| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 26 .11.2025 |
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, kıymetli vekiller, Bakanlığın bürokratları, basın emekçileri ve hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin savunma politikalarını, bütçe önceliklerini ve güvenlik yaklaşımını konuştuğumuz bu toplantıda yıllardır çözüm bekleyen çok önemli bir konuyu gündeme getirmek istiyorum; kara mayınları ve mayınları temizleme faaliyetlerine ilişkin. Bu mesele yalnızca güvenlik alanını değil; yaşam hakkını, çocukların korunmasını, tarımsal üretimi, sınır hattında yaşayan yurttaşlarımızın ekonomik ve sosyal koşullarını doğrudan etkileyen bir meseledir. Dolayısıyla savunma bütçesi görüşülürken bu konu üzerinde mutlaka söz kurulması gerekir. Sayın Bakan, konuşmanızda ifade ettiniz ama çok kısa bir değerlendirmeydi. Türkiye'nin bu mayınlarla ilgili taraf olduğu yükümlülükler var uluslararası arenada; 1996 yılında anti personel mayın kullanımını yasaklamış Türkiye, 2004 yılında Belirli Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi'nin ilgili protokollerini kabul etmiş. Aynı yıl Ottawa Sözleşmesi'ne taraf olarak şu taahhütleri üstlenmiştir: Anti personel mayınlarını kullanmamak, üretmemek, stoklamamak ve devretmemek. Mevcut mayınlı alanları temizlemek, stokları imha etmek ve mayın mağdurlarına destek sağlamak. Uluslararası bu metin, tüm devletlerin çağrısı nettir, bu metnin aslında uluslararası devletlere. "2025'te bu işi bitirin." demiştir ancak gelinen noktada Türkiye'nin bu hedefe ulaşmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. O zaman şunu sormalıyız: Türkiye de on bir yılı aşkın bir süredir imza koyduğu protokolün ve sözleşmenin tam olarak gereğini neden yerine getirmemektedir? 2025 yılının bitimine önümüzde sayılı günler kala bu sözleşmenin gereği neden yerine getirilmedi ya da getirecek misiniz Sayın Bakan?
Türkiye'de kara mayınlarının en yoğun olduğu bölgeler 3 sınır hattında toplanmaktadır. Bunlar Suriye, Irak ve İran sınır hatlarıdır. Biliyorsunuz, Suriye sınır hattı Antep'ten Mardin, Şırnak'a kadar uzanan yaklaşık 900 kilometrelik bir hat ve bu hatta 1956 ve 59 yılları arasında 612 binden fazla mayının döşendiği ifade ediliyor. Bu yaklaşık bir Kıbrıs Adası kadar alana tekabül ediyor. Yine, Irak sınır hattında da Uludere, Roboski, Beytüşşebap, Çukurca ve Yüksekova hattını oluşturmaktadır. Bu hatta ise hem eski mayınlar hem de çatışma sürecinin yarattığı patlayıcı kalıntılar yoğun olarak görülmektedir. Yine, İran sınırında Başkale, Van, Doğubayazıt ve Iğdır çevresindeki geniş alanları kapsamaktadır. Bu hat aynı zamanda Türkiye halkının en yoğun göçe zorlandığı ve en fazla güvenlik gerekçesiyle kısıtlanan, ekonomik olarak en dezavantajlı bırakılan bölgelerinin başında gelmektedir.
Açıktır ki mayın meselesi sadece bir teknik risk değil, bölgesel eşitsizliğin de görünür bir sonucudur maalesef. Mardin ve çevresine özel olarak ifade etmek istiyorum, Nusaybinli olarak, sınır hattında mayınlardan mağdur olmuş, yaşamının her alanında etki etmiş ve bunu bir travma olarak geçirmiş biri olarak şunu ifade edeyim: Suriye sınır hattında en yoğun mayınlı alanlar Mardin hattıdır. Nusaybin-Kamışlı hattı, Kızıltepe-Ceylânpınar hattı, Şenyurt-Derbesiye arasındaki tarımsal şeridin neredeyse tamamı, büyük bir çoğunluğu daha doğrusu mayınlıdır. Bu bölgeler uzun yıllardır tarıma kapalıdır. Yerel halkın bu alana erişimi kısıtlanıyor. Bunun bir sonucu olarak da birçok köy üretimden koparılmış, binlerce yurttaşa aş ve iş sağlayabilecek alanlar insansızlaştırılmıştır bu politikayla. Bunun doğal bir sonucu olarak da bölge sakinleri, yurttaşlar zorunlu göçe maruz kalıyor.
Dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer husus da sınırın diğer tarafında, Kamışlı'da, Derbesiye'de tarımın bütün olağan hâliyle hayat devam ederken Türkiye tarafında ise bu alanın büyük bir bölümü son derece bilinçli bir şekilde yasaklı ve riskli statüde bırakılmıştır. Çocuklar açısından en ağır sonuçlar doğuran bir durumdur bu mayınlar, kara mayınları. Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezinin yayınladığı bir raporda 2011 ile 21 yılları arasında mayın ve savaş atığı patlayıcılar nedeniyle en az 45 çocuğun yaşamını yitirdiği, yine 135 çocuğun ise bu sebeple yaralandığı ifade edilmiştir, rapor altına alınmıştır. Bu veriler özellikle Mardin, Şırnak, Hakkâri ve Van gibi sınır illerinde yoğunlaşmaktadır. Devletin güvenlik gerekçesiyle uygulamaya geçirdiği politikaların bir sonucu olarak mayın ve çatışma, savaş atığından kaynaklanan ölüm ve yaralanma olayları bu ülkenin çocuklarının kaderi olmamalıdır. Çocukların oyun alanlarının dahi büyük bir risk altında olduğu bir durumdan söz ediyoruz. Bu tablo kabul edilebilir bir tablo olmamakla birlikte daha fazla kabul etmemiz de mümkün değildir.
Yine, bu konu hakkında, özellikle mayınların temizlenmesi konusunda bir başka konu da Millî Mayın Faaliyetleri Merkezi tarafından yürütülen stratejik plandır. Avrupa Birliği tarafından aday ülkelere sağlanan ve tam adı Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı olan fonlar söz konusudur. Bu kapsamda, IPA II 2016 yılında Türkiye 18,5 milyon avroyla 3,6 milyon metrekare mayınlı alanın, yine, IPA III'le 25 milyon avroluk bütçeyle yaklaşık 5 milyon metrekarelik mayınlı alanın, yine, Millî Savunma Bakanlığının 2020-2025 Stratejik Hedef Planı kapsamında millî bütçeden yıllara sâri olarak talep edilen 55 milyon TL ve toplamda 3,4 milyon metrekarelik mayınlı alanın millî imkânlar kullanılarak askerî unsurların vasıtasıyla 2025 yılına kadar toplamda 15 milyon metrekare mayınlı alanın temizlenmesi planlanmaktaydı. Neticede, 2020 yılı itibarıyla ülkemizde 150 milyon metrekarelik alanın temizlenmesi gerekiyordu. 2025 yılına kadar yaklaşık 67 milyon metrekaresinin söz konusu kirlilikten arındırılabileceği öngörülmektedir. Bu rakamlar elbette önemlidir ancak karşımızda duran gerçeklik, bu rakamın Türkiye'deki mayınlı alanın çok küçük bir bölümünü kapsadığı. Siz de konuşmanızda ifade ettiğiniz, 50 milyon metrekarelik alan.
Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı mayınsız bir Türkiye hedefine ulaşmak için yaklaşık 332 milyon dolar ek kaynağa ihtiyaç duyduğunu beyan etmiştir. Sorun şuradadır Sayın Bakanım: Bu kaynağa ne bütçe ayrılmıştır ne de uluslararası fonlardan teminler sağlanmıştır. Dolayısıyla, 2025 yılı hedefi tutmayacağı şimdiden görülmektedir.
Türkiye, Ottawa Sözleşmesi kapsamında daha önce 2 kez süre uzatımı talep etmiştir. Mevcut ilerleme oranı, üçüncü bir süre talebinin gündeme geleceğini açıkça göstermektedir. Plan vardır fakat planın süre, bütçe ve kapasite açısından gerçekçi şekilde tamamlanması mümkün görünmüyor. Bu nedenle, temizliğin neden ilerlemediği sorusuna sahici bir yanıt arıyoruz ve bu soruyu size soruyoruz.
Temizliğin yavaşlamasının nedenleri sahadaki gerçeklik, temizliğin yavaşlamasına yol açan temel bazı noktaları göstermektedir. Sınır bölgelerinin uzun yıllar askerî güvenlik bölgeleri ilan edilmesi, güvenlik gerekçesiyle teknik ekiplerin erişiminin sınırlandırılması, çatışma süreci nedeniyle riskli sahalara girişin uzun süre mümkün olmaması, bütçe yetersizliği ve fon temininde yaşanan gecikmeler, kurumlar arası koordinasyonun yeterince güçlü olmaması, yerel halkla planlama sürecinin örtüşmemesi; bu başlıklar sahada hem gecikmeye hem de ciddi maliyet artışlarına neden olmaktadır. Mayın temizliğini yalnızca teknik bir konu olarak ya da teknik bir faaliyet olarak değerlendirmemek gerekiyor. Mayın temizliği yurttaşın yaşam hakkıyla, tarım ve geçim kaynaklarıyla, sınır illerindeki kalkınma düzeyiyle, yerinden edilmiş köylere geri dönüş olanaklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla temizliğin hızlandırılması yalnızca uluslararası bir yükümlülük olarak görülmemesi gerekir, öyle değerlendirilmemesi gerekir; aynı zamanda, iç barış ve toplumsal güvenin tesis edilmesi açısından da bir zorunluluktur.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; kara mayınları bu ülkenin çatışmalı tarihine tanıklık eden yurttaşların belleğinde en derin yaralardan bir tanesidir. Sınır hatlarında, yaylalarda, köy yollarında, çocukların oyun alanlarında duran her mayın aslında, yıllardır çözümsüz bırakılmış bir meselenin birer simgesidir. Bu nedenle, mayın temizliğini yalnızca teknik bir iş olarak görmemek lazım, aynı zamanda barışın altyapısını kurmak anlamına da gelmektedir. Bu ülkenin barış, diyalog ve demokratik çözüm arayışı defalarca ifade edildiği gibi, toplumun tüm kesimlerinin ortak talebidir. Bu topraklarda barış çağrısını en güçlü biçimde dile getiren, toplumsal çatışmanın sonlanması için kapsamlı bir çerçeve ortaya koyan yaklaşım da bellidir. Bu çerçevenin özünde şu vardır: Silahsızlanma, demokratik siyaset kanallarının açılması, halkların hak ve özgürlük temelli bir ortak yaşamda buluşmasıdır. Bu anlayış yalnızca geçmişe dönük bir çağrı değildir, bugün hâlen geçerli, ihtiyaç duyulan bir toplumsal perspektife işaret etmektedir. Mayınların temizlenmesi, sınırların güvenli hâle getirilmesi, yurttaşların topraklarına kavuşması ve çocukların ölmediği bir ülke ancak barış ve demokratik çözüm iradesiyle mümkündür.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.