| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 25 .11.2025 |
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.
Ben de Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanını ve üyelerini, Değerli Adalet Bakanımızı ve bürokratlarını saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli Başkan, bütçe görüşmeleri tamamlanan yılın muhasebesi ve gelecek yılın vizyonunun ortaya konulduğu görüşmelerdir. Bugün Adalet Bakanlığının 2026 bütçesi adı altında iktidarın 23'üncü bütçesinin yargının can çekiştiği, hukuk devleti ilkesinin ise sadece Sayın Bakanın dilinde sürekli olarak tekrarladığı, yorgun iktidarın vatandaşımıza umut olamadığı bir bütçeyi konuşuyoruz. Önümüze konulan metin de oldukça gösteriyor ki bu bütçe adaleti güçlendirmek için değil sadece rakamların yerini değiştirmek için hazırlanmış bir bütçe.
ADALET BAKANI YILMAZ TUNÇ - Her gün tazeleniyoruz, hep beraber.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Ben iktidara "yorgun" diyorum Sayın Bakanım, senin ne kadar dinç olduğunun farkındayım, ekibiniz de gayet güzel. Bu değerlendirmeler tamamen bir öz eleştiri ve kendi içimizde. Niçin "yorgun" diyorum? Şimdi, siz yıllarca bu Parlamentoda Sayın Can'la birlikte, Sayın Hurşit Bey'le birlikte beraber oldunuz. Plan ve Bütçe Komisyonunun şu anda sıraları boş, iktidarın Adalet Komisyonundan Allah'ın kulu yok.
CAVİT ARI (Antalya) - Öyle bir dertleri yok Başkanım!
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Şimdi, şu görüntüye bakıp da bu iktidara "yorgun" demeyim de kime söyleyeyim, kime söyleyeyim Allah aşkına söyler misiniz?
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Arkana bak!
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - "Arkana bak." dediğin bizim bütün temsilcilerimiz burada, Allah Allah!
CAVİT ARI (Antalya) - Başkanım, öyle bir dertleri yok onların, öyle bir dertleri yok.
TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Şahsen biz buradayız.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Benim şimdi, buradaki hazıruna söyleyecek sözüm yok, sözlerim benim siyasal muhataplarıma. Dolayısıyla burada bu boş sıraları gördüğümde ben bu iktidara "dinamik iktidar" diyemem, yorgun bir iktidar olarak değerlendiriyorum.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Yirmi dört saattir buradayız Başkanım, el insaf ya! Sabah onda başlayıp gece on ikide bitiriyoruz.
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Ya, "Haklısın." de, bir konuda "Haklısın." de ya!
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Değerli Başkan, bakınız, bizim burada sormamız gereken asıl mesele şu: Gerçekten bu ülkede "adalet" kelimesinin içini doldurmak istiyoruz, yoksa sadece kuru bir muhasebe tablosunu mu öngörüyoruz?
CAVİT ARI (Antalya) - Yaşar Bey, biz buradayız, adalet arayışımız devam ediyor, siz yoksunuz.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Bir kişisin şu an, Komisyon üyesi olarak bir kişisin ya!
MAHMUT TANAL (Şanlıurfa) - 15 kişi buradayız.
TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Biz buradayız.
CAVİT ARI (Antalya) - Sıralarımız dolu.
GÖKÇE GÖKÇEN (İzmir) - Vallahi, sizde o da yok, sıralar boş.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Sayın Başkanım, sükuneti sağlarsak...
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Arkadaşlar, lütfen, konuşmacının insicamı bozuluyor, lütfen.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Tekrar süremi yeniden başlatırsanız sevinirim.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen devam edin.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Şimdi, Değerli Başkan, halkın yaşadığı gerçeklik ile bugün burada bizim Adalet Bakanlığının bütçesinde konuştuğumuz gerçeklik tamamen farklı. Sokaktaki yurttaşın devlete yönelttiği soru artık son derece net. "Mahkemeye gitsem hak arayışım siyasi rüzgâra göre savrulan bir yargı düzeninde gözümün içine bakılarak çalınacak mı yoksa hakkımı ararken başıma yeni bir zulüm sarmalı mı açılacak?" diye düşünüyor vatandaş. Bu sorunun cevabı maalesef "yargı reformları" adı altında uygulamaya konulan politik tercihlerde saklıdır kıymetli arkadaşlar. Adaletin varlığı bir cumhuriyetin bekası demektir. Hukuk kuralları birkaç kişinin keyfî ikbaline göre değil kamu vicdanı ve eşitlik kılıcıyla tavizsiz bir şekilde uygulanmak zorundadır. Bugün ise Türkiye'de adaletin nasıl bir çizgiye çekildiğini apaçık görüyoruz. Yargı gösterişli reform masallarıyla sürekli tamir ediliyor ve her yargı paketinde aynı hamasi cümleleri dinliyoruz: "Hızlanacak, güçlenecek." Ama her paketten sonra yargı biraz daha yavaşlıyor, biraz daha zayıflıyor, baskının gölgesi büyüyor. Geçtiğimiz yıl bütçeye hedef süreler konulmuştu, "Hedef süre uygulaması yerine getirilecek." denildiğinde nasıl heyecanlanmıştık hep birlikte ama bir türlü gerçekleşmiyor olan yine vatandaşa oluyor. Adliye kapısında çaresiz bekleyiş uzuyor, adalete duyulan son damla güven de buharlaşıp gidiyor.
Sayın milletvekilleri, bu sistem artık "reform" adı altında yargıyı yürütmenin en dar, en karanlık çemberine hapseden demokrasinin sırtına vurulmuş bir kamburdur. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte kuvvetler ayrılığı kâğıt üzerinde duruyor, fiiliyatta yürütmenin gölgesi yasama ve yargının üzerine oturmuş durumda. Biz ne diyoruz? "Hâkimler, savcılar kararlarıyla konuşur." diyoruz. Savcılar iddianameleriyle konuşurdu, değil mi? Ama bakıyoruz ki savcılar artık gazetelere röportaj veriyor. Bu iktidar da böyle bir şeye nasıl müsaade ediliyor? Böyle bir gerçeklik varken hiç kimsenin sesinin çıkmaması neyle izah edilebilir arkadaşlar? Dolayısıyla kararlarıyla konuşması gereken hâkimler, savcılar karar verirken Anayasa'yı düşünüyor, hukuk devleti ölçütünü gözetiyor mu? Yoksa, bu dosya kimin canını sıkacak kaygısı mı var? Bu soruya içtenlikle, Anayasa ya da hukuk devleti diyebileceğimiz bir iklim acaba kaldı mı?
Bir de tabii, gelmesini beklediğimiz bir başlık da hiç şüphesiz ki on birinci yargı paketi. Ben, emek veren tüm Bakanlık bürokratlarına, hedef koyan Bakanlığa huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Ancak daha önce de gördük, her yargı paketi "demokratikleşme" sloganıyla geldi, ifade ve düşünce özgürlüğünü daraltan uygulamalarla doldu. "Yargıyı hızlandırıyoruz." dendi, bölge adliye mahkemeleri tıkandı; Yargıtaya etkisi olmadı, adalet daha da ağırlaştı. 2014 yılında, Sayın Bakanımızın da olduğu bir ortamda, Sayın Cumhurbaşkanının da bulunduğu bir ortamda ifade etmiştim, demiştim ki: "Gerçekten Yargıtay-Danıştay temyiz merci mi olacak? Eğer gerçek temyiz merci olacak ve içtihat yazacak pozisyonunda kullanılacaksa hayhay, bölge adliye mahkemeleri açılmalı ama temyiz merci olarak Yargıtay ve Danıştay çalışmayacaksa, bugünkü hâliyle kullanılacaksa, o takdirde bölge adliye mahkemelerine ihtiyaç yok, sadece süreyi uzatır." Maalesef yaşayarak görüyoruz ki, şu anda bölge adliye mahkemelerinde pek çok hukuk ve ceza dosyaları aylarca, yıllarca beklenir hâle geldi. Ve Yargıtay ve Danıştayda gerçek iş yükünün çok çok daha hafiflemesine rağmen, gerçek anlamda bir içtihat mahkemesi olarak kullanılamaz durumda ve bölge adliye mahkemeleri hız kesici vazife görüyor.
"Hak ve özgürlüğü güçlendiriyoruz." dendi, yeni suç tipleri ve ceza artırımlarıyla neredeyse her suçta tutuklama eşiği aşılarak adli para cezası veya erteleme kararı verilecek olan suçlar bile tutuklama sebebi yapıldı. Baskıcı iklim vatandaşın üzerine çöktü arkadaşlar, bu yargı paketleriyle. Şimdi, haklı olarak soruyoruz: Bu yargı paketleri gerçekten hangi amaçla hazırlanıyor? Anayasa Mahkemesini, yerel yönetimleri ve ses çıkarmaya cesaret edenleri kuşatmanın yeni bahanesi mi olacak? Geçen yıl da yine bu Komisyonda "Onuncu yargı paketi geliyor." dedik ve orada da aynen dedik ki: "Ülkede bunca çözüm bekleyen başlık ortadayken, KHK mağdurlarının, 31 Temmuz Covid yasası kapsamının dışında bırakılanların adalet çağrısı hâlâ karşılıksız dururken vatandaşlarımızın beklentilerini karşılamadan onuncu yargı paketini Parlamentoya getirmeyin." Biz gayet iyi biliyoruz ki Bakanlık da bizimle belki aynı görüşte idi ama ne olduysa bir el müdahale etti ve onuncu yargı paketinden infaz düzenlenmesine ilişkin 31 Temmuz Covid yasası ve diğer mağduriyetlerin giderilmesine ilişkin hususlar bir anda çıkarıldı ve buharlaştı. Oysa vatandaş tamamen Sayın Bakanın ağzından çıkma bazı sözlerle umutlanmıştı. Yine iktidar ortaklarının bir kısım isimlerinin sözleriyle umutlanan bu vatandaşların umutları yarıda kaldı. Şimdi buradan, bir göz mesafesinde bulunduğumuz Sayın Bakanımıza ve Bakanlık bürokratlarına sesleniyorum: On birinci yargı paketini bu eksiklikleri gidermeden Parlamentoya getirirseniz, emin olun, getireceğiniz paket boş anlamında ifade görecek Sayın Bakan. 31 Temmuz Covid yasasındaki Anayasa’nın eşitlik ilkesi hükümleri giderilmeden, KHK mağduriyetleri çözülmeden, cezada adalet infazda eşitlik sağlanmadan ne getirirseniz getirin, kamu vicdanı karşılık bulmayacak ve getirilen yasayı hiçbir şekilde kabullenmeyecek.
Yine hepimizin malumu, sizler de gayet iyi biliyorsunuz, siyaset içerisinde bulunan biz hukukçular da gayet iyi biliyoruz ki, infaz yasaları yamalı bohçaya döndü Sayın Bakan. Türlü türlü uygulamalar var, burada çok derin, yakinen tanıdığımız, uygulamanın içerisinden gelen hâkimler var, bugün pek çoğu Yargıtay üyesi olmuş isimler var. Uygulamada, ceza tevkifevleri memurlarının ne sıkıntılar çektiğini, bu infaz yasalarındaki farklılıklar ve uygulamalar nedeniyle bizler gayet iyi biliyoruz. Bunları hesaplamak bir uzmanlık konusu hâline geldi. O yüzden, gelin, şu infaz yasalarındaki farklı farklı uygulamaları sonlandıralım ve bir şekliyle yamalı bohçaya dönüşmüş olan İnfaz Yasası'nı, "cezada adalet, infazda eşitlik" ilkesi çerçevesi içerisinde tek tipe dönüştürelim ve vatandaşımız, anayasal eşitlik ilkesi çerçevesinde kendisini rahatlıkla kabul edebileceği bir uygulamanın içerisinde bulsun.
Ve yine, cezaevindeki idare ve gözlem kurullarının uygulamaları; keyfÎ uygulamaları sonlandıracak mutlaka adımların atılması gerekiyor bu süreç içerisinde.
Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz önce ifade ettim, sadece 31 Temmuz ve KHK mağduriyetleri değil, hepimizin beklediği, vatandaşın da büyük bir beklentiye düştüğü, özellikle genç yaşta çocukların ve gençlerin fazlasıyla mağdur olduğu Türk Ceza Kanunu'nun 158'inci maddesi var. Mağdurun mağduriyeti giderildikten sonra, şikâyetten vazgeçtikten sonra 158'inci maddedeki uzlaşmanın sınırlarının genişletilmesi gerekiyor. Herkes hata yapabilir. Özellikle gençlerimizin, okul çağındaki bu bireylerin 158'inci madde kapsamında büyük bir hataya düştükleri ve mağdur edildikleri ortada. Vatandaşın da mağduriyeti giderilip bir şekliyle pişmanlık duyan vatandaşa bu pişmanlık hakkının daha geniş bir bantta sağlanması gerekliliği inancını taşıyoruz. Bu konuda da sizden bir düzenleme bekliyoruz.
Yine, hukuk paketine özellikle ifade ettiğimiz şufa davalarına ilişkin düzenleme. Sayın Bakanım, enflasyonist ortamlarda şufa hakkını kötüye kullananlar maalesef hem satıcıyı hem alıcıyı çok ciddi bir anlamda mağdur ediyor. Eğer ülkemizde ekonomide enflasyonist bir ortam olmasa bu mevcut şufa hakkı belki ihtiyaca cevap verebilir ama enflasyonist ortamlarda, paranın pul olduğu dönemlerde, üzülerek ifade ediyorum ki şufa hakkından büyük mağduriyetler var. Bu konuyu zatıalinize yazılı olarak da iletmiştim. Umuyor ve inanıyorum ki on ikinci yargı paketinde bu şufa hakkına ilişkin -tarafları da dinlediniz, bu da Bakanlığınızın alicenaplığıdır- süreç içerisinde döndünüz, muhataplarını da dinlediniz. Biz o yüzden diyoruz ki: Bakanlık bürokratlarına sağlıklı bir şekilde veri ulaştığı zaman artık duyan bir kulak olduğunuzu biz görüyoruz. Dolayısıyla sadece duymayın, eyleme de geçirin, icraata da dönüştürün ve bu eksiklikleri giderecek düzenlemeleri yapın istiyoruz.
Değerli Bakanım, kıymetli hazırun; özellikle burada bugün toplumdaki adalet duygusunun tarihin en kırılgan noktasında olduğunu ifade etmek isterim. İnsanlar kendilerini bir anda adı "gözaltı" olmayan sabah baskınlarında buluyor. Gazeteciler iktidarın hoşuna gitmeyen haber yaptıkları için soruşturma dosyasının konusu oluyor. İnsanlar eleştirileri nedeniyle dahi gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yargılanıyor. Seçilmiş belediye başkanı, meclis üyeleri adliye koridorlarında mesai yapar hâle geliyor. Dolayısıyla, iktidarın hoşuna gitmeyen her söz, her eleştiri, her yerel başarı bir süre sonra savcılık dosyası olarak geri dönüyor. Yetmiyor, kayyum rejimiyle halkın iradesine el konuluyor. Bir yerde halk sandıkta karar veriyor ancak bir etiket yapıştırılıp seçilmiş kişiler görevden alınıyor, belediyenin kapısı kilitlenip yerine kayyum gönderiliyor. Yetmiyor, kayyum atanmayan yerlerde bu kez başka yöntem devreye giriyor; binlerce sayfalık iddianameler, bitmeyen soruşturmalar, yıllarca sürecek yargılamalar, kamuoyu önünde linç kampanyaları, masumiyet karinesinin kâğıt üzerinde kaldığı süreçler. Şöyle bir taradım geçmişe yönelik. En fazla masumiyet karinesinden bahseden isimlerin başında Değerli Bakanımız Yılmaz Tunç geliyor, konuşmalarında. Masumiyet karinesi sadece sözde kalmamalı arkadaşlar, uygulanmalı. Geçmişte Meclis kürsüsünde bizler defalarca masumiyet karinesinin lekelenmeme hakkının ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştik çünkü biz "camiyi yık ama adaleti yıkma" diyen bir zihniyetin temsilcileri olarak Parlamentoda görev yapmıştık. Şimdi "camiyi yık ama adaleti yıkma" diyen bir zihniyetin temsilcileri olarak biz masumiyet karinesini ayaklar altına alırsak, lekelenmeme hakkını hiçbir şekilde uygulamazsak buradan kimseye bir fayda gelmez.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Hiçbir şeyi yıkmamalı.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - İsmail Bey, sen gayet iyi biliyorsun, yıkılması gereken gerekirse cami olabilir ama adalet yıkılmaz. Eğer zerre kadar bir inancımız varsa ve Hazreti Ömer'e duyduğumuz bir hürmet varsa ben size Meclis kürsüsünden Nuşirevan'ın adalet anlayışını anlattım, o gün Hazreti Ömer'in Şam Valisine gönderdiği mektubu anlattım. Demek ki yine Genel Kurulda da beni dinlememişsin İsmail Bey.
CAVİT ARI (Antalya) - Dinlememiş.
TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Orada değildi galiba o.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Dinlemiş olsaydın o camiyi yıkar ama adaleti yıkmazdın. O yüzden, kimsenin hakkına, kimsenin mülkiyetine el koyma gibi bir hakkımız yok; rızayla olacak her şey, rızasız hiçbir işlemin içerisinde bizler bulunamayız. Bu nedenle, geldiğimiz noktada hakkın aranacağı bir mecra değil, siyasetin müdahalesine açık alanlardan biri hâline gelmiş durumda yargımız. Bu bir algı değil, bizzat yaşanan gerçeğin ta kendisi.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesine de değinmeden geçemeyeceğim, Genel Sekreterimiz burada. Bugün, Türkiye'nin en ağır anayasal krizlerinden birini de yaşıyoruz. Yine baktım, 153'üncü maddeye ilişkin, özellikle Anayasa'ya bireysel başvuru hakkının tanınmasına ilişkin en fazla konuşma yapan isimlerden birisi Sayın Bakanımız Yılmaz Tunç, bir reformdu çünkü bireysel başvuru hakkı. Eğer bireysel başvuru bir reformsa, o zaman Anayasa Mahkemesi bir hak ihlali kararı verdiyse bunu yasamanın da yürütmenin de yargının da harfiyen uygulaması gerekir. Bugün içinde bulunduğumuz Parlamentonun Başkanı da 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı da Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Başkanı da Anayasa Mahkemesinin kararını uygulamadı arkadaşlar.
CAVİT ARI (Antalya) - Uygulamayacaksan niye getirdin yani?
TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Reform havada kalıyor yani.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Bu, tartışmasız, şeksiz, şüphesiz uygulanması gereken bir hususu biz hâlâ tartışıyorsak bu ülkede hukuk devletinden bahsedemeyiz, adaletten bahsedemeyiz.
Sayın Bakanımız açıklama yaptı, dedi ki: "Bakın, Anayasa’nın 14'üncü maddesine, 83'üncü maddesine yorum hatası yapılıyor, bunlar ayrı şeyler." Bir vatandaşla alakalı hüküm kesinleşir, kesinleşen hüküm gelir Parlamentoda okunur, milletvekilliği düşürülür o ayrı bir hadise ama hak ihlaliyle alakalı Anayasa Mahkemesi bir karar vermişse bu kararı kimsenin tartışma hakkı yok bir ülke eğer bir hukuk devletiyse. O nedenle, biz Anayasa'yı uyguladığımız ölçüde Anayasa Mahkemesini tanıyoruz ve hukuk devletine inanıyoruz demektir. Anayasa Mahkemesi "Adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş." demişse artık bunun gidebileceği hiçbir yer yoktur. Alt mahkeme "Sen yetki gaspı yapıyorsun, sen süper temyiz merci değilsin." diyerek karara uymazlık diye bir şey yapamaz. Bu, bir mahkemenin, başka bir mahkemenin kararını eleştirisi değildir; bu, Anayasa’nın fiilen askıya alınmasıdır arkadaşlar. Bugün Anayasa'yı bizler keyfimize göre askıya alırsak yarın başımıza neler geleceğini şöyle iyi bir şekilde düşünmeliyiz.
Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bütçede rakamlar büyüyor, kritik alanlar kısmi ödeneklerle geçiştiriliyor; insan hakları, personelin eğitimi, mahpusların topluma yeniden kazandırılması için yani yargının özü için yatırım içermiyor. Tek cümleyle özetleyecek olursak bütçeler büyüyor ama adalet büyümüyor. Doğru, AK PARTİ'nin iktidara geldiği ilk günden bu yana 1,9 genel bütçenin karşılığını alıyor Adalet Bakanlığı; hakkıyla görevini yapsın, bu para helali hoş olsun, daha fazlasını almak durumunda çünkü adalet sorunu parayla ölçülebilecek bir sorun değil. Adalet ihtiyacı, maddi ihtiyaçlar karşısında ezilen hâkim ve savcılar karşısında veya adalet personeli tarafından sağlanacak bir ortam değil. O yüzden, bütçede ne kadar payı artırılırsa artırılsın yargıya biz diyoruz ki: "Bu yargının hakkıdır, mutlak surette de bu uygulanmalıdır, alınmalıdır." Ama geldiğimiz noktada bütçe büyüyor da adalet büyümüyorsa işte biz buna itiraz ederiz.
Bir başka temel sorun da bu ülkede bazı davalarda insanlar elbette yargılanıyor ama asıl sorumlulara gelince Kartalkaya dosyasında olduğu gibi ipe un seriliyor arkadaşlar. Bu adalet çığlığını hepimizin duyması lazım. Adaletin kimine hiç işlememesi, kimine ise fazlasıyla yüklenmesi, böyle bir adaletsizlik ikiyüzlülüğün tam göstergesidir. Bakanlık bürokratlarının yargılanmadığı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - İki dakika ek süre veriyorum.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Vatandaşlarımızın adalet çığlığının en acı halkası olan bir başka husus da hiç şüphesiz ki uzun tutukluluk süreleridir. Tutuklamanın bir istisna olduğunu ve tedbir mahiyetinde olduğunu bilmemize rağmen şu anda uygulamada tutuklamayı cezalandırma amacına dönüştürmüş olduk. Bu, gerçekten yüz kızartıcı bir durum. Bu nedenle elbette ki söyleyecek çok sözümüz var ama vakit sınırlı. Biz elbette ki Adalet Bakanlığının bütçesi üzerinde konuşurken biz bu ülkedeki çözümlerin 2026 Adalet Bakanlığı bütçesinin yargı bağımsızlığını güçlendiren, hâkim ve savcı güvencesini artıran, uzayan yargılamaları kısaltan, cezaevlerini insan onuruna uygun hâle getirmeyi hedefleyen, AYM kararlarının bağlayıcılığını pekiştiren bir yapıda oluşmasını ve uygulamaların bu yönde tecelli etmesini istiyoruz. Mevcut tıkanıklığı sürdüren, siyasi baskıyı görünmez kılmayı, yargıyı yürütmenin tasarrufları karşısında savunmasız bırakmayı amaç edinen bir Adalet Bakanlığı ve uygulaması istemiyoruz. Gerçek bir adalet reformu için partilerüstü bir yaklaşımla baskının, sindirmenin sona erdirilerek eşitliğin ve adaletin tezahür etmesi, yargı paketleriyle değil, katılımcı ve şeffaf bir süreçte kapsamlı bir yargı reformunun yapılması, AYM kararlarına uymamanın kabul edilemez ve görmezden gelinemez bir ihlal sayılması, KHK'lilerin insan infaz mevzuatının Türk Ceza Kanunu'nun hızla ve hakkaniyetle gözden geçirilmesi gerekir. "Sizin kaderiniz değişmeyecek, bu düzen sizin sırrınız da kalmaya devam edecek" demeyeceğiz, inşallah hep birlikte bunları değiştireceğiz.
Sayın, Bakanım, malumunuz, sizin Türkiye Yüzyılı Adaletin Yüzyılı Yargı Reformu Strateji Belge'niz var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Şahin, süremiz doldu.
Teşekkür ediyoruz.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Biz, sizin bu belgenizin içini dolduracak, burada kendisi hazırunda var ama konuşma imkânı yok Sayın Yeneroğlu'nun da içinde bulunduğu bir grupla hazırladığımız "Adil Yargı Eylem Planı ile KHK Mağduriyetleri Eylem Planı"mız, biri hukuk devleti olma yolunda, diğeri de "OHAL KHK'ler ile İhraçlara ve Ceza Yargılamalarındaki Haksızlara Adalet" adı altında 2 çalışmamız var.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Şahin, lütfen...
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Son sözüm Başkanım.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Milliyetçi Harekete Partisine söz vereceğim.
İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Bunları çalışmalarınızda rehber edinmenizi hassaten istirham ediyoruz.
Beni de sabırla dinlediğinizi için hepinize teşekkür ediyorum.
Tüm milletimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.