KOMİSYON KONUŞMASI

MEDENİ YILMAZ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Değerli Başkan ve üyeleri, Sayın Bakan, Bakan Yardımcıları, değerli bürokratlar ve basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce geçtiğimiz günlerde elim bir uçak kazası sonucu şehit verdiğimiz 20 vatan evladımızı anmak istiyorum. Rabb'imden şehitlerimize rahmet, aileleri ve silah arkadaşlarına sabırlar diliyorum.

Bugün Millî Savunma Bakanlığının 2026 yılı bütçesini görüşüyoruz. Tüm bakanlıklarımız ayrı ayrı kıymetli ve önemlidir elbette ancak askerimize "Mehmetçik" denilerek ismini Peygamber Efendimiz'den alması, kurum olarak yine "Peygamber ocağı" denilmesi, milletimizin köklerinin savunma ve mücadeleye dayanması, ordumuzun iki bin yıllık bir geçmişinin olması Bakanlığımıza ayrı bir önem atfediyor. Hele ki bulunduğumuz bölgede ülkemizin stratejik, jeopolitik konumu ve bölgenin son dönemlerde çok hareketli olması da Bakanlığımıza ayrı bir sorumluluk yüklüyor.

Sözlerime Türkiye'nin güvenliği, ordumuzun güçlenmesi ve savunma ihtiyaçlarımızın karşılanması noktasında hiçbir tereddüdümüzün olmadığını ifade ederek devam etmek istiyorum. Ancak savunma bütçesi bir ülkenin sadece askerî kapasitesini değil aynı zamanda siyasi aklını, ekonomik disiplinini ve yönetim kültürünü de yansıtan bir alandır. "Savunma harcaması çoktur çünkü tehdidin büyüklüğü çoktur." demek kolaydır fakat esas mesele bu harcamanın nasıl, nereye, hangi yöntemlerle, kim tarafından denetlenerek yapıldığıdır. Biz bugün paranın varlığını değil paranın aklını sorgulamak zorundayız.

2026 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi önceki yıla göre yüksek oranda bir artış göstermektedir. Bu artış Hükûmet tarafından sık sık küresel güvenlik riskleri, sınır ötesi operasyonlar, bölgesel istikrarsızlıklar ve NATO uyum yükümlülükleriyle gerekçelendirilmektedir. Evet, tehdit algıları artıyor olabilir ancak diğer yandan şu soruları sormalıyız: Bu bütçeyi büyütürken ekonomik gerçeklik göz önünde bulundurulmuş mudur? Para harcıyoruz ama etki analizini yapıyor muyuz? Her yıl milyonlarca lira harcadığımız projeler planlanan takvimlerde tamamlanıyor mu? Bütçe artıyor ama orduda liyakat, kurum içi istikrar ve modernizasyon aynı hızla artıyor mu? Savunma bütçesinin büyüklüğü ülkenin gücünü değil çoğu zaman ülkenin güvensizliğini de gösterebilir. Önemli olan büyüklük değil verimlilik ve stratejik önceliklendirmedir.

Diğer taraftan, Bakanlık bütçesi 2024 yılı kesin hesaplarına göre dış politika programı için 1 milyar TL bile olmayan bütçe tahsisine karşılık 9,5 milyar TL'ye yakın gider kaydedilmiştir. Yurt dışı barış destek programları için 8,3 milyar TL ve dış ülkelere yapılacak yardımlar için 194,5 milyon TL civarında ek bütçe alındığı kurumun kesin hesap raporunda not edilmiştir ancak bu kullanımlar hakkında daha etraflı açıklamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Performans göstergelerine göre her iki alt program için kullanılan göstergeler yalnızca faaliyet yürütülen ülke sayısı üzerinden tanımlanmıştır ve bu sayıların hedefle uyumlu olduğu görülmektedir. Yani ihtiyaç duyulan ek bütçenin neden ortaya çıktığı ve nasıl kullanıldığı raporlardan anlaşılmamaktadır.

Nitelikli insan kaynağı elbette gereklidir ancak bugün TSK'nın personel yapılanmasıyla ilgili ciddi yapısal sorunlar bulunmaktadır. Profesyonelleşme süreci tam bir sisteme bağlanmış değildir, uzman erbaş sistemi hâlâ çok sayıda geçici sözleşmeli personel üzerinden yürütülmektedir. Astsubay ve subay istihdamında performans, eğitim ve kalite standartları yeterince bağımsız denetime açık değildir. Kuvvet komutanlıklarının terfi ve atama süreçlerinde hâlen liyakat tartışmaları yaşanmakta. Personelin motivasyonunu etkileyen maaş, tazminat, lojman ve ek ödeme konuları da uzun süredir sorun olarak devam ediyor. Savunma harcamalarını artırmak kolay ama TSK'nın kurumsal geleceğini garantiye almak sadece parayla değil kurumsal kültürle mümkündür.

Personel sorunlarından bahsetmişken geçtiğimiz aylarda İskenderun'da yaşanan elim hadiseye de değinmek istiyorum. 2 evladımız Adli Tıp Kurumu raporlarına göre uzun süreli güneş altında kalmaya bağlı vücut sıcaklığının yükselmesi yani hipertermi ve gelişen komplikasyonları sonucu vefat ettiği ifade edilmiştir. Ailelerin gözümüz değmesin diye bakmaya kıyamadığı evlatlarını vatan uğruna Peygamber ocağına emanet ederken hangi vicdan bu yavrulara bu sonu reva görmüş ve bu emanete sahip çıkamamıştır? Sorumlular hakkında verilecek ceza bu ailelerin acısını hafifletebilir mi sormak isterim. Şayet doğruysa asker hakları inisiyatifi ve raporlarına yansıyan verilere göre son on yılda kışla içinde intihar eden asker sayısı 934, terörle mücadelede şehit olan asker sayısı 818 olarak geçmiştir. Bu korkunç tablo mobbingin bir iç güvenlik sorunu hâline geldiğini göstermektedir. 2024 yılı sonlarında sıkça gündeme gelen haberlerde komutanların astlarına yönelik hakaret ve aşağılayıcı tavırlarının asgari disiplin tesisi kılıfı altında meşrulaştırıldığı görülmektedir. Genelgeyle kurulan psikolojik tacizle mücadele kurullarının sivil denetimden uzak, askerî hiyerarşi içerisinde işlevsiz kaldığı, şikâyet mekanizmasını kullanan personelin ise emre itaatsizlik veya üste saygısızlıkla suçlanarak daha ağır bir baskıya maruz kaldığı raporlanmıştır. Ayrıca burada daha önce bahsedildi, tekrarlamak istiyorum, dünyanın ikinci büyük ordusuna sahip bir ülkeyiz, askerî hastanelerimiz maalesef kapalı. Bu çok önemli bir ihtiyaçtır, özellikle askerî personelimiz bunu çok daha iyi bilir. Özellikle özellikli hekimliğin bulunduğu yer askerî hastanelerdir, sivil hastaneler veya sivil hekimlik çoğu zaman bu ihtiyaçları karşılamakta zorluk çekebilir. Açılacağı söyleniliyor, söylendi, ben de tekrarlamak istiyorum, bunun bir an önce sağlanması gerekliliğine inanıyorum. Bunu da burada not olarak ifade etmek istiyorum.

Öte yandan, 2024 ve 2025 yıllarında idare mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesinin gündemini en çok meşgul eden konu uzman erbaşların sözleşmelerinin kanaat veya istihbari bilgi gibi soyut gerekçelerle feshedilmesidir. Anayasa Mahkemesi yakın tarihli kararlarında, özellikle 2023 ve 2024 tarihli gerekçeli kararlarında 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu ve ilgili yönetmeliklerin bazı maddelerini masumiyet karinesi ve suç ve cezaların kanuniliği ilkelerine aykırı bularak iptal veya ihlal kararı vermiştir. Buna karşın, idare personelin işlediği iddia edilen basit bir suçtan dolayı mahkemenin verdiği hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kesinleşmiş bir mahkûmiyet gibi kabul edip sözleşme fesih yoluna gitmekteydi ancak Anayasa Mahkemesi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmadığını, kişinin teknik olarak suçsuz sayılmayacağını ve bu nedenle sözleşmenin feshedilmesinin orantısız bir müdahale olduğuna hükmetmiştir. Bu yargı kararı TSK yönetiminin personel tasfiyesinde hukuku nasıl baypas etmeye çalıştığının en net kanıtıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen 2025 yılındaki uygulamalarda idarenin mahkeme kararlarını arkadan dolanarak uygulamadığı görülmektedir. Mahkeme kararıyla göreve iade edilen personelin bu kez kadrosuzluk veya farklı bir ilde görevlendirme yani sürgün yoluyla istifaya zorlanması, hukukun şeklen uygulandığı ancak fiilen etkisizleştirildiği bir idari vesayet tablosu oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, kıymetli üyeler; 2026 bütçesinin en önemli başlıklarından biri elbette savunma sanayi yatırımlarıdır. Bugün Türkiye savunma sanayisinde önemli adımlar atmış bir ülkedir. Ancak bu başarı hikâyesi ne yazık ki şeffaflık, sürdürülebilirlik ve stratejik önceliklendirme açısından ciddi sorunlar da barındırmaktadır. Savunma sanayi yatırımları büyük ölçüde dışa kapalı yürütülüyor, bu doğaldır fakat kapalı kapılar ardında yürütülen süreçler aynı zamanda denetimi de imkânsız hâle getirmektedir. Hangi proje ne zaman bitecek, hangi şirket, hangi ihaleyi, hangi yöntemle aldı? Proje maliyetleri neden sürekli artıyor? Başarısız olan projeler neden gizleniyor? SİHA, gemi, tank, füze projeleriyle gerçek maliyet-fayda analizi kim tarafından yapılıyor? Bugün Türkiye'de savunma sanayisinde verilen destek önemli büyüklüğe ulaşmıştır. Denetim mekanizmasının çalışmadığı yerde başarıda sanal ve gerçeklik birbirine karışır. Hükûmet yüzde 80 yerlilik oranından bahsediyor ancak bu oran nasıl sayılıyor, hangi bileşenler dâhil ediliyor, dış tedarik bağımlılığı hangi kalemlerde devam ediyor, bu net değil. İnsansız hava araçları önemli başarıdır, doğru ama sensörler, kamera sistemleri, yazılım bileşenleri, motorlar hâlâ dış kaynaklı, gemilerimiz yerli, evet ama elektronik harp sistemlerinin, radar bileşenlerinin ve bazı mühimmatın kaynağı dışarıdan. Millî tank projemiz ALTAY yıllardır tartışılan bir süreçte yürümektedir. Uzun zaman önce tamamlanıp askeriyemizin envanterine girmiş olması gerekirken neden geçtiğimiz günlerde seri üretime geçebildi?

Tank Palet Fabrikasının üzerindeki ortaklık yapısının kimlerin elinde ve kontrolünde olduğu muamması hâlâ devam etmektedir. Ancak şunu sormak istiyorum: Mesela, 2024 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi kalemlerine göre ulusal savunma ve güvenlik programı kapsamında harcanması planlanan 145 milyar TL gibi bir rakam kullanılmayan ödenek olarak durmaktadır. Bütçeden böylesi devasa bir rakam kullanılmadan durabiliyorsa o dönem için bu rakamlara göre çerez parası bir rakam olan 50 milyon dolar için neden böylesi stratejik bir projeye yabancılar ortak edildi ve tartışma konusu oldu ve hatta olmaya da devam etmektedir? Sakarya'daki Tank Palet Fabrikasıyla ilgili söylemek istiyorum bunu.

Millî muharip uçağı KAAN değerli bir projedir ancak bu projenin maliyeti, takvimi ve gerçekçi teknolojik transferi konusunda kamuya açık bir resim yoktur. Siyasi prestij projelerinin kamu kaynaklarını yutan devasa kara deliklere dönüşme riski vardır. Temmuz ayında "Endonezya'ya 48 adet KAAN satışı için sözleşme imzalandı." haberlerini görünce millî duygularımız kabardı, ülke olarak sevinmiştik. Ancak burada da şeffaflık olmadığını son Amerika seyahatinde bir diğer Sayın Bakanımızın açıklamasıyla öğrenmiş olduk, yine sevincimiz kursağımızda kaldı; anladık ki KAAN uçağımızın sadece ülkemiz semalarında değil dünya semalarında kanatlanması için ABD lisansına yani ABD'nin iznine ihtiyaç varmış. Son olarak, bu konunun akıbeti nedir, ne tür çözüm üretilmiştir bilmiyoruz.

Savunma sanayisi hamlesi değerlidir ama gerçek yerlilik sadece montajın Türkiye'de yapılması değildir. Gerçek yerlilik; tasarım gücü, malzeme bilimi, motor ve güç aktarma teknolojisi, mikroçip, radar ve elektronik altyapı, yazılım ve sensör bağımsızlığı gerektirir. Bu alanlarda hâlen yolun çok başındayız. Türkiye'de savunma sanayisi yatırımları giderek stratejik sektör olmaktan çıkmış, politik bir vitrin alanı hâline gelmiştir.

Kamu bütçesi aşırı yükleniyor, şirketler aşırı büyüyor ama finansal denetim yok. Kaynak dağılımında siyasete yakın şirketler avantajlı hâle geliyor. Devlet garantili projeler özel sektörü bağımlılaştırıyor. Bu sektörün sağlıklı gelişmesi gerekirken tam tersine siyasallaşması hem ekonomik hem güvenlik açısından risk oluşturuyor.

Türkiye'nin savunma stratejisi şu sorular üzerinde tartışılmalıdır: Türkiye, gerçekten tehditlere karşı doğru stratejiye mi yatırım yapıyor? Daha fazla silahlanmaya mı yoksa daha güçlü diplomasiye mi ihtiyaç var? Sınır ötesi operasyonların siyasal etkileri hesaplanıyor mu? Askerî hareketliliğin bütçe üzerindeki yükü ne kadar sürdürülebilir?

Diplomasiyi zayıflatan her politika askerî harcamayı artırır. Hükûmet dış politikayı güçlendirmek yerine askerî gücü öne çıkaran bir refleks içinde, bu refleks hem ekonomik hem ulusal güvenlik açısından sürdürülebilir değildir. Türkiye'nin S-400 alımı sonucunda F-35 programından çıkarılması yalnızca askerî değil ekonomik ve teknolojik açıdan da ağır bir kayıptır. Türkiye üretim hattından çıkarıldı, F-35 parçalarının imalatından elde edilen yıllık 100 milyonlarca dolarlık gelir kaybedildi. F-16 Blok 70 paketinin ABD Kongresindeki siyasi şartlara takılması ve "Yerli mühimmat takamazsın." kısıtları nedeniyle Hükûmetin Eurofighter'a yönelmesi savunma tedarikinin planlı değil krizlere verilen tepkilerle şekillenen ara çözümlerle yürütüldüğünü göstermektedir. Savunma sanayisi yatırımlarımızın dış politikada stratejik kayıplara dönüşmemesi için Hükûmetin daha rasyonel bir yol haritasına ihtiyacı vardır. Savunma bütçesi doğası gereği gizlilik alanı içerir ama gizlilik, hesap verilmezlik anlamına gelmemelidir. Bugün savunma alanında kamuoyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Sayıştay denetimi son derece sınırlıdır. Bütçenin en büyük artış gösteren kaleminin en az denetlenen alan olması kabul edilemez. YENİ YOL Grubu ve DEVA Partisi olarak diyoruz ki: Savunma sanayi ihaleleri şeffaflaştırılmalı, kamu-özel işbirliği modellerinde rekabet sağlanmalı, her yıl savunma bütçesi şeffaflık raporu yayımlanmalıdır. Güvenlik, şeffaflığı ortadan kaldıran bir gerekçe değil, bilakis, daha fazla şeffaflığı gerektiren bir alandır.

Bir diğer konu, savunma alanında dışa bağımlılığımızın hâlâ yüksek olmasıdır. İHA, SİHA ihracatı artmış olabilir fakat savunma ekonomisinin temel kalemleri hâlâ dışa bağımlıdır. Motor teknolojisi, yüksek çözünürlüklü optik sensörler, radar bileşenleri, uçak elektroniği, mikro çip ve işlemci altyapısı, füze güdüm modülleri, bunlar olmadan gerçek bağımsızlık mümkün değildir. Ayrıca, ABD ve Avrupa'dan alınan hibelerin, askerî yardım paketlerinin çeşitli fonlarının Türkiye'nin stratejik özerkliğini nasıl etkilediği de tartışılmalıdır.

Ekonomisi güçlü olmayan ülkenin savunması güçlü olamaz. Ekonomi zayıfsa en iyi teknoloji alınamaz, askerî modernizasyon sürdürülemez, uzun vadeli projeler yarım kalır, personel motivasyonu düşer, stratejik caydırıcılık zayıflar. Bir devletin güvenlik stratejisi sadece askerî güce dayanmaz. Bu konuda şu önerileri sunmak istiyorum: Akıcı savunma stratejisi; kaynaklar somut tehditlere göre planlanmalı, savunma gerçek ihtiyaçlara göre hazırlanmalı, NATO'yla ilişkileri akıcı bir zemine çekilmeli, şeffaf ve hesap verebilir savunma yönetimi, denetim mekanizmalarının güçlendirilmeli, raporlama sistemi gelişmiş ülke standartlarına yükseltilmeli, savunma sanayi ihaleleri şeffaflaştırılmalı, üniversite-sanayi iş birliği gerçek anlamda desteklenmeli, savunma AR-GE'sinde nitelikli insan kaynağı artırılmalıdır.

Sayın Başkan; değerli üyeler; Türkiye'nin güçlü bir orduya ihtiyacı vardır ama güçlü ordu demek sadece büyük bütçe demek değildir. Güçlü ordu modern, liyakatli, akılcı, şeffaf, ekonomik olarak sürdürülebilir, teknolojik olarak bağımsız bir sistemde mümkündür. 2006 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi bu hedeflerden bir kısmına yaklaşsa da pek çoğunda geri kalmaktadır. Bizim üzerimize düşen görev güvenliği zayıflatmadan, disiplini bozmadan, kaynakları heba etmeden doğru politikaları savunmaktır. Savunma alanındaki ilerleme sadece gösterişli lansmanlar ve sosyal medya söylemleriyle değil sağlam teknik verilerle planlama ve şeffaf yönetimle desteklenmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEDENİ YILMAZ (İstanbul) - Türkiye hem güçlü hem demokratik hem de hesap verebilir bir savunma yapısına sahip olmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle 2026 yılı bütçesinin ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.