KOMİSYON KONUŞMASI

GİZEM ÖZCAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İçinden geçtiğimiz hukuki süreçlerin merkezinde Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'nu ve temsil ettiği demokratik halkçılığı siyasetin dışına itme hedefli 19 Mart yargı darbesi bulunuyor. Bugün İBB iddianamesi kabul edildi. İddianamenin ana omurgası, ortada bir suç örgütü olduğu iddiasıdır ancak bunu işaret eden hiçbir maddi delil yok. Kurulan mekanizma basittir "Örgüt var." deniliyor, bu varsayımla gizli tanık devreye sokuluyor, gizli tanık örgütü tarif ediyor; böylece örgüt kurulmuş gibi gösteriliyor. Bu, hukukun değil, sarayda hazırlanmış politik bir kurgunun kendi kendini doğrulayan mantığıdır. Gizli tanık, maddi delil yokluğunu perdeleyen bir aparata dönüşmüş durumdadır. Bu yöntem Ergenekon'da da vardı, şimdi Türkiye'nin en büyük belediyesine, 15,5 milyonun Cumhurbaşkanı adayına yöneltiliyor. CMK 58 açıktır, gizli tanık olaya hangi vesileyle vâkıf olduğunu açıklamak zorundadır. Bu dosyada bu koşullar yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da nettir, gizli tanık beyanı tek başına mahkûmiyete gerekçe olamaz.

Değerli milletvekilleri, siyasi casusluk soruşturmasına gelelim. TCK 328'in uygulanabilmesi için aynı anda şu unsurların bulunması gerekiyor: Devlet güvenliği bakımından gizli bir bilgi olacak, bunu temin edecek fail ve üçüncü olarak siyasal askerî casusluk amacıyla kullanılacak. Ceza hukukunda genişletici yorum yasak olduğu için kişisel veriyle devlet güvenliğine ilişkin gizli bilgi aynı kategoride değildir. Bir verinin sızmış olması ile failin bunu temin etmesi de eşit değildir. Savcılığın bu ayrımları yok sayması hukuken kabul edilemez. Sonuç olarak, veriler İmamoğlu döneminde sızdırılmış olamaz. OSINT analizleri veri hırsızlığı veya casusluk delili sayılamaz. Kriptolu haberleşme iddiası da temelsizdir, Wickr'da örgütsel aktivasyon yoktur, İtirafçı beyanları delil standardını karşılamamaktadır, kişi de ajan olduğunu reddetmektedir. Soruşturma seçici yürütülüyor, "ajan" denilen kişinin bakanlıklar ile AKP'yle bağlantıları tamamen dışarıda bırakılmıştır. Bu tablo da gösteriyor ki Türkiye artık siyasetin ihtiyaçlarına göre üretilmiş bir hukukla yönetiliyor. Bu ihtiyacın bir göstergesi de kent uzlaşısı davaları. Gerekçe ne? Terör. Bakalım, Türkiye'de son on beş yılda kaç kişiye terör soruşturması açıldı? 2009-2024 arası terörden 3 milyon 292 bin 921 kişi yargılanmış. Oysa, dünya genelinde, uluslararası sistemlerde 300 bin civarında terör şüphelisi kayıt altında. Zaten çoğu soruşturma takipsizlik, kovuşturma, beraatla sonuçlanıyor. Sonuç, siyaset eliyle yaratılmış bir korku rejimi. Hukuk devletine gölge düşüren bu uygulamaları kabul etmiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu süreç yalnızca bireyleri değil, devletin yerleşik kurumlarını da aşındırmaktadır. Türkiye açık bir anayasasızlaştırma dönemindedir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararını tanımayarak Tayfun Kahraman'ın tahliyesini engellemesi de bunun son örneğidir, aynı mahkeme Can Atalay'ın kararını da uygulamamıştı. Mahkemenin uymama gerekçesine baktığımızda, bireysel başvuru hakkının esasını tanımadığını görüyoruz. Anayasal düzenin ve hukuk devletinin güvenliği bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulunun ilgili mahkemeyle ilgili gerekli tedbirleri alması zorunludur. Öte yandan, Selahattin Demirtaş hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da yok sayıldığını biliyoruz.

Sayın Bakan, son olarak 2025'in ilk on ayında en az 237 kadın öldürülmüş, 247 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetmiştir. Rabia Naz, Rojin Kabaiş, Ece Gül Övezova ve Yeşim Akbaş gibi yıllardır aydınlatılamayan dosyalar neden hâlâ sonuçlanmamıştır? Adalet sistemi kadınların yaşam hakkını koruyamıyorsa Bakanlığınız bu tabloyu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)