünyanın en büyük futbol organizasyonunu düzenleme becerisini haiz olduğunun göstergesi değildir. Bu, FIFA'nın baştan savma bir uygulamasıdır, bir. İkincisi, Türkiye, FIFA veya dünya çapında bir spor organizasyonunun güvenliğini, düzenlemesini, yönlendirmesini ya da başka bir şeklini ne zaman deneyimlemiş ki Katar'a bu konuda yardımcı olacak? Bir Katar şeyhi ile Türkiye'de AKP Genel Başkanının bireysel ilişkilerine dayanan ve oradan bir uluslararası ilişkiye teşmil edilen bir durum söz konusu burada. Katar sermayesinin Borsa İstanbuldaki etkisi, Katar sermayesinin Tank Palet ilişkileri, yine, Katar sermayesinin, Katar Şeyhinin hediye ettiği uçak ve benzeri durumlar da dikkate alındığında zaten vaka kendiliğinden ortaya çıkıyor değerli milletvekilleri.
Yine, Kanal İstanbul'la ilgili durum ve Kanal İstanbul Projesi ifade edildiğinde Katar Şeyhinin annesinin Kanal İstanbul civarında aldığı arazi için AKP Genel Başkanının "Ne var bunda? Elbette alabilir, bunda bir mâni yoktur." demiş olması da yine bu ağır çelişkilerinin bir parçasıdır. Dolayısıyla, aslında, Kanal İstanbul'dan, uçak meselesinden, başka başka birçok konudan yola çıkıldığında bu işin bir meşruiyeti yoktur; bu, farklı ilişkilere, bireysel ilişkilere dayanmaktadır ve güvenlik güçlerinin gidip Katar'da görev almasının da hiçbir anlamı yoktur.
Bir başka ağır çelişki de Katar ile AKP Hükûmetinin İhvanımüslimin politikasında ve giderek İhvanımüsliminin Suriye'de ve Orta Doğu'da IŞİD'le örtüşen politikalarıyla paydaş olması hikâyesidir. Ve burada bir parantez açıp buradaki "ihvan" kavramının bir hırsızlama olduğunu, aslında İslam tarihinde ilk "ihvan" kavramının bir örgütlenme terimi olarak Abbasiler Dönemi'nde 10'uncu yüzyılda Karmatîler tarafından kullanıldığını ve Hallâc-ı Mansûr'un da bir Karmatî dâîsi olduğunu da bir bilgi notu olarak ifade etmek isterim. Ve şunu da söylemek isterim: Tıpkı FETÖ'nün Karmatîler'den örgütlenme kopyaladığı, Osmanlı Dönemi'nde Bektaşiler'den örgütlenme kopyaladığı gibi ve şu çok bariz bir örnek, bakın, bu hep dikkatlerden kaçmıştır: FETÖ örgütlenmesinin bir numarasına "imam" denmiştir. Karmatîlerde ve İhvanüssafa risalelerinde ayrıntılı bir şekilde açıklanır. Karmatîlerin örgütlenmesinde örgütlenmenin 1'inci derecede sorumlusunun adı imamdır, sıfatı imamdır. Fakat buradaki imam; İmam-ı Ali'ye, ehlibeyte, 12 imama atfedilen imamdır. Bunu da tarihî bir bilgi olarak ifade etmek isteriz.
Burada iki anlayış söz konusudur. Bir, İslam hakikatçileri; iki, şecereimelune. Bu kavramı lütfen bir yere yazın ve araştırın "şecereimelune". Şecereimeluneyle ilgili birkaç şey ifade etmeye çalışacağım. Nedir bu? Evet, Katar Anlaşması ya da Katar'ın talep ettiği şeyler üzerine bizim görüşlerimizi ifade etmeye çalıştım. Elbette ki biz buna "hayır" oyu vereceğiz.
Şecereimeluneden söz etmişken son zamanlarda fetvalar veren, kerameti kendinden menkul, hiçbir dinî vasfı, ilmi, kerameti, hikmeti olmayan, âdeta sokaktan toplama, zihni çöplüğe dönüşmüş kimi insanlar, kimi yetkililer ve Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri çeşitli fetvalar vermekte. Nedir bu fetvalar? Mesela daha önce Cumhurbaşkanlığı danışmanlığını yaptığını sandığım bir zat bir fetva vermiş. Örneğin, Alevilerle evlenmek harammış. Behey şecereimelunenin son halkası, sana mı kaldı Alevi'yle evlenip evlenmemenin haram mı helal mi olduğu! Senin bu konuda hangi becerin, hangi yetkin, hangi donanımın, hangi hikmetin var? Sen kendinden menkul, ortalığı karıştıran, insanları karşı karşıya getiren ve toplumu ayrıştıran, bölüştüren, düşmanlaştıran ve nefret suçu işleyen bir kavram ifade ediyorsun; bir tarz, bir yöntem ifade ediyorsun ama bununla ilgili ne yazık ki savcılar harekete geçmeyip bu nefret suçuyla ilgili bir tespit yapmıyorlar. Tıpkı Diyanetin yaptığı gibi, tıpkı Diyanetin yerli yersiz fetvalar verdiği gibi. Koskoca İslam hikmeti, koskoca İslam tarihi 2 tane müderrisin tefsirine kaldı arkadaşlar; ayıptır, günahtır, yazıktır ve utanç vericidir. Âdeta İslam'ı almış bir kutuya kapatmışlar, bu kutudan ihtiyacı olan şeyi çıkarıp, bir fetva verip, ortalığa salıp, insanların sinirini tepesine çıkarıp ve nefret suçu işleyip toplumu bu şekilde yönlendirmeye devam ediyorlar. Bu, İslam'a da inanca da hakikate de yapılan bir zulümdür. İkide bir de midyeden tutun -çok özür diliyorum- baldız hakkında verilen fetvalara kadar bunların külliyesi şecereimelune zihniyetinden kaynaklıdır. Şecereimelune de Muaviye'den Yezid'e, Yezid'den IŞİD'e devreden zihniyetin tarihteki adıdır, onu da parantez içinde belirtmiş olayım.
Değerli arkadaşlar, burada bir önemli şey de şu: Yakın zamanda İçişleri Bakanı kendince bir ekip oluşturmuş, efendim, cemevlerine gönderiyor "İçişleri Bakanı sayın beyefendinin emriyle geldik, onun danışmanıyız, bir emriniz, bir isteğiniz, bir ihtiyacınız var mı?" diye. Bakar mısınız şuraya? Böyle bir devlet işleyişi olamaz. Bu ağa-maraba, efendi-köle ilişkisidir. Alevi toplumu kimsenin kölesi değildir. Alevi toplumu ne devletle ne hükûmetle ne bakanla ne Diyanetle efendi-köle ilişkisi kurmaz. Alevi toplumu eşitlerin, özgürlerin ilişkisi; saygı, sevgi, birlikte yaşama politikasının ilişkisi üzerine toplumsal yaşamını yürüten ve eşit yurttaşlık ilişkisi içerisinde olmaya çalışan bir toplumdur; Alevi kurumlarının, Alevi toplumunun temsilcisi kurumlar da bu amaçla çalışmaktadır. Lakin, Alevi toplumunun varlığını kabul etmeyen, inancını kabul etmeyen, cemevini illegal gören, cemeviyle ilgili yasal bir durum oluştuğunda hemencecik Diyanete soran, Diyanetin de "İslam'ın mabedi sadece camidir, cami dışında bir ibadethane yoktur." deyip cemevini ve Alevileri inkâr ettiği, inkârcılıktan ve reddiyecilikten kaynaklı olarak standartlaşmış ve değişmez hâle gelmiş bir inkâr ve nefret politikası yürüten İçişleri Bakanı ve avanesi, nasıl oluyor da kalkıp gidip Alevi toplumuna "Bir ihtiyacınız var mı?" diyor ve "Size şu kadar para vereceğiz, tamirat yapacağız." ve benzeri, bakar mısınız. Peki, madem öyle, niye buraya cemeviyle ilgili gelen önerileri ve taslakları reddediyorsunuz? Niye çeşitli araştırma önergelerini reddediyorsunuz? Niye bugün cemevleri yasal güvenceye kavuşmamış? Niye cemevlerinin ibadethane olma statüsü kabul edilmemiş? Niye Alevi inancının bir inanç olduğu, bir usulünün, erkânının olduğu, bir ibadetinin olduğu kabul edilmemiş. Bunu el altından gizli ilişkilerle yapmaya çalışmak tam da şecereimelune mantığıyla yürütülen bir şeydir ve asla kabul edilemez, bunu hiçbir Alevi kurumu da kabul etmeyecektir.
Bir başka şey, değerli arkadaşlar, şimdi, bu Kobani kumpas davasıyla ilgili birçok şey yürütülüyor, söyleniyor, ben hukukçu değilim ama yıllardır yargılana yargılana, baskı altında tutula tutula, gözaltına alına alına, hakkında haksız hukuksuz davalar açıla açıla neredeyse bir hukukçu kadar hukuku bilir olduk ve burada şunu bilmek ve itiraz etmek için de aslında hukukçu olmaya da gerek yok: Bir davada Adalet Bakanının kendisi, Adalet Bakanlığının kendisi taraf olmuş ise o davada tarafsızlık ve hukuk ortadan kalkmıştır. Bir davada, Diyanet İşleri Başkanlığından Et ve Süt Kurumuna kadar çeşitli kurumların zorla ve dayatma yöntemiyle taraf hâline getirilmesiyle bir mahkeme süreci oluşturulmuşsa o gayrimeşru bir mahkemedir. Bir davada dikiş tutmuyor, hâkimler, savcılar ikide bir değişmek durumunda kalıyor, davayı yürütemiyorsa o dava kendiliğinden düşmüştür zaten. Ve bir dava toplumsal olarak bir yerin işgalini, bir yere saldırıyı, tecavüzü, ırkçılığı ve faşizmi kınamak için sokağa çıkmış insanların tamamına "suçlu" ve "katil" yaftası yapıştırıyorsa o dava hukuka ve insanlığa karşı işlenmiş suçun ta kendisidir.
Geçen gün de söyledim, tekrar söylüyorum: Bu vesileyle, hapishanede tutulan Selahattin Demirtaş'tan Figen Yüksekdağ'a kadar arkadaşlarımızın tamamı suçsuzdur, kanunsuz bir şekilde rehine tutulmaktadır ve bu arkadaşlarımız rehine tutularak hem arkadaşlarımıza hem hukuka hem de bizlere karşı suç işlenmektedir.
Salı günü bu kürsüde söyledim arkadaşlar; danışmanım Mustafa Yüksel, bakınız, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin evinden göz altına alındı, evi talan edildi. 5 çocuğunun en büyüğü lise öğrencisi. Evi talan edilerek, yağmalanarak, darmadağın edilerek, eşyaları dağıtılarak, hakaret edilerek evinde güya "arama" adı altında bunlar yapıldı ve danışmanım götürüldü. Bir gün avukat görüş yasağı verildi, yirmi dört saat ve 4+4 gün de uzatma yapılarak bugün öğlen saatlerinde çıkarıldı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Bu adli kontrol nedir, henüz onu da bilmiyoruz. Bu adli kontrol imza mıdır, yurt dışına çıkma yasağı mıdır, ne içeriyor, onu da henüz öğrenebilmiş değiliz. Şimdi, Adıyaman savcısı suç işledi bununla, 4+4, iki gün tutarak da, bir gün avukat görüşü yasağı vererek de. Bu, olağanüstü hâl uygulamasıdır, bu, sıkıyönetim uygulamasıdır, demokraside böyle bir şey yoktur; suç işledi, bu suçu bir yere kaydettik.
Başka bir suç daha işlenmiş. Gözaltında danışmanıma denilmiş ki: "Niye Kemal Bülbül'le çalışıyorsun?" Bakar mısınız şuraya? Kemal Bülbül, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yasalarıyla Antalya'dan seçilmiş bir milletvekili. Güvenlik güçleri olduğunu iddia eden zebaniler, gözaltında, benim danışmanıma "Niye Kemal Bülbül'le çalışıyorsun?" diyecek kadar ahlaksızca, hukuk dışı, kanun dışı bir dayatmada bulunuyorlar; böyle bir şey olabilir mi? Kemal Bülbül'le çalışmanın neresi suç oluyor?
Şimdi, böylesine hukuksuzluğun olduğu bir yerde, bakın -şu vaka için- 96 yaşında, yüzde 94 engelli Aliye Yabansu ananın Cumhurbaşkanına hakaretten yargılanıyor olmasına DEVA Partisi Urfa İl Başkanı Ahmet Tüysüz demiş ki: "Yargının bu kadar insanlıktan çıktığına ilk kez tanık oldum." Yani Sayın Başkan, sen ilk kez tanık olmuşsun, bizim tanık olduğumuzun sayısı belli değil, belli ki sen politik olarak, hukuksal olarak biraz eksik yaşıyorsun, biraz farkındalık gerekiyor, biraz daha detaylı olarak konulara bakmak gerekiyor.
Şimdi, bu anaya, bakınız, ne yapmışlar? Tıpkı benim danışmanıma "4+4, sekiz gün süründüreceğiz, sekiz gün gözaltında tutacağız, bu zorla dayatmayı yapacağız." dedikleri gibi, bu anaya da -hukuki anlamda ne deniyor, "tutuklanma ehliyeti" mi deniyor, avukat arkadaşlar, bilmiyorum- "Mademki bunu veremiyoruz, o zaman bunu hastanede tutalım." demişler. Hastanede tutmak gibi bir uygulama getirmişler, bu 96 yaşındaki anne şu anda hastanede tutuluyor. Zulme bakar mısınız?
Zulüm bununla kalmıyor. Bakınız, hapishanelerde uygulanan bir sistematik zulüm var. 12 Eylülün canavarları, 12 Eylülün hortlakları, 12 Eylülün zebanileri hapishanelerde kol geziyor. Siirt'te mi, Şırnak'ta mı, hapishaneleri basmışlar ve demişler ki: "Esat Oktay Yıldıran'ın selamı var." Be utanmazlar! 12 Eylül zihniyeti ve uygulamaları ve Esat Oktay Yıldıran'ın faşizmi mahkûm edildi. Siz, Kenan Evren gibi bir darbe zebanisini yargılıyormuş gibi yaptınız -güya yargılıyormuş gibi- yargılamaktan kaçındınız; efendim, kendisi de yargılanmaktan kurtuldu, ceza almaktan da kurtuldu, göstermelik cezalardı onlar, çekti gitti. Şimdi, onun ruhu sizin Hükûmetinizde, onun ruhu sizin uygulamalarınızda, onun ruhu sizin atadığınız -güya- güvenlik görevlilerinde, yetkililerde dolaşıyor ve hapishanelere sirayet ettirilmeye çalışılıyor. Bu utanç verici bir şeydir. Kırk yıl sonra, Diyarbakır vahşetinden kırk yıl sonra, bu vahşetin yine hapishanelerde dayatılıyor olması, kırk yıldır bu ülkede demokratik olarak bu kadar mücadeleye ve bu kadar bedele rağmen bir şeyin değişmediğinin ya da değişiminin sistematik olarak engellendiğinin ağır göstergesidir, yoksa demokrasi mücadelemizle elbette ki birçok şeyin önünü açtık.
Tabii, bir eğitimci olmam, yıllarca eğitim camiasına hizmet etmiş bir insan olmam ve geçen gün Millî Eğitim Bakanlığı bütçe görüşmesinde de ifade etmiş olmam hasebiyle, buradan da bir kere daha sevgili öğretmen arkadaşlara, Millî Eğitim Bakanına ve Hükûmet yetkililerine hatırlatmak istiyorum: On dört gün sonra Öğretmenler Günü, 24 Kasım Öğretmenler Günü; şiirler okunacak, çiçekler verilecek, methiyeler dizilecek, öğretmenlik mesleğinin kutsallığından söz edilecek, aman ha aman! O gün el bebek gül bebek sevileceğiz, övüleceğiz, öpüleceğiz ama şöyle bir şey olmayacak: Bugün Öğretmenler Günü, biz öğretmenlere birer maaş ikramiye veriyoruz. Hadi bakalım, 24 Kasımda madem öğretmen... Bu ekonomik koşullarda, bu zor koşullarda, bu yoksulluk sınırının, artık öğretmenlik maaşının bırak yoksulluk sınırını, açlık sınırının altına düştüğü bir zamanda, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde olsun öğretmene böyle bir jest yapmayı becerebilecek misiniz ve bunun dışında, öğretmene 3600 ek gösterge, EYT'li öğretmenler ve yine iki yıldır tartıştığımız ve ifade ettiğimiz öğretmenlik meslek yasası gündeme gelebilecek mi? Öğretmenlik meslek yasası arkadaşlar...
Öğretmenlik, Türkiye'de bir devlet memurluğu olarak telakki ediliyor, öğretmenlik bir akademik sıfattır. Evet, devlet memurluğu da bir görev ama öğretmenlik sıradan bir memuriyet değildir; bir akademik sıfattır. Öğretmenin araştırması, incelemesi, okuması, öğretmenin kültürel izlenimler yapması, kültürel, sosyal süreçlere dâhil olması gerekir. Nasıl dâhil olacak, bu maaşla mı dâhil olacak? Bu yöntemle mi dâhil olacak? Öğretmenlerin KHK'yle ihraç edildiği, KHK'yle ihraç edilenlerin adı konmamış bir idam cezasına mahkûm edildiği böylesi bir süreçte, öğretmen, hangi demokratik olanakla süreçleri takip edecek, hangi demokratik olanakla kültürel gelişmeleri, sosyal gelişmeleri takip edip de mesleki olarak kendini donatabilecek? Donatamayacak ne yazık ki ve utanç vericidir ki öğretmenler hakkında yine methiyelerle geçiştirilmeye çalışılan bir süreç olacak ve öğretim yılı başında 1.200 lira vermekle öğretmeni ihya ettiğini sanan anlayış yine benzeri uygulamalarla bunu sürdürmeye çalışacak değerli arkadaşlar.
Birçok konuya değindim, öyle gerekiyordu ama sonuçta, Katar'la ilgili getirilen taslağı onaylamadığımızı... Bunun sebebini de aslında ifade ettim ayrıntılı bir şekilde. 10 Kasım gününde "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesini ihlal eden... Ve zaten bunun tesis edilmesi için Hükûmet cenahından da bir şey yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Selamlayalım lütfen.
KEMAL BÜLBÜL (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
"Barış" denildiği zaman da sadece -erdemli bir terim ama- uygulansa da olur, uygulanmasa da olur gibi bir yaklaşımla değerlendirildiğinden, bu, Orta Doğu'daki barış sürecini, Türkiye'deki barış sürecini, Türkiye'nin dış politika süreçlerini olumsuz etkileyeceğinden ve böyle bir şeye hiç gerek olmadığından, güvenlik güçlerinin çok ciddi risklerle karşı karşıya olacağından buna ret oyu vereceğimizi belirtiyor, hazırunu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)