KOMİSYON KONUŞMASI

EVRİM RIZVANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan; üç yıl evvel çevreye ve iklime dair üç dakikalık sunumlardan bu noktaya gelmemiş olmamız çok sevindirici fakat yeterli değil. Zaten artan da sadece konuşma içerikleriniz, bütçe rakamları değil. 2025'te Sürdürülebilir Çevre ve İklim Değişikliği Programına 19,4 milyar TL ayrılmıştı, bu teklifte tutar 18,9 milyar TL, düşmüş durumda. Siz de sunumunuzda değindiniz, iklim krizi her geçen gün daha da büyüyor ama anlayamadığımız bir şey var Sayın Bakan, madem kriz büyüyor, o zaman neden krizin bütçesi küçülüyor? Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2025 İklim Raporu'nda bir şeyi ortaya koydu, o da 2024'te yıllık ortalama sıcaklıkların son elli dört yılın rekorunu kırdığı. Ekstrem hava olayları sayısı ise 1.257'ye çıktı. Sizde bahsettiniz...

Arkadaşlar, Sayın Bakan, Bakan Yardımcılarımız; ben konuşurken... Yani ben özellikle anlatabilirsem meramımı çok iyi olacak.

Siz de bahsettiniz "Ülkemizde deprem dışı afetler her geçen gün çoğalıyor." dediniz. Türkiye de malumunuz yeni bir iklim rejiminde, afetlerin olağanüstü değil de olağan olduğu bir dönemdeyiz. Tam da böyle bir dönemde bütçeyi kısmak, ülkeyi felaketlere açık bırakmak anlamına gelmiyor mu? İklim Değişikliği Başkanlığının bütçesine baktığımızda ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. İlk on ayda ayrılan 405 milyon TL bütçenin sadece 163 milyonunu harcamışsınız. Bu bütçe niçin kullanılmadı? İki ay kaldı bütçe zamanının bitmesine. İklim Kanunu Meclisten geçerken vatandaşlarımız, iklim inkarcılarının yürüttüğü bir dezenformasyona maruz kaldı. Bu kullanılmayan bütçe neden toplumun doğru bilgilendirilmesi için kullanılmadı? İklim iletişiminin güçlendirilmesi daha iyi olmaz mıydı bu bütçenin kullanımında?

Sayın Bakan, şehircilik konusundaki de iletişiminiz çok başarılı ancak çevre ve iklim konusunda aynı özeni, aynı stratejiyi göremiyoruz ve aklı şu soru geliyor: İktidar, çevreyi ve iklimi neden yeterince önemsemiyor? Sayın Bakan, bu bütçedeki yaklaşım Türkiye'nin COP31 taraflar konferansında nasıl görüneceğini de belirleyecek. Antalya'nın COP31'e ev sahipliği yapacak olması gurur verici, ben katkı sunan herkese gönülden teşekkür ediyorum ama burada mesele sadece bir organizasyona ev sahipliği yapmak olmamalı, mesele Türkiye'nin o masaya nasıl bir vizyonla oturacağını bilmek, hangi iddialarla kalkacağını bilmek, ne kadar proaktif liderlik göstereceğini bilmekten geçiyor. Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye'nin iklim krizinin tarihsel sorumluluğuyla iklim krizinden en çok etkilenen ülkelerle aynı anda konuşabilen, adil, kapsayıcı ve gerçekçi bir müzakere liderliğini üstlenmesini bekliyoruz. Sunduğunuz son NDC ulusal katkı beyanı ne yazık ki emisyon azaltımı değil de emisyon artışını öngören bir çerçeve çiziyor. Fosil yakıtlardan çıkış konusunda net bir takvim yok, somut bir yol haritası da içermiyor, üstelik 2035 için öngördüğünüz emisyon seviyesi 2023'te bile yüzde 16 üstünde. Şimdi, bu tabloyla nasıl bir azaltımdan söz ediyoruz, onu bilmek isteriz. 2053 net sıfır hedefi de elbette ki önemli ama ortaya koyduğunuz planlar, açıklamalar ve taahhütler maalesef bu hedeflerle örtüşmüyor. Bizim beklentimiz, hedeflerin kâğıt üzerinde iddialı olup uygulamada geri kalması değil, hedeflerin politikalarla ve yol haritalarıyla gerçekten desteklenmesi. Bakın, afetlerin neredeyse olağan hâle geldiği yeni iklim rejiminde en büyük yükü şehirler taşıyor çünkü şehirler hem krizin en büyük mağduru hem de çözümün sahadaki gerçek operasyon üssü olacak. COP31'e başkanlık ediyorsak belediyeleri ve yerel iklim planlarını da NDC'yi süsleyen unsurlar gibi görmek artık mümkün olmamalı, tam tersine, yerel yönetimler bu sürecin de omurgası olmalı. Zaten gerçek iklim liderliği de yereli dışlamakla, gerilim yaratmakla değil, yerelle omuz omuza yürümekle olur. İklim politikalarını bağımsız olarak izleyen Climate Action Tracker Türkiye'nin güncel politika ve eylemlerini yüksek derecede yetersiz olarak değerlendiriyor. Şimdi, Birleşmiş Milletler İklim Şefi ise COP30'da dedi ki: "Düşük karbonlu ekonomiye geçemeyen ülkeleri durgunluk ve enflasyon bekliyor." Zaten OECD ülkeleri arasında en yüksek enflasyona sahip olan Türkiye için bu uyarı kapıya dayanmış bir risk demek değil midir? Bu riskleri nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz? Ayrıca, bugünkü sunumunuzda "COP31 için gençlerimizin ısrarı oldu." dediniz, Sayın Bakan, hangi gençlerden bahsediyoruz? Sadece sizinle aynı masaya oturabilen gençler mi yoksa kırsalda yaşayan, büyükşehirlerde geçim ve işsizlikle boğuşan, sesini duyurmaya çalışırken bir "tweet" yüzünden gözaltına alınan gençler de bu sürece dâhil olabilecekler mi? Gençler burada yalnızca bir fotoğraf makinesi kalesinde mi kalacaklar yoksa iklim politikalarında gerçek özne mi olacaklar? Bir de orta vadeli programda plastik atık bertaraf mevzuatının gözden geçirileceğini söylüyorsunuz ama asıl mesele Türkiye hâlen Avrupa'nın plastik atık durağı ve bunu kademeli olarak durdurmaya dönük yasaklama hedefinizi de göremiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ederim.

EVRİM RIZVANOĞLU (İstanbul) - Döngüsel ekonomi çerçevesinde neden kendi atığımızı yönetemiyoruz da dışarıdan ithal ediyoruz? Bunu da planlarınızda görmek istiyoruz.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ederim.

EVRİM RIZVANOĞLU (İstanbul) - Son olarak da COP31'in Türkiye'nin iklim ve çevre politikalarını ileriye taşıması ve temennimiz bu sürecin tüm ülkemizin hem de bölgemizin geleceğine gerçek bir katkı sunmasını temenni ediyoruz.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Rızvanoğlu, bitti.

CAVİT ARI (Antalya) - Çok güzel konuşuyor Başkanım.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Ya, arkadaş, ben ne yapayım, herkes güzel konuşuyor, güzel konuşmayan var mı?

EVRİM RIZVANOĞLU (İstanbul) - Ama bir şey söyleyebilir miyim? Kaç kere bölündü Sayın Başkanım benim konuşmam.