KOMİSYON KONUŞMASI

SADULLAH KISACIK (Adana) - Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri, Değerli Komisyon üyeleri, Bakanlığımızın değerli bürokratları, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, bütçenin en önemli işlevi ülke kaynaklarını doğru ve aynı zamanda ihtiyaç duyulan alanlara tahsis etmek, ülkenin kalkınmasını sağlamak, yoksulluğun giderilmesini sağlamak ama yıllardır bizim bütçemize bakıyoruz biz hep faiz bütçesi hazırlıyoruz yani faize hizmet eden, faize harcanan bir bütçe hazırlıyoruz. Şimdi, 2026 toplam bütçemiz 18 trilyon 928 milyar 815 milyon ve 2026 yılında faiz giderimiz 2 trilyon 741 milyar 656 bin yani bütçemizin yüzde 14,5'i faize gidiyor. Peki, bu neyi ifade ediyor aynı zamanda? Cumhurbaşkanlığı bütçemizin 128 katını faize veriyoruz, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin 100 katını faize veriyoruz, Dışişleri Bakanlığı bütçesinin 58 katını, Ticaret Bakanlığı bütçesinin 35 katını, İçişleri Bakanlığı bütçesinin 22 katını, Sağlık Bakanlığı bütçesi gibi önemli bir bütçenin 2 katını, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin tam 1,5 katını faize veriyoruz bu çok büyük bir rakam. Düşünün ki bunlar faize gitmese, dağıtılsa nerelere gideceğiz? Dolayısıyla, biz bu faiz yükünü üzerimizden atmazsak hiçbir yere gidemeyeceğiz, ilk önce bizim bu faiz yükünü üzerimizden atmamız lazım ama bu sadece ekonomi yönetiminin de yapacağı bir şey değil Sayın Bakanım, Allah yardımcınız olsun çok zor bir dönemde Bakanlık yapıyorsunuz. Ülkede ilk önce bütçe açığını kapatmak için şu anda çeşitli yöntemler deneyerek, çeşitli vergiler, harçlar çıkararak kapatmaya çalışıyorsunuz ama bu adalet açığını kapatmadan ülkenin bütçe açığının da kapatılmayacağı kesin. Yani ülkede şu anda ciddi bir adalet açığı var ve bu adalet açığı maalesef hem iç piyasada hem de uluslararası camiada bizim güvenilirliğimizi yere çekiyor, bu güvenilirlikle de biz bir yere gelemeyiz, öngörülebilirliğimiz düşük. Ben aynısını Sayın Merkez Bankası Başkanı burada sunum yaptığında da söyledim, dedim ki ya, bu sunum benim için çok bir şey ifade etmiyor çünkü ben bu ülkede yarın sabah ne olacağını bilmiyorum.- Yarın sabah ne olacağını bilmeyen bir ülkede insanlar nereye parasını yatırır, ne yapar? İşte, yastık altındaki altınlardan bahsediyoruz. Zaten altın, yastık altına girer, niye? Güvensizlik var ülkede çünkü. Yani dolayısıyla ilk önce şu adalet açığını da bir halletmemiz lazım ancak bu faiz yükünü, dışa çalışmayı ancak böyle önleriz.

Bakın, Türkiye'de toplam 255 bin işletme var, bu 255 bin işletmeden 2026 bütçesinde hedeflenen kurumlar vergisi miktarı 1 trilyon 740 milyar 811 bin TL. Tüm kurumlar vergisini toplasak yıllık faiz giderimiz yapmıyor, 1 trilyon daha bulmamız lazım faizi kapatmak için. Ya, bu kadar kurumuz düşünün yani, düşünün. Şu andaki yükümüzün, şu milletin sırtına yüklenen yükün boyutunu bir düşünün.

Şimdi, aynı şekilde bakıyoruz, bütçelerdeki faiz ve yatırım miktarlarına 2024 yılında bütçede yatırımlara ayrılan pay 1 trilyon 328 milyar TL iken faize ayrılan pay 1 trilyon 268 milyar TL'ymiş. 2025 yılında yatırımlara ayrılan pay 2 trilyon 152 milyarken faize ayrılan pay 1 trilyon 950 milyarmış. Yani, hep böyle başa baş gitmiş; faiz kadar yatırım, ülkenin yatırımı kadar faize para vermişiz.

Peki, 2026 bütçesinde ne durumdayız? Şu anda öngörülen bütçede, 2026 yılında yatırımlara ayrılan pay 1 trilyon 864 milyar iken faize ayrılan pay 2 trilyon 741 milyar. Yani, yatırıma ayrılan pay ile faize ayrılan pay arasındaki makası açmışız. İnşallah, bu, en büyük makas olur. Bu, ilerleyerek gitmez; bunu umuyorum çünkü burada zaten başa başken bir de bakıyorsunuz, şu anda açılan bir makas var.

Bir de şu anda baktığımız zaman, iç borcun faiz yükünün anaparayı geçtiğini görüyoruz. Bu konuda bir değerlendirmenizi, yorumunuzu rica ediyorum Sayın Bakanım. Bu konuyla ilgili sizden bir değerlendirme rica ediyorum, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi, tüm bunlara baktığınız zaman, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Bey de bütçe sunumunda söyledi, dedi ki "Bizim temel sıkıntımız, şu anda istediğimiz, hedeflediğimiz geliri temin edememek." yani kasamız boş. Şimdi, peki, biz, bu gelir açığını nereden sağlamaya çalışıyoruz? En kolay yöntem, vergiyi arttır, harcı arttır, cezayı arttır. Ya, bu kolay yöntem ama artık keşke vergi ödeyecek kapasitesi olan bir halkımız, esnafımız, işverenimiz kalmış olsa. İşte alamıyoruz, vergi gelirlerimizi alamıyoruz. Niye? Ekonomi yavaşlamış. Ülkede dile getirilmiyor ama ciddi bir ekonomik kriz var, ciddi bir durgunluk var; olmuyor, çarklar zorla dönüyor. Çoğu işveren diyor ki: "Yani bugün şu borçlarımı kapatabilsem, işletmeyi kapatacağım." ama borcu olduğu için, işletmeyi kapatamadığı için ayakta yani mecbur adam işini döndürmeye. Yani dense ki "Başa baş, hadi, işletmeni kapat." kapatacak çoğu işletme.

Bakıyorsunuz, konkordatolar tarihî seviyede, aynı şekilde, iflaslar tarihî seviyede. Ama biz ne yapıyoruz bunun için? Yine, cezayı esnafa, halka kesiyoruz. Mesela, Sayın Bakanım son zamanlarda Türkiye Büyük Millet Meclisine hep ya vergi arttıran ya harç arttıran ya ceza arttıran kanun teklifleri gönderiliyor. Şimdi, en son gönderdiğiniz teklifte vatandaş ÖTV ödüyor, KDV ödüyor, bir de şimdi vatandaştan araç alım satımında harç alınacak. Bunu gönderdiniz, Komisyondan geçti.

Aynı şekilde, bireysel emeklilik sistemi insanların uzun vadeli bir yatırım planı, orada, BES'e devlet desteğinin sıfıra indirilmesini de öngören bir kanun teklifi gönderdiniz. Yani, bakın ya harç arttırmışız ya vatandaşa "Tasarruf et." dediğimiz şeyi sıfıra çekme yetkisi vermişiz. Sayın Bakanım, şimdi, gerçekten halk bunalmış durumda, esnaf bunalmış durumda yani iş yok, güç yok, piyasa dönmüyor; bir taraftan denetimler sıkı, öbür taraftan vergisini ödeyemiyor, SGK'sini ödeyemiyor. Şu anda esnafımız, işverenimiz size "En azından şu vergi, SGK borcumu bir yapılandırın, bana bir nefes aldırın da bir döneyim." diyor Sayın Bakanım. Açık söyleyeyim yani şu anda insanlar ödese ödeyecek, ödeyecek gücü olsa ödeyecek ama sırf ödeyemediği için ve yapılandırma hakkı da olmadığı için şu anda hesabı blokeli, dönemeyen, bunun yüzünden de kepenk kapatmaya kadar giden esnaf ve işveren arkadaşlarımızın olduğunu görüyoruz. Yani devletimiz böyle durumlarda esnafımızın, işverenimizin önünü açacağına tam tersi "Ya, bana borcun var..." Hesabına bloke koyup onu, döndüremez pozisyona getiriyor, bununla da ilgili esnaflarımız sizden bir açıklama, bir çözüm bekliyorlar Sayın Bakanım.

Şimdi, biz vergi anlamında halka, zaten zor durumda olan esnafa, işverene yöneleceğimize imar rantlarını vergilendirelim, imardan rant elde eden kişileri vergilendirelim, vergi cennetine aktarılan kaynakları vergilendirelim Sayın Bakanım, büyük holdingleri, kârları rekor seviyelere ulaşan bankaları vergilendirelim. Hiç, Türkiye Büyük Millet Meclisine bunları vergilendirici kanun getirmiyorsunuz, hep anca vatandaş araba alıp satarken "Ondan harç alalım..."

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Geçti o, geçti.

SADULLAH KISACIK (Adana) - Ne geçti ağabey?

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Kurumlar vergisi yüzde 30 oldu.

SADULLAH KISACIK (Adana) - Kurumlar vergisi...

Şimdi bir şey söyleyeyim, bir şey söyleyeyim, bir öneri sunayım o zaman: Şimdi, 2025 yılının ilk dokuz ayında Türkiye'nin en büyük dört özel bankası müşterilerinden yaklaşık 400 milyar TL ücret ve komisyon geliri elde etmiş. Bunlar ne? İşte, EFT, havale ücreti, kart aidatı, kredi tahsis bedeli, POS kesintisi, dosya masrafı, hesap işletim ücreti filan; 4 banka. Tamam, alacaksınız bundan alın Sayın Bakanım, işte, böyle adamlardan. Gerçekten esnaf ödese vergisini, SGK'sini ödeyecek, zor duruma düşmüş; işveren aynı şekilde. Yani biz şu anda pastanın büyüğüne gidelim, zaten öbür taraftan alacağımızı almışız. Yani burada, hele şu ekonominin böyle zor döndüğü zamanlarda bu tür şeylere yönelmek daha zor.

Şimdi, bu son vergi düzenlemelerine filan da baktığımız zaman klasik IMF mantığına döndüğümüzü de görüyoruz yani ne yapıyoruz? Kamu harcamalarını kıs, sosyal destekleri azalt, vergi tahsilatını artır. Tabii, IMF, bu tür düzenlemeleri yaparken en azından sosyal destek programlarıyla halka yaşattığı o acıyı biraz dindirmek için pansuman yapardı, bizde o yok. Direkt her şeyi şu anda biz halkımıza yüklemiş durumdayız yani IMF'den daha acımasız hâle geldik neredeyse bu anlamda.

Sayın, Bakanım, tahsilat ekonomisinin ülkeye kazandıracağı bir şey yoktur, devletimize kazandıracağı da bir şey yoktur. Biz kendi gelirlerimizi artırmaya, ülkemize olan güvenini artırmaya, refahı artırmaya odaklanalım, gerisi zaten arkasından gelecektir.

Şimdi, bir de bu fedakârlıkları... "Zor dönemlerden geçiyoruz." diyoruz, fedakârlık istiyoruz ama bu fedakârlıkları da hep halktan istiyoruz, üretenden istiyoruz, çiftçiden istiyoruz, emekliye az maaş vererek istiyoruz veya memura, işte, zam oranını düşük tutarak istiyoruz, asgari ücretliden istiyoruz ama kamunun üzerine düşeni yerine getirmediğine inanıyorum. Bu fedakârlıkları kamuda çok görmüyoruz Sayın Bakanım.

Şimdi, aynı zamanda enflasyonu düşürmek için birtakım yapısal reformların da yapılmadığını görüyoruz. Mesela, örnek hal yasası. "Ya, gıda enflasyonu yüksek." diyoruz değil mi şu anda? Gıda enflasyonunu bizim aşağı çekeceğimiz en önemli yapısal düzenleme hal yasası. Yıllardır konuşuyoruz hal yasasını. Üretici diyor ki "Benim ürünüm para etmiyor." Tüketici diyor ki "Ya, marketlerde ürünler çok pahalı." Bir türlü yıllardır bu sorunu çözemedik. Hal yasası ya da birtakım regüle edilmesi gereken alanlar var, regülasyonları yapmamız lazım, yapmıyoruz. Mesela, kira enflasyonunu düşüren... Kira enflasyonunu biraz önce Usta gösterdi, kira enflasyonu yüksek, bununla ilgili konut hamlesini yeni yaptık ama geç kalıyoruz Sayın Bakanım. Şimdi, geçen -ülkemizde barajların doluluk oranı yüzde 10'a düşmüş- daha biz yeni kuraklıkla ilgili Komisyon oluşturmuşuz. Ya, su bitmiş, daha artık yönetilecek bir şey kalmamış ki. Neyi yöneteceğiz? Su bitmiş. Göllerin yüzde 86'sı son yirmi yılda kurumuş, yirmi yılda. Daha ne biz neyin planını yapıyoruz? Devlet proaktiftir, devlet, olmadan önce işini yapar yani devlet yangının çıkmasını önleyen mekanizmadır. Devlet yangını söndürmeye gidiyorsa iş işten geçmiştir, iş işten geçmiştir. Dolayısıyla biz şu anda bu tür yapısal reformlarda geç kalıyoruz. Mesela kamu ihalelerinde yapılması gerekenler, Sayın Genel Başkanımız Ali Babacan her zaman söylüyor "Şu, Kamu İhale Kurumunu biz Avrupa Birliği müktesebatına entegre edelim, ülkenin birçok şeyde önü açılacak." diyor. Tamam, biz depremde deprem yaralarını sarmak için elimizden geleni yapıyoruz, bütçe de bu anlamda esnetiliyor ama şunu da görüyoruz: Deprem bölgelerinde aynı zamanda ihaleler hiç şeffaf değil, onu söyleyeyim. Gidin, halkla konuşun, hakla bir geçin, konuşun; oradaki deprem konutlarının nasıl yapıldığını, köy evlerinin nasıl yapıldığını orada konuşun. Yani Kamu İhale Kurumundan öyle böyle şikâyetler alıyoruz ki o kamu ihalelerindeki şeffaflığı bile sağlasak biz, o birçok ruhsattan, halktan binde 2 vesaire gibi böyle şeylerle alacağımız vergilerin katbekat gelirini buralardan alırız. Bence artık gözümüzü halktan ranta çevirmeliyiz yani ranttan vergi alalım, kazanandan vergi alalım, çok olandan vergi alalım; zorla dönenden almayalım, alamıyoruz da zaten, çok çok işlerini zorlaştırıyoruz, alamıyoruz da yani olmayan gelirin vergisini nasıl versin devlete?

Şimdi, diğer bir konu, vergi sistemimizde çok karışık Sayın Bakanım. Yani belki dünyadaki en karışık vergi sistemlerinden bir tanesi, bu sistemi de bir sadeleştirmemiz lazım. Gerçekten yani bazen işin içinden muhasebeciler, mali müşavirler bile çıkamaz duruma düşüyor. Yani sade bir vergi sistemi, daha kolay anlaşılabilir, kolaylaştırıcı bir vergi sistemine dönmemiz lazım. Biz ancak bunları sağlayarak insanların kolayca vergi ödeyeceği, içinden gelerek vergi ödeyeceği bir kültür hâline getirmemiz lazım. Bir de ben şuna önem veriyorum: Vergi olsun, iş sağlığı güvenliği olsun, verimlilik bilinci olsun, bu tür kültürleri biz ilkokullardan da yayarak başlamalıyız. Biz hiç bu kültürü vermiyoruz yani verginin kutsal olduğunu, ilkokuldan başlayarak bence bunları müfredata sokmalıyız, koymalıyız. Yani, bazen insanların, bizim milletimizin vergiye yaklaşımı da yanlış maalesef. Yani vergiyi hep böyle, üzerimizde bir yük olarak gören bir anlayış da var. Onun için bu tür ana unsurları bizim yetişecek nesillerimizin kodlarına da sağlamalıyız. Ha, bizim milletimiz hep der: "Vergi kutsaldır." Devletine ödediği parayı yadsımaz, çok da zoruna gitmez. Ben çok gördüm, trafik cezası ödeyip de "Ya, devletime gidiyor canı sağ olsun." O, kadirşinastır ama insanı acıtan adaletsizlik. Yani adam o hâliyle "Ya, devletime gitsin." derken bakıyor, koca koca firmaların, kurumların, holdinglerin ödediği vergiye bakıyor, diyor ki "Ya, ben miyim, ben miyim?" diyor yani. Dolayısıyla evet, onlara vergide adaleti sağlayalım ama bunu da vicdanlara da yayalım, vicdanlara da yansıtalım.

Diğer bir konu Sayın Bakanım; biz hep kısıntılardan bahsediyoruz, kemer sıkmadan bahsediyoruz ama bunlardan daha önemli şey bence verimlilik, verimliliği hiç konuşmuyoruz. Yani biz verimlilikle, verimli bir çalışmayla verimlilik kültürünü hem özel sektörde hem kamu sektöründe yayarak inanın şu vergilerden kazanacağımız katbekat geliri sağlayabiliriz ama ben özellikle kamu başta olmak üzere çok büyük bir verimsizlik görüyorum, çok büyük. Şimdi, bakıyorum, kamuda gerçekten de acayip bir israf var. Özellikle, tabii, Ankara daha farklı yani baktığınız zaman Ankara'daki genel müdürlüklere, bakanlıklara katbekat israf var. Şimdi, bizim ev Beştepe'de, geçen gün resepsiyonda evin önüne çıktım, bir baktım -işte resepsiyondan dönenler, demek park etmemişler, evin önüne park etmişler, bizim evin önüne- her bir makamın arkasında 4 tane araba var; her bir makamın ya, her bir makamın arkasında ayrı 1 Skoda'sı var, 2 tane ayrı çakarlı aracı var, vesaire. Yani kimse arkasında 1 araçla gelmemiş; bu en basiti, en basiti. Dolayısıyla biz bunu sağlamadan, verimliliği sağlamadan yine bir yere gelemeyiz ama verimlilik de hiç gündemimizde yok, bu beni ürkütüyor. Geçen, Sayın Cevdet Yılmaz'a da söyledim ben, ülkemizde bir verimlilik bakanlığının kurulması lazım. Eskiden millî prodüktivite merkezi vardı, bu anlatılırdı, fabrikalarda örnek işiler yapardı, yayınlar yapardı filan; biz şu anda verimliliği sadece Sanayi ve Teknoloji Bakanlığındaki bir Genel Müdürlük pozisyonuna indirmişiz. Evet, kamu tasarrufu kadar kamu verimliliğini de tartışmalıyız.

Son olarak şunu net belirleyeyim: İş, bakın, dönüp dolaşıp -son yaşanan bu butlan olayında da gördük -siyasi öngörülebilirliğe geliyor. Yani ekonominin aslında yüzde 50'sinden fazlasını siyasi öngörülebilirlikle sağlamak gerekiyor. Onun için siyasetçilerin de hırslarından, o günübirlik hırslarından kurtulması gerekiyor. Yani burası bir ülke, milyonlarca yatırımcı var. Şimdi, siz, görüyoruz, işte, yabancı ülkelere gidip orada yatırımcılarla görüşüp kaynak sağlamaya çalışıyorsunuz ama bir butlan kararı "Ret verildi." diye CDS birden düştü, bakın, demek ki önemli. Yani bakın, demek ki bizim şu anda, siyasi riskimiz ekonomik riskimizin önüne geçiyor. Eskiden ekonomik risk daha yüksekti çünkü o irrasyonel zamanlarda aklı başında kişi göremiyorduk ekonomi yönetiminde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SADULLAH KISACIK (Adana) - En azından o, biraz rasyonelliğe döndü, piyasa ona inandı ama şu anda siyasi risk maalesef ekonomik riskin önüne geçmiş durumda. Dolayısıyla, siyasilerin üzerine bu konuda da önemli görev düşüyor diyorum.

Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.