KOMİSYON KONUŞMASI

NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Sayın Bakan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan konuşmasında 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü selamladı, ben de öğretmenleri saygıyla selamlıyorum. Oysa bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bu ülkede kadınlar her gün şiddet, cezasızlık, ayrımcılıkla yüz yüze. Bakanlığın konuşmasında buna tek bir cümle ayırmaması mevcut politikalardaki sessizliğini, kadına karşı her türlü şiddetin ve Bakanlığın sorumluluğunu nasıl görmezden gelişini bir kez daha açığa vuruyor. Bu nedenle konuşmamı bugün ülkenin her yerinde, alanlarda kadınların yaşam hakkını, şiddete karşı adalet mücadelesini haykıracak kadınları selamlayarak başlıyorum.

Bakanlığınız bütçesi adaleti, toplumsal barışı konuşmak yerine, infazda olmayan eşitlik ve adaletin gölgesinde, tarafsız ve bağımsız yargının yokluğunun gölgesinde ceza politikasını finanse edip bütçelendirmeye devam ediyor. Çünkü "Bu bütçe kimin hayatına, ne yatırım yapıyor?" diye sorduğumuzda yalnızca son beş yılda 100'ün üzerinde yaptığınız cezaevleri gibi yine taştan koğuşlar, betondan duvarlar cevabını alıyoruz. Utançtır ki "yeni nesil cezaevleri" diyerek güneş görmeyen yapılarla, tecrit sistemleriyle övünüyorsunuz. Her yeni cezaevi ihalesi bir adli destek merkezi, bir kadın sığınmaevi, çocuk merkezi, bir uzlaşma ya da onarıcı adalet programından eksiltme anlamına gelmekte. AYM ve AİHM kararlarının uygulanmadığı, ifade, örgütlenme özgürlüğünün daraltıldığı bu ülkede yeni nesil cezaevi hukuk krizini betonla sıvamak, siyasal krizi duvar kalınlığıyla yönetmeye çalışmak demektir. Bu, adalet değil kriz yönetim mimarisinin kendisidir. Oysa adliyelerde uzman psikolog eksikliği sürüyor, bağımsız adli destek hizmetleri zayıf, baroların adli yardım bütçesi çökmüş durumda. CMK ve adli yardım görevlendirmesine ödenen ücretler asgari yaşam düzeyini karşılamaktan uzak. Sunumunuzda "Yüzde 3 oranının yüksekliğiyle biriken ödenekleri karşıladık." dediniz ama Şırnak'taki avukatlar üç dört yıla varan süreçlerde ancak ücretlerini alabilmekte ve aldıkları bu ücrete faiz, gecikme bedeli gibi kalemler eklenmemekte, bu durum hem avukatların emeklerini değersiz kıldığı gibi adalete erişim hakkını da fiilen ortadan kaldırıyor.

ADALET BAKANI YILMAZ TUNÇ - Onları ödedik, onları toplu hâlde yatırdık.

NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Şu an ödenmiyor, üç dört yıldır ödenmemiş Sayın Bakan.

Sayın Bakan, buradan uzak illere sevk yani sürgün politikanızı ve bunun yarattığı ekonomik şiddet rejimini konuşmak istiyorum. Mahpusları ailelerinden yüzlerce kilometre uzağa göndererek ailelerini de cezalandırıyorsunuz. Aileler çoğu zaman yol, konaklama gibi giderleri karşılamadığı için aylarca hatta yıllarca görüşe gidemiyor. Bir de görüşe gidemeyen mahpusların Karabük Hapishanesinde Adem Oktay örneğinde olduğu gibi "Düzenli aile ilişkisi yok." diyerek birden fazla kez infazını uzatıp özgürlüğünü gasbediyorsunuz. Bu sürgün yollarında yaşanan ekonomik şiddetin ötesinde, görüşe gidenlerin yaşadığı trafik kazalarındaki yaralanmalar ve hatta yaşamını yitirenler oluyor. Mahpusların yakınlarının defin ve taziye törenlerine katılabilmesi için talep edilen on binlerce liraya varan nakil ve refakat bedelleriyle insanların yas tutma hakkını bile gelir durumuna bağladınız ve birçok mahpus bu nedenle yas tutma hakkını bile yerine getiremiyor. Yetmiyor, mahpusları Bakanlığınız ve özel sektörün en ucuz, en güvencesiz işçisi olarak çalıştırıyorsunuz, tıpkı öğrencilerin MESEM'de çalıştırıldığı gibi. Kâğıt üzerinde "mahpusların meslek edinmesi ve topluma kazandırılması" diyorsunuz. İşyurtlarında sigortasız, sendikasız çalıştırılan on binlerce mahpusun emeğiyle milyarlık cirolar yaratıyorsunuz. Mahpuslara verdiğiniz komik günlük ücretleri cezaevi kantinlerinde onlardan geri alıyorsunuz. Soruyorum Sayın Bakan: İşyurtlarında mahpus işçilere, stajyer, çırak, kalfa ve ustalara verilen günlük ücret ne kadar? İş birliği yapılan özel sektör ve kamu kurumları sayısı kaç, neler? Mahpuslar emekliliği de kapsayacak biçimde herhangi bir sigorta sistemine dâhil mi? 2024 ve 2025'te İşyurtlarında elde ettiğiniz gelir ne kadar? Cezaevlerini ölümlerin ve şüpheli intiharların sıradanlaştığı bir yer hâline getirdiniz. Yalnızca 2024'ün ilk on bir ayında 68 kişinin intihar ettiği kayıtlara geçti, bunların çoğu şüpheli ölüm. Yine, sizin verilerinize göre 2024 yılı genelinde hayatını kaybeden mahpus sayısı 818 yani her gün en az 2 mahpus Türkiye'deki hapishanelerde can veriyor. Cezaevlerinde âdeta adı konulmamış bir ölüm ve öldürme rejimi işliyor. Bu veriler size ne ifade ediyor Sayın Bakan? Hiçbir şey anlatmıyor mu? Siz cezaevlerindeki doluluğu böyle mi boşaltıyorsunuz? Bu mu insan onuruna uygun cezaevi sisteminiz? Mahpuslar infazlarını yıllarca ağır hak ihlalleriyle tamamlamış olmasına rağmen 2021 yılında getirilen ideolojik terbiye mekanizmaları olan idare ve gözlem kuralları şöyle soruyor: "Pişman mısın?" "Kimliğinden, düşüncenden vazgeçtin mi?" "Siyasi tutumunu değiştiriyor musun?" İstediği cevabı almadığında ise özgürlük yok, yaşam yok, tıpkı Sincan Cezaevinde Sermin Demirdağ örneğinde olduğu gibi. 7 kez kurulda değerlendirme yapıldı Demirdağ hakkında ancak yine tek bir tahliye yok, tıpkı Sincan'da tahliye edilmeyen tek bir mahpus kadın gibi. Sorgu odasına dönüştürdüğünüz kurulda "Keşke diyor musunuz?" diye soruyor, bu da yetmiyor mahpuslara PKK'nın silah bırakma süreçleri hakkında "Kaç kişi silah bıraktı? "Herkes neden bırakmadı?" diye sorular soruyorsunuz. Bu soruları kim hazırlıyor? Bu sorular Bakanlığınızın değerlendirme onayından ne kadar geçiyor? Yoksa Sayın Bakan siz değilse, bu cezaevlerindeki bu soruları kontrol edemediğiniz yapılar mı soruyor?" Bakın, önceki dönem Belediye Eş Başkanımız Adnan Selçuk Mızraklı'nın denetimli serbestliği uygulanarak tahliye olma hakkı "Kurumumuzda bulunduğu süre içinde örgütten ayrıldığına dair beyanı yok." diye reddedildi. Bildiğiniz gibi, benzer ve daha absürt birçok gerekçeyle mahpusların özgürlüğü gasbedildiği için sayısız önerge verdik sizlere. Sorulan bu soruların sorulması hangi hukuki mevzuata dayanıyor? Kurulun böyle bir yetkisi var mı, yok mu? Yok diyorsanız neden yüzlerce soru önergemize her defasında "Her şey mevzuata uygun." cevabı veriyorsunuz? Bu mu mevzuata uygunluk? Denetimli serbestlikten yararlanmak adına istenilen samimiyet tasdik belgesinin dayanağı nedir? Bu hukuksuzluğu keyfi yönetmelik maddelerine koyarak ulaşmak istediğiniz amaç nedir? Adalet Bakanlığının Anayasa’nın, yasaların üstünlüğü koruması gerekirken tüzüklere, yönetmeliklere, idari düzenlemelere meşrulaştırma dayanağı yaratmasının gerekçesi nedir? Evet, cezaevlerinde işleyen her şeyin infaz rejimi olmadığı açık, kurullar eliyle kişiliğin budanmasına, iradenin kırılmasına, politik kimliğin inkarına zorlandığı sistematik bir disiplin mühendisliği işletilmek isteniyor. Yoksa elektrik tasarrufu yapmadığı, kaç kitap okuyup okumadığı nedenleriyle insanların özgürlüğü gasp edilebilir mi bir yıla kadar bile? İşte kurullardaki bu ideolojik sorular, cevapları beğenilmediği için trajikomik gerekçelere ve absürt hukuksal mekanizmaya dönüşüyor. Bu konudaki açıklamanız, çözümünüz nedir Sayın Bakan, merakla dinlemek istiyoruz. Bu düzen ağır hasta mahpusları tedaviden, yaşamdan koparıyor; Fatma Tokmak, Emin Çam, Cihan Talak, Abdülkadir Tatlı, Önder Poyraz, Süreyya Bulut ve daha yüzlercesi. Bazıları nefes alamıyor, engelli mahpuslar tek başına yürüyemiyor, bazıları ise hafızasını kaybetmiş, kendi adını bile söyleyemem mahpuslar var ama adaletiniz... Siz diyorsunuz ki: Ölüm gelene kadar içeride kalacaksın ya da ölümün kıyısında tahliye olacaksın. Bu sistem insanlık onurunu öldürmeye, bu onurdan geriye hiçbir şey bırakmamaya kast değilse nedir? Bu çürümenin altında yatan temel mekanizmalardan biri de her seferinde gerekçe olarak bizlere sunduğunuz Adli Tıp Kurumu. Çünkü ağır hastaları içeride tutan kararlar sizin bilimsel diye arkasına sığındınız bu Kurumun imzasını taşıyor. Maalesef onlarca örnek var, biri de Manisa Akhisar Hapishanesinde Hüseyin Felek; ileri yaşına ve kanser hastası olmasına rağmen 2 kez Adli Tıp Kurumu tarafından "Cezaevinde kalabilir." raporu verildi, tahliye etmediniz ve 10 Kasım 2025'te kurul kararından kısa bir süre sonra hapishanede yaşamını yitirdi. Ceza politikasının ölümcül bir aparatı hâline getirdiğiniz bu mekanizmanın gölgesinde insanlar ölüyor. Bu nedenle ATK'nin ardına saklanamazsınız. Çünkü bu Kurumun bilimsel verilere dayanmayan, kararlarından ve siyasi nüfuzu müdahalesiyle hazırladığı raporlardan sorumlu olduğunuz kadar ATK'yi bu durumdan kurtarmakla da yükümlüsünüz. Bu konuda verdiğimiz kanun tekliflerine, önergelerine her seferinde Adli Tıp Kurumuna aklayan cevaplarınızla bu sorumluluğunun bir parçasısınız çünkü ATK bu sistemin bir sonucudur. Onu böyle çalıştıran siyasal irade ise sorunun ta kendisidir. Bu nedenle soruyoruz: Son beş yılda ATK'nin "Cezaevinde kalabilir." dediği kaç mahpus cezaevlerinde yaşamını yitirdi? Bir de ATK'nin cezaevinde kalamaz raporlarına rağmen cezaevlerinde tutulan ve hayatını kaybeden mahpus sayısı kaç? Adli Tıp Kurumlarına götürüldüğü süreç içerisinde kurumların vermiş olduğu raporlara uzun süre bekleme hâlinde, kurul raporu yetişmediği süreç içerisinde yaşamını yitiren mahpus kaç? Yine hakeza Kurumun cezaevlerinde kalamaz raporlarına rağmen savcılık gerekçesiyle toplum için tehlikeli statüsünde görülüp de tahliyesi engellenen mahpus kaç? En son Elâzığ Hapishanesinde infaz hâkimliğinin vermiş olduğu bir karar var, infaz hâkimliği vermiş olduğu kararda mahpuslara pişmanlık sorusunun dayanağı olan -Anayasa ve yasalarda değil- yönetmeliğin kötüye kullanıldığını, mahpusların yargılama sırasında mahkemeler tarafından sorulabilecek soruların kurul eliyle sorulamayacağına dönük bir mahkeme kararı var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Arslan, süreniz bitti, bir dakika ilave ediyorum.

NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Bu karara karşın kurullarla ilgili yürütülen süreç ne?

Yine, hakeza, defalarca kanun teklifi verdik, bu konuda harekete geçilmedi; hapishanelerde 3 hücre cezası gerekçesiyle infazları tamamen yakılan, müebbet durumda olan mahpuslar var. Düzce Hapishanesinde 4 mahpusla ilgili verdiğimiz önergeler ve başvurulara rağmen yasada ısrar devam ediyor. Onuncu yargı paketinden bahsettiniz, toplumun beklentisini karşılamadı ve orada getirdiğiniz tekerrür hükümleriyle tekerrür mahpusu olan birçok mahpus tahliye edilirken sırf disiplin cezası gerekçesiyle dayanak yapılan mahpusların infazlarının tamamen yakıldığı bir adaletsiz sonuç ortaya çıktı. Bu konuda talebimiz onuncu yargı paketi tartışıldığı süreçte es geçildi ancak getirilecek on birinci yargı paketinde bu konuda bir düzenleme yapılması elzemdir diyorum.

Teşekkürler.