KOMİSYON KONUŞMASI

EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcımız, değerli Komisyon üyelerimiz ve sayın basın emekçileri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii hazırlanmış olan Siyasi Etik Kanun Teklifi'ne baktığımızda birçok eksikliği olduğunu görebiliyoruz. Tarihî süreç içerisinde siyaset-ahlak ilişkilerini değerlendirdiğimizde ta milattan önceden itibaren bu tür konular tartışılagelen en önemli konulardan birisidir. Bu konuda doktrine de baktığımızda ta Aristo, Platon zamanında bu konular tartışılmış ve doktrinde de bu anlamda hemen hemen iki görüş tarihî süreç içerisinde ortaya atılmış bulunmaktadır. Şimdi bunları değerlendirdiğimizde, önce Platon'un görüşlerine baktığımızda siyasi faaliyetin yöneleceği amaçlar ile gerçekleştireceği değerlerin neler olması gerektiği bağlamında siyaset olarak ilişkisi, tarihi çok eskilere götürebilecek olan bir konudur. Bu konuda da iki temel yaklaşım olduğunu görmekteyiz. İlki Platon'un siyasetin ahlaka feda edildiği idealist yaklaşımdır. Bu yaklaşımda siyaset ahlakın emrine verilmiştir. Buna göre evrensel ve mutlak ahlaki değerler vardır ve devletin temel işlevi, özellikle eğitimi bir araç olarak kullanarak -bakın ta milattan önce bu görüşler Platon tarafından ileri sürülmüştür, tekrar belirtiyorum- eğitimi bir araç olarak kullanarak bu değerleri ve erdemleri toplumsal yaşama geçirmekten ibarettir. Amacı erdem olan devlet kendi ahlakını tüm yurttaşlara benimsetme hakkına sahiptir. Böylesi ideal bir devletin işlemesi için ya bilge filozoflar yönetici olmalıdır ya da yöneticiler filozoflaşmış olmalıdırlar. Platon'un bu yaklaşımı Aristo tarafından yumuşatılmış ancak siyaset ve ahlak arasındaki iç içe geçmişlik esas itibarıyla devam edegelmiştir. Tabii Aristo, Platon'a göre daha gerçekçi olsa da düşüncesi hocasının etkisi altındadır. Bireysel ahlaki problemlerin siyasal kurumların problemlerinden ayrılamayacağı görüşündedir. En yüksek iyi ortak mutluluğun elde edilmesidir, siyaset de bir anlamda bunun aracıdır. Bu düşünce Ortaçağ İslam düşünürleri üzerinde de etkili olmuştur. Sözgelimi Farabi, siyaset-ahlak ilişkisinde Antik Yunan'daki ustaları olan Platon ve Aristo'yu işler ve onların yaptığı gibi kendisi de siyasetle ahlakı birbirinden ayırmaz. Aynı doğrultuda İbn-i Rüşd siyaseti bir tür ahlak olarak görmektedir.

İkinci görüş olarak, biliyorsunuz, Machiavelli tarafından ortaya konulmuştur. Bu da siyasetin bir bilim olarak temellendirilmesidir. Düşünür olarak bilimin ve politik realizmin öncülerinden sayılan Machiavelli, İtalyan birliğinin sağlanmasını esas alan Machiavelli, sisteminin temelini güce dayandırmış ve iktidarı kullanmanın hiçbir ilkeye bağlanmamasını önermiştir. Machiavelli için önemli olan, başarıya ulaşmaktır. Yöneticilikte başarı, etik kaygılarla, ahlaki duyarlılıkla pek bağdaşmamaktadır. Ona atfen söylenen, "Siyasi başarı için amaç araçları meşru kılar." sözü bu bağlamda da değerlendirilmektedir ve günümüzde de yerini almıştır.

Şimdi bu iki farklı görüşe baktığımızda, gerçekten milattan önce 300'üncü yıllarda yaşamış olan Platon ve Aristo'ya baktığımızda, o dönemlerde bile siyasi ahlak ve siyaset ilişkisini ne kadar önemli bir durum olarak değerlendirmiş ve bu anlamda da özellikle devletin vereceği eğitimle insanların erdemli birer kişilik olarak ortaya çıkmaları açısından çok tarihî bir değerlendirmedir diye düşünüyorum.

Şimdi, hazırlanmış olan kanun teklifine baktığımızda, özellikle 7'nci maddesine baktığımızda, bir kere, oluşturulan etik komisyon bir idari komisyon değildir yani bir Başkanlık Divanı olarak bunu değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum. Burada, öncelikle bunun halkta kabul edilebilir bir komisyon olması açısından ve itibar oluşturması açısından bütün partilerin bu komisyona eşit olarak katılması gerektiğine inanmaktayız çünkü Meclisimizdeki uygulamalara baktığımızda, işte milletvekilleri hakkında verilen gensorulara baktığımızda, bütün muhalefetin çabalarına karşın yapılan oylamayla "kabul edenler, etmeyenler" diye sonuçsuz bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.

İkincisi: Türkiye'de de baktığımızda, bu, aslında yetişmeyle, eğitimle ilgili de bir olgudur yani insanların erdemli olması, ahlaka, etiğe değer vermeleri. Özellikle siyasetçileri diğer sektörler gibi değerlendirmememiz gerektiğine inanıyorum çünkü biz burada kendi işlerimizi görmüyoruz, biz birer özel sektör değiliz. Biz, insanların oylarıyla seçilmiş, şu anda bir vekâlet görevi olan bir mesleği icra ediyoruz. Dolayısıyla, bizim görev ve sorumluluğumuz çok daha ahlaki, erdemli, etik olmak durumundadır.

Şimdi, dünya örneklerine baktığımızda, mesela diyelim ki Soma'da 301 insan ölmüş olmasına karşın, yine Ermenek'te 30'a yakın insan ölmüş olmasına rağmen, hiç, ne Enerji Bakanının ne de Çalışma Bakanının herhangi bir istifasını göremiyoruz. Daha sonra, işte gördüğümüz gibi Suruç katliamına da, Ankara'da olan 3 katliama da baktığımızda, ilgili bakanların, özellikle İçişleri Bakanının bu anlamda siyasi bir sorumluluk taşıyarak istifa etmelerini göremiyoruz ama biliyorsunuz, Belçika'da son olan yine terör saldırılarında Türkiye'de olan terör saldırılarından farklı olarak hemen Adalet ve İçişleri Bakanları istifalarını sunmuşlardır her ne kadar Başbakan bunu kabul etmemişse de.

Yine, son, Panama'daki offshore hesaplarının ortaya konması neticesinde de İzlanda Başbakanı hemen istifa etmek durumunda kalmıştır.

Şimdi, dünyadaki örneklere baktığımızda ve bizim Parlamentodaki ve siyasi şahsiyetlerin davranışlarına baktığımızda, bizim bu anlamda ne kadar geri olduğumuzun bir göstergesidir. Size çok basit bir örnek vermek istiyorum: Yakın tarihte İsveç Dışişleri Bakanı, herhangi bir kulübeden, bir makineden bir çikolata almak için, o anda kendi şahsi kredi kartı olmadığından dolayı Mecliste kendisine verilmiş olan Meclisin ödemelerini yaptığı bir kredi kartından -bir çikolata- o makineden çekmiş olmasının ortaya çıkmasından sonra istifa etmek durumunda kalmıştır.

Şimdi bütün bunları gördüğümüzde, biraz önce değerli Komisyon üyelerimizin de vurguladıkları gibi, bu anlamda da -hem zaten Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun da raporları yeniden, şimdi bizlere geldi, bunları da incelemek durumundayız- bana göre, acele etmememiz gerekir. Yani Avrupa Birliğine girmek için, işte vize muafiyetinin tanınması anlamında, kendimizi böyle rehine kabul ederek değil, gerçekten, işte bakın, tarih yaratıcıları ve bunlara "filozof" diyebileceğimiz, ta milattan önce -Aristo'tan, Farabi'den, Platon'dan tutun-bu kadar değerler yaratılmışken ve bu kadar uluslararası evrensel insan hakları sözleşmeleri varken, bu anlamda acele etmeden alt komisyonda bu konuları, bilimsel anlamda -birçok yerden de raporlar, görüşler de alarak- daha detaylı bir şekilde çalışarak bu teklifin daha da somutlaşması ve alt komisyona götürülerek daha da Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir kanun teklifi şekline dönüştürmemiz gerektiğine inanıyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.