Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | Askerlik Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/414) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 1 |
Tarih | : | 05 .01.2016 |
GARO PAYLAN (İstanbul) - Değerli milletvekilleri, değerli Komisyon üyeleri, değerli Bakan, sayın Bakan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdiye kadar usulle ilgili söz almadım. Usulle ilgili söylenen pek çok şeye katılıyorum. Umarım ki, bu son gelen torba yasa olur ve umarım ki, aslında bu tasarı da geri çekilir. Yalnızca mecbur olduğumuz, çıkarmak zorunda olduğumuz birkaç madde varsa onlar üzerinde görüşülür, yoksa tekrar ve tekrar geçici maddelerle hayatımızı bu şekilde heba ediyoruz, burada Meclisi de meşgul ediyoruz. Bu kadar usulle ilgili söyledikten sonra esasa geçeyim.
Ben, biraz baktığımda Millî Savunma Bakanlığını ilgilendiren maddeler görüyorum. Öncelikle onlarla ilgili söz alayım. Şu bedelli askerlik meselesi kanayan bir yara çünkü kamu vicdanını ciddi anlamda rahatsız eden bir mesele ve bedelli askerlikle ilgili kolaylaştırıcı hükümler var burada. Özellikle de rakamı düşürüyoruz. Ve şöyle bir mesele var en çok dikkatimi çeken: Beş yıl yurt dışında okuyan bir kişinin çocuğu bedelli askerlik yapabilecek ve bin euroya yapacak bunu. Bu ciddi anlamda kamu vicdanını yaralar çünkü yurt dışında okutabilecek insanlar kimler Türkiye'de? Hep öyle olmuştur, Türkiye'nin yüzde 5'idir bu yurt dışında okutabilecek kişiler, en zengin yüzde 5 yani Türkiye'deki varlığın yüzde 90'ına sahip olan en zengin yüzde 5 yurt dışında okutabilir. Ben, fakir bir insanın yurt dışında okutabildiğini daha görmedim. Çok sınırlı sayıda burslu öğrenci vardır ama onun dışında hep zenginler çocuklarını yurt dışında okuturlar. Ve bu madde de zenginlerin çocuklarını yurt dışında okutmasını teşvik eden ve "Gel oğlum, yurt dışında sen beş yıl oku, ben sana yılda 50 bin, 100 bin dolar para harcayayım." Yani, ortalama olarak bir çocuğun maliyeti, üniversite parası 40-50 bin dolardır, 40-50 bin dolar da çocuğuna harcar; 100 bin dolar. Beş yılda 500 bin dolar yapar, bunu verebilecek insan sayısı da Türkiye'de şimdilik 10 bin, 20 bin, 30 bin. Ama, bu tasarı geçerse bu 100 bine çıkar ve ülkenin kaybedeceği rakam da, hani 100 bin dolar kişi başı dediğimizde milyar doları bulabilir. Bırakın, milyar dolar rakamlar tabii ki önemli Türkiye için ama esas olan kamu vicdanıdır. Yani, şu anda ülkede tekrar güvenlikçi ve savaş politikalarının hâkim olduğu dönemi yaşıyoruz. Bölgemiz ciddi bir kaostan geçiyor. İçeride ve dışarıda barışçı politikaları maalesef gütmüyoruz. Başika'ya askerlerimizi gönderiyoruz, saldırıya uğruyor. Ciddi risklerle karşı karşıyayız. Maalesef iç barışını sağlayamamış bir ülkeyiz. Dışarıda da barışçı ve demokratik politikalar gütmeyen bir ülkeyiz, hâlâ mezhepçi politikalar güdüyoruz maalesef, o mezhepçi politikalar güden bazı ülkelerle şu anda dirsek temasında olarak. Bunlar ciddi handikaplar. Ancak, ülkenin yüz yıllık bu geleneğinde, hani demokratik bir ülke olamamamızın bedelini kimler ödüyor? Garibanlar, fakirler.
Bakın, dün yine bir asker cenazesine işte karlı yollardan ulaşılmış. Ve sıvası olmayan bir evde bir ailenin çocuğu asker. Ordu'nun Akkuş ilçesi sanıyorum. Yani, eminim ki, o eve ayda 300-500 lira girmiyordur, öyle bir gelire sahip bir ailenin çocuğu ve o ailenin çocuğu asla yurt dışında beş okuyamayacak ve bin euroya teşvikli, bedelli askerlik yapamayacak.
O açıdan, bu madde mutlaka geri çekilmeli Sayın Bakan. Yani, çok ciddi anlamda zenginlerin askerlikten bedava yırtacağı ve garibanların bu anlamda askerlik yapacağı... Ve yanlış politikalarımızla da maalesef kayıplar vermeye devam ediyoruz, her anlamda memleketin gençleri bizim yanlış politikalarımızla hayatlarını kaybediyorlar. Bu anlamda, bu maddenin özellikle o bendinin geri çekilmesini talep ediyorum.
Şöyle bir durum daha var: Burada, tabii ki bizim hep HDP olarak savunduğumuz vicdani ret hakkından bahsetmeden geçemeyeceğim. Şimdi, ben antimilitarist bir insanım, savaş karşıtı bir insanım ve barışın hâkim olmasını istiyorum. Tabii ki, bir ülkenin askeri, polisi olacak, bundan şüphe yok ancak ben, elime silah dahi verseniz birini öldüremem çünkü hümanist bir insanım. Karşımda birisi olsa asla asla öldüremem, ölmemesi için ve barışın tesis olması için mücadele eden bir insanım. Bunun gibi dünyada pek çok örnekleri var ve savaş karşıtı ve eline silah alma karşıtı olan insanlar vicdani ret haklarını kullanıyorlar "Ben ölmeyeceğim, öldürmeyeceğim." diyerek. Bu anlamda, vicdani ret hakkını hâlâ gerçekleştirmeyen bir ülkede yaşıyoruz, vicdani ret hakkının ivedilikle Meclise gelmesi gerekiyor bütün demokrasilerde olduğu gibi.
Sayın Bakan, bu maddeyle ilgili -özellikle tekrar altını çiziyorum- o beş yıl dışarıda okuma meselesi çok ciddi bir handikap, kamu vicdanını ciddi olarak rahatsız edecektir ve bu anlamda ciddi muhalefetimizi bu noktada sürdüreceğiz. Ve bu maddenin geri çekilmesi ivedilikle önemli.
Diğer bir konu kimlik kartı meseleleri. Burada, onunla ilgili 11 madde var sanıyorum kimlikle ilgili; Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı. Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartının nasıl bir şey olduğuna ben basından baktım örneklerine yani bazı taslaklar var, hatta sanıyorum Bolu'da fiilî uygulaması da yapıldı bu anlamda. Çocukken taşıdığımız, hepimizin taşıdığı defter şeklinde cüzdanlar vardı, şimdi de yıllardır, çocukluğumuzdan beri bunu taşıyoruz. Şimdi, şöyle bir şey diyor, 11'inci maddede "Kimlik kartında yer alacak bilgilere Bakanlık yetkilidir." diyor. Şimdi, ben, bu tasarıda işte bir kimlik geçecek, bu her yerde geçecek, işte dijital olarak bilgilerimiz istediğimiz yerde çıkacak. Bunun handikapları giderilebilir, özellikle bu biyometrik mesele ve kişilerin bilgilerinin başka yerler tarafından alınmaması, bunları giderebiliriz. O anlamda tekrar çekilip, bu anlamda daha bu güvenliklerinin sağlanacağı şekilde bu tasarının gelmesi gerekiyor mutlaka yani o kişisel bilgilerin sızdırılamayacağı ve özellikle de bu siber dünyada, siber "hacker"ların çok aktif olduğu dünyada bu şekilde güvenlik tedbirleri alınmadan bu maddeler geçmemeli. O anlamda, tekrar geri çekilmesini talep ediyoruz ama ısrar edecekseniz bazı eleştirilerim var. Özellikle bu kimlikte geçen -biliyorsunuz hep gündeme gelir- bir din hanesi vardır, benimkinde "Hristiyan" yazıyor. Burada sanıyorum benim dışımda "Hristiyan" yazan kimse yok, var mı bilmiyorum. Şimdi, memleketin binde 1'i olmuşuz, hani yüzde 40'ydık şimdi binde 1'iyiz. Şimdi, ben çocukluğumdan beri bu kimliği her yerde uzatıyoruz, kamu dairelerinde, işte ne bileyim resmî dairelerde, noterlerde, şurada burada uzatırız. Önüne bakar "Garo" bir yüzüne bakar, arkayı çevirir "Ha, Hristiyan." bir daha yüzüne bakar ayrımcı ifadelerle ve defalarca kere işimizin zorlaştırıldığını görmüşüzdür, defalarca kere yani bir iş bir günde bitecekse bir ayda bitmediği olmuştur, hatta hatta ters ifadelerle karşılaştığımız olmuştur. Bu bir ayrımcılıktır yani şunu demek istiyorum. Demokrasi dediğimiz ülkeler çoğunluğun haklarını koruduğu ülkeler değildir, tabii ki çoğunlukların hakları korunmalıdır. Demokrasi dediğimiz ülkeler ve yönetimler azaltılmışların, az olanların haklarını koruyan ülkelerdir, onların nefret suçuna, ayrımcılıkla karşılaşmaması için tedbirler alan ülkelerdir. Ben mesela askerlik yaptım, askere gittiğimizde bütün arkadaşlarımızın listesini gördüm bir şekilde -gizliymiş meğer o liste- mesela yüzlerce asker var, yanlarında "Müslim", "Müslim", Müslüman" diye işaret var, benimkinde "gayrimüslim" ve "sakıncalı" diye parantez içinde işaret vardı "sakıncalı."
BAŞKAN - Kaç senesindeydi askerliğiniz?
GARO PAYLAN (İstanbul) - 1998'de askerlik yaptım, AK PARTİ döneminden değilim ama bu uygulama devam ediyor onu söyleyeyim.
ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - 28 Şubat döneminde.
BAŞKAN - Ben de "sakıncalı" yaptım askerliğimi de o yüzden.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Parantez içinde "sakıncalı" diye bir ibare vardı.
EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Müslümanlar da sakıncalıydı o dönem.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hayır ama bir tek "gayrimüslim" dediklerinizde vardı o yani diğerlerinin hiçbirinde yoktu yani 600 kişi içinde 4 tane Hristiyan'dık, 4'ümüzde yalnızca o "sakıncalı" vardı, başka kimsede yoktu. Şimdi, düşünün ki bakın, dün sanıyorum Diyanet İşleri Başkanı açıklamada bulundu, çok talihsiz bir açıklamaydı, bir Diyanet İşleri Başkanı tabii ki inancı belli, Sünni, Müslüman olan ve Sünni, Müslüman bir örgütlenme olan devletin tekçi anlayışının bir tezahürü olan Diyanet İşleri Başkanı dedi ki: "Alevilik meselesi bizim kırmızı çizgimizdir." Vay be, bir Başbakan Hükûmet programına koymuş, demiş ki: "Biz cemevlerine ibadethane statüsü vereceğiz." demiş bir siyasetçi olarak. Biz bunun daha ötesinde eşit olmasını...
AHMET YILDIRIM (Muş) - İzin almamış.
GARO PAYLAN (İstanbul) - ...Diyanet İşlerinin eşitlik çerçevesinde Türkiye'deki yaşayan bütün inançlara eşitlik çerçevesinde hizmet veren bir kuruma dönüştürülmesini talep ediyoruz, HDP'nin programında olan budur. Kim varsa ne kadar inanç varsa hepsinin bir koordinasyon kurulu gibi yönetileceği ve hepsine hizmet vereceği bir kuruma dönüşsün ama Diyanet İşleri Başkanı çıkıyor diyor ki: "Bizim kırmızı çizgimizdir." Zaman zaman bunun tezahürlerini siyasetçilerde de görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman "İşte o bir kültür yeri olsun." diyebiliyor. Hâlbuki biz insanların inançlarını devlet olarak sorgulayamayız, "Bu inanç daha üstündür, bu inanç esastır, bu inanç talidir, bu inancın işte 60 bin imamının da bütün maaşlarını devlet verir, bu inancın 40 tane papazının maaşını devlet vermez." diye yapamayız, eşitliğe aykırı çünkü Aleviler de, Hristiyanlar da, ateistler de vergi veriyor bu devlete. Versin vermesin dediğim gibi esas mesele azaltılmışların, az olanların haklarını korumaktır ve onların ayrımcılığa ve nefret suçlarına uğramaması için gerekli tedbirlerin alınmasıdır.
Şimdi, kimliğe geldiğimizde, burada kimliğin hiçbir taslağı yok, İnternet'te gördüğümüz birkaç taslak var. O ilk taslakta din ibaresi yok, sanıyorum o AB için yapılmış bir şeydi, AB'ye "Biz böyle bir şey çıkaracağız." demiştiniz ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi bu kimlikte din hanesi var diye yani benim kimliğimde "Hristiyan", sizin kimliğinizde "Müslüman" yazıyor diye mahkûm etti 2010 yılında. Türkiye nasıl bir adım attı? "İsteyen din hanesini boş bırakabilir." diye bir uygulama getirdi yani kimi insan şimdi boş bırakıyor. Peki, boş bırakılan kişi nasıl bir ayrımcılığa uğruyor? Şimdi, düşünün ki gittiniz bir kuruma verdiniz, arkasına bir baktı ki adam bu adamın veya bu kadının dini nedir? Boş, demek ki bu ateist diye direkt olarak bir ayrımcılığa uğrama riskiyle karşı karşıya. O açıdan bu kimlik nasıl bir şey, ne menem, nasıl bir şey olacak, bir taslağı var mıdır, öneriniz var mıdır? Görüyoruz ki, anlıyoruz ki bu din hanesi kalacak çünkü pilot uygulamada öyle.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Bir şey daha ekleniyor, bir de mezhep ekleniyor gibi.
GARO PAYLAN (İstanbul) - O kadar da olmaz herhâlde.
Yani o açıdan bu kimlikte en can alıcı nokta... Diğer maddeler çok sorun değil, orada belli zaten, orada anasının adı, babasının adı, TC numarası, adı soyadı ama en can alıcı nokta ve bu devletin, bu Meclisin vatandaşlarını ayrımcılıkla karşı karşıya bırakıp bırakmayacağını belirleyecek madde din hanesidir.
MUSA ÇAM (İzmir) - Garo, arkasından şey de gelecek: Hangi cemaatte, paralelci mi, değil mi yazacaklar.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bakın bir insanın dini, inancı kalbindedir, nüfus cüzdanına yazmakla olmuyor yani bana burada "Hristiyan" yazmışsınız diye ben daha fazla Hristiyan veya size "Müslüman" yazılınca da daha fazla Müslüman olmuyorsunuz. Devlet belirlemesin, devlet yazmasın, devlet bunları kategorize etmesin. Bu anlamda kimlikteki bu din hanesinin kaldırılması... Ve bakın, Osmanlı dönemini hep öykünüyorsunuz ya, ben de zaman zaman belli referanslar veriyorum. Yahu Osmanlıda dinî cemaatler kendileri örgütleniyorlardı, mesela Ermeni toplumu Ermeni milleti olarak tanımlanmıştı, kendi örgütlülüğünü yapıyordu. Bir kişi bir cemaate üye olduğunu yani diyelim ki Ermeni Gregoryen cemaatine üye olduğunu gidip kilise de vaftiz olduğunda zaten otomatik olarak üye olmuş oluyordu. Ve Hristiyan olduğumu diyelim ki belgelemek istiyorsam, bir gerekliliği varsa ben hâlâ daha patrikhaneye gidip o vaftiz belgesini alırım, diyelim ki evleneceğim zaman tekrar lazım, o vaftiz belgesini ibraz ederim. Yani, devlet bir insanı "register" etmez, devlet bir insanı Müslüman, Hristiyan, ateist, Alevi, Sünni yapmaz, yapmamalı, kategorize etmemeli ve kayıtlarını da tutmamalı. Şundan dolayı: Ya, doğar doğmaz bir çocuğa "Müslüman" yazıyorsunuz mesela veya "Hristiyan" yazıyor bazıları veya "Musevi" yazıyor. Hâlbuki o çocuk kendisi reşit olduğunda o kararı verir veya aklı erdiğinde inancına göre der ki "Ben Müslümanım, ben Hristiyanım, ben Museviyim." der. O açıdan, doğar doğmaz bunları yazıyoruz, bunlar doğru değil ve mutlaka ve mutlaka bu yeni kimliklerde, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de mahkûm edilmiş, Türkiye'de de ayrımcılığa sebebiyet veren bu madde kaldırılmalı. Yani buradan isterseniz bir ekleme yapalım buraya, ben böyle bir önerge vereceğim, "Din hanesi yer almaz." diye bir ibare ekleyelim bu maddeye, varsanız...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Yokuz.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Efendim?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Yokuz.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Vallahi "yokuz" demeyiniz, siz kendi adınıza konuşun ve bu ayrımcılığa yol vermeyelim.
AHMET YILDIRIM (Muş) - O zaman önerge verelim mezhep de olsun, tam olsun
GARO PAYLAN (İstanbul) - El birliğiyle bu ibare, bu ayrımcı ibare... Özellikle de bakın, Avrupa'ya uyum sağlamaya çalışıyoruz değil mi, işte orada vizeler kalkacak diye bazı adımlar atılıyor. Bu adım da özellikle oraya uyum için atılıyorsa Avrupa'da din hanesi olan bir ülke yok, nüfus cüzdanlarında, Avrupa'da din hanesi olan bir ülke yok, varsa örneğini siz söyleyin.
Diğer bir konu, bu askerlik meseleleri, yine, sanıyorum albayların emekli edilmesiyle ilgili teşvik meselesi. Şimdi, tabii ki buradaki eleştirilecek konu, albaylığa yığılmış bir sayı var ve onların belli bölümünün emekli edilmesi için teşvik yapılıyor burada anladığım kadarıyla ancak burada bunun ne kadar bir yük getirdiğine dair hiçbir bilgimiz yok. Sayın Bakan, sizden istirham ediyorum, yani kaç kişi birikmiş durumda, yaklaşık olarak yani biriktiğiniz düşündüğünüz kişi kaç kişi? Kaç kişinin emekli olması bekleniyor bu tasarı sonucunda ve bunun devlete ne kadarlık bir yükü olacak? Bununla ilgili bir cevap vermenizi rica ediyorum ve eğer ki gerçekten bu kadar kişi birikiyorsa ve önümüzdeki yıllardaki askerî okullara alınan öğrenci sayısı hep böyle fazla devam ediyorsa -ki onunla da ilgili cevapları sizden rica ediyorum- yani albaylığa gelip birikiyorsa bu tedbiri, askerî okullarda belli sayı düşümleri yapılarak, o birikmeyi engellemesini düşünüyor musunuz diye de size onu soruyorum çünkü burada, boşu boşuna fazla sayıda kişinin asker yapılması anlamına gelir ve albaylıkta gelip hep böyle bir yığılma olacağı anlamına gelir. O anlamda bunun devlete yükünün ve öyle bir yığılma olmaması için ne tip tedbirler düşündüğünüzü de sizden rica ediyorum.
Diğer konu, bu maden işletmecileri çok kötü durumda sizin getirdiğiniz öneriye göre ve bunların zararlarının karşılanması öngörülüyor, özel sektörün. Ancak burada herhangi bir açıklama yok. Ne kadar, nasıl, zararları ne şekilde karşılanacak, ne kadarlık bir bölümü karşılanacak, işte, bu bir teşvik şeklinde mi olacak, yok. Zaten biz bunun özüne karşıyız. Bakın, çünkü yıllarca bu madenlerde en kötü şartlarda işçiler çalıştılar, özel madenlerde, özellikle bu özelleştirmeler sonucunda ve patronlarını zengin ettiler. Mesela, Soma örneğine bakalım. Ben geçenlerde davasına gidip orada günlerce takip ettim, 301 aile perişan durumda. Patronu, işletmecisi orada yargılanıyor ve alacağı cezayı da aşağı yukarı biliyoruz ve o Soma'daki patron oradan kazandığı her şeyi -hep ağlıyorlar ya- gelip Maslak'ta plaza dikerek onun karşılığını, oradan kârlarının karşılığını koyuyor.
Şimdi, dünya örneklerine de baktık. Mesela Avustralya'da bir madenci yılda 100 bin dolar kazanıyor ortalama, Amerika Birleşik Devletleri'nde 50 bin dolar, Almanya'da 43 bin dolar, Avusturya'da 40 bin dolar. Dünyadan pek çok başka örnekler de koyabiliriz. Türkiye en altlarda. Şu andaki yeni kurlara göre ve yeni oluşacak asgari ücretteki artışa göre bile bir madencinin geliri yıllık 10 bin dolar. Yani hep ölümle burun buruna olan, hep maalesef iyi denetlenmeyen, iyi denetlenmediği için Soma gibi örneklerde olduğu gibi çok sınırlı bir yere ruhsat veriliyor ama madenci alıp yürüyor istediği gibi, denetlenmiyor maalesef ve işçilerimiz ölümle karşı karşıya kaldıkları madenlerde bir 10 bin dolar gelire ulaşacaklar. Biz bu yönde bir tedbir aldık diye "Vay madenciler zarar ediyormuş, üretimimiz ciddi anlamda gerilemiş!" diye tekrar bir teşvik veriyoruz. Bakın, biz 2,5 milyon tondan 1,7 milyon tona düşmüşüz, sanıyorum öyle bir rakamdı. Biz o kadar vahşi bir kapitalizmi, vahşinin en vahşi kapitalizmini bu madenlerde uyguladık ki ve işçileri her yıl, yüzlerce işçinin ölümüyle sonuçlanan ve pek çok kişinin sakat kalmasıyla sonuçlanan kazalarla karşı karşıya bıraktık ki! Bu gerileme onun yüzündendir. Yani bırakalım bir miktar gerilesin. Daha 301 madenci öleli, onların acıları ve her gün ölen... Her gün ölüm haberi geliyor madenlerden, haberleri devam ediyor. Biz bu şekilde tekrar "Siz ne yaparsanız yapın, biz sizin zararlarınızı karşılayacağız." dersek özel sektöre, özel sektör tekrar vahşileşir çünkü kâr hırsı insan hayatının hep önüne geçer. Bunu çok iyi biliyoruz. İnsanların kâr hırsı: "Oradan ben kazanayım yüz milyonlarca dolar, gelip Maslak'ta AVM yapayım, kule yapayım." Soma Holding yaptı o kuleleri. İnsanların sırtından hırsı ortaya çıkar. Bırakalım, özel sektör bu anlamda bir miktar yatırım yapmıyorsa yapmasın. Mevcut madenlerde tedbirlerimizi almadan -bakın, HDP'nin önerisi oydu- hiçbir maden çalışmasın. Bütün madenler yani o işletmelerde, işte, hayat odaları oluşmadan, bütün tedbirler alınmadan, bütün güvenlik tedbirleri alınmadan hiçbir maden çalışmasın diye önerdik. O açıdan bu teşvike de, devletin zararlarını karşılama meselesine de bütünüyle karşıyız. Bu maddenin de mutlaka geri çekilmesi gerekiyor. Çünkü hâlâ kârlı çalışan madenler var, öyle değil mi, var. Tıkır tıkır çalışıyor, hatta işçi alan madenler var şu anda yoğun bir şekilde. Evet, bir bölüm maden kapandı çünkü yeni aldığımız güvenlik tedbirleri özellikle o madenlere maliyet getirdi. "Ben niye yeni gaz maskeleri alayım ki? Yine hayat odaları yapayım ki?" diye baktı. Güvenlik tedbirleri de ciddi maliyet getiriyor. Bunlardan imtina ediyorlar çünkü biz bunları zorlamıyorduk, bunların üzerine gitmiyorduk. Şimdi ise üzerine gidilmeye başlandı, iyi ki oldu. Daha da sıkı olsun. Yani bütün güvenlik tedbirleri oluşmadan ve insanların hakça gelir elde edemediği madenler çalışmasın. Avustralya 100 bin dolar veriyor bir madenciye, biz 10 bin dolar veriyoruz yıllık. Buna rağmen bir maden çalışamıyorsa çalışmasın. Niye biz vergilerimizi o kâr hırsları olan insanların kötü şartlarda çalıştıracağı işçilerin zararlarını karşılamak için kullanalım ki? Ve bu açıdan da ne kadarlık bir zararı üstlenmeyi öngörüyorsunuz Sayın Bakan? Karşıyız, geri çekilmesini istiyoruz ama burada bir açıklama yok yani muğlak bırakılmış durumda. Bunun kamuya ne kadarlık bir yükü olacak? Bunu da sizden istirham ediyoruz. Kriterimiz nedir yani zarar karşılamada?
Diğer bir mesele bu asgari ücret meselesi. Şimdi, asgari ücret meselesi yeni yılın son günü gündeme geldi gece yarısı. Biliyorduk, AKP'nin sonuç olarak seçim vaadiydi, 1.300 lira vadetmişti, bunun olacağını biliyorduk. Biz asgari ücret için 2 bin lira önermiştik, MHP 1.400, CHP 1.500 lira ve 1.300 lira olmasını sonuna kadar destekliyoruz. O gece geldiğinde de söyledik ancak bunun bir gece yarısı olmaması gerektiğini söyledik. Ama esas itirazımız şu yöndeydi: 5,3 milyon asgari ücretli var yani bu yıl için 5,3 milyon, 2015 yılında. Şimdi tasarının öngördüğü 1.300 liraya kadar olanın tamamını alması için 3,2 milyon kişiyi daha bu tasarıya katıyoruz. Etti 8,5 milyon kişi. Bu da yetmiyor, "yüzde 10 fazlası" deniyor yani yaklaşık 9,5 milyon kişiye bir teşvik verilecek, işverenlerine, artan maliyetlerinden dolayı.
Şimdi, biz şunu çok iyi biliyoruz: Türkiye'de asgari ücretli gösterme diye bir uygulama vardır, çok yaygın bir uygulamadır, çok yaygındır. Şu anda 5,3 milyonun, hatta sizin tasarıda öngördüğünüz 9,4 milyon kişinin yüzde 50'si, 60'ı, tahminen herkes bir şey söyleyebilir, bence üçte 2'si zaten fiilî olarak 1.300 liranın üzerinde maaş alıyorlar, kesinlikle böyle ve on yıllardır bu düşük gösterme yüzünden kamu çok ciddi anlamda zarara uğratılmıştır. Türkiye'de en zengin yüzde 1, AKP iktidara geldiğinde, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 37'sine sahipken bugün yüzde 55'ine sahiptir. Yani bunu nasıl yaptı? Kâr ettiler, işçileri düşük gösterdiler, düşük gösterip sigorta primini düşük gösterdiler, vergiyi az verdiler, kârları da düşük gösterdiler, zaten kayıt içi uygulamalar sınırlı ve zenginleştiler. Yani işçi fakirleşti, kendileri zenginleştiler. Hem devleti vergi olarak zarara uğrattılar hem işçiyi zarara uğrattılar. İşçi nasıl zarara uğruyor. Diyelim ki fiiliyatta 2 bin lira alıyor ama 1.000 liraya gösteriliyor işçi. Mecburen boyun büküyor işçi. Ama ne oluyor? Kıdem tazminatı hakları, emeklilik hakları, emekli maaş hakları ve pek çok hakkı bu anlamda gasbedilmiş oluyor.
Bu tasarıyla bir adım atılmıştır yani işçilerin o düşük gösterilme hikâyesinin bir kısmı en azından normalleşmiştir ve bu anlamda devletin vereceği bir teşvik olmaması gerektiği şeklinde düşünüyoruz ve bu maddenin de bu anlamda geri çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani işveren biraz işçisini normal göstersin ve düşük gösterenlerin de ödüllendirildiği bir sistem aslında bu. Yani bugüne kadar 2 bin lirayı 2 bin lira gösteren kişi hiçbir teşvik almıyor, 1 lira teşviki yok. Ya yıllardır düzgün göstermiş. Ben piyasadan çok da iyi biliyorum. Yıllardır kuruşu kuruşuna gösteren iş yerleri var, bunu siz de biliyorsunuz, azınlıkta ama var. Ama bunların 1 lira teşviki yok, hep düşük gösteren, 2 bin lirayı bin lira gösteren iş yerlerine, 1.200 lira gösteren iş yerlerinin tamamına biz teşvik veriyoruz. Bu, hakkaniyetli bir şey değil. O anlamda bu tasarının da geri çekilmesini talep ediyoruz.
Bir de şöyle bir şey var: İlla bir teşvik verilecekse -Onu da söyleyeyim yani bu konuda da önergemiz olabilir, birlikte geliştirebiliriz- küçük işletme ve esnaflar zorlanıyorsa... Yani gerçekten de özellikle kalkınmada öncelikli iller vardır ve orada gerçekten fiili olarak asgari ücret verme meselesi daha yaygındır. İyi biliyorum yani bazı illerimiz var orada fiili olarak da asgari ücret verilir ve orada küçük işletmeler vardır. Bunlara dönük bir çerçeve oluşturabilirsek, bunlara dönük bir teşvik oluşturulabilirse ne âlâ ama o da sanıyorum Anayasa Mahkemesinden döner, dönüyor başka bir şey ama başka bir formül bulunmalı. Küçük sermaye, büyük sermaye, küçük esnaf, büyük esnaf ayrımı yapılmadan bu düzenlemelerin bu şekilde getirilmesi yıllardır zaten düzgün vergi vermeyen, işçi ücretini düşük gösteren iş yerlerini ödüllendirmekten başka bir işe yaramaz, doğru düzgün çalışan esnaflara da "Ya, ben kerizmişim; yüksek göstermişim 1 lira teşvikim yok." diye bir duygu getirir ve düşük gösterme meselesini teşvik eden bir anlayışa tekrar bizi sevk eder.
Sayıştay konusundaki eleştirilere katılıyorum. Mutlaka Sayıştay denetiminde olmalı ve o madde de geri çekilmeli diye öneriyorum.
Şimdilik maddelerle ilgili düşüncelerim bunlar.
Teşekkür ederim.