KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, kıymetli bürokratlar ve sevgili basın emekçisi arkadaşlarım, öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada 2016 yılı Merkezi Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı'nın görüşmelerine başlamış bulunuyoruz. Ama bu tasarının değerlendirmesinin genel bir çerçeve içerisinde yapıldığı bir gün olduğunu da anımsatmak istiyorum ve bu vesileyle hepimizin de 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nü de kutlamak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, 10 Aralık 1948'de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile hepimiz için çok kıymetli olan bu haklar tesis edilmiş oldu. Aynı zamanda, unutmayalım ki bu belge sadece insan hakları değil, insan haklarının bir parçası olarak da bütçe hakkını da tesis eden ve bugün bizim burada yaptığımız bu değerli tartışmaları da günlük hayatın bir parçası hâline getiren bir bildirgeydi.

Bütçe hakkının ne olduğunu, ben, biraz tartışmış olmamızla beraber, yeniden hatırlatmak istiyorum çünkü altının kuvvetle çizilmesi gereken bir ihtiyaç olduğunu ve Türkiye'nin yıllardır bu alanda zemin kaybettiğinin hatırlatılmasının da önemli olduğunu düşünüyorum.

Bütçe hakkı, yasama organının hükûmete yani yürütmeye belirli bir dönemdeki gelirleri toplamasına -biz gelirlerle ilgili bir detay konuşmuyor olabiliriz ama esasında konuşuyor olmamız gerektiği buradan belli- ve giderleri yapmasına yetki ve izin vermesi, sonra da denetlemesidir. Bu "denetleme" kısmının özellikle altını çizmek istiyorum. Zira biraz önce değerli milletvekili arkadaşlarım da hatırlattılar, denetlemede sadece muhalefetin yükümlülüğü yoktur, hepimizin eşit olarak, alnımızın teriyle kazancımızın karşılığında ödediğimiz vergilerin nereye harcandığını denetleme hakkı bakidir ve bu hakkın kullanılması için kurumsal yapının oluşması da esasında iktidarın birincil görevlerindendir. Bunu hatırlatmamız gerekiyor.

Unutmayalım ki bütçeler sadece ve sadece devletin cüzdanı değildir, aynı zamanda devletin vicdanıdır da. Bu açıdan, evrensel insan hakları tartışmasının bir parçası olarak bütçe hakkının konuşulması gerekliliğini de çok önemsiyorum.

Bütçe hakkı, demokratik toplumların oluşması açısından da çok kıymetlidir. Biz Türkiye'de eğer bir demokrasi açığı, bir hukuk açığı ve özgürlük açığı olduğundan bahsediyorsak bunun temel sebeplerinden birisi, burada denetlemeye, şeffaflaşmaya yönelik konulmuş olan duvarlardır esasında. Eğer biz yeni dönemde Türkiye'de demokrasi inşa edeceksek o zaman bütçe hakkının iyi kullanıldığı bir ilk adımı atarsak demokrasi yönünde de Hükûmet programının öncelediği söylenen bir adımı da atmamız mümkün olacaktır.

Unutmayalım ki demokratik anayasalarla tanınan haklar sadece insan haklarının özgürlük açısından değil, ekonomik, toplumsal, kültürel, inanç ve keyfî tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerini de barındırır. Bu açıdan, on üç yıllık AKP iktidarının karnesi çok zayıftır. Bu karnenin son notunu da geçtiğimiz hafta bizler, halkı bilgilendirmek amacıyla doğru bir haber yazmış olan iki çok değerli gazetecimiz Sayın Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanarak yargılanmasında da görmüşüz ve bunu yaşamış olmamızla yeniden insan hakları tanımının sadece bütçe hakkıyla sınırlı olmadığı, bütçe hakkıyla birlikte tutuksuz yargılanma hakkının da eşit şekilde bir değerlendirmeye tabi olması gerekliliği ortadadır ve bir bütçenin de bütün bu özgürlükleri barındıran adımları nasıl detaylı bir şekilde içerdiğinin sunulması da -geçici veya kesin olması fark etmez- bir yükümlülüktür diye düşünüyoruz.

Bu hakların tanınmadığı bir ülkede ekonominin iyi işlemesini beklemek açıkçası saflık olur. Sayın Dündar ve Sayın Gül'ün tutuklanmış olmasını sadece bir medya özgürlüğü olarak tartışmak yanlış olacaktır. Eğer bir ekonomik kalkınmada yeni modele ve yeni bir paradigmaya geçeceksek o zaman ekonominin önünde duran özgürlük engellerini de tartışıyor olmamız gerektiği aşikâr.

Sadece insan hakları konusunda değil, Türkiye'nin yaşadığı makroekonomik çaresizliğin de mimarisinde AKP'nin on üç yıllık iktidarının olduğunu unutmayalım. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü bizlere sunulmuş olan Hükûmet programı âdeta on üç yıllık bir iktidarın devamı değil de bugün yeni başlayan bir temiz sayfa iktidarıymış gibi sunulmuş ama bugün başarılar atfedilmek istendiğinde o on üç yıldaki bazı noktalara değinilerek başarılardan söz edilmiştir. Bu tutarsızlıklar bizim ana muhalefet partisi olarak ısrarla vurgulamamız gereken, her platformda da söyleyeceğimiz ve sizlerle birlikte o on üç yılın hesabını vermeniz için, aynı zamanda yarına dair doğru yolu hep birlikte keşfetmemiz için de bize ek bir görev vermektedir.

Değerli arkadaşlar, evet, her şey yeni başlamıyor. Esasında yeni başlaması gereken bir dönemdeyiz çünkü her şey çok kötü gidiyor. Bizlerin kesin hesap komisyonu önerimiz reddedildi, yapılabilecek olmasına karşın reddedildi. İşte bu yüzden biz bugün kesin değil de geçici bir bütçe tartışıyoruz. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisinin açıkça önerisi şeffaflığa, hesap verilebilirliğe, bütçe hakkı olan denetlemeye izin verilmediği için bugün geçici bütçeyi konuşuyoruz.

İzin verirseniz, madem kesin hesapları konuşmak istemiyoruz, ben Türkiye'de bir ortalama vatandaşın ailesindeki kesin hesabı sizlerle paylaşayım o zaman. 2002'de 12 kilogramlık tüp gazın fiyatı 21 lirayken bugün 69 liraya çıkmış; neredeyse yüzde 230 artmış. Bir ekonomik kesin hesaptan bahsedeceksek vatandaş için önemli olan kesin hesap burada zaten. 1 metreküplük belediye suyunun tutarı 1,45 liradan 4,56 liraya çıkmış; artış oranı yüzde 214. Dört kişilik ailenin açlık sınırı 380 liradan 1.391 liraya çıkmış; artış oranı yüzde 258. Dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı 1.155'ten 4.530'a çıkmış; artış oranı yüzde 284. Kişi başına düşen kamu borcu 3.897 liradan 8.838 liraya çıkmış. Biz eğer bir kesin hesaptan bahsedeceksek önce bu kesin hesaplarla başlayalım, ondan sonra sizlerle birlikte bütçede bunların ne demek olduğunun da kesin hesabına bakalım. Bir kilo ekmeğin fiyatı bu süre içerisinde yüzde 288 artmış. Gelirin yüzde 300 arttığı iddia edilen durumda, oysa ki gelir artık OVP'de farklı raporlanarak düşüşün saklandığı ve 10 bin doların hızla altına gerileyen yaklaşık 8.000 dolara düşmüş bir düzeydedir. Yani gelirimizin artış hızı azalmış, hatta gelir düşmeye başlamış, bununla birlikte vatandaşın kesin olarak harcama yükümlülüğü olan ve kendisine hesap yaratan bütün unsurlar daha pahalı hâle gelmiştir. O zaman bizim ekonomiden ne beklediğimiz, bütçeden ne beklediğimiz, bütçeyle nasıl bir hedefe ulaşmak istediğimizi tartışıyor olmamız gerekir. Bizim sadece kabaca istisnai oranları konuşarak değil, detaylı olarak "Vatandaşın ihtiyacını bizler bu bütçeyle nasıl gidereceğiz, kesin hesaplarını nasıl düzelteceğiz?" konusunu geçici de olsa tartışmamız zaruridir. Bu tartışma içerisine ben biraz önce ifade edilen OVP tartışmasının ve gelir tartışmasının, esasında bir usul tartışmasının ötesinde bir içerik tartışması olduğunu da anımsatmak istiyorum.

Sayın Bakan biraz önce açılış konuşmasında büyük ekonomik başarılardan bahsetti ve bu başarıların gerçekleşmiş olan birinci nesil reformlara dayandığını söyledi. Birinci nesil reformlar hukuk, demokrasi, kurumların bağımsızlığı, özerkliği, bu kurumların iyi işlemesi, detaylı Sayıştay raporlarının gelmesi, mali disiplinin sadece kağıt üstünde kalmayıp denetleme mekanizmasının iyi çalışmasıyla gerçekleşir. Şimdi sizlere soruyorum: Bu birinci nesil reformların hangisi Türkiye'de hâlâ geçerlidir? Eğer biz yarına dair bir konu konuşuyorsak, o zaman geçmiş yıllarda yapıldığı söylenen birinci nesil reformlarda nasıl geriye adım atıldığı ve bunların nasıl düzeltileceğine dair bir öngörüyü de paylaşma yükümlülüğünün Hükûmette olduğu kanaatindeyim.

Burada Merkez Bankasının özerkliğinin aldığı darbe, bunun sonucunda enflasyon hedefini tutturamamaktaki başarısızlık, bununla birlikte Türkiye'ye duyulan güvenin azalmış olması gibi unsurlar makroekonomik çerçeve içerisinde de bir kesin hesap olarak sunulması ve tartışılması gereken konulardır.

Bakın, bir kesin hesap daha var. Vatandaş mutsuz, vatandaş endişeli, vatandaş karamsar. Vatandaşın karşısına yeni karamsarlıklar koyarak onları korkutup ekonomiyi ikinci plana itmek bir strateji olabilir ama gerçeği ortadan kaldırmaz. Vatandaşımız yarınki ekonomik durumuyla ilgili kaygılıdır. Çok borçlu, borcunu geri ödeyip ödememek konusunda endişeli, bunu ödeyebileceği bir zeminin olup olmayacağı ve bununla ilgili bir reform paketinin uygulanıp uygulanmayacağıyla ilgili tereddütte. Neden? Çünkü Sayın Bakan, yine, konuşmasında başarılı olan birinci nesil reformlardan sonra ikinci nesil reformlara geçileceğinden bahsetti. Ancak biz Haziran 2013'te burası tarafından onaylanmış olan ve yıllardır hepimizin iktisatçı olarak bütün detayıyla tartıştığı, konuştuğu Onuncu Kalkınma Planı'nın siyasete malzeme edildiğini gördük. Eğer bir iş yapılacaksa vakit kaybetmeden işin yapılması da işin ciddiyetine dair ve ne kadar önemsenerek sahiplenildiğine dair de bir sinyaldir. Vatandaşın karamsarlığının sebebi de, işte, reform paketini siyasileştiren, iş yapan değil işi konuşan, âdeta kendisi muhalefetteymiş gibi davranan bir dizi Hükûmet hareketinden de kaynaklanmaktadır.

Dünya değişiyor, bu değişen ihtiyaçların bütçelere doğru yansıtılması çok önemli; Sayın Bakanım da bu tespiti yaptı zaten. Eğer bütçe ciddiye alınacaksa, o zaman bütçenin neye dayandığını da biliyor olmamız gerekiyor, değişen koşulları nasıl barındırdığının da tartışılıyor olması gerekiyor.

Bakın, ekonominin iyi işleyebilmesi için bir güven ve güvenlik ihtiyacı olduğu yadsınamaz, ve güvenlik için de sizin komşularınızla iyi ilişki yürütüyor olmanız gerekir. Eğer iyi ilişki yürütmediğiniz bu dış politika sonucunda ekonomide maliyetler ortaya çıkmaya başlamışsa, o zaman bu maliyetlerin, geçici de olsa, bütçeye nasıl yansıtıldığının açıkça ortaya konması gerekir.

Bugün gelinen noktada neredeyse bütün komşularımızla sorunumuz var. En son yaşanan Rusya krizinin de ciddi ekonomik etkileri olduğu zaten sizlerin bakanları tarafından da paylaşıldı.

Bir hatırlatma yapmak istiyorum: Türkiye ile Rusya arasında 2014 yılında 31 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var; 10 milyar dolara yakın bir yurt dışı müteahhitlik faaliyetimiz var, 4 milyar dolara kadar yükselmiş de turizm gelirimiz var. Bunların hepsini kaybetme ihtimalimiz olan bir zeminde geçici bütçenin bunları nasıl telafi edeceğinin detaylı şekilde paylaşılması gerekir. Burada bir kalem dışında hiçbir kalemde Rusya etkisinin nasıl telafi edileceğine dair bir detay paylaşılmamış; bunun paylaşılmasının genel prensip açısından da iyi bir örnek olacağını düşünüyoruz.

Müsaade ederseniz, ben bizlerin hazırladığı bazı önerileri de paylaşayım. Bunların da ileride tartışılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Rusya'yla ticaret yapan ihracatçılarımızın, ithalatçılarımızın, orada yatırım yapan müteahhitlerimizin ve turizmcilerimizin nasıl bir kayıp yaşadığına dair ciddi bir tespit komisyonunun kurulması şarttır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu işi yapıyoruz ama esasında burada yükümlülük Hükûmetin kendisindedir.

Durumun tespitinden sonra mutlaka kredi borçlarıyla ilgili, alacaklarla ilgili, vergi yükümlülükleriyle ilgili, SGK primleriyle ilgili bir dizi önlem alınacaktır. Bunlar geçici bütçeye yansıtılmazsa bu bütçenin gerçekçiliğinden bahsetmek ve ciddiyetinden bahsetmek mümkün olmayacaktır.

Şirketlerimizin yeni pazarlara açılması gerekiyor. Bu, harcama yapmadan yapılabilecek bir şey değil. Harcama yapmadan önümüzdeki üç ay bu şirketlerimizi korumuyorsak, onları nasıl bir zemine bıraktığınıza dair de o zaman dürüst ve açık bir tabloyu da sergilemek gerektiği kanaatindeyim.

Uzun zamandan beri inşa edilmesi gündemde olan doğal gaz depolama tesislerinin bitirilmesinin hızlandırılması yapısal reformlar açısından önceliklidir. Eğer ikinci nesil reformları tartışacaksak, o zaman bugün geçici bütçe için bu detayları şimdiden tartışalım ve neden olmadığına dair değerlendirmeyi de bununla birlikte yapalım.

Yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılması gerektiği aşikâr. O zaman beklemeyelim, ikinci nesil reformlar içerisinde bu Rusya krizinden kaynaklı enerji sorununa, gelin, böyle yenilikçi bir çözümü bugün geçici bütçe üzerinden Türkiye'nin en önemli meselesi hâline getirelim.

Hepinizin bildiği gibi, bu yıl on birincisi hazırlanan Orta Vadeli Program 11 Ekim 2015 tarihinde yayınlandı. Evet, doğru, erken seçim ve yeniden seçim hikâyesiyle biz bunların detayını konuşamadık ama şimdi konuştuğumuz bu geçici bütçenin 2015'in sizin de doğru olmadığını bildiğiniz OVP'si üzerine oturduğunu da unutmayalım lütfen. 2015 OVP'sinin artık gerçekçi olmadığını sizler kabul ettiniz zaten. Şimdi gerçekçi olmayan bir OVP üzerinden bir geçici bütçe tartışmak da yeniden bizi, esasında, usul tartışmasının bir içerik tartışması olduğuna da getirmiş oluyor, bunu da anımsatmak istiyorum.

Sözlerimi bitirmeden önce, biraz önce tartıştığımız önemli bir meselenin de vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Bütün bu gelişmeler ışığında, 2016 yılının ilk üç aylık dönemi için sunulmuş olan bu geçici bütçe kanunu tasarısının genel gerekçesine bakıldığında beni endişeye sevk eden ibareler olduğunu söylemek durumundayım.

Burada Sayın Bakanın söylediği bir hususun yeniden altını çizmek istiyorum: Bütçeler yol göstericidir. Bütün ekonomik geleceğe dair tasarıda bulunan aktörlere, evine ekmek alan kişiye, asgari ücretle çalışan çalışana, çocuğunu okula gönderen anneye, yarın yatırım yapacak olan şirkete, ihracat yapana, ithalat yapana yol gösteren tablo burası. Eğer biz işimizi ciddiye almıyorsak, o zaman bunun yol gösterici bir doküman olması mümkün olmaz.

Şimdi, izninizle endişemi paylaşayım. Genel gerekçede bütçe kanunlarının birer teknik doküman olmayıp Hükûmetlerin siyasi yaklaşımlarını ve kamu hizmetlerinin mali tezahürünü yansıtan belgeler olduğu belirtilmiştir. Doğrudur, siyasi bir yanı vardır, siyasi tercihlerle şekillenir; biz zaten bu siyasi tercihlerle ilgili endişelerimizi dile getiriyoruz ama unutmayalım, bütçeler teknik dokümanlardır ve teknik gücü yoksa o zaman, işte, sadece siyasileşmiş, siyasete malzeme edilmiş Onuncu Kalkınma Planı'ndan farklı olmayan bir dokümana dönüşmesi ihtimali, riski Türkiye'nin yarınki ekonomik koşullarıyla ilgili de önemli bir endişeyi ortaya çıkarmaktadır.

Tekrar edeyim: Bütçe, devletin cüzdanı olarak tekniktir ama doğru, aynı zamanda devletin vicdanıdır da. Biz vicdanla ilgili de, cüzdanla ilgili de endişeliyiz, bu endişelerimizi paylaşmaya devam edeceğiz. İşimizi gerçekçi ve ciddi yapalım. Bu dokümanları biz ciddiye alıyoruz, ciddiye aldığımız için de endişeliyiz.

Hepimize çok iyi bir, hayırlı bir dönem olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum.