KOMİSYON KONUŞMASI

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Önce, bir suçlamaya cevap vermem gerekiyor. Bizim, Komisyon toplantılarını zamana yayarak engelleme gibi bir politikamız yok; olsaydı, daha ilk günden bunu çok açık ortaya koyardık. Sayın Başkan kendisi tanıktır; çarşamba gecesi meydana gelen saldırılar, Genel Kurulda 7 vekilimize -sayılarını bilmiyorum artık, görüntülerden tespit edilebilir- 100 civarında AKP vekilinin bizzat grup sıralarına giderek yaptıkları saldırının ardından ortamın çok gergin olduğunu, Anayasa'ya bu geçici madde ekleme meselesinin çok ciddi bir mesele olduğunu, önümüzdeki dönemlerde siyasi gelişmeleri temelden etkileyecek bir konu olduğunu belirttim Sayın Başkana, gece saat bir civarında konuştuk bunu. İsterseniz, bir iki gün serinleme süresi ekleyin, bu gerilim varken toplantıları başlatırsak orada bunun devam etmesi ihtimalinin yüksek olduğunu görelim. Anlaşılır bir şeydir, herkes kendine göre bir provokasyondan söz ediyor ama eğer gerçekten ne olup bittiğini görmek istiyorsak bir komisyon kurardık. Bunu da teklif ettim kendilerine bugünkü toplantıda da, geçen günkü toplantıda da. Grup başkan vekillerinden ve gerekirse Komisyon temsilcilerinden üyelerin katılacağı bir ortak komisyon oluşturalım ve görüntüleri birlikte izleyelim; kim ne yapmış, provokasyon nerede oluşmuş, saldırı kimden gelmiş, bunları tespit edelim. O gün Sayın Başkanın odasında yaptığımız toplantıda AKP'nin grup başkan vekili de vardı, kendisi bunu olumlu bulduğunu söyledi. Yani, amacımız, gerilimi düşürmek ve burada gerçekten sözle, fikirle bir çalışma yürütmekti. Eğer bunları daha önce yapmamış olsaydık belki şunu diyebilirdiniz o zaman: "Ya, bunların zaten dertleri bu değil. Gelecekler işte perşembe günü, dertleri çalışma yapmak değil, perşembe günü gelip burada ortamı gerecekler, çalışmaları engelleyecekler, böyle bir karar almışlar." Hayır, Sayın Başkan kendisi tanıktır, bu söylediklerimde en ufak gerçeğe aykırı bir durum varsa kendisi de söyleyebilir.

Baştan itibaren de söyledik, geçirebilirsiniz, sayısal çoğunluğunuz var, burada yapılacak her oylama lehinize sonuçlanır, bunu da biliyoruz. Bizim öyle üç gün ertelemekle elde etmeyi umduğumuz herhangi bir siyasi kazanım da yoktur ama muhalefet partisi olarak ve şu an hedefe konmuş parti olarak bütün argümanları bütün ayrıntılarıyla tartışmak için İç Tüzük'ün ve Anayasa'nın bize tanıdığı imkânları kullanacağız dedim, bunu kendilerine de ifade ettim. Hâlbuki bu, doğal bir haktır elbette. Burada dert, çalışmaları uzatmak değildir arkadaşlar; bizim derdimiz, burada Komisyon çalışmaları vesilesiyle, daha sonra da Genel Kurulda bu tartışmanın, bu meselenin kamuoyunda olabilecek en geniş şekilde bilinmesini, konuşulmasını sağlamaktır. Refah Partisinin -Refah Partisiydi galiba, yanılıyorsam sonra düzeltiriz- engelleme taktiğiyle bazı konuları kamuoyunda tartıştırmayla ilgili daha önce yaptığı pratikleri "En başarılı muhalefet yöntemi." diye savunuyor pek çok arkadaşımız. Bu bir haktır, buna hakkımız var. İktidar olduğunuzda hayata farklı bakmaya başlıyorsunuz ama bu farklılığın ilkeleri de bütünüyle yok edecek noktaya gelmesi kabul edilemez bir şeydir yani kimseye yakışmaz bu. İktidarın istediği, Meclisi olabildiğinde hızlı ve tek yanlı çalıştırmaktır. Şimdiye kadar iktidarlarda genel eğilimdir bu. Anlaşılır bir şey. Bu nasıl anlaşılırsa muhalefetin de Parlamento hukukunun üç yüz yıllık geleneklerinden gelen haklarını kullanması anlaşılır bir şeydir. Bunun için de bizim politikalarımızda burada kavga çıkarmak, burada fiziksel saldırılara yönelecek herhangi bir ortamın oluşmasına yol açmak yoktur. Tekrar söylüyorum, gerilim çıkma ihtimalini çok ciddi gördüğümüz için Sayın Başkanla gece yarısı saat on ikide, birde haberleştik, istişare ettik, "Arkadaşlarla konuşacağım. Ondan sonra karar veririm." dedi. Tek derdimiz vardı: O gerilimin buradaki havayı etkilemesini önlemek; sözle, fikirle bu tartışmaları sürdürmek.

Şimdi, provokasyona gelince Bülent Bey'in üslubunu biraz sivri buluyorum. Çok doğrudan itham etmeye çok meyillisiniz Bülent Bey, bunu lütfen gözden geçirin. Elimizden geldiğince siyasi eleştiri, ağır siyasi eleştiri de yaparız ama diliniz ithama çok yatkın. Provokasyon varsa şunu öneriyoruz, tekrar söylüyoruz: Kim yaptı? 4 partinin temsilcileri bir araya gelsin, isterseniz idare amirleri, Meclis başkan vekilleri bir komisyon kursun, bunun yolları vardır. Bizsek sebebi, bizim arkadaşlarsa, önümüze konursa gereğini yaparız; sizinse gereğini yapın. Burada eğer bunu yapmayıp herkes "En haklı ve en doğru benim." şeklinde söze başlayıp sürdürürse buradan barış ortamı, buradan huzur içinde çalışma ortamı çıkmaz. O nedenle, hani, beş gün sonra kaldırmışsınız ne olacak, şimdi kaldırmışsınız ne olacak? Bizim açımızdan bunun bir farkı yok, beş gün kazanma gibi bir derdimiz de yok. Bunu defalarca söyledik. Tekrar bunu öneriyorum: Evet, koyun önünüze, herkes alsın, kendisi incelesin görüntüleri, istiyorsanız bir ortak komisyon kuralım ve tekrar bunları inceleyelim, herkes görsün ve ortak bir kanıya varmaya çalışalım.

Şimdi, devam ediyoruz. Sayın Bakan Anayasa'ya aykırılık iddialarımızla ilgili değerlendirmelerde bulundu, kendi görüşüdür. Öncelikle şunu söyleyeyim: Anayasa'ya aykırı Anayasa değişikliği diye bir başlık Anayasa hukukunun en önemli araştırma, inceleme ve tartışma konularından biridir, vardır ve bizde de var. Nitekim, 1961 Anayasası'nda farklıydı, 1982'de farklı düzenlendi. Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına baktığınızda da çok çeşitli kararlar görebilirsiniz bu konuda. Anayasa'ya aykırı Anayasa değişikliği diye bir şey var. 1982 Anayasası -Sayın Bakan, gayet açık, okudu hükmü- bunu belli bir çerçeveyle sınırlıyor. Ama, unutmayın, Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş içtihadı teklif kısmına aynı zamanda değiştirilemez ilkeleri ihlal etme kriterini de eklemiştir. Daha açık söyleyeyim: Eğer bir Anayasa değişikliği Anayasa'nın değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez hükümlerini ihlal ediyorsa biraz önce okuduğunuz 148'inci maddeye dayanılarak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir, bunun sayısız örneği vardır. Bu kararların hepsinin doğru olduğunu söylemiyorum ancak bizde yerleşmiş içtihat, Anayasa'nın temel ilkelerine, daha doğrusu değiştirilemez ilkelerine aykırı Anayasa değişikliklerinin de Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebildiğini ve pek çok örnekte de görüldüğü gibi iptal edildiğini ortaya koyuyor.

Burada ise başka bir mesele var. Yani, bir Anayasa değişikliği gerçekleşmiş değil, bir kanun teklifidir bu, herhangi bir kanundur bu şu an önümüzde bulunan. Çünkü, Anayasa'yı değiştiren de kanundur esasen ve şu anda yaptığımız şey, bu kanunun Anayasa'ya açık aykırı olması hâlinde Genel Kurula intikal etmeden müzakeresinin yapılmaması önerisidir. Biz diyoruz ki ortada bir kanun var. Öyle değil mi? Kanun teklifi bu. Bu kanun teklifi, İç Tüzük'ün 38'inci maddesine göre, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna aykırıysa maddelerin müzakeresine geçilmeden Komisyon tarafından reddedilir deniyor.

Şimdi, Anayasa'ya aykırılıkla ilgili söylediklerimize ekleyeceğim bir iki husus var. Sayın Bakan konuşmasında değindiği için şimdi biraz daha açma ihtiyacı hissettim. Bir defa, bu kanunun yasalaşması hâlinde Anayasa'ya geçici bir madde olarak ekleneceğini elbette biliyoruz. Bunun uygulanmasının yaratabileceği sonuçlar var. Anayasa'ya aykırılık iddiası birkaç şekilde gündeme gelebilir. Bunlardan biri, iptal davası açmaktır. Siz de belirttiniz, 110 milletvekilinin imzasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulur. Tek yolu o değil, bunun dışında yollar da var. Bunlardan biri, somut norm denetimidir. Yani, dokunulmazlıklar kaldırılırsa yargılanmasına başlanan herhangi bir milletvekili bunu yargılandığı mahkemede Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla gündeme getirebilir ve oradan da Anayasa Mahkemesine gidebilir. Eğer böyle bir şekilde Anayasa Mahkemesinin önüne gider ve iptal kararı verilirse şu an yaptığınız bütün bu çalışmalar boşa çıkacaktır.

İkincisi: Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı vardır. Bireysel başvuruyla Anayasa Mahkemesinin önüne gelen bir meselede, bir davada eğer Anayasa Mahkemesi burada hakların ihlal edildiğini ortaya koyarsa yine burada yaptığımız bütün çalışmalar boşa gidecektir.

Üçüncü bir yol, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yoludur. Orada da ihtiyati tedbir talebinde de bulunabiliyor. Şimdiye kadarki içtihatlarına baktığımızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin böyle bir değişikliği kendi sözleşme hükümlerine aykırı bularak bir mahkûmiyet, Türkiye'yi mahkûm etme kararını vermesi de çok yüksek ihtimaldir. Böyle bir durumda da yapılan bu çalışmaların hepsi boşa gidecektir.

Ayrıca, şunu belirteyim: Anayasa'ya kalıcı bir madde -bırakın geçici maddeyi- ekleyerek kazanılmış hakları elden alamazsınız. Yani, geçici maddeyle kazanılmış hakları geri almak zaten mümkün değil, evrensel hukuk ilkeleri, Avrupa insan hakları normları ve bizim hukukumuzun temel ilkeleri buna engeldir. Ama, ayrıca, kalıcı bir maddeyle de kazanılmış hakları ortadan kaldıramazsınız. Biz diyoruz ki 83'üncü maddede de değişiklik yapsanız daha önce kazanılmış olan hakları alamazsınız. Nedir bu haklar? Bu Parlamento dönemi, yasama dönemi başladığında dokunulmazlıkların kaldırılması usulü belliydi. 83'üncü maddeye ve İç Tüzük'ün 131 ve devamı maddelerine göre işleyen bir süreçle ancak dokunulmazlıklar kaldırılabiliyordu. Dolayısıyla, biz seçildiğimizde, her birimiz seçildiğinde her birimiz bu hakkı kazanmış oluyorduk. Hangi hakkı? Dokunulmazlıklarımızın ancak Anayasa ve İç Tüzük'te belirtilen usul ve esaslara göre kaldırılması hakkını kazanmıştık. Şimdi, siz isterseniz yepyeni bir anayasa yapın, gene bu hakkı alamazsınız. Dolayısıyla, "Parlamento, Anayasa'yı istediği gibi değiştirir, isterse yepyeni bir Anayasa yapar." görüşü politik olarak benim de esasını doğru bulduğum bir görüştür fakat yine hem politik hem hukuki olarak göz önünde bulundurulması gereken bir husus vardır; hiçbir parlamento sıfırdan, tamamen, önünde beyaz kâğıt var gibi çalışmaz. Anayasa'yı değiştirmenin de usulü vardır, bunu da mevcut Anayasa koymuştur. Bu Anayasa'nın tamamını değiştirmek isterseniz yine bir usule uymak zorundasınız. Eğer bu usule uymadan "Ben yaparım." diyorsanız bu ancak çoğunlukların hukuku tanımayan, dolayısıyla fiilen "darbe" anlamına gelen bir icraatı olur. Bu gerekleri dikkate almadan yapılacak değişiklikler, o nedenle, baştan Anayasa'yı, evrensel hukuk ilkelerini ve bizim taraf olduğumuz uluslararası insan hakları belgelerinin normlarını ihlal eder. Biz hem bu Anayasa'ya evrensel normlara ve insan hakları standartlarına aykırı bir girişim yapmamanız için uyarılarda bulunuyoruz. Neden bu yapılanın Anayasa'ya, evrensel ilkelere ve insan hakları standartlarına aykırı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz, alternatifini de gösteriyoruz.

Yine, Sayın Bakan dedi ki: "Milletvekilleri arasında bir ayrım yapılmıyor. Zaten dosyası olan bütün milletvekillerinin dosyası gidiyor. Dosyası olmayanların dosyası gitmeyecek." Ama unutmayın, 26'ncı Dönem milletvekilleri arasında bir ayrım yapmış oluyorsunuz. Bu anayasa değişikliği kabul edilirse onun kabul edildiği tarihe kadar olan dosyalara farklı bir hukuk ama aynı yasama dönemi devam ederken o tarihten sonraki dosyalara ayrı bir hukuk uygulanacak. Bu iş eşitlik ilkesine temelden aykırıdır Sayın Bakan. Dolayısıyla, burada "Bir ayrım yapılmıyor." değerlendirmenizi doğru bulmadığımı ifade edeyim. Bir husus daha var: Bu Komisyon tabii ki suçlu, suçsuz değerlendirmesi yapmıyor ama şimdi Cumhurbaşkanı, o dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan'ın 28 Temmuz 2010 Kütahya konuşması var ve ardından pek çok başka beyanı da var hem Sayın Erdoğan'ın hem de AKP yetkililerinin. Şunu açıkça söylüyorlar: Bir kamu görevlisinin bile yargılanması için bir prosedür vardır. Eğer soruşturmaya yer olmadığı kararı verirse bir kurul, kanunun öngördüğü kurul, bir kamu görevlisini yargılayamıyorsunuz. Dokunulmazlık da tam da Parlamentonun kendi üyelerini önce dinleyip, dosyaları kendisinin önce tartışıp gerçekten temelsiz mi, gerçekten siyasi amaçlı mı, gerçekten yasama faaliyetlerini engellemeye yönelik mi sonucunu ortaya çıkarmak için bir usul öngörmüştür, dokunulmazlıkların kaldırılması usulünü. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulü bir imtiyaz değil, siyaseti, Parlamentoyu ve demokrasiyi savunmak için oluşturulmuş, doğmuş bir uygulamadır. Bizde de doğmadı bu. Üç yüz elli yıllık Parlamento mücadelesinin gereklerinden, kazanımlarından bir ürün olarak, değerli, önemli bir ürün olarak ortaya çıkmıştır.

Bizim bir önerimiz var, öneriyi gündeme aldığımızda zaten ayrıntılı söyleyeceğiz. Dokunulmazlıklar hiçbir şekilde kaldırılmasın demiyoruz. Dokunulmazlıklar iki türlü kaldırılabilir. Bu şekilde, geçici hükümle, demin saydığım Anayasa ilkelerine, evrensel hukuk ilkelerine ve insan hakları normlarına aykırı davranarak değil, çok daha makul ve bunlara aykırı düşmeyecek bir yöntemle kaldırılabilir.

Sayın Başkan, milletvekillerinin fazla sohbet ettikleri görülüyor kendi aralarında. Dinlemeye mi gelmişler yoksa burada sohbeti sürdürmeye mi gelmişler bilemiyorum.

BAŞKAN - Dinliyoruz.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Efendim ama sınıfın intizamını, nizamını, düzenini sağlamaya yetkiniz var.

BAŞKAN - Konuşanları tahtaya yazacağım.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Şimdi, birbirimizi dinlersek daha iyi olur diye düşünüyorum.

Nedir bu yollar? Birincisi: Olağan yoldan getirebilirsiniz yani 83'üncü maddeye ve İç Tüzük'ün 131 ve devamı maddelerine uygun olarak bir süreç işletebilirsiniz, bunun için bir yöntem de bulunabilir. İlk dosyadan başlayarak hızla hepsini Komisyona getirebilirsiniz. Faydası nedir? Faydası şudur: Her milletvekili kendini, en az 3 kere, mensubu olduğu Parlamentonun zemininde savunma hakkına sahip olacaktır. Acaba hazırlanan fezlekeler bir siyasi operasyon amaçlı mıdır yoksa gerçekten suçluları yargılamak için getirilmiş dosyalar mıdır? Bunları bu zeminlerde tartışılabilir. Birincisi, karma komisyona gelir, karma komisyon bir hazırlık komisyonu oluşturur, her iki komisyonda da milletvekilleri kendi değerlendirmelerini o fezlekelerle ilgili paylaşırlar, en son Genel Kurula gelir. Genel Kurulda da bu görüşmeler yapılır ve yine kendini anlatır, bu fezlekelerle ilgili görüşünü anlatır ilgili milletvekili. Ondan sonrası Genel Kurulun iradesine bağlıdır, kaldırır ya da kaldırmaz.

Şimdi, milletvekilinin kendi mensubu olduğu Parlamentoda kendini anlatma, olası komploları boşa çıkarma, bunları Parlamento üyeleriyle paylaşma hakkını, imkânını elinden alıyor bu teklif. Nereye götürüyor? Doğrudan doğruya yargıya götürüyor. Doğrudan doğruya yargıya götürdüğümüzde neler olacağını öngöremezsiniz, bunu daha önce de söyledik, doğrudur. İktidarın yargının her alanını mutlak olarak kontrol ettiğini iddia etmiyoruz ama son iki yıldaki tartışmalar HSYK ve kürsü hâkimlikleri ve savcılıklarında yapılan atamaların, yapılan yer değiştirmelerin nasıl bir amaca yönelik olduğu çok geniş örneklerle ortaya konabilir. İktidarın yargıya doğrudan ve açık müdahalesi vardır. Bunu, inşallah, başka zeminlerde daha ayrıntılı olarak Sayın Bakanın da hazır bulunacağı şekilde tartışırız. İktidar, özellikle, sulh hukuk hâkimlikleri aracılığıyla pek çok olaya istediği gibi müdahale edebilmektedir, yön verebilmektedir.

İkincisi, çeşitli provokasyonlara açık olduğunu görmenizi isteriz Sayın Bakan. Eğer iddia ettiğiniz gibi hâlâ -yani partinizin çeşitli sözcülerinin iddia ettiği gibi- yargıda cemaat ağırlığı varsa ayrıca oradan da nasıl sonuçlar çıkabileceğini öngöremezsiniz. Yargıda her türlü manipülasyona açık bir yol ortaya çıkıyor bu değişiklikle. 129 milletvekili, bu 130-135 de olabilir, bunların 100'ünün tutuklandığını düşünün, Parlamento işlemez hâle gelecektir. Nitekim, 17-25 Aralık gündeme geldiğinde "Biz bu mahkemelere nasıl güveniriz? Şimdi, eğer bunları yargıya intikal ettirirsek bunlar bizi deviren sonuçlar doğuracaktır. Yargıdan çıkacak kararlar bu Hükûmeti devirme gibi bir sonuç yaratacaktır." diyenler sizlersiniz. Şimdi, aynı tehlike gene gündemde, 100 veya 100'ün üstünde, hepsini geçin, 59 milletvekilimiz var, bizim tamamımızın tutuklandığını düşünün, söylemeye gerek görmüyorum, bu sözleri söylemeyi de hamaset havası verdiği için gerçekten sevmiyorum, hiçbirimizin korkusu yok, tekrar etmeme gerek yok bunu fakat bunun yaratacağı tahribatın faturasını hep birlikte ödeyeceğiz ama en çok, bu yolu açanlar ödeyecektir. "Darbe" derken kastettiğimiz bir nokta da budur arkadaşlar, Meclisi HDP'siz bırakma; bunun diğer anlamı, 5 milyonu temsiliyetsiz bırakmadır. Sürekli olarak terörle mücadele çerçevesinde değerlendiriyorsunuz bu dokunulmazlıklar meselesini, bunu defalarca söyledik, bizim siyasi parti olarak demokratik zeminler ve demokratik siyaset dışında herhangi bir yöntemimiz, herhangi bir çalışma alanımız yok. "Terörle mücadele" dediğimiz şeyin de nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin, bu tür konuların nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin çok ayrıntılı değerlendirmelerde bulunduk bugüne kadar, bugün de bulunuruz; şimdilik onu bir kenara bırakarak şuradan devam edeyim: Siyasetçilerin dokunulmazlığının kaldırılması, genellikle -tırnak içinde- terörle mücadele denilen yöntemlerde hükûmetler ateşi daha da alevlendirip ülkeyi yönetemez duruma geldiklerinde başvurdukları yoldur; 1994'te de bu yola başvurdular, köyleri yaktılar, binlerce köyü yaktılar; kimse bunu inkâr etmiyor artık, milyonlarca insanı yerinden yurdundan ettiler, 10 binlerce insan faili meçhule kurban gitti ve altından kalkamadılar. Orada yarattıkları yıkıntının hesabını ödememek için, o zaman Mecliste bulunan DEP milletvekillerini günah keçisi hâline getirdiler, sanki onların politikalarının başarısızlığının sebebi burada siyasi temsilin bulunmasıymış gibi bir hava yarattılar. Evet, attılar milletvekillerini o dönem Parlamentodan, hapislere de koydular, birini de katlettiler, Mehmet Sincar'ı. Peki, ne oldu? Bu sorun çözüldü mü? Daha mı yayıldı, daha mı derinleşti? Neredeyse kangren hâline geldi. Meclisten atılmış insanların kendilerini nasıl hissedeceklerini o zaman yaşananlara bakarak çok iyi anlayabilirsiniz. Bugün bizlerin hepsini Meclisten atın, eğer gücünüz yetiyorsa Anayasa'yı değiştirin, mahkemeleri kullanın; peki, bunun seçmen olarak en az 5 milyon kişiyi siyasetin dışına atmak anlamına geldiğini bilmiyor musunuz? Ne yapacaksınız o 5 milyon kişiyi? O 5 milyon seçmen; ekleyin, katlayın 10 milyon, 11 milyon, 12 milyon; ne yapacaksınız? Yeniden bir seçim oldu, yeniden seçildiler. Bir gün biri çıkıp da şu öneriyi yaparsa bu mantık o öneriyi kabul etmeyi gerektirmez mi? Şu öneriyi "Milletvekillerini attınız, bu 5 milyondan, 10 milyondan da kurtulmanın yolunu bulalım." derse ne yapacaksınız? Ya da "1994'te atıldılar vekillerimiz, başka zamanlarda hırpalandılar, başka zamanlarda engellendiler; bizim ne işimiz var bu Parlamentoda, neden vekil gönderiyoruz?" derse bu 10 milyon, bu, bölücülüğün dik âlâsı olmaz mı? Ülkenin bütün halklarının kardeşçe, bir arada yaşamasının sigortasıyız burada biz HDP'liler olarak. Hiçbirimizin Parlamentoda herhangi bir ikbal derdi yoktur, HDP'den milletvekili seçilmek ne maddi kazanç getirir ne de makam, mevki; bireysel hayatların çok daha zor hâle geldiği bir yeni yaşam tarzı yaratır. Bizlerin, Parlamentoda bulunmak, milletvekili sıfatını kullanmak, milletvekili sıfatına bağlanmış üç beş tane -tırnak içinde- imtiyazdan yararlanmak gibi ne bir isteğimiz ne bunlara hevesimiz ne de düşkünlüğümüz vardır ne de olmuştur. Mesele biz değiliz; bizler, tek tek şahıslar, milletvekilleri değil mesele. Mesele, bu ülkede bu yangını nasıl söndüreceğimiz meselesidir. Ortada bir yangın vardır, bu yangın, otuz küsur yıldır çok sıcak bir şekilde devam ediyor.

Çok doğru bir yöntem benimsendi, diyalog, görüşme, 2009'da da yapıldı. O zaman da davet edilen aydınlardan biriydim. O zaman da bu sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin İçişleri Bakanlığının Polis Akademisinde yaptığı toplantıda fikirlerimi bütün ayrıntılarıyla anlattım, şimdiki fikirlerdi. Tutanakları vardır, kayıtları vardır, aynısını söyledim. 2013'te başlayan süreç, Hükûmetin doğru bir siyasi tercihiydi. Bunun nasıl devam etmesi gerektiği konusunda o zamanlar da hem Akil İnsanlar Heyeti üyesi olarak hem de akademisyen olarak fikirlerimi söyledim. Bu söylediklerimden bir tek kelimesi farklı değildir. O süreç eğer kurumsallaştırılsaydı, gerekleri yerine getirilseydi biz bu yangını bugün söndürmüş olurduk. Ama "Yangınla baş edemeyen, yangının sönmesini sağlayamayan başka yerleri de yakar." mantığı şimdi burada da devrededir. Bu yangın yayılıyor arkadaşlar. Dokunulmazlık meselesi, bu yangınla nasıl uğraşacağımız meselesidir.

Tekrar, tekrar söylüyoruz: Bizim amacımız, demokratik siyaset, kurumsallaşmış müzakere ve adil çözümdür. Bunun yolları da vardır, yöntemleri de vardır, hem Türkiye'nin artık birikmiş bir tecrübesi bulunmaktadır hem de dünyada sorunu bu şekilde çözmüş halklar, toplumlar mevcuttur. Bütün bunlardan yararlanarak sorunu çözebiliriz, en azından, bu yangını çok kısa bir sürede kontrol altına alır, sonra da eğer doğru yolda yürürsek söndürebiliriz ama şu an yapılan şey yangına su dökmek değil, benzin dökmektir.

Bu yaptığım konuşmayı lütfen kimse şantaj olarak almasın, anlamasın. Aynı şeyleri -dediğim gibi- 2009'da bakanlarınıza, 2013'te defalarca görüştüğüm Sayın Erdoğan'a, Sayın Davutoğlu'na ve başka bakanlarımıza da hem yazılı hem sözlü olarak ilettim, elbette bu benim şahsım; bir de partimizin temsilcileri, sözcüleri, yetkilileri defalarca iletti. Konuştuğumuz konunun ne anlama geldiğini, yapılacak değişikliğin ne gibi sonuçlar doğuracağını yeniden değerlendirmenizi istiyorum.

Elbette, bugün yaşananlarla ilgili son bir söz, başta yaptığım öneriyi tekrar ederek son bir söz: Sayısal çoğunluğunuz var, şahıs çoğunluğunuz da var; evet, pek çok yerde engelleme yapabilirsiniz. Emin olun, tarih, yaptığınız her bir haksızlığı karşınıza çok gecikmeden çıkaracaktır, kim yaparsa yapsın ama en büyük zorbalık çoğunluğa dayanarak yürütülen bastırmadır, bunu yapmayın. Çoğunluğun kendi hedeflerini ve yöntemlerini dayatması, hukuku ihlal ederek veya fiziksel şiddetle ihlal etmesi zorbalıkların en yıkıcı olanıdır. Bunlara tevessül etmeden, burada, bu Parlamento zemininde ve başka demokratik siyaset alanlarında pek çok sorunumuza çözüm bulabilecek bir birikime ve sağduyuya Türkiye toplumunun sahip olduğuna inancım tamdır.

Bu duygularla hepinize teşekkür eder, selamlarımı, saygılarımı sunarım.