| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Ben öncelikle sizlere, değerli Komisyon üyelerine, değerli bürokratlara, Bakanlık bürokratlarına, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Başkanımıza ve Türkiye Barolar Birliğinden katılan değerli arkadaşlara, meslektaşlarıma hoş geldiniz diyorum, herkesi de selamlıyorum.
Tabii, bugüne kadar gelen bütün kanun tekliflerinin gerekçelerinin hepsine baktığımız zaman hemen hemen bütün kanun tekliflerinde hâkim olan bir vurgu var, o da adalet vizyonlarından strateji belgelerine kadar hukuki perspektifler. 2002 tarihini her bir genel gerekçeye ekleyerek propaganda yapmayı ihmal etmiyor iktidar. Neredeyse 2002 tarihini bir milat hâline getirecek, hatta hızını alamayıp insanlığın doğuşunu 2002'ye bağlayacak diye, kutsayacak diye bir düşünceye ulaşmış durumdayız. Madem 2002'den bu yana sürekli yükselen bir adalet çizgisi iddiası var, o hâlde sorulara cevap verilmesi gerekiyor: Adalet bu kadar güçlüyse sürekli sürekli sürekli tekrar eden vizyonlar, stratejiler, kanun teklifleri hangi eksiklikleri gideriyor, hangi eksiklikleri düzeltiyor? Buna cevap vermeniz gerekiyor. Açıkça sistematik tutarsızlık var kanunlarda ama bu kanunlardaki tutarsızlıkları gidermek için yeterli çaba gösteriliyor mu, sormak gerekiyor. Kanun teknikleri eksik, toplumsal ihtiyaçlara yönelik uyumsuz bir yaklaşım var ama yine söylediğimiz gibi bu sorunu da çözme noktasında yeterli bir yaklaşım ortaya konulmuyor ve maalesef ki hukuk metinlerinde istikrar yok. Yine, iktidarda da kanun değişikliklerine yönelik ortaya konulan yaklaşımlarda da yine bir istikrar yok. Kanunlar âdeta bir idari karar gibi sürekli değiştiriliyor, değiştirildikçe her seferinde yeni sorunlar açığa çıkıyor ve her ne kadar "2002 milat olmuştur." diyorsanız da açık söyleyeyim ki bu bir milat değil. Genel gerekçelerde sürekli onarıcı ve telafi edici adaletten söz ediliyor; bu, kanun tekliflerine de tamamen yansıtılıyor ama maalesef ki yine bu metinde de olduğu gibi kanun tekliflerinin büyük kısmında aksine yönde bir çaba ortaya konuluyor. Cezalandırıcı mekanizmalara odaklanılarak "Toplumu nasıl daha fazla cezalandırabiliriz?" yönünde bir yaklaşım ortaya konuluyor ve yine hâlâ ayrımcı yasalar teklif ediliyor. Açık söylemek lazım, sormak lazım: Nerede onarıcı, telafi edici adalet sistemi?
Sorun gerçekten sistemseldir, zihniyet ve yaklaşım sorunu vardır. Ceza Kanunlarında, Ceza İnfaz Kanunlarında köklü, adil ve eşitliği temel alan bu temel ilkeler doğrultusunda bir yaklaşım ortaya koymaya ihtiyaç vardır. Yamalı bohçaya dönen bir Ceza İnfaz Kanunu'nda sürekli değişiklik yapmak yerine toplumun bütün beklentilerine cevap olabilecek adil ve eşitlikçi bir Ceza İnfaz Kanunu düzenlemesi yapmak artık bir zorunluluktur; demokratik toplumun esas şartı da budur. Demokratik toplum dediğimiz, toplum için devletin şu aşamada ilk olarak atacağı adım negatif özgürlük alanını genişletmek olacaktır. Isaiah Berlin'in pozitif ve negatif özgürlük ayrımı burada yol gösterici olabilir. Bunun detaylarına elbette girmeyeceğim ama kabaca şunu söylemek lazım: Devlet, toplumsal alana müdahale konusunda en minimal düzeye çekilmelidir. Bu, demokratik toplum için devletin atacağı ilk adım ve devletin ilk zorunluluğudur. Negatif özgürlüklerin gelişmesi, baskıcı ve müdahaleci devlet uygulamalarını engelleyerek toplumun politik karakterinin güçlenmesine imkân tanıyacaktır. Ancak birazdan değineceğimiz gibi teklifte tam aksi yönde hareket edilmiş ve topluma müdahalenin yolları birçok farklı yolla ortaya konulmak istenmiştir. Demokratikleşmeyi hızlandıracak pratik adımlardan biri bu iken diğeri de demokratik entegrasyona imkân tanıyacak düzenlemelerdir.
Bakın, değerli milletvekilleri, değerli kurul üyeleri; Sayın Öcalan, barış ve demokratik toplum sürecinin anahtarı olarak demokratik entegrasyon çözümünü geliştirdi. Şüphe yok ki bu çözümün ilk gerçekleşme alanı hukuk ve adalet alanı olacaktır. Entegrasyon yani bütünleşme, çözümün yolu ve anahtarıdır. Bu sebeple, her türlü parçalı hâli, ayrımcı uygulamayı da aşmak gereklidir yani bütünleşme, adaletle de olacak, hukukla da olacak. Bu alanlardaki bütünleşmenin birçok görünümünden söz edilebilir. Mesela, adaletten yıllarca dışlanan Kürt halkıyla bütünleşme nasıl olacak? Siz buna ilişkin adalet alanında nasıl çalışmalar yürütüyorsunuz, kamuoyunu bilgilendirmeniz gerekiyor. Bütün devlet organizasyonu eşit ve adil bütünleşmeye yani demokratik entegrasyona dönük her türlü engelleri ve sınırları kaldırmak zorunda. Mesela, cezaevi duvarları sizce bu bütünleşmeye en büyük engel değil mi? İdare kurulları yine bu engellerden biri değil mi? Madem bunlar bütünleşmeye engel, bunları kaldırmak gerekmiyor mu? Bakın, size bir örnek vereyim: Hakkâri Belediyesi Eş Başkanımız Mehmet Sıddık Akış; bu son dönemde seçildikten sonra kayyum atanan belediyelerimizden biri. Belediye Eş Başkanımız da yine haksız, hukuksuz bir yargılamayla tutuklanmıştı. Mahkûmiyet kararından sonra istinaf mahkemesi bir karar vermişti. Karar üzerine yerel mahkeme bugün yeniden değerlendirmek üzere duruşmayı gerçekleştirdi. İstinaf Mahkemesinin bozmaya yönelik birçok gerekçesi yerine getirilmeden yine keyfî kararlarla belediye eş başkanımızın tutukluluğunun devamına karar verildi; bu açıkça bir siyasi rehin almadır. Bir yandan bundan söz ediyoruz, bir yandan demokratikleşmeden söz ediyoruz.
Diğer bir örnek daha vermek istiyorum: Sosyal medyada hemen hemen her gün Kürt halkına yönelik tehditler savruluyor. Mesela sarı torbalarla beyaz Toroslarla bu gibi obje ve ikonlarla Kürt halkı her gün ölümlerle tehdit ediliyor, katliam propagandaları yapılıyor; bunlar açıkça birer insanlığa karşı suç. Peki, acaba bugün mevcut düzende hâkim ve savcılar Kürt halkına yönelik bu yönlü ağır saldırılar söz konusu iken neden suspus oluyor? Neden bu Kürt halkına yöneltilmiş olan bu insanlığa karşı suç niteliğindeki davranışlara karşı herhangi bir tutum geliştirmiyor, gerekli olanları yerine getirmiyor? Açıkçası cezasızlığın güncel bir versiyonu olarak bugün görmezden gelme biçimi hâline gelen bu yaklaşım, bütünleşmenin adalet alanındaki temel engellerinden biridir, bunu görmemiz gerekiyor.
Burada birçok arkadaşımız dile getirdi, bu Mecliste vekil olan bir arkadaşımız Can Atalay, Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen hâlâ rehin tutuluyor, hâlâ esir, bırakılmadı. Bu karara karşı, Anayasa Mahkemesinin kararına karşı direnen bir Yargıtay var ve aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu hukuksuzluğa bir taş daha attı, derinleştirdi. Yine, Demirtaş kararı. Açıkçası toplum soruyor, biz de soruyoruz: Bu gecikmenin sebebi nedir? Bu karar bunca zaman geçmesine rağmen neden hâlâ uygulanmadı? Bu konuda her şey uygun ve AİHM kararı bağlayıcı olmasına rağmen arkadaşlarımız neden hâlâ tutsak? Bu konuda kendi içinizde muhakkak tartışmalar yürütmüşsünüzdür, muhakkak alınmış olan kararlar da vardır; toplumun tümü bu tavrın ne olduğunu merak ediyor. Ben şu anda bu soruyu da açıkça sormak istiyorum, bu konuda bir açıklama yapılmalıdır. Bütün toplum bu konudaki tavrınızı bekliyor, neden uygulanmadığını topluma anlatmanız lazım, böyle susup geçiştirerek olmaz. Topu dönüp dolaşıp "Yargı karar verecek." diyerek de yine topu başka alana atmak da olmaz çünkü verilen karar kesindir, bağlayıcıdır, uygulanmak zorundadır. Ama yargının bağımsızlığını tamamen yitirmiş olduğu bir ortamda "Mahkeme karar verecek." diyerek topu atmak açıkçası toplumla alay etmek, dalga geçmektir. Bir an önce Selahattin Demirtaş'la ilgili kararın, AİHM kararının, kesin olan kararın neden uygulanmadığı topluma anlatılmalıdır. Bakın, bir diğer sorun Mehmet Sait Yıldırım, Kırıklar Cezaevinde. Mehmet Sait Yıldırım da diğer bütün politik tutsaklar gibi barış iradesi adına topluma anlatacağı birçok şey var. Barış iradesini çok güçlü bir şekilde taşıyabilir, temsil edebilir ama idare kurulları ve infaz hâkimliği buna engel oluyor. Kararda yine pişmanlık dayatılıyor ve Mehmet Sait Yıldırım'ın özgürlüğü gasbediliyor, Mehmet Sait Yıldırım 73 yaşında, otuz bir yıldır tutsak ve kalp hastalığı başta olmak üzere birçok hastalığı var. Yine, buna benzer başka bir örnek, hemen dibimizde Sincan Kadın Cezaevinde 12 kadın siyasi tutsak esir tutuluyor. Şartlı salıverme noktasında cezalarını tamamlamış olmalarına rağmen sürekli, sürekli, sürekli cezaları, infazları daha doğrusu uzatılıyor. Biz yıllardır anlatıyoruz, bu kurullar, bu idare ve gözlem kurulları distopik bir rol oynuyor. İnsanın özgürlük iradesine karşı sürekli işleyen bir mekanizma, her an bireyi takip eden, hakkında veri toplayan bir gözlem aygıtı hâline gelmiş durumda. Öyle ki idare ve gözlem kurullarını Orwell'ın 1984 kitabına yerleştirseniz emin olun hiçbir şekilde sırıtmaz. Raporlarda bireyin her anına dair değerlendirmeler var, bu değerlendirmeler puana dönüştürülüyor. İnsanın özgürlüğü puan ve sayıya bağlanmış durumunda, oysa özgürlüğün tek bir ölçütü vardır, o da insan olmaktır. İnsanlık hâlinin kendisi özgürlüğün en öncelikli ölçütüdür.
Şimdi, kanun teklifinde elbette ilgili maddelere geldiği zaman yoğunca tartışmamızı yürütüp eleştirilerimizi, önerilerimizi yapacağız ama birkaç maddeye de değinmek gerekiyor. En başta hakaret suçuna yönelik bir düzenleme var. Bu suç düzenlemesi geçmişten günümüze sürekli bir susturma aracı olarak kullanıldı, şimdi yine yapılacak olan düzenlemeyle açıkçası yine bir sopa olarak kullanılmak isteniyor ve yine, "araç hareketinin engellenmesi" diye 21'inci maddede bir düzenleme yapılmak isteniyor. Sanırım bu düzenleme bir önceki yargı paketinde de vardı, geri çekilmişti. Neden geri getirildi? Bunun da açıklanması gerekiyor. Yani "cebir ve tehdit" ibaresini kaldırarak burada neyin hedeflendiğini, neyin amaçlandığını bütün toplum gibi bizler de biliyoruz. Elbette burada hedeflenen demokratik toplum, demokratik eylemler.
Yine, "internet ortamından çıkarma" diye bir düzenleme söz konusu burada da toplumsal özgürlük alanlarının genişletilmesi, topluma politik irade kazandırılması için fikir ve eleştiri imkânlarının güçlendirilmesi gerekirken bu maddeyle bir kez daha iktidarın tahkim edilmesine hizmet ediliyor.
Avukatlık Kanunu'nda düzenlemeler var. Disiplin hukukuna yönelik birçok maddenin Türkiye Barolar Birliğiyle görüşme yapılarak düzenlendiğine inanıyorum ama bazı maddelerin eminim ki Türkiye Barolar Birliğinin haberi olmadan düzenlendiğini düşünüyorum. Mesela, avukatların hâkimlerle olan ilişkilerinde ölçülere uygun davranmama gibi bir kriter. Ya, bu ölçülere uygun davranmama kriteri nedir? Nasıl bir kriterdir? Avukatların hâkimler karşısında ne gibi ölçülere uygun davranması gerekiyor?
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Uçar, o söylediğiniz konuyla ilgili Barolar Birliğimizin yeni bir şeyi vardı. Onu dikkate alarak madde geldiğinde açıklamasını da yapacağız yani bu sizin dediğiniz konuyla ilgili.
ZÜLKÜF UÇAR (Van) - O zaman düzeltme yapacaksınız diye varsayıyoruz ama şöyle söyleyeyim, açıkçası bunun bizde direkt uyandırdığı şuydu: Hâkim, savcılar ile avukatlar, yargı mensupları arasında, yargının üç sacayağı olarak her birisi bağımsızdır, hiçbirisinin birbirinden üstünlüğü yoktur ama hâkim ve savcıların, avukatların üstünde bir hiyerarşiye sahip olduğu yönündeki bir yaklaşımla bu düzenlemenin yapılmasının asla kabul edilecek bir tarafı yoktur. Bu noktada eğer bir düzeltme olacaksa da kıymetlidir.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Onu Barolar Birliğinin isteği doğrultusunda değiştirme teklifini yapacağız.
ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Yine, banka hesaplarıyla ilgili bir düzenleme yapılmak isteniyor. Son derece hassas bir konu ve hassas bir şekilde ele alınmak zorunda çünkü yurttaşın ağır bir mağduriyetine sebep olabilecek durumlar söz konusu. Yani soruşturma makamının dahi kafasının karışık olduğu durumlarda makul şüphe hâlinde bankaya, o hesaba el koyma ya da o hesapların geçici olarak askıya alınması gibi bir durum söz konusu, tamamen keyfiyete yol açacak bir düzenleme.
Tabii, son olarak Covid düzenlemesine girmek gerekiyor. Covid düzenlemesine ilişkin olarak da burada Meral Başkanımız, Dilan vekilimiz parti tutumumuzu net bir şekilde ortaya koydu, muhtemelen Nevroz arkadaşımız da buna yönelik değerlendirmede bulunacak. İlgili maddeye geldiğimizde de tekrardan buna ilişkin ayrıntılı konuşacağız ama şunu sormak lazım: Yani Covid uygulamasının neden eşitsiz bir şekilde uygulandığı, siyasi tutsakların neden bu uygulamadan yararlandırılmadığı topluma açıkça izah edilmeli, anlatılmalıdır. Topluma bu kanunun neden siyasi tutsaklar için uygulanmadığı söylenmelidir. Teklif sahiplerinin siyasi tutsakların neden bu ayrımcılığa maruz kaldığını kamuoyuna açıklaması gerçekten de zorunludur, açıklamak zorundalar. Ben burada kendilerine hemen şimdi sormak istiyorum: Hukuk devleti yasaların keyfîlikten uzak, öngörülebilir, eşitlik ilkesine dayalı ve adaletli biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa siyasi tutsakların kapsam dışında tutulması tüm bu ilkeleri ihlal ediyor. Bu hâliyle teklifin Anayasa’nın 10'uncu maddesine karşıtlık oluşturduğu görülmelidir ve açıkça topluma siyasi tutsakların, örgüt kapsamında işlenen suçların bu düzenlemenin dışında neden tutulduğu izah edilmeli, anlatılmalıdır. Covid'le ilgili düzenleme yapıldığında cezaevlerinde hastalık öngörülürken bu hastalıktan siyasi tutsakların, örgüt kapsamında işlenen suç kapsamında cezaevinde olanların yararlanamayacağının, neden yararlanamadığının topluma anlatılması gerekmektedir. Yani buradaki bu örgüt kapsamında cezaevinde olanlara, siyasi tutsaklara yönelik olan yaklaşımın sebebini hakikaten merak ediyoruz. Bu düzenlemeden siyasi mahpusların bu düzenlemeden neden bu şekilde mahrum bırakıldıklarını, dışında tutulduklarını öğrenmeye toplumun hakkı var. Biz de soruyoruz, cevabını merak ediyoruz. Bir düzenleme yapılıyor, bu düzenlemenin temel sebebi bir hastalık. Geçmişte yapılan ayrımcı, eşit olmayan düzenlemelerden dolayı bazı ayrımcılıklar gideriliyor ama nedense yine siyasi tutsaklar bu yaklaşımın dışında bırakılıyor. Buna yönelik olarak da geçmişte nasıl söylediysek yine sözümüzü söyleyeceğiz. Elbette ceza kanunları, özellikle bu yasada, bu teklifte öngörülen, sunulan hâliyle derhâl bir an önce bütün cezaevindeki mahkûmlara ayırım yapılmaksızın... Elbette biz orada bazı kriterleri önergemizde sunacağız, arkadaşlarımız da ifade etti ama burada siyasi tutsakları neden kapsam dışında bırakıldığı anlatılmalıdır. Biz burada bu yönlü yaklaşımı da eleştiriyoruz ve bir an önce demokratikleşme noktasında bu adımların da doğru atılması gerektiğini düşünüyoruz.
Diğer kanun teklifindeki maddelere ilişkin ya da sözünü ettiğimiz bazı kanun tekliflerindeki maddelere ilişkin ayrıntılı olarak beyanda bulunacağız. Bu aşamada genel olarak beyanlarımız bunlar.
Bir kez daha ben buradan bütün Komisyon üyelerini selamlıyorum. Umuyoruz ve bekliyoruz ki buradaki bütün arkadaşlarımın da söylediği gibi adil, eşitlikçi bir yaklaşım ortaya konulur, sorunların çözümüne en azından bir adım atılmış olur diyelim.
Teşekkür ederim.