| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 04 .11.2025 |
MESUT DOĞAN (Ankara) - Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli hazırun; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yaptığımız çalışmanın ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
İçinde bulunduğumuz çağda teknolojinin hızlı gelişimi ve sanayi üretiminin artışı, şüphesiz her ülke için yeni riskler ve fırsatlar doğurmaktadır. Küresel ekonominin yönünü bugün, teknolojik gelişmeler belirlemektedir. Yapay zekâ, biyoteknoloji, kuantum bilişim, yeşil enerji ve uzay teknolojileri, artık sadece yenilik alanları değil ülkelerin kalkınma hızını, bağımsızlık düzeyini ve stratejik gücünü tayin eden temel parametreler hâline gelmiştir. Bu teknolojik dönüşüm, üretim süreçlerinden savunma sanayisine, eğitimden enerji yönetimine kadar her alanda büyük bir yeniden yapılanmayı beraberinde getiriyor ancak bu dönüşüm, yalnızca fırsatlar değil aynı zamanda ciddi riskler de içermektedir. Dijital bağımlılıklar, veri güvenliği açıkları ve uluslararası sermaye tekelleşmesi üretim bağımsızlığını tehdit eden yeni çağın görünmez zincirleri hâline gelmiş bulunmaktadır. Bu koşullar altında Türkiye'nin, teknolojik dönüşüm sürecine yalnızca takipçi değil öncü bir ülke olarak yaklaşması gerekmektedir. Dünyada teknoloji üretmeyen ülkeler teknoloji ihraç edenlerin pazarına dönüşmektedir. Türkiye'nin üretim kapasitesi, genç nüfusu ve mühendislik gücüyle, bu yarışta potansiyel sahibi bir ülke olduğu hepimizin malumudur ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi proaktif bir vizyonla mümkündür. Ne yazık ki Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesi bu vizyonun uzağında olduğunun bir göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Zira, Bakanlığın temel programlar ve hedefleri ele alındığında, hedeflerinin gerçekleşmesi için ayrılan kaynakların yetersizliği göze çarpmaktadır. Sanayinin geliştirilmesi ve yatırım teşvikleri, teknoloji odaklı sanayi hamlesi, yeşil ve dijital dönüşüm gibi konularda bütçede ayrılan kaynakların, bu programların başarıyla yürütülmesi hususunda gerçekçi ve yeterli olmadığı görülmektedir. Tam burada, aslında bir tabloyu sizinle paylaşmak isterim: Biz, bugün, burada, sanayiyi konuşuyoruz, teknolojiyi konuşuyoruz, sanayi ve teknolojinin bir ülke için ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunu konuşuyoruz ve bir ülkenin kalkınması için hatta gerçek manada bağımsızlığını temin etmesi için bu Bakanlığın ne kadar önemli olduğunu konuşuyoruz ama şimdi, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına ayrılan bütçenin miktarına baktığımız zaman, yaklaşık olarak 177 milyar olduğunu görüyoruz ama aynı ülkede sadece ve sadece faize ayrılan payın 2 trilyon 741 milyar olduğunu düşündüğümüzde, içinde bulunduğumuz hâlin ne kadar büyük bir vahamet taşıdığına şahitlik etmiş oluyoruz. Düşünün arkadaşlar, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına ayrılan paranın toplamı 23 günlük faiz parası demektir ve biz, bu noktada bulunan bir ülke olarak ülkemizin yarına dair umut taşımasını bekliyoruz.
Bir diğer husus, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesi özelinde dikkat çeken en önemli hususlardan biri, bölgesel kalkınmaya ayrılan payın son derece düşük olmasıdır. Türkiye'nin küresel, teknolojik ve ekonomik dönüşüm de hak ettiği yeri bulabilmesi yalnızca AR-GE yatırımlarıyla değil kaynakların ülke içinde adil dağıtılmasıyla mümkündür. Kalkınma sadece birkaç merkezde değil tüm bölgelerde yaygın ve sürdürülebilir bir şekilde gerçekleşmelidir. Ne yazık ki 2026 yılı bütçesinde bölgesel kalkınmaya ayrılan ödenek 4 milyar 734 milyon TL'yle toplam bütçenin yani Bakanlık bütçesinin yüzde 3'üne denk gelmektedir. Bu oran Türkiye'nin büyümesini dengeli bir biçimde sürdürebilmesi için asla yeterli değildir. Bu tablo ülkenin sanayileşme ve teknoloji vizyonunun sosyoekonomik dengeleri öncelemediğini açıkça göstermektedir. Türkiye'nin en önemli yapısal sorunlarından biri bölgeler arası kalkınmışlık farkıdır. Bu fark yalnızca ekonomik göstergelere değil, aynı zamanda toplumsal yapıya, istihdama, eğitime ve güvenliğe de doğrudan yansımaktadır. Bölgesel eşitsizlik terörden iç göçe, eğitimde fırsat adaletsizliğinden işsizlik oranlarına, konut fiyatlarındaki dengesizlikten trafik yoğunluğuna kadar birçok sorunun görünmeyen arka planını oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin kalkınma politikaları yalnızca büyüme rakamlarıyla değil mekânsal adalet ilkesine dayanmalıdır. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 31'i Marmara Bölgesi'nde, yüzde 18'i yalnızca İstanbul'da yaşamaktadır. Bu yoğunluk ekonomik faaliyetlerin ve kamu yatırımlarının da belirli bölgelere yığılmasına neden olmaktadır. 2023 yılında 10 ilin nüfusu azalırken 2024 yılında bu sayı 40'a yükselmiştir. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 70'i kentlerde, yalnızca yüzde 30'u kırsalda yaşamaktadır. Kırsal nüfusun her yıl azalması tarımsal üretimden istihdama, sosyal güvenlikten kültürel sürdürülebilirliğe kadar geniş bir alanda kırılganlık yaratmaktadır. Bu tablo İstanbul merkezli ekonomik yoğunlaşmanın sürdürülemez hâle geldiğini göstermektedir. Üstelik yaklaşmakta olan büyük İstanbul depremi riski bu dengesizliğin yalnızca ekonomik değil ulusal güvenlik ve beka sorunu boyutuna ulaştığını göstermektedir.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı her yıl bütçe gerekçelerinde teknoloji odaklı sanayi hamlesini Türkiye'nin üretim bağımsızlığını güçlendirecek stratejik bir adım olarak tanımlamaktadır. Ancak sahadaki göstergeler bu hamlenin hâlâ kâğıt üzerinde kaldığını, üretim altyapısının dönüşümünü sağlayacak ölçekte bir etkiyi yaratamadığını açıkça göstermektedir. İstanbul Sanayi Odası verilerine göre, Satın Alma Yöneticileri Endeksi Eylül 2025 itibarıyla yüzde 46,7 seviyesindedir. Bu oran imalat sektörünün on sekiz aydır daralma içinde olduğunu göstermektedir. Benzer biçimde kapasite kullanım oranı da düşüştedir, Ağustos 2025'te yüzde 73,6 seviyesine gerileyerek bir önceki yılın ortalamasının altına inmiştir. Bu veriler Türkiye'nin sanayi üretimini yüksek teknolojiyle dönüştürme hedefi doğrultusunda temel üretim kapasitesini bile tam olarak kullanamadığını göstermektedir. Üretim daralırken teknoloji odaklı sanayi hamlesinden söz etmek maalesef gerçeği perdelemektedir.
Bir diğer husus, Türkiye'de sanayi işletmelerinin dijitalleşme düzeyinin hâlâ sınırlı olduğu görülmektedir. Yapılan araştırmalar Türkiye'deki imalat firmalarının Endüstri 4.0 olgunluk düzeyinin organizasyonel olarak gelişmiş ancak teknolojik açıdan zayıf olduğunu göstermektedir. Yapılan araştırmalara göre Türkiye'deki üreticilerin yalnızca yüzde 34'ü kapsamlı bir dijital dönüşüm programına başlamış, yüzde 68'i hâlâ geleneksel sistemlerle çalışmaktadır. Bu oranlar Türkiye'nin önünde duran fırsatlara ulaşma konusunda yavaş kaldığının işaretidir ne yazık ki. Yüksek teknoloji ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı hâlâ yüzde 4 civarındadır. Oysa OECD ortalaması yüzde 15, yüzde 20 bandındadır. Bu fark teknoloji üretim kapasitemizin sınırlı kaldığını, AR-GE yatırımlarının küresel rekabet gücü yaratacak ölçekte olmadığını göstermektedir.
Sonuç, aslında hamle var fakat beklediğimiz dönüşüm yok. Bu veriler bütünüyle değerlendirildiğinde Türkiye'nin teknoloji odaklı sanayi hamlesinin henüz üretim, dijitalleşme ve teknoloji ihracatı düzeyinde somut bir başarıyı üretemediği göstermektedir. Hamle iddialı bir strateji olarak sunulmakta ancak yetersiz kaynak, düşük AR-GE payı ve sınırlı kurumsal koordinasyon nedeniyle etkisiz kalmaktadır. Gerçek bir teknoloji dönüşümü için bütçe kaynaklarının daha hedefli biçimde yönlendirilmesi, KOBİ'lerin teknolojiye erişiminin kolaylaştırılması ve AR-GE teşviklerinin büyük firmalarla sınırlı kalmaması gerekmektedir. Aksi takdirde, üzülerek ifade etmek gerekir ki teknoloji odaklı sanayi hamlesi Türkiye'nin sanayi politikasında bir ilerleme değil, iyi niyetli bir temenni olarak kalmaya devam edecektir diyor, Komisyonu saygıyla selamlıyorum.