Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1028) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 1 |
Tarih | : | 02 .05.2016 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen toplantıda esas Anayasa'ya aykırılık önerimize ilişkin söz almıştım ve henüz sözüme başlamamışken maalesef ara verildi fakat şeye geçmeden önce, Anayasa'ya aykırılık iddialarımıza devam etmeden önce çözmemiz gereken birkaç mesele olduğunu ve buna dair görüşlerimizi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, gördüğünüz üzere, Komisyon Başkanı olarak da takdir edeceğiniz üzere, şu anda salon tıkış tıkış ve gerçekten nefes almakta zorlanıyoruz. Geçen toplantıda da bunu önemle ve ısrarla ifade etmiştik yani Anayasa Komisyonunun çalışmalarının herkese, milletvekillerine özellikle açık olduğunu ve bu Anayasa Komisyon toplantısının diğer toplantılardan çok önemli bir farkı olduğunu, yani sadece 129 milletvekilinin dokunulmazlık dosyası olduğunu, ayrıca 550 milletvekilinin de bu değişiklik önerisinin görüşülmesi sırasında burada bulanma isteminde bulunabileceğini ve buna dair Komisyonunun bir "hayır" cevabı veremeyeceğini ifade ettik. Bu şartlarda ne kadar uzun süreli dayanılabilir emin değilim ama gerçekten çok zor koşullarda çalışıyoruz ve şu anda içeride daha basın bile yok, sadece yazılı basından arkadaşlar var, basın mensupları yani bunu tekrar değerlendirmemiz gerekiyor. Tekrar ediyorum, Anayasa Komisyonunun görüşmeleri için yer konusunu Meclis Başkanlığıyla tekrar görüşüp tartışmaları daha rahat yürütebileceğimiz daha ferah bir yer teminini mutlaka bulalım diye öneriyoruz.
İkincisi; Sayın Başkan, geçen toplantıda, hatırlayacağınız üzere bizim üç temel talebimiz olmuştu.
Bir; basın mensuplarının Anayasa Komisyonu çalışmalarını izlemesinin önemli olduğunu; şeffaflık açısından Türkiye'nin geleceğini, demokrasisini, Meclisin gerçekten bu darbe teklifine karşı tutumunun ne olacağı, Türkiye halklarının, Türkiye kamuoyunun ve dünya kamuoyunun bunu izleme hakkı olduğunu ve basının dışarıya çıkarılmamasını talep etmiştik.
İkincisi danışman arkadaşlarımıza yönelikti; üçüncüsü de mekândı.
Şimdi, danışman arkadaşlarımız üzerinden geçen perşembeden bu yana tam anlamıyla, basın üzerinden özellikle Hükûmet yetkililerinin bir linç kampanyası yürüttüklerini görüyoruz. Benzer konularda olduğu gibi yine kollarını sıvamışlar, yani şimdi bu sefer hedefe HDP'yle birlikte, milletvekilleriyle birlikte grubumuz ve bizlerin danışmanları oturtulmuş durumda ve bu sözler yenilir yutulur, tartışılabilir sözlerden uzaktır; bunu öncelikle ifade etmek istiyorum. Sadece birkaç gazete manşetini söyleyeyim: "Mecliste Danışman Terörüne Geçit Yok.", "Meclis Kapısından Geçemeyecekler." Sayın Başbakan bunu söylüyor; bu konuşmanın ayrıntısı da var: "Kapının önünden bile geçemeyecekler." diyor. Yine, başka bir beyan aynı şekilde danışmanlarımıza yönelik "Geçemeyecekler." diyor. "Utanmasalar Komisyona hendek açacaklar." Yine bunu Başbakan söylüyor. "Danışman değil kiralık eşkıya.", "Vandallar." söylemi de vardı; yine Başbakanın söylemi.
Başka bir şey, Star gazetesi manşetten vermiş. "Kandil Meclise İndi. Danışarak Dövüştüler." üst manşetiyle "Dokunulmazlıkların kaldırılmasını önlemek için terör estiren HDP'li vekillerin Meclise soktukları PKK'li danışmanlarının talimatlarıyla hareket ettikleri belgelendi."
Başka bir gazete "Eşkıyalığa Büyük Tepki." diye, bizim fotoğraflarımız var, milletvekillerinin; Anayasa Komisyonu üyeleri de dâhil buna.
Yine, Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş'ın beyanı var -gerçekten okurken bile büyük bir elem duyuyorum- "TBMM'de kimse terör estiremez. Kimsenin terörist faaliyet yürütmelerine AK Parti müsaade etmez. Orası teröriste sırtını dayayıp konuşulacak, teröristin dipçik korkusuyla eline yazıp verdiklerini okuyacak bir yer değil. 78 milyonu incitecek söz söyleyemezsiniz. Milletvekili olup maaş alacaksın, teröristin açtığı çukurdan kurşun sıkacaksın. Buna milletvekili denmez. Bunlar teröristtir. Teröristin yeri TBMM değildir. TBMM'de dün HDP'li milletvekilleri ve danışman bozuntularının yaptıklarını içime sindiremiyorum. Biz hiçbir zaman şiddete başvurmadık. Her zaman toplumsal barışı savunduk. Meclis Başkanı bu iddiaları araştıracaktır. Meclisin sıraları ve komisyon sadece milletvekillerine aittir. Orada danışman kılıklı adamları oturtup Meclisi işgal ettiremezsiniz. Tanıdığımız Meclis Başkanımız İsmail Kahraman Bey muhakkak gereğini yapacaktır diye ümit ediyorum. HDP'li milletvekilleri ve danışman bozuntularının AK PARTİ'li milletvekillerine, yasama görevini yapmaya çalışan milletvekillerine yaptığı saldırıyı içime sindiremiyorum."
Biz bu konuşmaları ve bu ithamları Elitaş'a aynen öncelikle iade ediyoruz. Kendisi bu Parlamentonun sahibi değil, Başbakan da yasamanın başkanı ve sahibi değil, kendisi yürütmenin başı ve Başbakan sıfatıyla onun sözleri, onun talimatları, onun emirleri sadece AK PARTİ'yi, kendi grubunu bağlar; bize bu şekilde ithamda bulunamayacağı gibi bizim aynı yollardan geçerek geldiğimiz Parlamentoda bizim idare amirimiz gibi ya da bizim askerî sistemde, hiyerarşik sistemde bizim üstümüz gibi böyle bir beyanda bulunamaz. Burası eğer demokratik bir ülkeyse, hâlâ bu iddia devam ediyorsa, hâlâ biz Anayasa'ya bağlı bir çalışma yürütüyorsak hiç kimse bize ne -tırnak içinde söylüyorum- teröristlik iddiasında bulunabilirler ne de danışman arkadaşlarımıza, danışmanlarımıza "bozuntu, kiralık vandal, eşkıya" diyemezler. Bunun hesabını önce biz soracağız. Hiç kimse bize bu dille kamuoyu algısı yaratarak, sonra da haksız, hukuksuz, keyfî Anayasa değişiklik önergelerini geçirmeyi düşünüyorlarsa yanılıyorlar.
Ayrıca geçen toplantıda da ifade ettiğimiz gibi perşembe günü var olan gerilim bizim asla ve asla Anayasa Komisyonunu çalıştırmama ya da buradaki tartışmaları önleme gibi bir gayeye dayanmıyordu, bugün de o düşüncede değiliz. Biz burada her türlü sözümüzü, düşüncemizi, gerekçelerimizi açıklayabilecek olgunlukta, yeterlilikte ve derinlikteyiz. Biz aynen Hükûmet sıralarında oturan, muhalefet sıralarında oturan milletvekilleri gibi aynı prosedürle ve demokrasilerin en önemli olgusu olan halk iradesiyle buraya gelmiş durumdayız. Hiç kimse bizim üstümüz değil, biz de hiç kimsenin astı konumunda değiliz. Size sadece çarşamba günü hatırlatıp kamuoyunun bu konuda dört gündür nasıl yanlış yönlendirildiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum. Çarşamba günü akşam Kolluk Gözetim Komisyonu Kanun Tasarısı'na ilişkin görüşmelerde 150 iktidar partisi milletvekili bizim Meclis grubunda bulunan 7 arkadaşımızı linç etmek üzere girişimde bulundular. Aynen sizlerin söylediği gibi bizim elimizde de görüntüler var. Kimin nasıl saldırdığını, nasıl eşkıyalık yaptığını, orada kürsüdeki milletvekiline nasıl saldırdığını çok inceledik, defalarca inceledik. Orada kadın arkadaşlarımıza, diğer milletvekili arkadaşlarımıza linç girişiminde bulunulduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi gelip burada "Vallahi HDP'liler bize saldırdı." demek en ucuz tabiriyle ikiyüzlülüktür. Gerçekten daha ağır cümleler kullanmak istemiyorum. Bugüne kadar Mecliste çok büyük tartışmalar yaşandı. Doğru, hiç istemediğimiz, asla tasvip etmediğimiz ve bugün de tasvip etmeyeceğimiz görüntüler yaşandı ama hiçbir zaman 7 kişilik -o saatte bulunan- gruba 100-150 kişilik grup aynen eşkıyalar gibi saldırıp "Oradan ineceksin, seni indireceğiz, orada konuşamazsın." diyerek fiziki saldırıda bulunmamıştır. 3 arkadaşımız doktor raporu aldı. Hâlâ kollarını kullanamıyorlar. Bizim bir arkadaşımızın elini kalemle delecek kadar gözleri dönmüş bunların. Bu nedenle bu görüntüleri de gerçekten bu kadar hassaslarsa Başbakan bakanlar ve Hükûmet ve Meclis Başkanı öncelikle o görüntüleri tekrar inceleyip bu konuda bir suhulet sağlaması lazım. Bu görüntüleri ve bu yaşananları kapatmak üzerinden danışmanlarımıza ve bize saldırmaktan onlara ekmek çıkmaz. Çünkü biz burada haklı konumda olduğumuz için haklılığımızı perdelemek, kapatmak, kamuoyuna farklı bir resim vermek amacıyla tümüyle -demin- gerçekten hiçbir rejimde, hiçbir aslında iktidarın söylememesi gereken, asla ağzına almaması gereken sözlerle grubumuz, grubumuzun danışmanları partimiz ve partimize oy veren milyonlarca insan aşağılanmaktadır, dışlanmaktadır, tehdit edilmektedir yani biz, bu tehditlere karşı zaten boyun eğmeyeceğimizi, bugüne kadar da asla eğmediğimizi bütün Türkiye ve dünya kamuoyu bilir çünkü biz meşruiyetimizi ve çalışmalarımızın dayanağını AK PARTİ'den almıyoruz, Başbakandan da almıyoruz, Cumhurbaşkanından da almıyoruz, bizi buraya gönderen halktan alıyoruz, halk iradesinden alıyoruz ve Anayasa'dan alıyoruz.
Sizin arkanızda duran milletvekili arkadaşın da gülümsemesine gerek yok, hiç komik şeyler anlatmıyorum burada. Gayet başrolde oynuyorsunuz.
BAŞKAN - Devam edelim. Lütfen...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, evet, deminden beri gülüyor, lütfen izleyin yani böyle dalga geçerek, oradan... (Gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar... Lütfen... Sakin olun. Lütfen Meral Hanım'ı dinleyelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bizim izlediğimiz görüntülerde sizin darbedenlerin başını çektiğinizi de çok iyi biliyoruz, çok iyi biliyoruz yani merak etmeyin.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Hiç öyle bir şey yok.
BAŞKAN - Meral Hanım...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, bizim partimizin siyasi kültüründe... (Gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar, sakin olur musunuz... Lütfen...
Meral Hanım tamamlayalım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Devam ediyorum. Bizim partimizin...
BAŞKAN - Ama yani konuya gelelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Burayı bitiriyorum zaten.
...siyasi kültüründe her alanda olduğu gibi danışmanlara yaklaşımı da farklılık arz ediyor. Gerçekten hâkim olan anlayışa göre... (Gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar, sakin olur musun lütfen. Sessiz olalım. Hatibi dinleyelim sükûnetle.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Hâkim anlayışa göre danışman, fikrine danışılan, vekili veya çalıştığı parti grubu için fikir üreten, gerekli araştırmaları yapan, gerekli belgeleri toplayan kişi. Sadece bu işleri yapan kişi olarak tabii ki biz onların hizmetlerini alırız ve onlara danışırız. Bizler için danışmanlık asla bizim çantamızı taşımaları değildir, asla bize fiziksel anlamda yardımcı olacak kişiler de değildir. Bizler açısından danışmanlık Soma'da somut bir örneğini gördük. Soma katliamından sonra faciada yakınını kaybetmiş olanları tekmelemek de değildir. Bizim böyle bir rolümüz, danışmanlara verdiğimiz böyle bir rol yoktur. Sayın Cumhurbaşkanının danışmanının, nasıl, müşavirinin, Yusuf Yerkel'in tekme attığı bugün gibi hafızalarımızdadır...
("Sayın Cumhurbaşkanımızı karıştırmayın!" sesi)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - ...ve maalesef bugün...
BAŞKAN - Gerekeni yaptı onunla ilgili, gereken yapıldı.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - ...o tekme yiyen...
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Siz...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Size sormadım, ben Komisyona anlatıyorum.
BAŞKAN - Tamam... Arkadaşlar...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bizim için danışmanlar, Meclisin en temel işleri olan denetim görevini sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmemiz için bizleri gerekli bilgi ve belgelerle besleyen, Meclis faaliyetlerinin daha sağlıklı ve verimli yürütülebilmesi için kafa yoran kişilerdir. Danışmanlarımızın hepsi bu bilinçle hareket eden gerek grup olsun gerekse de milletvekili danışmanı olsun belli konuda uzmanlıkları bulunan ve bu uzmanlıklarıyla bizlerin yasama faaliyetine gerekli desteği sunan kişilerdir. Bununla birlikte bizim danışmanların görevi asla tetikçilik değildir. Bu konuda görüntüleri birlikte izlemeye hazır olduğumuzu, Komisyon üyeleriyle birlikte, tekrar etmek istiyorum. Biz bu yayınlarla ilgili, Meclisteki saldırıyla ilgili tabii ki gerekli hukuki süreçleri başlatacağız, suç duyurularında bulunacağız ancak Meclis Başkanlığının, Genel Sekreterliğinin, Hükûmetin bir organı gibi, yasamanın değil de Hükûmetin bir organı ve emir alan bir kurum gibi bu incelemeleri yapıp kamuoyuna açıklamalar yapmasının da en basit tabiriyle Anayasa tanımazlık, hukuk tanımazlık, kuvvetler ayrılığını reddetmek olduğunu sizin aracılığınızla ifade etmek istiyorum. Ve sizin Komisyon Başkanı olarak -buradaki Komisyon üyelerine atfen söylüyorum- gerçekten Komisyonunuzda yapılan bir çalışmaya dair bu tip ithamların, bu tip hakaretlerin, bu tip tehditlerin...
Gerçekten insanın sinirini bozuyorsun.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sırrı Bey bana...
BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Asla ciddiye almayacağımızı ifade etmek istiyoruz ve Sayın Başkan, sizin de bu konuşmalara ilişkin, danışmanların çalışmaları...
Lütfen, dikkatle izleyin...
BAŞKAN - Hakan, bir yer değiştirseniz...
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Niye yer değiştireyim canım!
BAŞKAN - Tamam da anladım yani... Meral Hanım...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bu konuda sizin de bir açıklama yapmanızı gerçekten talep ediyoruz çünkü danışman arkadaşlarımızı bu konuda bir çift sözle...
BAŞKAN - Lütfen Hakan... Lütfen... Kesmeden dinleyelim. Ama konuya dair de gelelim artık Meral Hanım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Biz de güleceğiz biraz sonra o zaman. Kahkahayla konuşalım. Olur mu öyle şey?
BAŞKAN - Meral Hanım...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Ciddi bir şey yapıyoruz burada.
BAŞKAN - Karşılıklı değil, Komisyona hitap edelim.
Buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, bu taleplerimi ilettikten sonra, yani bu linç kampanyasının, tümüyle kamuoyu algısını yönetmeye yönelik olduğunu, danışmanlarımızı hedefe koymanın da bu değerlendirmelerden, Anayasa çalışmasından ve bu hukuksuzluğu gizleme amacını taşıdığını bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, geçen toplantıda Anayasa'ya aykırılık iddiamıza ilişkin, hatırlarsınız, bir önerge vermiştik. Anayasa Komisyonu, İç Tüzük'e göre de Anayasa'mıza göre de ve birçok açıdan Meclisin en önemli Komisyonudur çünkü Anayasa'ya uygunluk denetimi yapar; buraya gelen değişiklik önergelerinin, kanun önergelerinin ilk başta, hiç esasa girmeden, başka hiçbir tartışma yapmadan o teklifin, o önerinin Anayasa'ya uygun olup olmadığını denetlemek, görüşmek, tartışmak ve bunu karara bağlamak en temel görevidir.
Bu nedenle, şu anda önümüzde duran, Anayasa'yı değiştiren, 83'üncü maddesini askıya alan değişiklik önergesinin, teklifinin Anayasa'ya uygun olmadığını, Anayasa'nın birçok maddesini ilga ettiğini, bu konuda sadece 83'ü değil, 85'i de ortadan kaldırdığını geçen toplantıda da ifade etmiştik.
Şimdi, buna ilişkin gerekçelerimize gelince...
BAŞKAN - Şimdi, Meral Hanım...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Bir saniye...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Buyurun.
BAŞKAN - Şimdi, önergeniz geldi fakat usul şöyle bu önergelerle ilgili: Öncelikle, İç Tüzük 38'e göre Anayasa'ya aykırılık önergesi öncelikle görüşülür, iddiası görüşülür. Geneli üzerindeki görüşmeler tamamlandıktan sonra -başka önergeler de muhtemelen gelecek, öyle gözüküyor- ilk oylayacağımız, ilk üzerinde tartışacağımız önerge Anayasa'ya aykırılık önergesi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Evet.
BAŞKAN - Yani onu işleme aldığım zaman, üzerinde yeniden bir konuşma, bir tartışma açılacak, onu belirteyim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - O zaman yine konuşuruz. Şu anda gerekçe üzerinde, özellikle bu değişiklik önerisinin gerekçesi üzerinde durmak istiyorum. Anayasa'ya aykırılıkta, tekrar, derli toplu görüşlerimizi sunacağız ancak şimdiden birkaç hususun altını çizmek istiyorum.
Şimdi, bu gerekçede de ve kamuoyunun ezici çoğunluğunun -"ezici" diyorum, altını çizerek söylüyorum- kanaati ve gerçek de şudur: Bu değişiklik önerisi, sadece Halkların Demokratik Partisi milletvekillerine yani bize karşı getirilmiş bir değişiklik önergesidir. Değişiklik önergesinde, tüm milletvekillerinin dokunulmazlıklarının yani şu anda mevcut dokunulmazlıklarının kaldırılmasına dair kapsayıcılığı asla gerçek değildir, hakikati yansıtmıyor. Bu, sadece kamuoyunun algısını değiştirmeye, işte, "Herkesin dokunulmazlığını kaldırıyoruz, işte, sadece HDP'liler değil, AK PARTİ'liler de var, CHP'liler de var, MHP'liler de var." demek için, bir savunu üzerinden aslında böyle bir teklif geliştirilmiştir.
Zaten bunu da, gerekçeyi yazanlar gerçekten büyük bir açık yüreklilikle de yazmışlar. Yani onların hakkını da yemeyelim. Her ne kadar biraz farklı, dolambaçlı yollardan gelmişlerse de aslında şunu da çok net bir şekilde itiraf etmişler. Demişler ki -diğer paragraflarda yer alan açıklamalar ilk iki paragrafla hiç bağdaşmıyor- önce, en kapsamlı terör mücadelesi verilirken bazı milletvekillerinin teröre ve teröristlere destek sağladığı, bunun kamuoyunda büyük infiale yol açtığı belirtiliyor; sonra, Meclisteki bütün dosyalar için dokunulmazlıkların kaldırılması önerilerine atıf yapılarak en az sekiz ay sürecek görüşmelerle Meclisin kilitlenmemesi gerekçesi söyleniyor.
Geçen toplantıda da ifade etmiştim, gerekçede, gerçekten iyi bir matematiksel hesap yapılmış. Tabii, siyaset ve matematik her zaman birbirini desteklemez. Yani siyasette, geçmiş siyasetçilerin dediği gibi, gerçekten yirmi dört saat, bazen on iki saat -bazen on iki saat- tüm geleceğimizi, tüm yaklaşımlarımızı yerle bir edecek, değiştirecek gelişmelere de gebe olacaktır.
Şimdi, bunlar kamuoyunda infial yaratmıştır. Bu fiillerin yargılanmasına izin verilmesi talebi var. İşte, 83 ve 85'i tümüyle ortadan kaldırırken, o maddelerin tümüyle yok sayılmasını ve 38'inci maddeye aykırılığını çok net bir şekilde tekrar ifade etmek istiyoruz.
Bir kere, genel gerekçede başka bir bölüm şu şekilde ifade ediliyor ve gerekçenin kendisi de İç Tüzük'e ve Anayasa'ya göre dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin ne kadar uzun bir zaman alacağını, tek tek milletvekili dosyalarının, önce Adalet ve Anayasa Komisyonu tarafından oluşturulan Karma Komisyonda, yine bu Karma Komisyonun içinden çıkacak Hazırlık Komisyonunda oluşturulması gerektiğini, bunların -tek tek milletvekillerinin savunma hakkı da dâhil- bu süreçleri izleyeceğini ayrıntılı bir şekilde ifade etmiş ve kamuoyu algısı -özetle- ve süre... İki temel gerekçe var esas itibarıyla: "Kamuoyu bu konuda Meclise, daha doğrusu Hükûmete baskı yapıyor. Kamuoyunun baskısına karşı biz bu öneriyi getiriyoruz. E, bu öneriyi getirirken de bir kere de Anayasa'yı ihlal edelim, ne olacak? Yani Anayasa'nın hükmünü askıya alalım, hatta Anayasa Mahkemesine başvuruyu da ortadan kaldıralım, bu maddeyi geçirelim, istediğimiz milletvekiline tutuklanma yolu açalım." Mealen, Anayasa değişiklik önerisi bunu getiriyor.
Şimdi, Sayın Başkan, kamuoyundan başlayayım. Gerçekten, kamuoyu kimdir, nedir, kamuoyu nasıl oluşur, şu anda Türkiye'de kamuoyunu kim hazırlıyor, kim yönetiyor, kim yönlendiriyor? Yani bunları, önce, bu Komisyon görüşmeleri süresince çok iyi irdelememiz gerekiyor.
"Kamuoyu" dediğiniz, sonuçta, iktidar partisinin şu anda tümüyle, diğer basın-yayın organları, muhalif basın-yayın organları üzerinde terör estirerek, tutuklayarak, soruşturmalar açarak, televizyonları kapatarak, RTÜK kanalıyla yasaklayarak, halkın gerçekten haber alma hakkını kaynağından keserek, gerçek haber yapan gazetecileri tutuklayarak... Şu anda dünyada 180 ülke arasında 151'inci sıradayız. Yani git gide Türkiye, basın-yayın özgürlüğü konusunda nasıl geriliyor, biliyoruz.
Hele hele, yeni bir basın uygulaması var ki "yandaş basın" dediğimiz. Her türlü şey söylenebilir ama ben kendi adıma, o gazeteyi alıp... Gerçekten bir gazete içeriğinde, köşe yazıları, faydalanabilecek bir haberin bütün ayrıntılarını almak dışında, tek kalemden, tek talimatla nasıl, bir konu hakkında halkın, kamuoyunun nasıl düşünmesi gerektiğini empoze eden düşüncelerle kamuoyu oluşturuluyor?
Şimdi, bu konuda tabii ki bilim insanları da kamuoyu üzerinde çok geniş çalışmalar yapmışlar, "kamuoyu" kavramı nedir, nasıl rıza oluşur, rızanın imalatı nasıl meydana gelir? Yani, bunu da görmemiz lazım.
Sizin "kamuoyu" dediğiniz, bir kesimin kamuoyudur. Başka bir kamuoyu, aslında, o konuda başka bir şey düşünüyor. Yani sizin, kamuoyunun genelini, totalini göz ardı eden, sadece bir partinin yandaşlarını, destekçilerini, oy verenlerini, sempati duyanlarını ve yönettiğimiz kesimi sadece kamuoyu olarak algılarsanız ve yüzde 50 dışındaki toplumun diğer yüzde 50'sini, öteki, buraya ait olmayan, sanki vatandaşı olmayan, Türkiye'de yaşanan hak ve özgürlüklerden faydalanmayan bir kitle, bir nüfus olarak görürseniz büyük bir yanılgı içine düşersiniz.
Yani "kamuoyu" kavramı, aslında genel olarak, "Belirli bir toplum içinde yaşayan insanların, belirli bir olgu ve inanç üzerinde ortak yargısı." diye ifade edilir. Ama, bu gerekçede ifade edilen kamuoyu, asla ortak yargıyı içermiyor. Bunu, önemle, tekrar tekrar tartışmamız lazım.
Şimdi, başka bir tanım şöyle diyor: "Aynı toplumsal gruplara üye olanların belirli bir olay karşısında gösterdikleri ortak tutumlar." olarak açıklanıyor "kamuoyu" kavramı.
Şimdi, bu konuda, özellikle siyasi açıdan "kamuoyu" kavramına Arsev Bektaş çok geniş analizler getiriyor ve diyor ki: "Siyaset bilimciler kamuoyunu tanımlamaya çalışırlarken kanaatlerin toplanmasını veya açığa çıkması olayını, seçimler, seçim sonuçları ya da kamu siyasasının çoğunluğun isteği doğrultusunda belirlenmesi ile açıklamaktadırlar. Diğer sosyal bilimcilerin odak noktası ise kanaatlerin bilinçlendirilmesi, nitelikleri, yoğunluğu ve etkisidir. Dolayısıyla, sosyal psikoloji uzmanlarına göre kanaatler, kişilerin dış çevrelerinden aldıkları etkilere gösterdikleri psişik tepkilerden ibarettir. Sosyologlar, kamuoyunun oluşumunda, kamuoyu önderlerinin -altını çizerek söylüyorum- buna siyasi liderler, başkanlar, cumhurbaşkanları, başka partilerin liderlerinin büyük bir önem taşıdığı konusunda bilim insanları arasında hiçbir ayrışma yoktur. Sosyologlar, kanaatlerin kişiler ve gruplar arasındaki toplumsal ilişkiler ve etkileşimler sonucu ortaya çıktığı görüşünü de savunurlar.
Peki, gerçekten, kitle iletişim araçlarının, demin sözünü ettiğim basın-yayın organlarının kamuoyunun oluşumu üzerinde nasıl bir etkisi var? Kitle iletişim araçlarının belirli konu başlıklarını kamunun görüş ve tartışma alanından uzaklaşma yeteneği üzerinde duran "suskunluk sarmalı kuramı" var. Alman sosyolog Elisabeth Noelle Neumann tarafından bu kuram geliştirilmiş. Uzun süredir geliştirilen ve sınanan bu kuram dört ögeyle ve etkileşimle ilgileniyor. Bu ögeler, kitle iletişime, kişiler arası iletişim ve toplumsal ilişkiler, düşüncenin bireysel olarak açıklanması, bireylerin toplumsal çevrelerde onları çevreleyen düşünce ortamı hakkında sahip oldukları algılamalardır. Kamuoyu oluşturmak, aslında şu anda güncel hayatımızda, siyasi hayatımızda çok net bir şekilde bir konuda belirli bir topluluğu yönlendirmektir. Yönlendirmek anlamına gelir. Başka nasıl yönlendirmek isterseniz basınınızı, yayınınızı, kitle iletişim araçlarınızı, siyasi dilinizi, konuşmalarınızı buna göre şekillendiriyorsunuz ve genellikle de devletlerin ve egemenlerin amacı da ezilenleri yanlış yönlendirmek ve bilinçlerini çarpıtmak üzerinden bir kamuoyu oluşturdukları da her türlü tartışmadan varestedir.
İşte, kamuoyu denilen şey aslında, egemenlerin belirlediği toplumsal düşüncedir. Herkes kendi kamuoyunu oluşturuyor. Yaratılan bir düşman ya da farklılıklar üzerinden insanları yönlendirmek ya da kamuoyu yaratmak daha kolaydır. Bu anlamda toplumun düşüncelerinin nasıl belirlendiğini ve "kamuoyu" kavramının bunu gizlemek için nasıl kullanıldığını çok rahatlıkla bu genel gerekçeden hareketle ifade edebiliriz.
Sayın Başkan, uzun süredir bu "dokunulmazlıklar" diye ifade edilen fakat bizim çok net bir şekilde bu meselenin dokunulmazlık meselesi olmadığını, bu meselenin milletvekillerinin yargının önüne çıkarılması meselesi olmadığını, şu anda önümüzde duran tartışmanın, Türkiye'nin temel demokratikleşme dinamiklerini doğrudan etkileyen, Kürt meselesine yaklaşımla doğrudan bağlantılı, Türkiye'nin Avrupa Birliğine uyum süreciyle doğrudan ilişki içinde ve şu anda Kürt illerinde yaşanan sokağa çıkma yasaklarında yaşanan toplu sivil ölümler, yaşanan operasyonlarla her gün Halkların Demokratik Partisi ve bileşenlerinin üyelerinin tutuklanması, çocukların öldürülmesi, kadınların öldürülmesi, bodrumlarda insanların yakılması, cezaevlerinde her gün ama her gün tırmanan hak ihlalleri, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinde oluşturulan korkunç bir baskıdan asla bağımsız değil. Bu, milletvekilleriyle ilgili, bizlerle ilgili, HDP'nin dokunulmazlıklarının, milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması tartışması, yaşama geçirilmek istenen darbenin ayaklarından sadece bir tanesidir. Hiçbir güç Türkiye siyasal hayatında şu anda yaptığımız tartışmanın, her gün İzmir, Manisa, Aydın, Adana, Mersin, İstanbul'da yaşanan bizim il eş başkanlarımıza, belediye eş başkanlarına, meclis üyelerine, yöneticilerimize yönelik tutuklamalardan farksız olduğunu kim iddia edebilir? Çünkü KCK ana davası... Geçen bir yerde otururken şöyle bir olaya tanıklık ettim ve dehşete düştüm: Bir vali -hangi ilin valisi olduğunu söylemeyeceğim- muhalefet partilerinden birinin milletvekiline şöyle söylüyor: "Ya, sabredin arkadaşlar, yakında Diyarbakır'daki KCK ana dava bitecek, orada zaten milletvekilleri de var, büyükşehir belediye başkanları da var, DTK eş başkanları da var, işte başka başka..." Sayıyor listedeki isimleri, "Olay, zaten merak etmeyin çok kısa bir sürede bitiyor." Gerçekten, bu gerçek, yaşanan bir olay. Yani bu vali cesursa çıkıp desin tabii, "Benim, ben bunu söyledim." Ama çok şaşırmadık biz, niye şaşırmadık çünkü bu ülkede valiler hangi ağır ceza mahkemesinin hangi dosyada ne kadar sürede karar vereceğini biliyor. "Kendisine genelge mi gidiyor, bilgi mi gidiyor, operasyonlara ilişkin önceden hazırlık mı yapılıyor?" bunu gerçekten biz Genel Kurulda tartışıyoruz, tartışmaya devam edeceğiz.
İşte, bu bürokraside yürütmenin özellikle diğer bütün organlar üzerindeki ezici baskısı şu andaki çalışmalarda da kendini hissettiriyor.
Şimdi, ne oldu? Dediniz ki, iktidar partisi özellikle: "Biz dokunulmazlık meselesini bu teklifle tümüyle çözeceğiz." Sanki, kamuoyuna da şöyle bir algı veriliyor: "Bütün partiler aynı düzeyde." Hayır efendim, aynı düzeyde değil. Aynı koşullarda bu dokunulmazlık tartışmalarını yürütüyor olabiliriz ama bizim partimizin milletvekillerine ilişkin hazırlıkları tek tek savcılıklardan takip ettim ben, avukat arkadaşlar vasıtasıyla takip ettim. Nasıl yapıldı? Bunu bütün Türkiye'nin gerçekten duyması lazım ve onların vicdanlarına ve anlayışlarına sunuyorum. Talimatlar verildi savcılıklara, bütün illerin savcılıklarına şu talimat verildi: "HDP'lilere ilişkin dokunulmazlık sürecini hızlandırın. Elinizde dosya yoksa dosya oluşturun. Geçmişte bir yıl önce bile yapılmış bir basın açıklaması, basın toplantısı ya da buna benzer bir açıklama varsa bunları alelacele toplayın. Mümkün olan en ağır iddialarda ve ithamlar altında sevk maddelerini ve soruşturma dosyalarını düzenleyin ve bunu bir an önce Meclise gönderin." Bugün bir arkadaşımıza fezleke gelmiş, kendisi isterse ismini açıklar, konuştuğu iddia ediliyor Cumhurbaşkanına hakaret ama 21 Ağustos 2016. O kadar acele etmişler ki, gelmeyen tarihi suç tarihi olarak yazmışlar. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kadar da aceleleri var. Gerçekten bu aceleyle bu ülkeyi nereye... Uçuruma gidiyoruz ve bu uçuruma gidince sadece HDP'liler düşmeyecek, hepimiz birlikte düşeceğiz ve hepimiz birlikte yok olacağız.
İşte, diğer şeyler: Mesela, geçen haftalarda en fazla fezlekelerin ulaşma rekoru kırıldı. Niye? İşte bu yapılan hazırlıklar ve çalışmalar sonucunda savcılar -savcıların, başka bir şansı yok ki- en ufak bir itirazda -hâlâ da tam hâkimiyet olmasa gerek, hâlâ bir güven ilişkisi tesis edilmemiş olsa gerek- güvenilen savcılara talimatla bu fezlekeler hazırlattırılıyor, hızla Meclise gönderiliyor ve Anayasa Komisyonunun önüne gelen teklifte de, bu teklif sahiplerinin de açıklamalarına göre "Yürürlüğe girdiği tarihe kadar bütün fezlekelerin dokunulmazlıkları kaldırılacak." Ya, hukukla ne ilgisi var bunun? Hem fezlekeyi hazırlatacaksın, önce kamuoyu oluşturacaksın, diyeceksin ki "Bunlar suçlu." Önce siyaseten linç kampanyasına tabi tutacaksın, kamuoyunu bu yönde yapabildiğin en azami düzeyde etkileyip, yanlış, asılsız, yalan beyanlarla kamuoyunu yönlendireceksin sonra bu da yetmeyecek, yargıya talimat vereceksin, diyeceksin ki: "Bu dosyaları hemen hızla hazırlayın, dosyaları Meclise sevk edin." Sonra da geleceksiniz diyeceksiniz ki Mecliste "Vallahi gelin, hepimizin dokunulmazlığını kaldıralım." Biz de biliyoruz ki, buradaki her bir birey eğer objektif olarak üzerindeki siyasi gömleği, düşünceyi bir dakikalığına çıkarabilirse bu yargıya asla güvenmemek gerektiğini söyleyecektir. Yargıtay Başkanının, çıkıp, Türkiye tarihinde ilk kez yargıya güvenin yüzde 30'larda olduğunu söylediği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Daha önce -onu gelecek toplantılarda ifade edeceğiz- Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'nun, Cumhurbaşkanının, Başbakanın diğer siyasetçilerin bu konuda yargıya niye güvenmemiz gerektiğini, yargının tarafsız ve bağımsız olmadığına dair alt alta koysak yüzlerce açıklamaları var, siyasi değerlendirmeleri var.
Şimdi, yargıya 17-25 Aralıkta güvenmeyen, tek bir bakanın, bir AK PARTİ'li arkadaşın çocuğunun ya da kendisinin yargılanmasına izin verilmemesi için kanun değişikliği yapıldığı bir Türkiye siyasal hayatında bize -HDP'lilere- diyorlar ki -her gün yargı bizi linç ediyor zaten- yargı bütün il örgütlerimizi, ilçe örgütlerimizi, partililerimizi tutuklarken bize diyorsunuz ki bu teklifle: "Yargıya güvenin." Biz, yargıya da güvenmiyoruz, size de güvenmiyoruz, bu siyasal anlayışa da güvenmiyoruz. Biz, sadece kendimize güveniyoruz, kendi hukuki duruşumuza, haklılığımıza, meşruluğumuza ve bizim arkamızda bulunan halk gücüne güveniyoruz.
İşte "kamuoyu" dediğiniz şey bu yanlışlarla, bu mesnetsiz beyanlarla, bu yalanlarla oluşturulan kamuoyudur. Önce nasıl kamuoyu oluşturuluyor? Önce yönlendiriliyor, her gün -adını bilmiyorum, "teaser" diyorlar herhâlde, bu reklamlar gibi- bazı kanalların haber bültenlerinde reklam yerine bizim milletvekillerinin, il, ilçe örgütü başkanlarımızın, belediye başkanlarımızın konuşmaları cımbızlanarak, bazen monte edilerek, bazen başka şekillerde tek taraflı bir yayınla HDP'ye karşı kamuoyu yönlendiriliyor, bu kamuoyu yönetiliyor, teşvik ediliyor bu yayınları yapmak için. Sonra da önümüze gelen gerekçede bize diyorsunuz ki: "Kamuoyu dokunulmazlıkların kaldırılmasını istiyor."
Bu ülkede, herkesten özür dileyerek söylüyorum, hiç kimse aptal ve ahmak değildir tabii, herkesin kendine göre akli melekeleri, düşünme kabiliyeti, bir konu hakkında yorum yapma gücü vardır ama HDP'liler de hiç saf ve ahmak değiller yani. Bu sizin gerekçenize, bu sizin getirdiğiniz oyuna alet olacak kadar, sizin darbe sürecini hayata geçirmenize izin verecek bir göz yok bizde. Biz, bu Türkiye tarihini defalarca hatmetmiş, bunun bedelini ödemiş bir siyasi gelenekten geliyoruz. Biri bir buçuk ayı cezaevinde yattı diye on iki yıldır iktidarda, hâlâ cezaevinden mağduriyet yaratıp ekmek yemeye devam ediyor. Bizim arkadaşlarımız, burada bulunan arkadaşlarımız yüzlerce yıl cezaevinde yatmışlar. Bizim cezaevlerinden, bu tehditlerden korkacak bir durumumuz, bir fiilimiz, bir duruşumuz asla olmaz. Bizim tek korkumuz var, gerçekten Türkiye'de çok karanlık bir döneme doğru ve bu darbe sürecinin başarıya ulaşması hâlinde hiç kimsenin kendini ifade edemeyeceği, barış ortamının tümüyle yerle bir edilebileceği, çözüm olanaklarının heba edileceği ve Türkiye'nin bir yirmi otuz yıl daha geriye gitmesidir endişemiz çünkü biz Halkların Demokratik Partisi olarak bu ülkede barış ve demokrasinin gelmesi için, gerçekten halkların, Türkiye'de yaşayan 78 milyon yurttaşın aynı haklarla, aynı özgürlüklerle ve eşit bir ortamda yaşamını savunan, bunu programıyla, ilkeleriyle, siyasetiyle yaşama koymuş bir partiyiz.
İşte, şu anda, 94 darbesini milletvekillerine, DEP milletvekillerine yönelik darbeyi her gün mahkûm eden insanlar, siyasi figürler bugün bunun arkasında duruyorlar. Bu çelişkinin, bu yaptıklarının hesabını onlar da verecek. Yani şunu gerçekten sadece söz olsun diye söylemek yetmiyor: Burada pratikte tutarlı, istikrarlı ve gerçekten halkın lehine bir politika, bir siyaset yapmak istiyorsak iletişim içinde, uzlaşı içinde ve çözüm perspektifli, Türkiye'nin bütün yurttaşları için aynı hak ve özgürlükleri istememiz gerekiyor.
HDP'liler, HDP'li milletvekilleri olarak biz, dokunulmazlığın kaldırılmasından kaygı duyduğumuzdan bu konuşmaları yapmıyoruz. Biz kendimiz dokunulmazlıkların geçici maddeyle değil -bunu anlatacağız ileride- kesin, tam maddeyle, kalıcı maddeyle kaldırılmasını savunuyoruz. Bizim dokunulmazlığımız olmasın, hiçbir milletvekilinin dokunulmazlığı olmasın. Bizim hele veremeyeceğimiz hiçbir fiilimiz yoktur, biz burada söylediğimiz her şeyi gider mahkemelerin karşısında da savunuruz, savunabiliriz bunu. Biz böyle bir anlayışla hareket ediyoruz. Ama diyoruz ki: Sizin yarattığınız yargıya, sizin yönettiğiniz yargıya, sizin talimat verdiğiniz yargıya, sizin talimatla oluşturduğunuz kamuoyu basıncına ve basınınıza da güvenmiyoruz. Bu nedenle, dokunulmazlıklarımız kalksın, herkesin kalksın, yargılanalım, gidip ifade verelim, ceza veriliyorsa verilsin, sorun değil, aklanıyorsak aklanalım, yargılanmak bir haktır ama milletvekillerinin Parlamento faaliyetleri ve temsil görevi engellenmesin diye tedbir kararları uygulanmasın ve bu mesele Yargıtayda görüşülsün.
Şimdi, bir milletvekili Türkiye'nin on beş yirmi iline ayrı ayrı -sizin teklifinize göre- gidip ifade mi verecek? Bir savcının, bir hâkimin iki dudağının arasından çıkacak, onun siyasi düşüncesine, siyasasına ya da ön yargısına ya da kinine göre, milletvekilinin, 100 bin, 150 bin oyla gelmiş bir milletvekilinin cezaevine atılmasına göz mü yumacağız? Bu mudur demokrasi? Böyle bir demokrasi yoktur. Bunun adı, yürütmenin muhalefet üzerindeki baskısıdır, despotik yaklaşımıdır ve bunun demokrasiyle, demokratik yaklaşımlarla hiçbir ilgisi yoktur.
Bu arada, boğuluyoruz Başkan, gerçekten çok havasız, bir şey çalışsa.
BAŞKAN - Sistem çalışıyor, çalıştırdılar sistemi, hızlandırdılar.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Klimayı açsanız, en azından nefes alsak.
BAŞKAN - Açık, açık.
Biraz uzun oldu da onun için olabilir Meral Hanım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Neyse toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bir zahmet.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Biz, şu anda ülkenin temel gündeminin bu masa olmadığını, olmaması gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz ve bu masa şu anda dört bir yanda devam eden katliamlar, ölümler, yakmalar, yıkmalar, tutuklamalar, basına yönelik susturma faaliyetleri, kamuoyu yönlendirmelerinin tümünün kesiştiği ve görülebildiği bir alan olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Biz, gerçekten, şu anda Erzurum'da on parçaya bölünmüş cenazeler dururken kendi kişisel dokunulmazlık meselemizin arkasında bir savunu yapacak bir ahlaka da bir siyasi kültüre de sahip değiliz. Biz sadece burada bunları konuşurken oradaki çözümü de bu masaya getirme mantığıyla söylüyoruz. Bu ülkenin kurtuluşu, hepimizin kurtuluşu, gerçekten, sorunlarımızı konuşarak, tartışarak, masada müzakereyle ve diyalogla çözmektir. Şu anda yürütülen savaş, yaşanan ölümler, acılar hiç kimseye bir fayda getirmiyor. Sadece her gün onlarca insan çatışmalarda yaşamını yitiriyor. Hepsi bu ülkenin evlatları, hiçbiri Avrupa'nın, Amerika'nın, İngiltere'nin vatandaşı değil, hepsi Türkiye'nin yurttaşı ve bu savaş sadece Türkiye yurttaşlarının hepsini birden öldürüyor ve bu, çözüme götürmüyor diyorum.
Teşekkür ediyorum.