| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı (1/317) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 10 .12.2015 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın çok değerli emekçileri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün 10 Aralık İnsan Hakları Günü ama ne yazık ki ülkemizde de dünyada da insan hakları ihlallerinin ne kadar zirve yaptığını, ne büyük haksızlıkların ve adaletsizliklerin yapıldığını hep birlikte ibretle izliyoruz. Dileğimiz ve arzumuz hem ülkemizde hem de dünyada insan hakları ihlallerinin sona erdirilmesi ve insanların insanca yaşayacakları bir dünyanın hep birlikte inşa edilmesidir.
Bugün bir başka önemli gün, 10 Aralık. Bundan yaklaşık iki ay önce, 10 Ekimde, çok uzaklarda değil, belki 5-6 kilometre veyahut da 8-10 kilometre ileride, Ankara Gar Meydanı'nda patlatılan bomba sonucu 120'ye yakın insan hayatını kaybetti. Bunları unutmak mümkün değil. Çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, kardeşlerini, yakınlarını kaybeden aileler bugün saat 10.04'te Gar Meydanı'nda toplandı, kaybettikleri için saygı duruşunda bulundular ve oraya karanfiller bıraktılar. Çok üzgünüz. Bu ülkede barışın ve kardeşliğin egemen kılınması için toplanan binlerce insanın arasına canlı bombaların, IŞİD bombacılarının gönderilmesi ve orada bu insanların hayatını kaybetmesi gerçekten yüreğimizi dağlıyor. Benim için biraz daha trajedik bir olay o gün çünkü ben de oradaydım. Benimle beraber birçok milletvekili arkadaşımız, emek ve demokrasi mücadelesinde bulunan sendika, meslek örgütleri, barolar, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, hepimiz ama hepimiz o gün oradaydık; barış için oradaydık, özgürlük için oradaydık, demokrasi için oradaydık, kardeşlik için oradaydık, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için oradaydık ve kapının orada, patlayan bombanın olduğu yerde, ben de buradaydım, patlatılan o bombadaki bilyeler benim önüme düştü arkadaşlar. Şimdi, bir taraftan sevinelim mi, bir taraftan kaybettiğimiz insanlar için üzülelim mi, böyle bir ikilem arasında...
Ama beni en çok etkileyen, hepimizin çocukluğunda olduğu gibi, evde, 8-9-10-11 yaşlarında, çocuk yaşlarında olduğumuzda, babamız veyahut da annemiz evden dışarı çıktığında çocuklar olarak bizler hep "Baba ben de geleceğim, baba ben de geleceğim, baba ben de geleceğim." veyahut da "Anne ben de geleceğim, anne ben de geleceğim." diye tuttururuz ve onlarla beraber gideriz. İşte o gün de yine, Devlet Demiryollarında çalışan bir emekçi kardeşimizin 9 yaşındaki oğlu Muhammet Veysel Atılgan, ilkokul 3'üncü sınıfta; yine o gün o sabah o da "Baba ben de geleceğim, baba ben de geleceğim seninle." diyerek babasının elinden tutmuş, Ankara Gar Meydanı'na gelmiş; temiz duygularla, şarkılar türküler söyleyerek, halaylar çekerek geldiği o yerde o cansız bedenini hep birlikte toplamak maalesef bizim üzerimize düştü arkadaşlar. Dolayısıyla, 10 Aralık ve 10 Ekim bizler açısından, insan hakları açısından önemli birer gündür. Hayatını kaybeden tüm arkadaşlarımızı ve şehitlerimizi bir kez daha burada rahmetle anmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün burada, Komisyonumuzun ilk toplantısında önümüzdeki dönemle ilgili halkımız için, en çok da yoksul, emeğiyle geçinen, emeğini helal kazanan insanlarımız, kadınlarımız, gençlerimiz için güzel şeyler yaparız. Yeni seçilen milletvekili arkadaşlarımıza ve geçtiğimiz dönemlerde Müsteşar olarak toplantılarımıza iştirak eden ve bu dönemde Bayburt Milletvekili olarak seçilip Maliye Bakanı olarak karşımızda bulunan Sayın Bakana da başarılar dileriz ama onun naif tutumu, güler yüzlü olması bizim burada onu eleştirme hakkımızı tabii ki ortadan hiçbir şekilde kaldırmayacaktır.
Bu bölümde 2015 yılının gerçek bütçesini, bugün burada -eğer normal takvim çalışmış olsaydı- 2015 yılının gerçek bütçesini ve 2014 yılının da kesin hesabını konuşuyor olacaktık arkadaşlar ama normal takvim çalışmadı, çalıştırılmadı arkadaşlar. Ve bugün burada görüştüğümüz geçici bütçe Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulduğu günden bugüne kadar ilk geçici bütçe de değil. 1920'lerden günümüze kadar olan bu süreçte birçok geçici bütçe yapılmış arkadaşlar, şu veya bu nedenlerden dolayı. Hükûmet düşürülmüş, yapılamamış; seçim olmuş, yapılamamış; güvenoyu alamamış, yapılamamış ve bu nedenlerden dolayı zorunlu olarak geçici bütçe dönemleri yaşanmış arkadaşlar. Örneğin son yirmi beş yıl içerisine baktığımızda da 1988 yılında, 1992 yılında, 1996 yılında, 1999 yılında ve 2003 yılında olmak üzere geçici bütçeler de yapılmış. Bu geçici bütçelerin yapılmasının her birinin ayrı ayrı hikâyesi ve ayrı ayrı öyküsü var arkadaşlar. Bugün burada görüştüğümüz bu geçici bütçenin de bir hikâyesi, bir öyküsü mevcuttur. Niçin bugün geçici bütçe yapıyoruz, neden? Ne oldu Türkiye'de de biz bir geçici bütçe yapmak mecburiyetinde kaldık? Bunun bir perde arkasına bakmamız gerekiyor arkadaşlar, o nedenle sizleri biraz gerilere götüreceğim.
12 Haziran 2011 yılında Türkiye'de bir genel seçim gerçekleşti ve o dönem seçilen arkadaşlarımızın bir bölümü burada, bir bölümü de yeni seçildi ve istikrarlı bir şekilde dört yıl Türkiye'de bir seçim gerçekleşmedi, milletvekili seçimi ve 7 Haziran 2015 yılında Türkiye'de Parlamento yenilendi ve yeni bir milletvekili seçimi gerçekleşti ama ondan önce, yaklaşık on ay önce, 10 Ağustos 2014 yılında yine Türkiye'de ilk kez halk tarafından bir Cumhurbaşkanı seçildi. Bu, Türkiye'de ilk kez gerçekleşiyordu ve halkın oyuyla yapılan bir seçimdi. Kuşkusuz, o günün Başbakanı haksız ve adaletsiz bir seçim kampanyasıyla birlikte, yürütmüş olduğu o kampanyayla birlikte Türkiye'de yüzde 52 oy aldı ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne çıktı ve yemin etti, tarafsızlığı üzerine, namusu ve şerefi üzerine sadık kalacağına Meclis kürsüsünde hepinizin huzurunda yemin etti arkadaşlar. Buna sadık kaldı mı, kalmadı mı, tabii ki hepimizin bu konuda farklı düşünceleri var ama bize göre o yemine sadık kalmadığı açık ve nettir arkadaşlar, bunu söylememiz gerekiyor. 7 Haziran seçimlerine giderken, bir ülkenin Cumhurbaşkanının etmiş olduğu yemine sadık kalması gerekirken, tarafsız olması gerekirken yaklaşık olarak 20-25 ilde temel atma ve açılış gerekçeleriyle meydanlarda ve stadyumlarda bir seçim mitingi yaptı arkadaşlar. "400 milletvekili verecek misiniz?", "Anayasa'yı değiştirecek misiniz?", "Başkanlık sistemini getirecek misiniz?" diye 7 Haziran seçimlerinden önce bir seçim kampanyası gerçekleştirdi. Bunu kabul etmek, bunu saygıyla karşılamak mümkün değildir çünkü Cumhurbaşkanının mevcut Anayasa içerisindeki yetkileri bellidir, onun içerisinde kalması gerekirken âdeta yemin ettiği Anayasa rafa kaldırılmış ve yeni bir dönem başlatılmıştır. Şimdi, bütün bunlara rağmen on üç yıl aralıksız 3 genel seçim, 3 yerel seçim, 2 referandum ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye'de altmış yıllık çok partili dönemde hiçbir siyasi partinin elde edemediği bir başarıyı da elde etmiştir, bunu da tebrik etmek gerekir. Muhalefet partileri olarak da bizim şapkamızı...
BAŞKAN - 4 genel seçim yalnız, 3 değil; 4, genel seçim sayısını yanlış söylediniz.
MUSA ÇAM (İzmir) - 3 genel seçim, hayır, 7 Haziranda kazanmadınız.
BAŞKAN - Yok, olur mu?
MUSA ÇAM (İzmir) - Müdahale etmeyin.
BAŞKAN - Birinci parti olmak kazanmış olmak canım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Olmaz, iktidar olmak ayrı bir konu, birinci parti olmak ayrı, biz onu konuşmuyoruz.
Dolayısıyla, 3 genel seçim, 3 yerel seçim, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmış bir siyasi parti var karşımızda ve o hakkı da teslim etmek gerekir. Muhalefet partileri olarak bize düşen görev de burada nerede yanlışlık yapılıyor, ne yapılıyor, bunu gözden geçirmemiz gerekir. Ama şunu söylememiz gerekiyor: Bütün bunlara rağmen, bütün bu baskılara rağmen, bütün bu tehditlere rağmen on üç yıl aralıksız destek verdi. Kamunun bütün imkânlarını ve olanaklarını, kaynaklarını seferber ederek kullandığı bu seçim kampanyasında vatandaş dedi ki: "Bir dakika! Ne senin 400 milletvekilini -sonra revize ettiler, 330'a düştüler- ne başkanlık sistemini ne de Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğu sana vermiyorum." Ve on üç yıl destek verdiği, tek başına iktidar yaptığı AKP'yi alaşağı etti, 258 milletvekiliyle teslim etti.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Alaşağı oldu yani?
MUSA ÇAM (İzmir) - Bu, Türkiye açısından bir dönüm noktasıdır.
ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Sonra ne oldu?
MUSA ÇAM (İzmir) - Burada ne yapılır, ne yapılması gerekir? Doğal olarak 1'inci partiye hükûmeti kurma görevi verilir. Bugüne kadar altmış yıllık süre içerisinde, on-on iki günlük süre içerisinde Cumhurbaşkanı hükûmeti kurmak için 1'inci partiye görev verirken bu dönem tam otuz gün sonra, arkadaşlar, görev verdi, otuz gün sonra. Bu kadar keyfîlik, bu kadar aymazlık olabilir mi?
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Bu ifade hoş bir ifade değil Sayın Çam.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yasalar, kanunlar bu kadar hiçe sayılabilir mi? Bu kadar keyfî tutumlar izlenebilir mi? Bunu kabul etmek mümkün müdür? Değildir arkadaşlar. Son derece keyfî ve son derece aymaz bir tutum sergilendi ve bir ay sonra hükûmet kurma görevi verildi.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Sayın Çam, ifade hoş bir ifade değil.
MUSA ÇAM (İzmir) - Mikrofon orada, söz alırsınız, konuşursunuz.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Konuşacağız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Dolayısıyla, Türkiye'de olağanüstü bir dönem yaşandı arkadaşlar ve hemen arkasından, o güne kadar Türkiye'de terör olaylarının sıfıra indiği bir dönemden sonra 20 Temmuzda Suruç'ta Türkiye'nin değişik yerlerinden barış, demokrasi, insan hakları ve bölgede yaşanan olayları izlemek için oraya giden o insanların olduğu yerde canlı bomba patlatıldı ve 32 insan hayatını kaybetti. Bir anda düğmeye basıldı, bir anda düğmeye basıldı ve 32 insan hayatını kaybetti arkadaşlar. Hemen arkasından, uyuyan iki polisin öldürülmesi; daha sonra, iki ton patlayıcı bombanın olduğu traktörlerin karakollara gönderilmesi. İki gram değil, iki kilo değil, 20 kilo değil, 200 kilo değil, 2 ton! Peki, bu ülkenin istihbarat örgütü, bu ülkenin güvenlik güçleri nerede? Geçmişin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı diyor ki: "Kemal Kılıçdaroğlu'nun nefes alış verişini bile izliyoruz, takip ediyoruz." ama Türkiye'de tonlarca dinamit karakollara gönderiliyor, oralara gönderiliyor, buralara gönderiliyor, istihbarat yok. Bu eski yöntemler, kontrgerillanın, gladyo örgütlerinin Türkiye'de hedefe varmak için yapmış olduğu terör örgütlüğü ve patlamaların sonucudur arkadaşlar ve bir noktada basıldı ve buraya kadar getirildi arkadaşlar.
Suruç'taydım, sordum cumhuriyet savcısına ve kaymakama arkadaşlarımızla birlikte: "Sayın kaymakam, bir şey merak ediyorum. Bu kadar insan hayatını kaybetti, üzgünüz, acımız büyük, hiçbir güvenlik görevlisinin hayatını kaybetmemesi sevindirici ama nasıl oluyor ki -böyle bir toplantının yapılacağı belli, bu kadar insanın buraya geleceği belli- siz önlem almazsınız?" diye sorduğumuzda "Efendim, güvenlik güçlerini istemediler 'Bizi tahrik eden bir unsurdur.' O nedenle uzak durmalarını istedik, biz de almadık."
Şimdi, Dikmen kapısında veyahut da Çankaya kapısında 3 kişi bir araya gelsin, sendikacı, meslek örgütü, sivil toplum örgütü "Bir basın açıklaması yapacağız." desin 300 polis gelir arkadaşlar. Kimisi kayıt yapar, kimisi fotoğraf çeker, kimisi resmîdir, kimisi sivildir, var oğlu vardır.
BAŞKAN - Sayın Çam, bütçe için beş dakikanız kaldı.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitireceğim. Daha var Sayın Başkan, neden buraya geldiğimizi önce iyi anlamamız gerekir.
BAŞKAN - Hani, geçici bütçe üzerindeki şeyin yani.
MUSA ÇAM (İzmir) - Şimdi, dolayısıyla, başlatılan bir süreç vardı ve buraya geldik. 1 Kasım seçimleri, bizim istediğimiz, vatandaşın istediği, yurttaşın istediği bir seçim değil arkadaşlar, bir kişinin istediği bir seçimdir. Ülke kan gölüne dönsün, güvenlikle yani ölüm ile sıtma arasında bir tercih yapın. Zaten bu olayların olduğu günde de bu ülkenin sağlıktan sorumlu bakanı dedi ki: "400 milletvekili verselerdi böyle olmazdı." Ona benzer birçok açıklamayı AKP milletvekilleri, koskoca Anayasa profesörleri, hukukçuları bile buna benzer açıklamaları yaptılar. Ama, en sonuncusunu AKP İzmir İl Başkanı söyledi, dedi ki: "Allah şehitlerimizden razı olsun, bundan sonra şehit gelmeyecek." Tüyü dikti. Şimdi, neden işte 1 Kasıma geldiğimizin gerekçeleri bunlardır. Eğer bütün bunlar yapılmamış olsaydı, Türkiye'de bir koalisyon hükûmeti kurulmuş olsaydı şu veyahut da bu partilerle, biz bugün burada bir geçici bütçeyi değil, 2016'nın bütçesini ve 2014 yılının kesin hesaplarını görüşüyor olacaktık. O nedenle, bu geçici bütçenin bir dayatma bütçe olduğunun bir kez daha altını çizmek isterim.
Değerli arkadaşlar, 1 Kasım seçimlerinde sandıktan tek başına bir iktidar çıkmıştır ama o da kuşkuludur, kesinlikle siyasi istikrar çıkmamıştır. 1 Kasım seçimlerinden sonra yaşadığımız son bir aya geri dönüp baktığımızda, bu ülkede siyasi istikrar olduğundan, halkın da bu siyasi istikrarın meyvelerini topladığından asla söz edemeyiz. Neredeyse önemli bütün sınır komşularıyla sıcak savaşın eşiğine getirilmiş bir ülkede siyasi istikrardan söz etmek asla mümkün değildir.
Borsadaki şirketlerin değeri düşüyor, Türk parası değer kaybediyor, faiz oranları yükselmeye devam ediyor, yabancı yatırımcılar Türkiye'den çıkmak için fırsat kolluyor, enflasyon artıyor, sanayiciler yatırımlarını askıya almış bekliyor, doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmekte nazlanıyor. Ekonomik ortama bakıp da "Bu ülkede siyasi istikrar var." ya da "Bu istikrarın olduğuna da herkes inanıyor." asla diyemeyiz.
1 Kasımda sandıktan tek başına iktidar çıktığı konusunda az önce kuşkularımı belirttim. Yanlış anlaşılmasın, bu kuşku seçim sonuçlarına saygı duymadığım anlamında değil, adaletsiz bir seçim olduğunun altını çizmek isterim.
Bakınız, 10 Ekim ile 1 Kasım tarihleri arasında sadece TRT'de Recep Tayyip Erdoğan yirmi dokuz saat, AKP otuz saat, Cumhuriyet Halk Partisi beş saat, MHP yetmiş dakika, HDP on sekiz dakika; TRT dâhil 12 televizyon kanalında Recep Tayyip Erdoğan yüz otuz sekiz saat, AKP iki yüz otuz sekiz saat, CHP otuz altı saat, MHP yirmi bir saat, HDP altı saat arkadaşlar... Şimdi, bütün bunlara bakarak 1 Kasım seçimlerinin adil, eşit bir seçim olduğunu söylemek mümkün müdür arkadaşlar?
Anayasa'mıza, yasalarımıza ve devlet yönetme geleneklerimize göre Hükûmetin kullanması gereken yetkilerin yüzde 75'i saray tarafından kullanılmaktadır. Bugünkü AKP Hükûmeti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la kurulmuş bir koalisyon hükûmeti görünümündedir. Bu koalisyon hükûmetinin ne yazık ki büyük ortağı Recep Tayyip Erdoğan, küçük ortağı ise AKP'dir. AKP, iktidarını Recep Tayyip Erdoğan'la paylaşmaktadır. Kaldı ki bu, uyumlu bir paylaşım da değildir. Sürekli AKP'nin ödün vermesiyle süren bir ortaklıktır.
Bir ülkede siyasi istikrar niçin istenir, neden beklenir? Ekonomi istikrar içerisinde büyüsün, herkes kendini güven içerisinde hissetsin, çalışanlar işini kaybetmekten korkmasın, iş arayan iş bulabileceğine inansın, refah artsın, temel hak ve özgürlüklere kimse dokunmasın, çocuğu, canı, malı, parası güvende olsun, yolu mahkemeye düşerse adil yargılansın ister arkadaşlar. Türkiye'de bugün itibarıyla böyle bir ortamın olduğunu yüzü kızarmadan söyleyebilecek kaç namuslu insan vardır merak ediyorum. Ülkenin geri kalan kesimlerine kulaklarını tıkayıp sarayın politika ve entrikalarına teslim olmuş bir Hükûmet ülkeye siyasi istikrar asla ve asla getiremez. Bütün politikaları sarayın esenliğine, güvenliğine, hassasiyetine, korkularına, kuşkularına, kuruntularına, aile ilişkilerine göre belirlenen bir hükûmetten, halkın yararına iş yapması asla ve asla beklenemez.
Değerli arkadaşlar, Türkiye 2010 yılına bütçesiz girmektedir. Her ne kadar görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı 2016 Merkezî Yönetim Geçici Bütçe Kanun Tasarısı ismiyle Meclise sunulmuş olsa da bu asla bir bütçe kanun tasarısı değildir. Burada yapmaya çalıştığımız şey, Hükûmete kamu harcamalarını yapma, kamu gelirlerini tahsil etme yetkisi vermekten ibarettir. Dolayısıyla, bu tasarı, içeriğiyle önümüzdeki dönemde izlenecek politikalarla ilgili olarak herhangi bir sinyal vermemektedir. Yani son dört yılda olduğu gibi önümüzdeki yıl da Türkiye kör karanlığa doğru sürüklenecektir ve sürüklenmektedir.
Hiçbir ülkede, bütün sorunları bütçe kanunlarıyla çözmek asla mümkün olmamıştır. Bizim de böyle bir beklentimiz zaten yok. Ancak kurulalı bir ay olmasına rağmen bu Hükûmetin attığı herhangi bir adım da yoktur. Şimdiye kadar attığı tek adım, on yıldır sürdürülmekte olan faiz gelirlerinden diğer gelirlere göre daha az vergi alınmasına ilişkin uygulamanın süresini beş yıl daha uzatmak olmuştur. Oysa hükûmetler için ilk bir ay, üç ay, altı ay çok önemlidir. Bu sürede bir şey yapılırsa yapılır, ondan sonra oturduğunuz koltuklar sıcak gelmeye başlar ve bir şey yapamazsınız.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlar mısınız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Daha yeni başladık.
BAŞKAN - O zaman yemek arasından sonra devam edelim.
MUSA ÇAM (İzmir) - Oysa Türkiye'nin artık zamanı kalmamıştır. Çünkü, Türkiye yıllardır kan kaybetmektedir. Ekonomi son dört yıldır patinaj yapmaktadır. Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 3'lere kadar inmiştir. Dolar olarak baktığımızda, son iki yılda Türkiye'nin millî geliri 100 milyar dolara yakın azalmıştır. Sadece 2015 yılında Türkiye'nin millî gelirindeki azalma 75 milyar dolar olmuştur.
Bir hükûmet, ilk kez bir ekonomik programda, cari fiyatlarla, dolar cinsinden millî gelir ve kişi başına düşen gelir hesabı yapmaktan utanmıştır, korkmuştur, sarfınazar etmiştir. Kişi başına düşen gelirin, 2015 yılında 10.000 dolar, 2016 yılında da 8.000 dolar civarlarında olacağı beklenmektedir.
Türkiye'nin 2016 yılında da yerinde saymaya devam edeceği açıktır. Hatta, gerek Türkiye'nin komşularıyla yaşadığı krizler gerekse de dış ekonomik gelişmeler böyle devam ederse Türkiye, 2016 yılında bugün beğenmediğimiz yüzde 3 oranındaki büyümeyi bile arar hâle gelebilecektir.
Türkiye'nin çok acil çözüm bekleyen sorunları vardır. Ancak ülkenin bu acil sorunları, koalisyonun büyük ortağının yani Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi kişisel geleceğini garanti altına almak için yarattığı gündemin gerisinde kalmaktadır.
İşsizlik yüzde 10'un üzerindedir ve gelecek yıllarda azalacağına ilişkin en ufak bir umut yoktur. Benden önceki konuşmacılar da bunun üstünü basa basa çizmişlerdir. Türkiye, millî gelirinin yüzde 6-7'si oranlarında cari işlemler açığı vermektedir. G20 ülkeleri içerisinde, millî gelirine göre en yüksek açığı veren ülke konumundadır. Yurt içi tasarrufları yetersiz, dışarıdan para gelmezse derin bir ekonomik krize girecek kadar dayanaksız ve kırılgandır. Parası ve ekonomisi, dünya piyasalarında yaşanacak küçük bir esinti karşısında kasırgaya uğramış gemiler gibi sallanacaktır. Ama Türkiye bunlar yerine başkanlık sistemini konuşmaktadır.
Türkiye'nin kısa vadeli değil, uzun vadeli doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ihtiyacı var. Yani parayı getirip hazine bonosuna, devlet tahviline, hisse senedine yatırıp bir-iki ay kaldıktan sonra kazancını çuvala yükleyip kaçacak yatırımcıya değil, Türkiye'ye teknoloji getirecek, üretim yapacak, istihdam yaratacak yatırımcılara ihtiyacı var. Türkiye bugün bu tür yatırımcıyı çekecek politikalar geliştirmek yerine başkanlık sistemini konuşmaya zorlanmaktadır, o tuzağa çekilmektedir.
Türk lirası yüzde 30 değer kaybettiği hâlde ihracatımız yüzde 10 civarında azalmaktadır. Sadece AKP değil, bir ülke toptan Recep Tayyip Erdoğan'ın korku, kuşku ve kuruntularına teslim olmuş durumdadır. Yaşayıp göreceğiz, önümüzdeki aylarda bu Meclisin gündemi asla bu ülkenin yoksullarının, emekçilerinin, gençlerinin, kadınlarının, engelli vatandaşlarının, emeklilerinin, işsizlerinin, yaşlılarının sorunlarını değil, Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel kapris, korku ve kuşkularına göre belirlenecektir.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen son cümlelerinizi alayım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.
Türkiye'nin çok acil olarak yeni ekonomik politikalara ihtiyacı var. Bu ihtiyaç halkın refahını artırma, yoksulluğu azaltma, işsiz vatandaşa iş, aç vatandaşa aş bulma zorunluluğumuzdan doğmaktadır. Bunun için de Türkiye'nin çok köklü değişim ve dönüşümlere gitmesi gerekmektedir.
Anayasa'mız yeni baştan gözden geçirilecektir. Yargı bağımsız değil. Yürütmeden ve Recep Tayyip Erdoğan'dan bağımsız bir yargı sistemine ihtiyacımız var. Yargısı böyle olan bir ülkeye hangi yabancı yatırımcı güvenip de iş kurar merak ediyoruz. Eğitim sistemimiz içIer acısı. Diplomalı cahiller yetiştiren bu sistemden bilimsel, sorgulayan, analitik düşünceyi teşvik eden bir sisteme geçmemiz gerekir. Vergi gelirlerinin yüzde 70'ine yakını dolaylı yollardan toplanıyor. Bu durum gelir dağılımını bozuyor. Bu durumu değiştirecek yeni bir vergi reformuna ihtiyacımız var.
Son yıllarda üretim ithalatla yer değiştirdi. İthalat yerine üretimi ve ihracatı destekleyecek politikalar geliştirmeye ihtiyacımız var. Enerjide dışa bağımlı, hatta tek bir ülkeye ve tek bir kaynağa bağımlı hâle geldik. Bunu dönüştürecek adımlar atmamız gerekiyor.
Tarım üretimi yaptığımız alanlar, hayvan varlığımız azalırken tarım ürünü ithalatımız artıyor. Nüfusunun yüzde 20'sinden fazlası tarımdan geçinen bu ülkenin, tarımda kendine yeten ve daha fazla tarım ürünü ihraç eden bir ülke hâline getirilmesi gerekiyor. Cumhuriyet Dönemi'nde ilk kez sap ve saman ithal eden bir ülke hâline geldik. Türkiye Cumhuriyeti devleti döneminde ilk kez Kurban Bayramı'nda Angus ve bir araba markası olarak bildiğimiz limuzini ithal eden bir ülke hâline geldik.
Hiçbir zaman demokrat, özgürlükçü bir ülke ne yazık ki olamadık. Buna rağmen son yıllarda özgürlüklerimiz büyük ölçüde kısıtlanarak demokrasiden oldukça geriye gittik. Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, düşündüğünü ifade edebilme özgürlüğü ve daha birçok alanda son yıllarda yaşanan geriye gidişi durdurmak ve ileriye taşımak gibi bir sorumluluğumuz var.
Buradan, Silivri'de tutuklu olan Can Dündar'ı, Erdem Gül'ü ve Nokta dergisi tutuklusu gazeteci arkadaşlarımızı bir kez daha buradan selamlıyor ve selamlarımızı da gönderiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin etrafı ateş çemberine dönmüş durumda. Boşa geçirecek bir dakikalık bile zamanı olmayan bu ülkenin Hükûmeti ise çok temel sorunlarda bile sesini çıkaramamakta, bütün önemli açıklamalar Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılmaktadır. Türkiye bir komşu ülke tarafından kaçak petrol işi yapmakla suçlanmakta, ne Başbakan ne Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ne de Gümrük ve Ticaret Bakanı çıkıp net bir açıklama yapmamakta, bütün bu açıklamalara ailesi de suçlanan Cumhurbaşkanı tarafından yanıt verilmektedir. Hükûmetin Türkiye'nin sorunlarına bir an önce sahip çıkması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi şöyle sonlandırmak istiyorum: Bu bir geçici bütçe ama bu geçici bütçeye bizi mahkûm eden AKP'nin on üç yıldır ülkeyi yönettiği siyasi anlayış ve politik tercihlerdir. Elbet bunun bir gün sonu olacaktır. O sonu bizler getireceğiz ve burada bu demokratik mücadelemizi gerçekleştireceğiz.
Bu bütçenin ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.