KOMİSYON KONUŞMASI

ADALET KAYA (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve değerli bürokratlar, değerli basın emekçileri ve bütün Meclis çalışanlarını saygıyla selamlıyorum.

2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2024 Yılı Kesin Hesap Kanunu Teklifi ve Sayıştay raporları üzerine görüşme gerçekleştiriyoruz.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının önceki gün sunumunu yaptığı kitapçık elimde ve bu kitapçığın temel esas olarak ortaya koyduğu motto istikrar ve refah yani bu çerçevede hazırlanmış, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız da önceki gün bu sunumu yaptı.

Şimdi, incelediğimiz zaman ne yazık ki bunun toplumsal gerçekliklerle uyumlu olmadığını görüyoruz yani istikrarın nerelerde sağlandığı ya da refahın hangi toplumsal kesimler açısından gerçekleştiğine baktığımız zaman ortaya ne yazık ki vahim bir tablo çıkıyor. Toplumsal adaletten uzak, farklı önceliklerle hazırlanmış bir tablo var; bugün bu tabloyu tam da tartışmak gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız her ne kadar bu bütçenin vatandaş ve hizmet odaklı bir yaklaşımla hazırlandığını ve büyümenin sağlayacağı imkânlardan herkesin eşit düzeyde yararlanacağını, adil bir bölüşüm olacağını ifade etmiş olsa da ne yazık ki bu teklifle bunun gerçekleşmeyeceğini görüyoruz çünkü bu teklif işçiyi, emekliyi, ücretliyi, emekçiyi ağır bir vergi yükü altında bırakırken kadınları, gençleri, engellileri, emekliyi, emekçiyi ne yazık ki görmüyor. Onların gereksinimlerine yeterli ödenek ayrılmamış, tahsis edilmemiş olarak görüyoruz bu teklifi.

Türkiye ekonomisinin son yıllarda iktidarın ne yazık ki o "Büyüyoruz." hikâyesi etrafında şekillendiğini görüyoruz. Söylemler yani retorik tam buradan gerçekleşiyor ama ne yazık ki "Bu büyüme nerede gerçekleşiyor?" diye baktığımız zaman yine sadece sermaye açısından bir büyüme gerçekleşiyor, halk açısından refahın yükseldiği, sosyal adaletin büyüdüğü bir büyüme ne yazık ki söz konusu değil.

"Rekorlar ve başarılar" söylemi var, sürekli artan bir "rekor ve başarı" söylemi. Buna da baktığımız zaman yine ekonomik göstergeler açısından milyonlarca yurttaş için yoksulluğun, borçlanmanın, güvencesizliğin arttığını görüyoruz; bu anlamda gerçekten rekor düzeyde bir artış var.

Yine, üretim çarklarının yavaşladığı, hem bireysel hem devlet borçlarının tarihî anlamda çok yüksek seviyelere çıktığı, yoksulluk ve açlık sınırının altındaki yurttaş sayısının... Hani "açlık sınırı" diyoruz, evet, itiraz edeceksiniz yine ama hem TÜİK'in verileri hem diğer bağımsız kuruluşların ve sendikaların verdiği rakamlar bize bu hesaplamaları veriyor. Dolayısıyla enflasyonla eriyen ve gelir adaletsizliğiyle sarsılan bir ekonomik yapıyla karşı karşıyayız ve bu, gittikçe de kalıcılaşıyor ve bu bütçe teklifi de ne yazık ki bize bunu veriyor.

Bugün Türkiye'de ekonomik kriz yalnızca fiyat artışlarının kontrol edilemezliğiyle değil adaletsizlikle, plansızlıkla, ekolojik yıkımla ve daha pek çok eşitsizliği derinleştiren bir şekilde yaşanmakta; dolayısıyla Türkiye'de ekonomi bugün sürdürülemez bir tüketim ve borç döngüsüne dayanan kırılgan bir yapıdadır ne yazık ki. Zaten burada da bu ifade edilmiş ama ne yazık ki gerekçeleri sadece yaşanan pandemiye, depreme... Yani evet, onların da etkisi var elbette ama daha geriye gitmek gerekiyor, 2000'li yılların başında neoliberal dönüşümle birlikte sanayi üretiminin yerini hizmet sektörünün alması, ithalata dayalı büyüme modelinin kalıcılaşması, üretimin dışa bağımlı hâle gelmesi ne yazık ki döviz kurlarındaki her oynaklığın bir krize dönüşmesine sebep oluyor. Dolayısıyla tarımda kendi kendine yetemeyen bir ülkeye dönüşmüş durumdayız. Yani o özelliğimiz vardı, hep "Tarımda kendi kendine yeten bir ülkeyiz." diyorduk ama ne yazık ki bunu da yitirdik ve buğdaydan ete, enerjiden ilaca kadar her açıdan dışa bağımlılığın derinleştiğini görüyoruz. Hâlihazırda mevcut olan bu kırılgan yapının üzerine enflasyonun derinleştiğini, toplumsal adaletsizliğin arttığını görüyoruz. Ne yazık ki TÜİK verilerinin -dediğim gibi kızıyorsunuz ama- yani resmî rakamların bile yüzde 30'larda seyretmesine rağmen temel gıdada, barınma ve ulaşım giderlerinde hissedilen enflasyonun çok daha yüksek olduğunu belirtmek gerekiyor. Asgari ücret ve en düşük emekli maaşı açlık sınırının dahi altında, milyonlarca emekçi ve emekli açlık sınırının altındaki rakamlarla yaşamaya mahkûm bırakılmış şu teklifle. Memura, emekliye senede 2 kere, asgari ücrete senede 1 kere yapılan zam ceplerine bile ulaşmadan eriyor. Çarşı pazara, elektriğe, benzine günaşırı gelen zamlarla geçinmek her gün daha da zorlaşıyor.

Pazartesi günü Diyarbakır'da Sur'daydım ve esnafla sohbet ettim. Ağzını açtığımız, dokunduğumuz herkes dert yandı; geçinemediklerinden, çarkı döndüremediklerinden, ne yazık ki ekonomik durgunluğun artık dayanılamaz boyutlara geldiğinden bahsettiler ki muhtemelen siz de sokağa çıksanız bunları duyacaksınız, bundan eminim. Ancak ekonominin bu halktan kopuşu demokratik değerlerle yani demokratik işleyişin zayıflığıyla paralel bir şekilde seyrediyor. Bunu görmediğinizi söylemeyin yani mutlaka görüyorsunuz ama belki duymuyorsunuz. Bunun için de sokakla bağın yani iktidarın bağının güçlenmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Şimdi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle birlikte Meclisin bütçe üzerindeki denetimi zayıfladı, hatta fiilen ortadan kalktı diyebiliriz. Kamu kaynakları hesap verilebilirlikten uzak biçimde yönetilmeye başlandı, bunu da belirtmek istiyorum.

Başka bir konuya geçmek istiyorum; cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bu teklif. Ne yazık ki bu bütçe teklifi ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların ekonomik yükünü görmezden gelmekle kalmamış, var olan politikalarla yani mevcut politikalarla bu yükü daha da ağırlaştırmıştır. Cinsiyetler ağırlaştırıyor diyelim. Cinsiyetler arası ekonomik uçurumu yok sayan, görmezden gelen bu bütçe ne yazık ki kadınlar açısından da kabul edilebilir değil.

Kadınların kamusal alanda var olmaya devam etmesinin ve ekonomik şiddetten, hatta diğer şiddet türlerinden kurtulmasının önündeki en önemli engellerden biri bakım emeği krizine dair bu bütçede ne somut bir hedef var ne de yeterli kaynak aktarılmış, tahsis edilmiş. Kamusal, ücretsiz, yaygın ve nitelikli kreş, hasta ve yaşlı bakım hizmetlerine ayrılan pay yeterli değil, devasa güvenlik ve faiz ödeneklerinin yanında devede kulak bile değildir. Bu durum bakım yükünün yine kadınların sırtına yıkıldığını gösteriyor. Dolayısıyla bütçe gelirlerinin büyük oranda dolaylı vergilere dayanması en temel ihtiyaçlara erişimde güçlük çeken kadınları ve aileleri âdeta cezalandırmak anlamına geliyor. 2026 yılı bütçesinde yalnızca katma değer vergisinden 3 trilyon 993 milyar lira ve özel tüketim vergisinden 2 trilyon 532 milyar lira gelir hedeflenmesi bu adaletsiz ekonomik tercihin bir göstergesidir, sadece bir göstergesidir. İktidar Kadının Güçlenmesi Programı'na yüzde 35 artışla kaynak ayırmayı öngörse de bu artışlar bakım emeği krizini çözmek, kadınların ekonomik yaşama tam katılımını sağlamak için yeterli değil.

Destekler yeterli olmadığı gibi kadınları güçlendirmek için yani sadece aileyle, aile içerisinde düşünülen bir sistem hedefleniyor; bunu da doğru bulmuyoruz. Ücretsiz bakım emeği vermeleri "fıtrat", "doğa" gibi kavramlarla normalleştirilmeye çalışılıyor. Son zamanlarda karşılaştığım televizyon programları var, özellikle de mütedeyyin kesimlerin izlediği kanallar açısından bu programlar çok sıklıkla yapılıyor. Aslında bu, bir zihniyet inşası. Bu tür görevlerin sadece kadının görevi olduğunu ifade eden ve bu fikri yaygınlaştırmaya, empoze etmeye yarayan bu programların da engellenmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum çünkü bu yükler kadının görevi değil.

Bu bütçeye itiraz etmemizin bir diğer sebebi de tabii ki militarizme, güvenliğe, savunmaya ayrılan harcamalar, harcamaların büyük bir oranının buralara yönlendirilmesi. 2026 yılında Savunma Sanayisi Destekleme Fonu'na ayrılan kaynak da dâhil edildiğinde savunma ve güvenlik birimleri için 2 trilyon 155 milyar lira kaynak ayrılmış, böyle bir kaynak öngörülmüş.

Küresel düzeyde artan militarist eğilimler bütçelerimiz üzerinde büyük bir yük yapıyor, evet. NATO, 2025 Zirvesi'nde üyelerini 2035'e kadar toplam savunma ve güvenlik harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 5'i düzeyine çıkarma taahhüdü vermeye çağırdı. Türkiye'nin her geçen yıl bu konudaki artan, yani güvenlik, NATO açısından güvenliğe ayırdığı oran artmasına rağmen hâlâ bu orana yani NATO'nun yüzde 3,5 hedefine ulaşması için Türkiye'nin yaklaşık olarak 15 milyar dolarlık ek harcama yapması gerekmekte; bu kabul edilemez. Türkiye gibi ekonomilerde savunma harcamalarındaki bu artış kamu bütçeleri üzerinde büyük bir yük demek ve bu baskı da bu tür harcamaların vergiler, borçlanma ve kamudan kesinti yapılması anlamına geliyor, böyle bir finansman gerektiriyor ne yazık ki. Bu da ne yazık ki eğitimden, sağlıktan, diğer sosyal harcamalardan kesinti anlamına geliyor ve vergi artışı anlamına geliyor. Dolayısıyla yoksulun sırtındaki yükü arttırmak anlamına geliyor. Biz bu anlamdaki yükten korunması, sakınılması gerektiğini savunuyoruz.

Hepimizin bildiği gibi son günlerde ülkemizde tarihî adımlar atılıyor. Bu adımlara demokratikleşme hamleleriyle cevap verilmesi gerekiyor ancak bunun yerine önümüzdeki yılda bu bütçede de yine savaşa, çatışmaya, militarizme ayrılmış devasa bir pay var. Hâl böyleyken artan kadın cinayetlerini... Ülkemizde her gün kadınlar öldürülüyor, kadınlar istismara uğruyor, çocuklar öldürülüyor, katlediliyor, ne yazık ki diyorum buna. Dolayısıyla bununla mücadeleye ayrılan pay; kadın sığınaklarına, kadın istihdam merkezleri yaratmaya, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için yapılacak projelere çok cüzi rakamlar ayrılmış durumda yani buna mahkûm edilmiş durumda ne yazık ki toplumun dezavantajlı kesimleri. Dolayısıyla kadınlar olarak bu ülkenin barışa ihtiyacı olduğu kadar barış bütçesine ihtiyacı olduğunu savunuyoruz ve bunu buradan söylüyoruz.

Barış bütçesinin ne demek olduğuna dair birkaç şey söylemek istiyorum.

Barış bütçesi, savaş, savunma harcamalarından kesinti yapmak demek ve yapılan bu kesintinin eğitim, sağlık, bakım hizmeti, kadınlara dair özellikle istihdam alanlarının açılması, bunu destekleyen projelere aktarılması demektir. Toplumun tüm kesimlerinin, tüm öznelerinin, kadınlarının karar alma mekanizmalarında ve bütçe hazırlanma süreçlerinde eşit temsil edilmesi ve yer alması demektir. Kadınların ihtiyacı tank, top, İHA, SİHA, askerî harcamalar değil, buna yatırım yapılması değildir; kadınların ihtiyacı şiddetten arınmış bir yaşam, ekonomik güvence, eşit ücret, gelecek kaygısı olmadan yaşamak, çocuklarının karnını kaygısızca doyurabilmek demektir. Kadınların yaşam hakkını önceleyen bir bütçe ancak barış bütçesi olabilir. Temel gayemiz kaynakları yaşama, toplumsal refaha ve eşitliğe harcamak olmalıdır.

Bir de faiz giderlerinden bahsetmek istiyorum çünkü Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı önceki günkü sunumunda yine mali disiplini koruma politikasıyla uyumlu bir bütçe hazırlandığını ve bu bütçenin faiz bütçesi olmaktan çıkarıldığını söylemişti. Ne yazık ki yine bu rakamları incelediğimiz zaman... Şurada var zaten rakamlar. 2024 yılı gerçekleşen faiz gideri 1 trilyon 270 milyar lira, 2025 yılı tahmin edilen faiz gideri 2 trilyon 53 milyar lira, 2026 yılı öngörülen faiz gideri 2 trilyon 742 milyar lira olarak burada ifade edilmiş. Faiz giderleri yalnızca iki yıl içinde neredeyse 2 katından fazla artış göstermiş. Dolayısıyla bunun yine toplumsal gerçekliklerle uyumlu olmadığını ifade etmek istiyoruz. Faiz yükünün bu denli yükseldiği bir ortamda bütçeyi hizmet bütçesi olarak ifade etmek, tanımlamak gerçeği yansıtmıyor. Bu, ne yazık ki siyasi bir ifadeden ibaret olarak kalıyor.

Bu faiz yükü ağırlıklı olarak emekçilerin ve yoksulların sırtına yüklenen adaletsiz bir vergi sistemiyle finanse edilmektedir. Bütçe gelirlerinin büyük oranda dolaylı vergilere dayanması en temel ihtiyaçlara erişmekte zorlanan düşük gelirli aileler açısından oldukça zorlayıcı ve cezalandırıcı olmaktadır. Dolayısıyla kamu ihale sistemi, kamu-özel iş birliği projeleri ve vergi afları, istisnaları, muafiyetleri derken sermaye çevrelerine kaynak bırakan bu bütçe üretim, istihdam ve bölüşüm politikalarıyla bazı şirketlerin çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir.

Yine, sermaye sınıfı lehine inşa edilen bir durum, bir düzen sürdürülmek isteniyor. İnşaat sektörü rantın merkezine oturtulmuş, üretim yerine beton ekonomisi egemen olmuştur ülkemizde. Oysa ülkeler sadece yol ve bina inşa ederek değil, bilgi, teknoloji ve emeğe dayalı yatırım yaparak kalkınırlar. Bu düzende emek sürekli olarak değersizleştirilmiştır ne yazık ki. Sendikal haklar törpülenmiş ve güvencesiz istihdam esneklik adı altında meşrulaştırılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADALET KAYA (Diyarbakır) - Bitiriyorum hemen.

Gelir dağılımındaki uçurumun artık toplumsal barışı tehdit eden bir boyuta varmış olduğunu belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla en fazla gelir elde eden yüzde 10'luk kesim toplam gelirin yarısından fazlasını alırken nüfusun büyük bir bölümü asgari ücret ya da altında bir yaşam mücadelesi vermektedir.

2026 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmekte, hatta diğer bütün eşitsizlikleri derinleştirmektedir, bu anlamda bir kurguya sahiptir. Biz eşitsizliği derinleştiren bu bütçe teklifini reddediyoruz. Komisyon görüşmeleri boyunca bu bütçenin her kuruşunu sorgulayacağımızı ve hak ettiğimiz eşitlikçi, adil ve barışçıl bir bütçeyi talep etmeye devam edeceğimizi belirtiyoruz.

Hepinizi saygıyla hürmetle selamlıyorum, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.