| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Teşekkür ediyorum.
Öncelikle, bu on birinci yargı paketi tıpkı onuncu yargı paketindeki gibi toplumda çok büyük bir beklenti merakla izleniyor. Bunun en büyük payı da aslında toplumda yaratılan algı ve bu beklentiyle ilgili oluşturulan tablo. Tıpkı diğer paketler gibi, bu paketin de Türkiye'deki hukuk, yargı, ceza ve infazda ne adalet ne eşitlik bağlamında gerçekten bir derde deva yaratıp yaratmayacağı tartışması hâlen sürüyor çünkü bize göre Türkiye'nin ceza ve infaz yasalarının tamamı oluşturulurken daha en başından eşitlik sistemine, ilkesine aykırı bir biçimde incelendiği için paketlerle, reformlarla, strateji belgeleriyle belli noktaları sıkışınca, toplumsal baskı artınca getirilen değişikliklerle gerçek anlamda ne Anayasa'ya uygun bir sistem ne insan onuruna ne de hukukun üstünlüğünü esas alabilecek bir ceza ve infaz adaleti sağlamak mümkün değil. Bu görüşülen, 3393 sayılı Kanun Teklifi'nin de hakeza bir önceki paketler gibi Anayasa aykırı olduğunu düşünüyoruz, onuncu yargı paketinde de bu konuda fikirlerimizi çokça ifade ettik. Anayasa’nın 2'nci maddesi hukuk devleti, 26'ncı maddesi ifade özgürlüğü, 28'inci maddesi basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve en önemlisi de AYM kararlarının bağlayıcı olduğu hükümleri... Burada getirilen hükümlerin bir kısmı Anayasa Mahkemesinin iptal kararları sonrası şeklinde getirildiği ve revize edildiği söyleniyor. Kimisinin zamansal açısından sorunu açık olarak da Anayasa’nın 153'üncü maddesindeki bağlayıcılığı yönüyle Anayasa'ya aykırı olduğunu, bu yönüyle yeniden incelenmesini talep ediyoruz.
Teklif bir bütünen, özellikle bizler açısından, 27'nci ve 32'nci madde açısından söylüyorum. Belirli suç tiplerinde infaz indirimi ya da örtülü bir af görünümü sağlarken ve bunun ileriye dönük kapsamını da genişletirken daha peşinen, düzenleme itibarıyla, yazımsal itibarıyla kapsam dışı bırakılmasını ve dışlama mantığının ne şekilde gerçekleştiğinin açıklanmaması, daha en başından Anayasa'daki eşitlik ilkesine aykırı olduğunu düşünüyoruz. "Örgütlü suçlar kapsam dışıdır." cümlesinin altında gizlenen gerçek neden, fiilin niteliği ve toplum üzerindeki etki meselesi midir yoksa iktidarın tercihen tercih ettiği ikili hukuk sistemini bir devamı mıdır diye sormak lazım. Eğer bir toplumsal etkiden söz edeceksek asıl toplumdaki en büyük kırılma, en derin yara teklifte kapsam içerisine dâhil edilerek ifade etmiş olduğunuz kadına yönelik şiddet, kadın katliamları, cinsel saldırı suçları, çocuğa yönelen istismar ve diğer suçlar bakımından toplumun adalet duygusunu ortadan kaldıran, zedeleyen, cezanın caydırıcılığını hedef aldığınızı söylediğiniz ama bu yönüyle caydırıcılığı ortadan kaldıran hükümler olacaktır. 2023 Temmuz öncesinde, depremde yakınlarını kaybeden aileler -ki bununla ilgili hem çokça sosyal medyada hem de hepimizi mail yağmuruna tuttular, tek tek aradılar da bizleri- kadın cinayeti mağdurlarının aileleri, işçi ölümleri cinayetlerindeki sorumluları arayan emekçiler, kamu görevlisi ihmalleri nedeniyle adalet talep eden herkes açısından gerçekten caydırıcı bir toplumsal zedelenme ve etkiyi düşünmek gerekir. Bilhassa 6 Şubat depreminde binlerce insanın ölümüne yol açan müteahhitlerin, fenni mesul ve denetim sorumlularının bu düzenlemede... Yargılamalar devam ediyor olduğu için belki de hiç hapishaneye girmeyecek ya da bir ay, iki ay, üç ay gibi çok kısa süreler içerisinde içeri girip tamamlayabilecek bir etkiden ve sonuçtan söz ediyoruz. Bu, açıkça adaletin sağlanması değil tam tersine, cezasızlık politikası diye sistemik olarak eleştirmiş olduğumuz bu kültürün kurumsallaşmasını doğuracaktır. O hâlde, mesele "Örgütlü suçlar kapsam dışıdır." cümlesinin altında gizlenen asıl şey ve asıl yaratılan ayrım meselesinin de ötesine bir daha geri dönersek burada asıl ayrımı kişiye karşı işlenen, topluma karşı işlenen suçlarda tahliye yolunu sonsuz açarken devlete karşı işlenen suçlarda iddia edilen suçların kategorik dışarıda bırakılmasının, geniş, belirsiz bir noktasında bırakılmasının hukuki güvenlik açısından bir ihlal olduğunu düşünüyoruz. Burada seçici cezalandırma diye ikili hukuk ya da hukuk siyaseti literatürüne geçen yaklaşımın tekrarı, özellikle örgüt suçları bağlamında değerlendirdiğiniz sendikalar, STK yöneticisi, siyasetçiler, gazeteciler, öğrenciler; kadın özgürlüğü için mücadele eden, kadına karşı cinayetler işlenmesin diye sokakta, alanda, STK'lerde, sivil alanda çalışma yürüten kadınlar; asgari ücret artışı için alana çıkan işçiler, barınma hakkını isteyen gençlerin hepsinin de hakeza bu kapsam dışı kalmasının sonucunu doğuracaktır. O hâlde, Anayasa’nın 10'uncu maddesinde -biraz önce konuşma için Sayın Bülbül'e hatırlatmış olduğunuz- herkesin kanun önünde eşit olduğunu söyleyen maddeye bir uygunluktan söz edilemez. Suçun mağduru suç işlenen devlet taraf olunca ayrı, yurttaş tarafı olunca sonsuz bir affedilme rejiminin ortaya çıkması cezanın failinin fiiline göre değil devlete karşı konumlandırma varsayımını ve eşitsizliğin bizzat yasalaştırılmış hâli olarak ortaya çıkacak; bu da hukuk devletinin güvenlik alanını tamamen ortadan kaldırır. Aksi hâlde geniş, kategorik alanını yaratıp bunun içerisine çok daha farklı kategorize... Hem yöneltilen hedef baskı kitlesi açısından hem de yaratılan sonuç açısından asıl olan isnadın siyasi niteliğinin belirleyici olduğu tekrar açığa çıkmakta. Bu nedenle, farklı muamelenin hiçbir anayasal gerekçesi yoktur. Eğer bir eşitlik iddiası olacaksa bizler 20'nci maddedeki Covid-19 Geçici 10 maddesinin o dönemde de eşitliğe aykırı olduğunu ifade etmişken bu dönemde bu eşitliğin tekrarlanması çok daha ağır bir sonuca ve ayrımcılığa yol açacağını tekrarlayayım. Failin devlete göre konumlandırılmasının eşitlik ilkesine, hukuk devletine aykırı olduğu dönemin yanı sıra Covid döneminde diğer ülkelerde mahpuslara ve cezaevlerine dönük politikalarına neler yapıldığını kısmen ifade ettiler. Bir sağlık riski kök nedendi bu kanunun kendisinde ancak bu sağlık riskinin kök nedeni geldiği için kendinize göre biraz önce "Toplumsal açıdan infial yaratacak suçlar bakımından bir ayrımcılık söz konusu olmaz." derken siyasi suçlar bakımından, örgütlü suçlar bakımından kapsam dışı bırakmakta ısrar ettiniz. Bu sağlık riski kök nedenini "Biz aynı maddede tekrar ediyoruz." diye ifade ederken, kök neden ortadan kalkmışken buna bağlı olan düzenlemedeki ısrar etme hâlinin sağlık riskini o dönem mahpusa göre nasıl bir ayırımcılık söz konusuyken şimdi de suça göre bir ayrımcılık söz konusu olmuştur.
Yine, teklifin 30, 31 ve 32'nci maddeleri birbiriyle bağlantılı maddeler. Burada AYM kararını görerek iptal ettiği maddelerin aynısının getirilmediğini biz düşünüyoruz. "Kademeli" diye ifade edilen bant daraltmayı, erişim engelini "hızlı karar mekanizması" diye ifade edilen hükümlerin ifade özgürlüğüne ve basın özgürlüğüne doğrudan müdahale niteliğinde olduğunu düşünüyoruz. Bir kere, hükümde yer alan, ayrıntılı inceleme yapılmadan karar verilmesi hem hak arama özgürlüğünü hem hukuki dinlenme hakkını hem de savunma hakkını tamamen ortadan kaldıran bir hüküm. Yine, kişilik hakkı gerekçesiyle geniş ve muğlak engellemelere, sansürün kurumsallaşmasına dönük orantısız, belirsiz, keyfî... Ki bugüne kadar iktidarın basına karşı yürütmüş olduğu politikaları göz önüne aldığımızda açık bir sansür riski barındırmaktadır ve bunun teknolojik gelişmelerde bir standartlaşmayı değil açıkça iktidarın karşısında muhalefet eden sosyal medyaya, ajanslara, gazetecilere, bu alanda hak arama hürriyetinde bulunan her kesime bir sansür riski barındıracağı açık. Yine, Anayasa’nın 153'üncü maddesini açıkça ihlal eden bir madde olduğunu söyledik. Kısacası, eşitlik ilkesi, hukuk devleti ilkesi, AYM kararlarının uygunluğuna aykırı bir düzenleme var karşımızda. Hukuk devleti suçun niteliğine, iktidarın kendisine göre konumlandırdığı siyasi tasniflere göre değil gerçekten eşit infazı esas almalıdır. Temel hak ve özgürlükler devlete karşı işlenen suçlarda askıya alınıp diğer suçlar bakımından sonsuz ve belirsiz bir süreye ertelenemez. Bugün bu ülkede hapishaneler ve infazda eşitliği konuşacaksak hasta mahpusları, idari gözlem kurulları eliyle gasbedilen süreçleri, kendini yargı ve ideolojik terbiye merkezi hâline getiren kurulların uygulamalarını, modernize adına "S, R, Y kuyu tipleri" adı altında tecrit ve izolasyon sistemini, sağlığa erişim sorunlarını, ATK'nin taraflı ve bilimsel kriterlerden uzak kararlarını, sürgün politikalarını "Bugün aileler bir araya gelsin, kader mahkûmları bir arada bulunsun." diye ifade ettiğiniz haklı serzenişi; hakeza tutsakların kendi ailesinin taziyelerine bile gidememesi, son vedalaşma hakkının bile sağlanamaması gibi daha acil, daha önemli görülebilecek konuların göz ardı edilmesini... Bu hâliyle, teklifin kendisini, şekli, esası, getirilme yönüyle Anayasa'ya aykırı bulduğumuzu söylüyoruz. Bu hâliyle, ilgili maddelerin Anayasa'ya uygunluk bakımından yeniden değerlendirilmesi için dikkate alınarak geri çekilmesini istiyoruz.