| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Evet, yine bir Adalet Komisyonu toplantısındayız ve 11'inci Yargı Paketi. Doğrusu, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden beri bu 11'inci Yargı Paketi'ni görüşüyoruz ve daha bu görüşmeler tamamlanmadan, Genel Kurul aşamasından geçmeden zaten Adalet Bakanı 12'nin yolda olduğunu söyledi. Korkarım, bu yargı paketleri böyle eksik, tam olarak aslında olması gerektiği gibi çıkmadan daha devam edecek. Bu, kötü olan bölümü çünkü neticede yasama faaliyetinin ya da Adalet Komisyonunun çalışmalarında yani kanunu, bir düzenlemeyi ya da infaz sistemini derli toplu ele almak gerektiği noktasında çok yoğun bir talep var; bu konuda kamuoyunun talepleri var, ayrıca hukuk sisteminde de buna çok acil bir ihtiyaç olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz.
Şimdi, umarım, bu yargı paketinden sonra yapacağımız düzenlemede -eğer tabii taleplerimiz geçmezse genel olarak,-başka bir safhaya geçeriz.
Şimdi, şunu ifade edeyim, biz kamuoyunda Covid yasası olarak bilinen ve sonrasında tarihleri ayırarak mağduriyete sebep olan değişikliğe karşı değiliz. Biz eşitlenmeye "evet" diyoruz ama eksik eşitlenmeye "hayır" diyoruz. Yani daha açık ifade etmek gerekirse, şimdi, burada istisna tutulan suç tipleri var. Daha önce de işte 31 Temmuz gibi bir tarih konulmuştu -2023- o konuda o ayrım olmamalıydı zaten. Şu anda o hatadan vazgeçiliyor ama bunun üzerine daha birçok eşitsizlik devam ettiriliyor ve derinleştiriliyor. Bizim itirazımız bu noktada. Yani en sonda söyleyeceğimi burada söyleyeyim, eşitlikte birleştirelim bunu. Tabii ki bazı istisnalar var ve hâlâ yol yakın, Adalet Komisyonu çalışmaları devam ediyor, yeni başladık bugün. Umarım, yarın da yapılacak çalışmalarla muhalefetin bu konudaki önerileri ve eleştirileri dikkate alınır ve düzenleme genişletilir çünkü bu çok önemli bir mesele.
Şimdi, paket içerisinde başka alanlarda da epey düzenleme var; bant daraltma gibi, iletişim ve haber alma hakkının aslında yine yok sayıldığı. Avukatlara yönelik disiplin cezalarındaki detaylandırma var, burada da ciddi hak ihlalleri oluşacak. Bir avukat olarak bunu okuduğunuzda hemen zaten hissediyorsunuz. Yine, hakaret suçlarına ilişkin ön ödemeye tabi tutulma var. Bizim Komisyon üyesi arkadaşlarımız zaten madde madde buna ilişkin eleştirilerimizi, katkılarımızı Komisyonla paylaşacak. Ben, daha çok, infazda eşitlik ve adalet üzerine konuşmamı yapmak istiyorum.
Şimdi, pandemiden bugünlere kadar gelirken hatırlatmak istiyorum, 2016'da OHAL döneminde aslında, 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle yine bir kısım suçlar açısından denetimli serbestlik süresi iki yıla çıkarılmıştı ve cezaevleri boşaltılmıştı o zaman. O dönem Adalet Bakanlığı, yine, açıklamasında, bunun bir af düzenlemesi olmadığını ve açık ve kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan 38 bin kişinin tahliye edilmesinin amaçlandığını da ifade etmişti hatırladığım kadarıyla, notlara da baktık. Şimdi, 1 Temmuz 2016'dan önce işlenmiş suçları içeriyordu ama 1 Temmuz 2016'dan sonraki suçları içermiyordu söz konusu paket. Evet, o dönem de söylemiştik, tekrar ediyorum, muhaliflerin, milletvekillerinin, yerlerine kayyum atanmış belediye eş başkanlarının cezaevlerinde kalacak yeri yoktu ve böylece cezaevleri boşaltılarak yer açılmış oldu. Biz, infaz düzenlemelerinin, infaz paketlerinin, infazda adalet ve eşitliğin sadece cezaevlerini boşaltma, "Şu kadar bin kişi çıkacak, şu kadar yer boşalacak." gibi söylemlerle ifade edilmesini de çok talihsiz buluyoruz açıkçası. Doğru, şu anda kapasite 450 bine dayanmış ama burada şekil olarak sadece boşaltma şeklinde, yaklaşımında, hukukla ya da adil bir yaklaşımla ilgisi olmadığını not etmek istiyoruz.
Şimdi, diğer yandan "Af mıdır, değil midir?" tartışmasını yapmayacağız tabii ki, mesele de bu değil. Ama asıl meselemiz infaz eşitsizliğindeki ısrar, ayrımcılıktaki ısrar, bazı suç tiplerine yönelik istisna tutma ısrarı ve adaletsizlik tabii ki. Şimdi, bazı suçlar bakımından infaz indirimi evet gündeme getirildi. Ancak terör parantezine alınan düşünce ve ifade hürriyetine dönük suçlara hiçbir şekilde dokunulmamış, bunlar tartışılmamış ve burada en çok dikkat çeken tabii ki kadına yönelik suçlarda yapılan indirimler ve bu 11'inci yargı paketi kapsamına alınması. Şimdi, dün Genel Kurulda da ifade ettim, kadınların güvenliğini infaz paketleriyle erteliyor bu 11'inci yargı paketi. Diğer paketten sonra onlarca defa kadınlar cezaevinden tahliye olan eski eşleri, partnerleri ya da yakınları tarafından tekrar şiddete uğradılar, tekrar öldürüldüler, tekrar cinsel saldırıya maruz kaldılar. Şimdi, bu pakette hâlâ burası bile tartışılmamış ve buna ilişkin bir istisna tutma hâli söz konusu değil. Hele hele günde 3 kadının öldürüldüğü, katledildiği bir ülkede hâlâ kadına yönelik suçlarda, kadına yönelik hem cinsel saldırı ve özellikle cinayet fiillerinde bu şekildeki yaklaşımı reddediyoruz. Bunu kabul edilemez buluyoruz çünkü buna dair etkili ve sonuç alıcı önlemler almak en başta yasama organının görev alanındadır ve biz milletvekillerinin de bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor. Şimdi, tamam, iyileştirmeye karşı değiliz dedik. Bazı eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin düzeltilmesine karşı değiliz ama kadınların güvenliğini ve çocuk güvenliğini hiçe sayan yaklaşımın da tam karşısındayız. Bunu asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Diğer yandan şöyle bir tablo var: Şimdi, infaz sisteminde şu anda hapishaneler hakikaten hak ve özgürlüklerin nasıl gasbedildiği, nasıl ihlal edildiğine dair hukuk fakültelerinde bence ders olarak, olumsuz örnekler olarak okutulabilir. Çünkü biz cezaevi ziyaretlerini yapıyoruz, bize çokça başvuru geliyor ve buna dair birçok grup gibi en çok da galiba biz ifade ediyoruz, diğer muhalefet partileri de ediyordur. Bu eleştirileri ifade ettiğimizde de Sayın Adalet Bakanı hemen şu cevabı veriyor: "Türkiye bir hukuk devletidir, kanunlara uyuluyor, yargı tarafsız ve bağımsızdır." Tamam, kâğıt üstünde öyledir gerçekten, Anayasa'ya göre öyledir, bunun aksini söylemiyoruz. Ama uygulamada nasıl yapılıyor? Bizim dikkat çektiğimiz nokta tam da bu. Şimdi, bir kısım tutuklu ve hükümlü tahliye edilecek bu paketle, amenna edilsin dediğim istisnalar hariç. Ama infazını fazlasıyla tamamlayan, dörtte 3 gibi bir infaz süresini tamamlayanların infazları da idare ve gözlem kurulları tarafından yakılıyor. Otuz yıl cezaevinde kalan, tutulan insanların cezası üç yıl, en son üç yıl uzatılanı biliyorum; altı aylık sürelerle, üç aylık sürelerle bunlar uzatılıyor ve bu şekilde çok büyük hak kayıpları devam ediyor. Ağır hasta mahpuslar hapishanede kalmaya devam ediyor. Mesela bu yargı paketinde en çok beklenen adımlardan biri neydi? Hastalar kalmasın cezaevinde, evlerine gitsinler, bir tas çorba içsinler annelerinin, babalarının, eşlerinin, çocuklarının elinde, ölümü bekliyorlar. Bildiğimiz birçok isim şu anda hapishanede her an ölebilir. Aslında devlet onlara şunu mu diyor, böyle mi anlayalım: "Yaşayabilirsen yaşa, ölüyorsan da öl, beni ilgilendirmez." diyor. Hâlbuki görev yaşatmaktır ve yaşatmak için bu pakette yer alamadı hasta mahpuslar. Bunu nasıl izah edeceğiz? Gerçekten ben izah edemem kendi adıma. İsim de verebilirim birkaç tane, onları vereceğim birazdan.
Yine diğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararları var. Bir yasa değişikliğine bile gerek yok, sadece kararlar Anayasa 90'a göre emredici şekilde uygulanacak. Sevgili meslektaşımız, milletvekili mevkidaşımız Can Atalay bunlardan bir tanesi, karar tanınmadı. Yine, önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş; onuncu yıldalar ya, onuncu yıl, altını çizerek söylüyorum; on yıl, bir insan ömrünün kaçta kaçıdır, ne kadar yaşayacağına bağlı ama tamamen siyasi bir davayla, tamamen siyasi bir yargılamayla, tamamen konjonktürel bir perspektifle arkadaşlarımız cezaevinde tutuluyor. Tamam, iyileştirmeler yapılsın da ama bazı adımların da atılması gerekiyor. Şimdi ben süreçle bağını kuracağım tabii ki ama halk soruyor bize "Nerede adalet, nerede eşitlik, nerede bir eşitliğe yönelik yaklaşım?" Bunu biz de soruyoruz. Tabii, bunları anlatmadan önce şunu söylemek isterim, ileriye gitmeden önce: İnfaz rejimi dediğimiz mesele ceza vermek değildir, cezayı zaten mahkemeler veriyor, yargılama oluyor; onlar istinafa gidiyor, Yargıtaya gidiyor, varsa başvurusu Anayasa Mahkemesine gidiyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor; peki, cezaevlerinde ayrıca bir ceza uygulanmasının modern hukuk sisteminde, ulusalüstü evrensel ilkelerde ya da mahkeme içtihatlarına göre bir yeri var mı? Yok, aslında yok. İnfaz dediğiniz, insani koşullarda içeride cezanın çektirilmesi ve -hatta sıkça söylenir- topluma kazandırılması. Peki, bizde ne yapılıyor? Biz de yeni mahkemeler türetildi, onlara biraz değinmek istiyorum doğrusu. Şimdi, nedir bu; mesela Adalet Bakanlığının verileri de var önümüzde -birçok arkadaş söylemiştir- o verilere girmeyeceğim; ne kadar kalabalık koğuşlar olduğunu, işte cezaevlerinin hıncahınç dolu olduğunu, koşulların insanlık onuruyla bağdaşmadığına dair, biz de biliyoruz tabii ki bunları. Yani mesela Silivri'ye en son gittiğimde, ziyaret ettiğimde, kent uzlaşısından tutuklu arkadaşları ziyaret ettiğimde koşulları dinledim, Sincan'da dinledim, Kandıra'da dinledim. Sonuçta biz de ziyaret ediyoruz ve orada ne oluyor tabii ki biliyoruz, temas ediyoruz çünkü mesela bir cezaevinde -ismini vermeyeyim- hijyen ve kanalizasyon suyu meselesi en ciddi gündemde, yani kanalizasyonun yönü vesaire. Vejetaryenler, veganlar bunlar çok hafif kalıyor. Gıda güvenliği meselesi var. Yani şunu söylüyorlar: Mesela en son, bu çok dehşet vericiydi. Sakarya Ferizli'de 266 hükümlü, yediği akşam yemeğinden zehirlendi, bu kadar ileri bir safhaya geçti ve bunun gibi birçok örneği verebiliriz, cezaevindeki yaşam koşullarıyla ilgili. Şunu yazıyorlar bize tutuklu ve hükümlüler: "Yerde yatıyoruz, battaniyemiz yok, koğuş 30 kişilik ama biz 45 kişiyiz, koğuşun havalandırması yok, tel örgülerle kapalı." Şimdi, infaz sistemi insan onurunu odak almalı, insan onuruyla bağdaşmayan bir sistem kesinlikle ne Anayasa'ya uygundur ne de Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uygundur. Bunları anlatırken tabii, şu girişle anlatıyorum, yargı paketinde bunlar olmalıydı; bu şikâyetleri karşılayacak, bu haksızlıkları, hukuksuz zemini düzeltecek maddeler olmalıydı. İşte, avukatların disiplin soruşturması yerine, bant daraltma yerine acil, ivedi sorunlar var; bunların çözümünü önümüze koymalıydık ama nerede; maalesef yok. Tabii ki yalnızca fiziksel alanlar değil, hukuki güvencelerin uygulanmasında da çok sayıda sorun var. Biraz önce bir örnek verdim ama burada en büyük sorunlu alanlardan biri siyasi mahpusların koşullu salıverilme hakkının hukuka aykırı bir şekilde, keyfi bir şekilde engellenmesi. İnfaz Kanunu var ama 2020 yılında o zaman muhalefetimizi çok iyi anımsıyorum -o zaman Cüneyt Bey de vardı galiba Başkan- çok güçlü bir itiraz etmiştik; bu cezaevi gözlem kurulları mahkemeye dönüşür, süreler uzar, buna izin vermeyelim, kötüye kullanılır, subjektiftir, objektif bir ölçü yoktur ve dediğimiz her şey fazlasıyla gerçekleşiyor, fazlasıyla; muhalefette söylediğimiz her şey fazlasıyla gerçekleşiyor. Mesela, benim bizzat okuduğum mektuplardan birinde diyor ki: Elektriği fazla kullandın, bu nedenle tasarruf etmedin." Allah, Allah; yani bu, nasıl infaz uzatma sebebi olabilir?En yaygın olanı, pişmanlık dayatması, diyor ki: "Sana dilekçe veriyorum, şunu imzalayacaksın 'Pişmanım.' diye." Ya "Pişmanım." dese mahkemede derdi zaten. Bir suç işlediğini kabul etse ya da buna dair bir nedameti olsa ya da inansa... Zaten yargılanmış, orada dememiş, reddetmiş, sen ceza vermişsin, o da cezasını tamamlıyor. Cezası kesinleşen birine pişmanlık dayatmasının hukukta nerede yeri var, bütün Adalet Komisyonu üyelerine soruyorum.
Bu idare ve gözlem kurulları başımızda mahkeme olarak görev yapıyor. Benim bildiğim, hukukta mahkeme nasıl olur? Hukuk fakültesini bitirir, stajını yapar hâkim, savcılar -işte, neyse o prosedür, hepimiz biliyoruz- atanır Adalet Bakanlığı tarafından. Ceza verme yetkisi, hükümranlığı sadece mahkemelerindir. Ya, sordum bir kere -galiba Sincan'da sordum- "Kim var bu idare ve gözlem kurulunda?" dedim. Orada personeli de alıyorlarmış, mutlaka personel de oluyor yani sadece idari yetkililer değil. Kaloriferci giriyor, elektrikçi giriyor idare ve gözlem kurullarına, evet ve bunlar da gözlemlerini söylüyorlar. Şimdi, bunlar yargıç, hukuk bitirmemiş, öyle bir yetkisi yok, Anayasa'ya aykırı ama insanların yıllarca cezaevinde tekrar süresini uzatarak orada kalmasına sebep oluyorlar.
Ve mesela ya, en tipik örneği, Gazel Bulut -evet, hatırladım- Figen Yüksekdağ'la birlikte kalıyor. Kızı, yanılmıyorsam 9 yaşında, en son bir ay önce ziyaret ettim. Demişler ki... Figen Yüksekdağ ve Gazel tek başına kalıyor; ikisi, başka yok kimse. Figen Yüksekdağ eş başkanken tutuklandı, milletvekiliyken tutuklandı. "Örgüt koğuşunda kalıyorsun." diye denetimli serbestlik uygulanmamış, 3'üncü keredir infazı uzatılıyor.
Selçuk Mızraklı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanımız, 1 kişiyle kalıyor: Selahattin Demirtaş. Onun gerekçesi: "Örgütten kopmamış." Ne ya, nerede örgüt? 2 kişi birlikte kalıyor, biri Eş Genel Başkan, biri Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin seçilmiş Başkanı. Şimdi, Selçuk Mızraklı bu yüzden altı ay daha cezaevinde kalacak; Gazel Bulut altı ay daha çocuğunun gece üstünü örtemeyecek, onu okula götüremeyecek, çocuğundan ayrı yaşayacak. Kim karar verdi? Bir mahkeme mi? Hayır, cezaevi gözlem kurulu öyle buyuruyor. Böyle bir şey olamaz. Bu gözlem kurullarının ve infaz uzatma sisteminin mutlaka bu pakette yer alması gerekiyor ama mutlaka. Çünkü şu anda ceza üzerine ceza bindiriliyor. Arkadaşlarımızın hazırlığı vardır. Yani bir iki satır bir fıkra ekleyeceğiz, bu sistemi bitirelim artık. Yeni mahkemelere ihtiyacımız yok. Mevcut mahkemeler yeterince haksız ve hukuksuz karar veriyor, yeterince araçsallaştırılmış durumda. Bir de bunun üzerine yeni mahkemeler oluyor.
Zaten diğeri YGC ve S ve Y tipi hapishaneler tecrit ve insansızlaştırma aracı mekanizması olarak tanınıyor ulusal ve uluslararası raporlarda ve ruhsal ve fiziksel bütünlük, yaşam bütünlüğü ciddi yerle bir oluyor.
Yine, bildiğimiz cezaevlerinden biri Adana Suluca Yüksek Güvenlikli Hapishanesinde tek kişilik iki hücrenin birleştirilmesiyle 3 kişinin kaldığı dar alanlar var ve burayı mahpuslar "ölüm odası" diye nitelendiriyor. Yirmi üç saatini birkaç adım genişliğindeki odalarda geçiriyorlar.
Buna ilişkin vereceğim örnek çok ama burada bırakmak istiyorum. Yani cezaevi koşulları, infaz sistemine dair düzenleme bu pakette pekâlâ yer alabilir.
Hasta mahpusları söyledim, tekrar oraya dönmek istiyorum. Başımıza mahkeme kesilen başka bir kurum neresi? ATK, Adli Tıp Kurumu; yok böyle bir şey. Adli Tıp Kurumu çıplak gözle... Doktor değilim, belki burada doktor vardır. Hani, bir insanın hastalığını dış görüntüyle, yürüyüp yürümediğini, yemek yiyip yemediğini, sağlıklı olup olmadığını... Tamam, biz dış gözle bakıyoruz. raporlar var. ATK raporları nedense herkesi sağlıklı görüyor. Onun raporlarından sonra insanlar cezaevinde ölüyor. ATK insanların ölüm fermanını imzalıyor. Bu, korkunç bir şey ve daha önce Sayın Bekir Bozdağ'la Adalet Bakanı iken konuştuk, Yılmaz Bey'le konuştuk, bu raporları sunduk defalarca, yıllardır, on yıldan fazladır bu meseleyi çalışan bir milletvekili olarak götürüyorduk. "Tamam, ATK'nin yapısı düzenlenecek. Tamam, haklısınız." gibi birçok konuşma, değerlendirme yaptık ama ATK giderek daha da vahim bir hâl alıyor. Mesela, Batman Beşiri Cezaevinde tutulan Mehmet Emin Çam, defalarca kalp krizi geçirdi ama hâlâ ATK rapor vermediği için cezaevinde tutuluyor. Elâzığ R Tipi Cezaevindeki felçli, yatalak -altını çizerek söylüyorum- ve göz kapakları dahi işlevsiz olan Önder Poyraz'ın serbest bırakılmaması. Orada ölüme terk edilmiş. "Ölüm cezası yok." demeyelim, ölüm cezası var. Bu, ölüm cezasıdır. Yani zamanla, zamana yayılmış ölüm cezasının infazı, ölüme terk ediyorlar aynı şekilde.
Bir de başka bir ucube madde var. Bunun da mutlaka pakette yer alması gerekiyor. İnfaz Kanunu'nun 16'ncı maddesi, toplum güvenliği açısından tehlike oluşturanlar için savcılık -neyse ki o savcı, onu artık öyle diyeceğiz mecburen- izin vermiyor, tahliye edilmiyor. Ben bir tane karar söyleyeceğim, geçen dönem Siirt Milletvekiliydim, Siirtli bir mahpus için görüştüm "Ailesine gerekçeyi gönderin." dedim, "Niye tahliye edilmemiş?" diye. Demişler ki: "Toplum güvenliği için tehdit şerhi düşmüştü savcı. Köyü girerse köyde büyük bir karşılama olur, toplum güvenliği sarsılır." Ya, bir insan köyüne gidecek, bir köyde kaç kişi gelebilir ki 100 kişi gelsin, bin kişi gelsin, niye tehlike olsun, nasıl böyle bir tehlike olabilir? Bu da ayrı bir garabet olarak önümüzde duruyor. ATK'nin yapısının behemehâl düzenlenmesi gerekiyor ve herkesin kendisini mahkeme sandığı bir yerde ve mahkeme gibi kararlarının hüküm doğurduğu bir yerde adalet olamaz. Bunlar sadece eleştiri değil, biz ne yapılması gerektiğini de konuşmamızda ayrıca söylüyoruz ve buna ilişkin başka sorun alanları da var, onları zaten arkadaşlar aktaracaklar. Şimdi, bu anlattığım birçok örneği bu pakette yer bulması gereken çözüm önerilerini ifade etmek için söyledim bunları. Tabii ki bu örnekler insan onuruna, Anayasa'ya, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere -siyasallaşmış ve keyfîleşmiş- eşitliğe aykırı ayırımcı bir infaz rejiminin varlığını açıkça ortaya koyuyor ve böyle bir dönemde 2021 yılındayız, on birinci yargı paketini konuşuyoruz ve hapishanelerde milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi, il başkanı -herkesi kapsayarak söylüyorum- cezaevlerinde -tırnak içinde söylüyorum- ne onlar? "Terör suçlusu." Onlar bu pakette değil, bu pakette değil, biz terör suçlusu demiyoruz, onlar siyasi tutuklu ve hükümlüler. Siyasi sebeplerle içeride tutuluyorlar ve infaz düzenlemesinde infaz rejimi, adaletin -daha doğrusu- aynasıdır.
Şimdi, şu anda bir barış ve demokratik toplum sürecindeyiz, yarın komisyon toplantısı olacak -son olarak bunu anlatacağım- orada tabii ki rapora dair, yasal çerçeveye dair biz DEM PARTİ olarak görüşlerimizi ifade edeceğiz. Bunun için çalışacağız, didineceğiz, müzakere ilerletmek istiyoruz. Bunun başarıya ulaşması için var gücümüzle gövdemizi de taşın altına koymaya hazırız, yeter ki bu süreci olumlu bir şekilde neticelendirelim ama bizler bunu yaparken önümüze yargı paketi geliyor ama siyasi tutuklular, hükümlüler, kapsam dışı. Bunu nasıl anlatacağız biz, gerçekten nasıl anlatacağız? Yani bu adaletsizliğin Kürt'e, muhalife tekrar tekrar bu adaletsizliğin hüküm sürmesini nasıl izah edeceğiz?
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Reddediyorum bu beyanınızı, reddediyorum!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Edebilirsiniz.
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - "Adaletsizliğin Kürt'e" beyanınızı reddediyorum!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) -
Edebilirsiniz.
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Terör örgütü suçluları başka bir şey, Kürt başka bir şey.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Ha, siz de Komisyon üyesisiniz.
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - O yüzden uyarma gereği duydum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Ben de sizi uyarıyorum, şu anda cezaevlerinde sadece ve sadece DEM PARTİ'li olduğu için binlerce siyasi Kürt tutuklu ve hükümlü var. Evet, Kürt'e adalet uygulanmıyor. Siz istediğiniz kadar reddedin zaten bu sürecin çıkış temellerinden biri de adaletsizliği gidermektir, eşitsizliği gidermektir, var olan tarihsel haksızlığı olumlu yönde barışa ve demokrasiye evriltmektir. Her şeye "terör" diyerek bugünlere geldik, on yıllarımızı kaybettik, her şeye "terör" dediniz, her şeye "terör" denildi. "Terör" kavramını da sizin terör yaklaşımınızı da kesinlikle kabul edilemez buluyoruz. Terörün ne olduğunu...
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Meral Hanım, siz-biz yok, Türkiye var...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Ama bana müdahale etme hakkınız yok.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Sayın Başkan, müdahale etme hakkı mı var, öyle bir hak var mı?
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Bir dakika Sayın Beştaş... Bir saniye...
ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Sürecin hassasiyetinin zedelenmesini istemeyecek insanlarız.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı, bir saniye, hatip bitirsin sözünü.
NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Hepimiz bu hassasiyeti gösteriyoruz zaten, tam da bu yüzden bu sözleri söylüyoruz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Tam da bu yüzden bu sözleri kullanıyoruz.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Beştaş, buyurun, devam edin.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Böyle bir şey olur mu ya?
Sayın Başkan, süreç devam ederken -yarın konuşacağız ve devam edeceğiz- biz hâlâ iktidarın aynı söylemlerle, aynı yaklaşımla, aynı pratikle devam etmesinin var olan desteği zayıflattığının, bizim bunu inşa etmekte -bilerek söylüyorum bunu- zorlamamıza sebep olduğunun altını çizerek ifade etmek istiyorum, özellikle söylüyorum. Yani pandemi döneminde süreç yoktu, o zaman da "Siyasi tutukluysa, muhalifse cezaevinde kalabilir, pandemiye yakalansın, bize ne?" denildi, o zaman da öyle denilmişti. E, şimdi, nispeten, o döneme göre bir barış iklimi var, bir huzur iklimi var ve insanların doğal olarak beklentisi var, talebi var. Bunu bir açıklayın bize yani Şengül Hanım bir açıklasın, acaba ne kastediyor? Yine "terörö" siyasetine devam mi edeceğiz? Yok, öyle bir şey, yok. Biz adalet talep ediyoruz, dörtte 3 infaz ile bir bölü infaz sisteminin mantığını anlamak istiyoruz. Şu anda siyasi sebeplerle cezaevlerinde tutulanların infaz oranı dörtte 3. Herhangi bir suçta infaz oranı 1/2. Bir de üstüne üstlük yargı paketleriyle bu daha da hafifletiliyor, on yıl ceza alan neredeyse üç yıl kalacak ama altı yıl üç ay ceza alanın infazı yakılacak, 3 katı ceza yatacak. Şimdi, burada Anayasa’nın 10'uncu maddesini nereye koyacağız, eşitlik ilkesini nereye koyacağız, adalet perspektifimizi nasıl değerlendireceğiz? Tam da buradan itiraz ediyoruz ve bunu kabul edilemez buluyoruz.
Bu anlamda, son olarak şunu söyleyeyim: Biz tabii ki topluma bunları açıklıyoruz, bunun çalışmasını bırakmadık ve bazıları gibi böyle agresif tavırlar içinde de değiliz ama biz temsil ettiğimiz yurttaşların haklarını sonuna kadar savunuruz. Biz barışı bir teslimiyet olarak hiçbir zaman görmedik, barışı kazanmak için mücadele ediyoruz. Bu bir teslim olma süreci değil, bu bir inşa süreci, barış ve demokrasi fikrini, demokratik toplum fikrini hep birlikte, var gücümüzle inşa etmek zorundayız ve bu pakette özellikle "örgütlü suçlar" diye ifade edilen kategorinin kapsam dışına alınmasını kesinlikle çok isabetsiz, çok hakkaniyetsiz, çok adaletsiz ve sürecin ruhuyla da yürüyüşüyle de uyumlu olmadığını özellikle ve önemle ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.