| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 26 .11.2025 |
SEYİT TORUN (Ordu) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, Bakanlığımızın değerli mensupları; öncelikle Azerbaycan-Gürcistan sınırında şehit olan askerlerimize Allah'tan rahmet diliyoruz, tekrar ailelerine başsağlığı ve ülkemize başsağlığı diliyoruz.
Millî Savunma bütçesini konuşuyorsak sadece sistemleri, tankı, uçağı ve benzeri silahlı gücü değil, o sistemlere can veren ve bu silahları kullanan insanlarımızı, subaylarımızı, astsubayımızı, uzmanımızı, gazilerimizi de konuşmak zorundayız. Sonuçta en modern tankı da en gelişmiş uçağı da bir insan kullanır, eğer personel mutsuzsa, adaletsizlik varsa liyakat yerine ayrımcılık hâkimse hiçbir sistem o orduyu, o ülkeyi güçlü kılamaz, orduda disiplini sağlayamaz. Ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetlerinde muvazzaf, emekli, gazi ve gazi sayılmayan yüz binlerce askerimiz hak ettiği imkânlardan giderek uzaklaşmaktadır. Bugün sahada fedakârca görev yapan, içeride ve dışarıda terörle mücadelede vücudunda şarapnel ve mermi taşıyan ama gazi sayılmayan on binlerce vatan evladının dramı karşımızda duruyor. Terörle mücadelede yaralanan fakat gazi sayılmayan vatan evlatları gazilik onuru beklemektedir Sayın Bakan, bu Meclisin görevi bu mağduriyeti bitirmektir. Bizim teklifimiz net, terörle mücadelede yaralanan her Mehmetçik'in yaralanma derecesine bakılmaksızın gazi kabul edilmesi için yasal düzenleme hemen yapılmalıdır. Gelin, hep beraber bu yasal düzenlemeyi yapalım ve bu kronik mağduriyeti giderelim.
Uzman çavuşlarımız yıllardır geçici personel muamelesi görüyor. Özlük haklarının büyük bölümü eksik, sözleşme baskısı altında maalesef görev yapıyorlar. Görevdeyken güvencesizler, ayrıldıklarında da mesleki geçiş hakları yetersiz, istihdam hakkı kâğıt üzerinde var ama fiilen maalesef uygulanmıyor. Bir devlet kendi uzmanını böyle tutarsa o ordunun uzun vadeli insan kaynağı sürdürülebilir olmaz. Uzmanlarımızın kadro güvencesi, derece, kademe ilerlemeleri, sağlık ve görev tazminatı, lojman hakkı ve imkânları, görev sonrası sivil istihdam hakkı acilen düzenlenmelidir. Uzman çavuşlarımızın sözleşmeli değil, kalıcı kamu personeli muamelesi görmeleri gerekiyor. Bugün astsubaylarımızın da önemli bir kısmı açlık sınırında, geriye kalan büyük bölümü yoksulluk sınırında yaşamaktadır. Astsubaylarımız yıllarca sınır karakollarında, üs bölgelerinde, denizlerin ortasında, göklerde bu vatanı korudu ama emeklilikte büro memuru seviyesinde maaş almak zorunda bırakıldılar.
Bir diğer sorun, 2022'de yapılan ek gösterge düzenlemesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin statü dengesinin altüst edilmesidir. Hizmet yılı daha fazla olan personel amirlerinden daha yüksek maaş alır hâle gelmiştir. Düzeltmek bir tarafa, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik maaş dengesi bile bozulmuştur. Statüye dayalı, hiyerarşiyi bozan bu maaş düzeni asla kabul edilemez. Astsubay görev tazminatı yıllardır söz verilip her seferinde torba yasadan çıkarıldı. Buradan ifade etmek istiyorum: Astsubaylarımıza görev tazminatı geri verilsin, ek gösterge en az 4800'e yükseltilsin, ilave tazminatlar hayata geçirilsin, koruma kanunu çıkarılsın. Eğitim, rütbe, çalışma yılı, derece, kademe, ek gösterge artışına rağmen düşen maaşlar telafi edilsin. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, uzmanı, astsubayı, gazisi, şehit ailesi; hep birlikte aynı şeyi söylüyorlar: "Adalet istiyoruz, vefa istiyoruz, hakkımız olanı istiyoruz."
Yüce Meclisimiz gazi sayılmayan yaralı kahramanlarımızın hakkını teslim etmeli. Şehit ailelerin eğitim, istihdam, sağlık gibi alanlarda imkânları iyileştirilmeli, şehit anne ve babalarına ayrı ayrı 1'er asgari ücret verilmeli, uzman çavuşların güvencesini sağlamalı, astsubay emeklilerin elli yıllık özlük adaletsizliği de giderilmelidir.
Değinmek istediğim diğer bir konu savunma sanayimiz. Savunma sanayimiz bizim ortak değerimizdir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, özellikle 1974'ten sonra savunma sanayimiz Türk mühendisinin, askerinin, şehidinin, gazisinin alın teridir. Bugün elimizde ne varsa dünün birikimiyle vardır. Dolayısıyla, savunma sanayisinde atılan her doğru adımı destekleriz ama kimsenin de "Her şey bizimle başladı." demesine izin vermeyiz. Renkli televizyonumuz yokken gemi yapan bir ülkeydik biz. 1980'lerden itibaren F-16 montaj hattı kurmuş bir ülkeydik. MİLGEM'in temeli 1990'larda atılmıştı. TCG Anadolu'nun proje fikri AK PARTİ'den önce şekillenmişti. Kimse savunma sanayimizi tek başına sahiplenemez, kimse de yanlış politikaları eleştiriye kapatamaz. Ama maalesef, bugün karşı karşıya olduğumuz tablo geciken projeler, yanlış tercihler ve siyasi saiklerle yönetilen bir sistemdir.
Altay Tankı bunun en çarpıcı örneği. Altay Tankı serüveni bu iktidarın proje yönetimindeki zafiyetini göstermektedir. Ortada gerçekçi bir takvim yok, liyakat değil, siyasi tercihler önde. Motor, transmisyon konusunda öngörüsüzlük var. 1990'larda tasarlanan bu proje 2007'de başladı, 2012'de prototip üretildi. Peki, sonra ne oldu? Tecrübeli bir firmayı kenara ittiniz. Siyasi yakınlığı olan bir başka firmayı tercih ettiniz. 2018'de yaptığınız bu tercihe rağmen aradan geçen yıllarda seri üretim devreye girmedi, envantere gerçek anlamda bir katkı sağlamadı. Bugün hâlâ yalnızca birkaç adet prototip niteliğinde tank kamuoyuna gösterilmiş durumda. Bir projeyi vitrine koymak başka, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünü artıracak şekilde envantere koymak bir başka. Bu gecikme yalnızca operasyonel kapasitemizi zayıflatmadı, aynı zamanda, Türkiye'nin ciddi bir ihracat fırsatını da kaçırmasına neden oldu. Bugün Polonya, Norveç, Litvanya, Hollanda, Romanya gibi ülkeler Leopard 2A8, K2, Abrams gibi modern tankları alarak hızla filolarını yeniliyor. Biz ise Altay'ın seri üretimine aradan geçen onca zamandır başlayamadığımız için bugün büyük bir pazarın tamamen dışında kaldık.
Ayrıca, komşu ülkeler tank gücünü hızla artırırken bizim zayıf kalmamız millî güvenliğimiz açısından da büyük bir tehlike arz etmektedir. TF-2000 hava savunma muhribi otuz yıldır gündemde ama hâlâ ortada bir sonuç yok. Çelik Kubbe'nin tam devreye girmesi için en az altı yedi yıla ihtiyaç var. Kaan Millî Muharip Uçağı tam hareket kabiliyetine ulaşana kadar siyasi, ekonomik, bilimsel ve teknolojik millî güç unsurlarını kullanarak ara bir çözümün hayata geçirilmesi önem taşıyor. Mevcut tehditler dikkate alındığında tasarruf lüksümüz yok.
Ayrıca, maalesef, iktidarınızda millî F-16 modernizasyonu istenen seviyeden uzak kalmış, Eurofighter süreci mutabakat zaptına rağmen belirsizliğini koruyor ve F-16 tedarik projesinde başlangıç ödemesi yapılmış olsa da herhangi bir ilerleme görünmüyor.
Gelelim yaptığınız en büyük stratejik hataya: S-400 uğruna Yunanistan ve İsrail'de olan F-35 programından çıkarıldık. Hem S-400'e milyarlarca dolar ödedik hem de sistemimizi tam kullanamıyoruz hem de F35'e verdiğimiz paralar boşa gitti. Şimdi de zaten parası ödenmiş olan F-35'ler için Sayın Erdoğan Trump'a milyarlarca dolarlık yeni taahhütler veriyor. Bu nasıl bir yönetim anlayışı, bu nasıl bir millî güvenlik anlayışı?
Son olarak savunma sanayimizde kurumlarımız, ASELSAN, TUSAŞ, TEI, ROKETSAN yılların bilgi birikimine sahip kadrolarını hızla kaybediyor. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelere göç ediyorlar. Ayrıca, 55 yaş üstü mühendisler "tasarruf" adı altında emekliliğe zorlanıyor, yerlerine liyakat açısından soru işareti olan isimler yönetici pozisyonlarına getiriliyor. Bu, teknolojik aktarımın kopması demektir. Bu, dolaylı yoldan millî güvenliğimizin zedelenmesi demektir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz millî savunmayı parti siyasetinin üstünde bir konu olarak görüyoruz. Savunma sanayisinde güçlü olan Türkiye'nin hak ve menfaatlerini savunma kudretinin de artacağını biliyoruz ama bunun yolu gerçekçilikten, şeffaflıktan ve önceliklendirme disiplininden geçmektedir.
Savunma sanayisinde başarılarımız elbette var: İHA, SİHA, deniz platformları, AKYA, ATMACA ancak müjde siyasetiyle yönetilen kurumlar değil, şeffaf, ölçülebilir, denetlenebilir bir yapı olmalı. Bugün Sayıştay denetimi... Zayıf bir proje, planlaması hatalı... Yönetici kadroları liyakat yerine sadakat esaslı belirleniyor ve en önemlisi, bu başarının arkasında yüzlerce, binlerce mühendis, teknisyen, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, emekli asker maalesef sistem dışına itiliyor. "Knowhow" birikimi özel şirketlere kaydırılıyor, savunma sanayisinde, kamu tecrübesi bilinçli olarak zayıflatılıyor. Bu, bir millî güvenlik sorunudur, bu, bir zafiyettir ve biz millî güvenliğimizi öncelemeyen, siyasi ve ticari hedefli her türlü yaklaşıma şiddetle karşı çıkıyoruz.
Sayın Bakanım, bir konuyu daha son söz olarak ifade etmek isterim: Gerçekten Silahlı Kuvvetlerin bütün kademelerinde bulundunuz, şimdi de Millî Savunma Bakanımızsınız ve askerimize ve asker ailemize, şehit ailemize en fazla saygı duyulmasını gerektiren pozisyondasınız ama bir şehit annesine parmak sallamanız, "Hadsizlik yapma!" çıkışmanız size hiç yakışmadı. Gerçekten ne söylerse söylesin, o bir anne, bir şehit annesi; onu azarlamak değil, onun acısını anlamak, içinde bulunduğu ruh hâlini kavramak gerekirdi ama maalesef orada ona gösterdiğiniz tavır kabul edilebilir değil; bunu da Komisyonumuzda ifade etmek istedim.
Gerçekten çok önemli bir Bakanlığı, isminde "millî" bulunan bir Bakanlığı yönetiyorsunuz. Bu millî değerlerde en fazla hassasiyeti olması gereken Bakanlığın başındasınız.
Bakanlığımızın bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.
Heyeti saygıyla selamlıyorum.